๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 15 Kasım 2010, 21:15:28



Konu Başlığı: Haçlıların Dimyat´ı Ele Geçirmeleri
Gönderen: Esila üzerinde 15 Kasım 2010, 21:15:28
Haçlıların Dimyat´ı Ele Geçirmeleri

 Ebu Muhammed Cafer B. Muhammed.

Hicretin Altıyüzbeşinci Senesi

Hicretin Altıyüzbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Ebü´l-Feth Muhammed B. Ahmed B. Bahtiyar.

Mısır Kadilkudatı

Hicretin Altıyüzaltıncı Senesi

Hicretin Altıyüzaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Kadı Esad B. Mematî

Ebu Yakup Yusuf B. İsmail

Ebu Abdîllah Muhammed B. Hasan.

Ebü´l-Mevahîb Ma´tukb. Menî´

İbn Harruf

Ebu Alî Yahya B. Er-Rebî

Caâmiü´l-Usûl Ve´n-Nîhaye Adlı Eserin Sahibi İbnü´l-Esîr.

Mücellîd El-Mutarrezî En-Nahvî El-Harezmî

Melik Muğîs.

Mes´ud B. Selahaddîn.

Fahri Râzî

Hicretin Altıyüzyedinci Senesi

Musul Valisi Nureddin´in Vefatı

Hicretin Altıyüzyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Şeyh Ebu Ömer.

Hadis Şeyhi İbn Taberzed.

Sultan Melik Adil Arslan Şah.

İbn Sekine Abdülvehhab B. Ali

Muzaffer B. Sasîr.

Hicretin Altıyüzsekizinci Senesi

Hicretin Altıyüzsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Şeyh İmadüddîn.

Tacüddîn Îbn Hamdûn.

Anadolu Hükümdarı Hüsrevşah.

Emir Fahreddin Serkis.

Şeyhü´l-Kebîr Muammer Er-Rahle Ebü´l-Kasım..

Kâsimüddin Türkmanî

Hicretin Altıyüzdoküzuncu Senesi

Hicretin Altıyüzdoküzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Melik Evhad Necmeddîn Eyyûb.

Harem Fakihi Ve Mekke Şerifi

Kurra Ve Muhaddis Ebu İshak İbrahim..

Ebü´l-Feth Muhammed B. Sa´d B. Muhammed Ed-Dîbacî

Şeyh Salih Ebu´l-Bekâ

Hicretin Altıyüzonuncu Senesi

Hicretin Altıyü-Zonuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Şeyh Ebu´l-Fadl Ahmed B. Mes´ûd.

Şeyh Ebü´l-Fadl B. İsmail

Vezir Muîzzüddin Ebü´l-Meâlî

Sencer B. Abdullah En-Nasırî El-Halifetî

Kadı Es-Sülâmiye.

Tacü´l-Ümena.

Nessâbe El-Kelbî

Meşhur Tabib Mühezzeb.

Kanun Adı Verilen Mukaddime Adlı Eserin Sahibi Cezulî

Hicretin Altıyüzonbîrîncî Senesi

Hicretin Altıyüzonbîrîncî Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Îbrahîm B. Ali

Rükün Abdüsselâm B. Abdülvehhab.

Ebu Muhammed Abdülaziz B. Mahmud B. Mübarek.

Hafız Ebül-Hasan Alî B. Enceb.

Hicretin Altıyüzonikinci Senesi

Hicretin Altıyüzonîkinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Hafız Abdülkadir Er-Ruhavî (Urfalı)

Amâ Vecih.

Ebu Muhammed Abdülaziz.

Şeyh Fakih Kemaleddin Mevdûd.

Hicretin Altıyüzonüçüncü Senesî

Hicretin Altıyüzonüçüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Melik Zahir Ebu Mansur.

Zeyd B. Hasan.

İzz Muhammed B. Hafız Abdülganî El-Makdisî

Ebü´l-Fütûh Muhammed B. Ali B. Mübarek.

Şerif Ebu Cafer.

Ebu Alı Mezyed B. Alî

Ebü´l-Fadl Rlşvan B. Mansur.

Muhammed B. Yahya.

Hicretin Altıyüzondördüncü Senesi

Hicretin Altıyüzondördüncü Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler.

Şeyhimâd.

Kadı Cemaleddin B. Haristanî

Emir Bedreddîn Muhammed B. Ebi´l-Kasım..

Şücî´ Mahmud İbn Demmağ.

Şeyhâ Salîha Abîde Zahide.

Hicretin Altıyüzonbeşînci Senesi

Haçlıların Dimyat´ı Ele Geçirmeleri


Ebu Muhammed Cafer B. Muhammed


Ebu Muhammed Cafer b. Muhammed b. Mahmud b. Hibetullah b. Ahmed b. Yusuf. Erbillidir. Faziletli bir kimse olup birçok ilimlere vakıfti. Şafiî fıkhını, hesabı, ferâizi, hendeseyi, edebiyatı, nahvi, Kur´an ilim­lerini ve daha bir çok ilmi öğrenmişti. Şiirlerinden biri şudur.

«Kaderin getirdiklerini kişi geri çeviremez.

Düşünüldüğü takdirde musibetlerde, ibret alınacak şeyler vardır.

Kaderler geldikten sonra akıl ve görüş, korku ve tedbir onları geri çeviremez. Kişi böylelikle kurtulamaz.

Bütün işlerde sabrı silah olarak kullan.

Hiç bir şeyden ötürü tedirgin olup da sabırsızlanma.

Sabrının sonu, senin için zaferdir.

Bize nice sıkıntılar gelmiştir, ama yüce Allah onları bizden uzaklaş-tırmıştır.

Sonra da o sıkıntıların yerine kolaylık gelmiştir.

Kişi hiç bir zaman Allah´ın yardımından ümid kesmesin.

O´nun yardımından ancak kâfir topluluk ümid keser.

Ben biliyorum ki zaman dönerlidir.

Zamanın iki gününden birinde güven, diğerinde de tehlike vardır.» [1]


Hicretin Altıyüzbeşinci Senesi


Bu sene muharrem ayında, halife Nasır Lidinillah´ın Bağdat´ın batı yakasında yolcular ve hacılar için yaptırdığı aş evinin inşaatı tamam­landı. Buraya uğrayan hacılar ve yolcular, kaldıkları sürece konuk edi­lecekler, yola çıkmak istedikleri zaman da kendilerine azık, giysi ve bir de dinar verilecekti. Allah, Nasır Lidinillah´ın hayrını kabul etsin. Ona hayır mükâfat versin.

Bu sene Ebü´l-Hattab b. Dihye el-Kelbî, Irak seferinden döndü. Dö­nüşünde Şam´a uğradı. Vezir Safî´nin meclisinde lügat ve hadis alimi Şeyh Taceddin Ebü´1-Yümn el-Kindî ile buluştu. Ebü´l-Hattab İbn Dih­ye, söz arasında şefaat hadisini okudu. Nihayet İbrahim Peygamberin şu sözüne gelip durdu:

«Ben gerilerden gerilerden bir halil (dost) idim.»

Burada iki kez tekrarlanan verâ´ kelimesinin sonunu fetha ile telaf­fuz edince, Kindî bu kelimenin ötre ile telaffuz edilmesi gerektiğini söy­ledi. Ebü´l-Hattab İbn Dihye, Vezir İbn Şükr´e «Bu kim oluyor » diye so­runca vezir de, «Bu, Ebü´1-Yümn el-Kindî´dir» diye cevap verdi. Ebü´l-Hattab İbn Dihye, ağzı bozuk ve cüretli bir kimse olduğu için Ebü´l-Yümn´e kötü sözler sarfedince Kindî ona hitaben, «Bu uluyan bir köpek­tir! Diğer köpekler gibi uluyor» diye karşılık verdi.

Ebu Şâme dedi ki: «Yukarıdaki hadiste geçen verâ´ kelimesinin so­nu hem ötreli, hem de fethalı şekilde rivayet edilmiştir. Bu kelimenin kesreli okunduğu da gelen rivayetler arasındadır.»

Bu sene Harran hatibi Fahreddin b. Teymiye hac dönüşünde Bağ­dat´a uğradı. Bab-ı Bedir´de Muhiddin Yusuf b. Cevzî´nin mekânında va­az verdi. Konuşması arasında şöyle dedi:

«Üç yaşına girmiş deve yavrusu gücünü toparlamış olsa bile,

Yaşlı ve güçlü develere saldıramaz.»

Böyle demekle İbnü´l-Cevzî´ye sataşmak istemişti. Çünkü İbnü´l-Cevzî yirmibeş yaşında vaizlik yapan bir gençti. Doğrusunu Allah bilir.

Bu sene muharrem ayının dokuzunda cuma günü Haçlı bir köle, Maksure kapısından Dımaşk Camii´ne sarhoş vaziyette girdi. Elinde yalın kılıcı vardı. Cemaat de oturmuş, sabah namazının kılınmasını bekliyorlardı. Cemaate saldırdı. İki ya da üç kişiyi öldürdü. Minberi kılı­cıyla kırıp parçaladı. Yakalanıp akıl hastahanesine götürüldü. Sonra aynı günde Lebbadin köprüsünde idam edildi.

Bu sene Şeyh Şihabüddin es-Sühreverdî Dınıaşk´tan Melik Âdü´in hediyeleriyle Bağdat´a döndü. Askerler onu karşıladılar. Yanında kendi şahsı için getirdiği çok miktarda mal ve para vardı. Daha önce yoksul ve zahid bir kimseydi. Döndükten sonra vaizlikten men edildi. İdaresini yürüttüğü hankâh elinden alındı. Kendi mal ve parasıyla uğraştı. Para­larını ve mallarını yoksullara ve düşkünlere dağıtmağa başladı. Böylece bir çok insanın malî durumu düzeldi. Muhyiddin İbn Cevzî vaaz verir­ken onun hakkında şöyle demişti:

«Adamın ihtiyacı yok. Haksız yere mal elde ediyor. Ama bu malları hak edenlere dağıtıyor. Eğer o malları almasaydı, olmasından daha iyi olurdu. Ancak o böyle yapmakla kendi mertebesini yüceltmek istiyor. Oysa bu malları almayıp dağıtmasaydı ve eski haline dönseydi, daha iyi olurdu. Kul, dünyadan sakınmalıdır. Çünkü dünya aldatıcıdır. İnsanı köleleştiren birşeydir. Büyük alimleri ve abidleri dahi esaret pençesine düşürür.»

Böyle diyen Muhyiddin İbn Cevzî daha sonra Şeyh Şihabüddin es-Sühreverdî1 nin durumuna göre daha şiddetli bir duruma düşmüştü.

Bu sene Haçlılar, Humus´a hücum ettiler. Asi nehrinin üzerindeki Adve köprüsünden geçtiler. Askerler onların geldiklerini görünce peşle­rine düştüler. Onları kovaladılar. Haçlılar da korkularından kaçtılar. Müslümanlar onlardan çoğunu öldürdüler. Bol miktarda mallarını da ganimet olarak ele geçirdiler. Allah´a hamd olsun.

Bu sene Cezîre valisi Melik Sencerşah b. Gazı b. Mevdûd b. Zengî b. Aksungur el-Atabeg´i öldürüldü. Mısır valisi Nureddin´in amcasının oğ­luydu. İnsanların en kötü kalplisi ve yaşantısı en bozuk olanıydı. Onu, oğlu Gazi öldürmüştü. Sarhoş vaziyette helaya girmiş, oğlu da gidip onu ondört bıçak darbesiyle öldürmüş, sonra da boğazlamıştı. Bunu, ondan sonra tahtını ele geçirmek amacıyla yapmıştı, ama Cenâb-ı Allah Gazi´yi de tahttan yoksun bırakmıştı. Sencerşah´ın Gazi tarafından öldürülmesinden sonra diğer oğlu Mahmud´a hükümdarlık beyatı ya­pıldı. Katil Gazi yakalanıp aynı günde öldürüldü. Allah onu hem hayat­tan, hem de tahttan yoksun bıraktı, ama Cenâb-ı Allah böylece Müslü­manları onun babasının zalimliğinden, zorbalığından ve fasıkhğından kurtarıp rahata kavuşturmuş oldu. [2]


Hicretin Altıyüzbeşinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Ebü´l-Feth Muhammed B. Ahmed B. Bahtiyar


Ebü´1-Feth Muhammed b. Ahmed b. Bahtiyar b. Ali. Vasıtlıydı İbn Senday adıyla meşhur olmuştur. Ahmed b. Husayn´dan Müsned´i en son rivayet edendir. Fıkıh, kadılık ve dindarlıkta meşhur bir aileden gelme­dir. Güvenilir, adaletli ve takvalı bir kimseydi. Nakilde sağlamdı. İrtica­len okuduğu şiirlerden biri şudur:

«Güneşin doğduğu yer, Leyla´nın berisinde olsaydı. Leyla, batarken güneşin arkasında olsaydı. Kendi kendime «ona kavuşmayı bekle» derdim. Ölüm de bana derdi ki: «Leyla´ya kavuşmak yakındır.» [3]


Mısır Kadilkudatı


Asıl adı Sadreddin Abdülmelik b. Derbas el-Mardinî el-Kürdî´dir. Bu sene vefat etmiştir. Doğrusunu Allah bilir. [4]


Hicretin Altıyüzaltıncı Senesi


Bu sene muharrem ayında Hanefîlerin şeyhi Necmeddin Halil, me­lik Âdü´in elçisi olarak Dımaşk´tan bir çok hediyelerle Bağdat´a geldi. Öksüzlerle delilerin mallarına zekât düşüp düşmeyeceği konusunda Nizamiye şeyhi Mecdüddin Yahya b. er-Rebî ile münazara yaptı. Hane­fîlerin şeyhi Necmeddin bu mallara zekat düşmeyeceği konusunda delil ileri sürmeğe başlayınca Şafiîlerin temsilcisi olan Mecdüddin Yahya ona karşı deliller ileri sürerek itirazda bulundu. İki taraf da güzel delil­ler ileri sürmüşlerdi. Sonra Hanefîlerin şeyhine ve arkadaşlarına elçilik nedeniyle hü´at giydirildi. Münazara, vezir naibi İbn Şükr´ün huzurun­da yapılmıştı.

Bu sene cemaziyelahir ayının beşinde cumartesi günü Dımaşk´taki Şafiîlerin reisi Cemal Yunus b. Bedran, yine Melik Âdü´in elçisi olarak Bağdat´a geldi. Hâcibü´l-Hüccab´la birlikte askerler onu karşıladılar.

Onunla birlikte Krbil valisi Muzafferüddin Kevkerî´nin kardeşinin oğlu da gelmişti. Elçi olarak gelişi, Erbil valisinin yaptıklarından ötürü hali­feden özür dilemek ve onun affını istemek amacını taşıyordu. Bu isteği kabul edildi.

Bu sene Melik Âdil, Habur ve Nusaybin şehirlerini ele geçirdi ve bir süre Sincar şehrini kuşatma altında tuttu. Ancak şehri ele geçiremedi. Sonra Sincar valisiyle barış yaparak geri döndü. [5]


Hicretin Altıyüzaltıncı Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Kadı Esad B. Mematî


Ebü´l-Mekarim Esad b. Hatir Ebu Said Mühezzeb b. Mina b. Zekeri-ya Es´ad b. Mematî b. Ebi Kudame b. Ebi Melih. Mısırlıydı. Katip ve şair­di. Sultan Selahaddin´in iktidarı zamanında Müslüman oldu. Bir süre Mısır´da divan başkanlığı yaptı.

İbn Hallikan dedi ki: «Onun bir çok faziletleri ve tasnif eserleri var­dır. Sultan Selahaddin´in hayatım, Kelile ve Dimne´yi manzum olarak yazdı. Bir şiir divanı da vardır. İbn Şükr vezirliğe atanınca Kadı Es´ad ondan korkup Haleb´e kaçtı. Orada altmışiki yaşındayken bu sene vefat etti.»

Dımaşk´tayken onu ziyaret eden bir hastalığı nedeniyle şöyle bir şiir yazmıştır:

«İki nehirden bahsetti bana.

Oysa yeryüzünde o iki nehirden ebediyyen bahsedecek kimse yok­tur.

O nehirde öküz gibi bir yaratığın bulunduğunu söyledi. Oysa kendisinin tabiatında soğukluk vardır.» [6]


Ebu Yakup Yusuf B. İsmail


Ebu Yakub Yusuf b. İsmail b. Abdurrahman b. Abdüsselam el-Lemeanî. Bağdat´taki Hanefî alimlerinin öncül erindendi. Hadis dinle­di. Sultan camiinde ders verdi. Usulde Mu´tezüî idi. Fıkıh´ta ve teferru­atta yüksek mertebelere ulaşmıştı. Amcasından ve dedesinden ders al­tı. Hilaf ve münazara ilimlerinde ileri merhalelere ulaştı. Doksan yaşı­na yaklaşmış iken bu sene vefat etti. [7]


Ebu Abdîllah Muhammed B. Hasan


îbn Horasanı adıyla tanınmıştır. Muhaddisti. Kitap istinsahı ya­pardı. Bir çok hadis yazdı. Kendisine ve başkalarına ait hutbeleri derle­di. Yazısı güzel ve meşhurdu. [8]


Ebü´l-Mevahîb Ma´tukb. Menî´


Ebü´l-Mevhab Ma´tuk b. Meni´ b. Mevahib el-Hatib Bağdadî. İbn Haşşap´tan nahiv ve lügat dersleri aldı. îrâd etmiş oduğu hutbeleri bir kitapta topladı. Faziletli bir alimdi. Şiir divanı vardır. Şiirlerinden biri şudur:

«Kendi nefsine gizli aşikâr düşmanlık yapan bir düşmandan sada­kat umma.

Eğer onun dostluğu fayda verecek olsaydı, onun vereceği fayda ona bir sevap olurdu.» [9]


İbn Harruf


Sibeveyhî´nin sarihidir. Asıl adı Ali b. Muhammed b. Yusuf Ebü´l-Hasan İbn Harruf tur. Endülüslüdür. Nahivcidir. Sibeveyhî´nin eserini şerh etmiş ve onu Mağrip hükümdarına takdim edince, hükümdar ona 1.000 dinar ödül vermiştir. Cümelü´z-Zeccacî´yi de şerhetmiştir. Çeşitli beldelere seyahatlerde bulunurdu. Gezip dolaşır, sadece hanlarda ka­lırdı. Ne hür bir kadınla evlenmiş, ne de kendine bir cariye edinmişti. Bu, rezil kimselerin tabiatını mağlup eden bir hastalıktır. Ahir ömründe aklı değişti. Sokaklarda baş açık dolaşırdı. Bu sene seksenbeş yaşında iken vefat etti. [10]


Ebu Alî Yahya B. Er-Rebî


Ebu Ali Yahya b. er-Rebî b. Süleyman b. Harrar el-Vasıtî el-Bağdadî. Nizamiye medresesinde Fadlan´dan ders aldı. Ona kalfalık yaptı. Sonra Muhammed b. Yahya´nın yanma gitti. Onun ilm-i hilaftaki metodunu öğrendi. Sonra Bağdat´a döndü. Nizamiye´de müderris oldu. Nizamiye vakfinın nazırlığına da atandı. Hadis dinledi. Bir çok ilimlere ve mezhebe dair güzel bilgilere sahip oldu. Dört ciltlik bir tefsiri vardır. O tefsiri ders kitabı olarak okuturdu. Hatib Bağdadî´nin tarihini ve o ta­rih üzerine îbn Sem´anî tarafından yazılan Zeyl´i ihtisar etti. Özetleyip kısalttı. Bu sene seksen yaşına yaklaşmış iken vefat etti. [11]


Caâmiü´l-Usûl Ve´n-Nîhaye Adlı Eserin Sahibi İbnü´l-Esîr


Asıl adı Mübarek b. Muhammed b. Muhammed b. Abdülkerim b. Abdülvahid Mecdüddin Ebü´s-Saadat eş-Şeybanî´dir. Cizrelidir. Şafiî mezhebine mensuptur. Îbnü´1-Esîr adıyla tanınmıştır. Melik Efdal´m veziri Ziyaeddin Nasrullah ile el-Kâmil fTt-Tarih adlı eserin sahibi Ha-fiz îzzeddin Ebü´l-Hasan´m kardeşidir. Hicretin 544. senesinin rebiyü-levvel veya rebiyülahir ayında doğdu. Çok hadis dinledi. Kur´ân okudu.Kur´ân ilimlerini iyice öğrendi. Musul´da ikamet ederdi. Diğer ilimlere dair faydalı kitaplar derledi. Câmiu´l-Usûli´s-Sitte adlı kitabı vardır. Bu kitabında Muvatta´, Buharî´nin Sahih´i, Müslim´in Sahih´i, Ebu Davud´un Sünen´i, Neseî´nin Sünen´i Tirmizî´nin Sünen´i ele alınır. An­cak bu kitabında İbn Mâce´den bahsetmez.

Kitabü´n-Nihaye fî Garibi´1-Hadis, Şerhü Müsnedi´ş-Şafiî ve dört ciltlik bir tefsiri vardır. Başka ilimlere dair eserleri de vardır. Musul hü­kümdarları tarafından saygı görürdü. Nureddin Arslanşah tahta geçin­ce kölesi Lü´lü´ü ona göndererek vezirlik teklif etti. Ancak İbnü´1-Esîr bu teklifi kabul etmedi. Bu defa Nureddin Arslanşah bizzat yanma geldi. Teklifini yineledi; İbnü´1-Esîr yine kabul etmedi ve şöyle dedi:

«Yaşım ilerledi. Ben ilim yaymakla meşhur oldum. Vezirlik ise bi­raz zor kullanmayı ve zulmü gerektiriyor. Bu da bana uygun değildir.» Bu gerekçeyi ileri sürmesi üzerine Nureddin Arslanşah onu affetti.

İbnü´1-Esîr Ebü´s-Saadat dediki: Arapça ilmini Said b. Dehhan´dan öğreniyordum. Şiirle ilgilenmemi bana emretti. Bense şiirle uğraşamı-yordum. Şiirin hakkından gelemiyordum. Şeyhim Said vefat edince bir gece onu rüyamda gördüm. Bana yine şiirle ilgilenmemi emretti. Ben de ona dedimki: «Bana bir şiiri örnek olarak ver ki üzerinde çalışayım» böy­le demem üzerine bana şu şiiri okudu:

«Yükseklikleri sev sürekli olarak. Şayet zaferi kazananıazsan ben derimki:

Gece karanlığında toprağı kazarak içine gir.

Şeref ve üstünlüğün merkezi, gecenin karanlığında bineğe binmek­le olur.

Şerefi, gece yürüyüşleri ve uykusuzluklar doğurur.»

Kendisine «güzel söyledin» dedim. Sonra uyandığımda o şiirin üze­rine yirmi kadar beyit yazıp şiiri tamamladım.»

İbnü´1-Esîr Ebü´s-Saadat, Bu sene zilhicce ayının sonunda altmış iki yaşındayken vefat etti. Kardeşi, Zeyl adlı eserde onun biyografisini anlatırken şöyle demiştir:

«Ebü´s-Saadet birçok ilimde pay sahibi idi. Fıkıh, ilm-i usûl, nahiv, hadis ve lügattan payını almıştı. Tefsir, hadis, fıkıh, hesap ve garibü´l-hadise dair meşhur tasnif eserleri ve tedvin edilmiş risaleleri vardır. Evine kapanır, ilimle uğraşırdı. Sağlam ve metanetli bir kişi olup bu ko­nuda örnek gösterilirdi. Sırat-ı müstakime koyuldu. Allah rahmet etsin. Zamanın güzelliklerindendi.» [12]


Mücellîd El-Mutarrezî En-Nahvî El-Harezmî


Nahivde imamdı. Önder bir âlimdi. Nahve dair güzel tasnifatı var­dır. Bu sene vefat etti. [13]


Melik Muğîs


Fethüddin Ömer b. Melik Âdil. Bu sene vefat edince Kasyun dağı eteklerinde kardeşi Muazzam´m türbesine defnedildi. Orada Melik Mü-eyyed de yatmaktaydı. [14]


Mes´ud B. Selahaddîn


Ra´sü´1-Ayn medresesinde vefat etti. Haleb´e götürülüp oraya def­nedildi. Allah rahmet etsin. [15]


Fahri Râzî


Teysir adlı eserin ve bazı musannafatın sahibidir. Rey hatibinin oğ­lu diye bilinir. Asıl adı Muhanımed b. Ömer b. Hüseyin b. Ali el-Kureşî et-Teymî el-Bekrî´dir. Ebü´l-Meâlî ve Ebu Abdillah gibi künyeleri taşır­dı. Fahr-i Razî diye meşhur olmuştur. Kendisine Rey hatibinin oğlu da denilirdi. Şafiî nkıhçılarından olup irili ufaklı tasnif eserleriyle meşhur olmuştur. 200 kadar tasnif eseri vardır. Büyük tefsiri, Metâlibü´l-Âliye, Mebâhisü´ş-Şarkiyye, Erbain, Usûlü´1-Fıkh, Mahsûl ve benzeri kitaplar yazmıştır. İmam Şafiî´nin biyografisini faydalı bilgilerle dolu bir ciltte tasnif etmiştir. Bu eserde şahsen katılamayacağım bazı garip bilgiler vardır. Kendisine tuhaf şeyler nisbet edilir. Biyografisini Tabakatü´ş-Şafiî´ye adlı eserde anlatmışımdır. Harezm´in ülkesinin ve diğer ülkele­rinin hükümdarları tarafından saygı görürdü. Çeşitli beldelerde onun için bir çok medrese yaptırılmıştır. 80.000 altın dinara ve diğer emtia, binek eşya ve giysilere sahipti. Elli Türk kölesi vardı. Vaaz meclisinde hükümdarlar, vezirler, alimler, emirler, yoksullar ve halk tabakasın­dan insanlar hazır bulunurlardı. İbadet ve virdleri vardı. Bazı zamanlar Kerramîlerle kendisi arasında ihtilaf, hatta düşmanlıklar meydana gel­mişti. Kerramilere kızar, Kerramîler de kendisine kızar, onu aşırı dere­ce kötülerlerdi. Kendisi de onları yermekte aşırı giderdi. Önceki sayfa­larda bu husustan bir nebze bahsetmiştik. Kelam ilminde derin bilgiye sahip olmakla birlikte kendisi «Acuzelerin yolunu tutan kurtuluşa erer» derdi. Acuzelerin dininden kasıt, itikadı konularda delile pek gerek duy­madan inanca teslim olmaktır. Ben onun vefat ettiği esnadaki vasiyeti­ni ve onun kelamcılıktan vaz geçip selef metoduna sarıldığını, yüce Al­lah´ın varlığıyla ilgili nakledilen delilleri olduğu gibi kabul edip teslim olduğunu anlatmıştım.

Zeyl adlı eserde Fahr-i Razî´nin biyofrafisinden bahsederken Şeyh Şihabüddin Ebu Şâme şöyle demiştir: «Fahr-i Razî vaaz verirken Kerra­milere hakaret eder, onlar da ona söverler ve büyük günahlar işlediğini ileri sürerek kâfir olduğunu iddia ederlerdi. Bir rivayetle anlatıldığına göre Kerramiler ona zehir içirecek birini görevlendirmişler bu görevli ona zehir içirmiş ve bu nedenle Fahr-i Razı vefat edince de Kerramiler onun vefatına çok sevinmişlerdi. Onun kölelerle ve başkalarıyla masi-yet işlediğini söylerlerdi.

Fahr-i Razî Bu sene zilhicce ayında vefat etti. Üstünlükleri olduğu tartışılmaz. İlgilendiği ilim dalları da elbetteki üstün ilimlerdi. Ancak sultanlarla arkadaşlık eder, dünyayı sever ve fazlaca dünyalık elde et­meğe çalışırdı ki bu, alimlerin vasıflarından değildir. Bu nedenle ve yap­tığı diğer işlerden ötürü çok kimseler onun aleyhinde bulunmuşlardır. Örneğin Peygamber (s.a.v.) Efendimizin çölde büyümüş olmasını kaste­derek ona Bedevi Muhammed, kendi kendini kastederek de Muham-med er-Razî dediğinden ve buna benzer sözler sarfettiğinden Ötürü ken­di aleyhinde çok şiddetli ithamlar yapılmıştır. Kusurlarından biri de şuydu: Hasımlar tarafından ileri sürülen birçok ibarelerdeki şüpheleri kabul eder ve buna daha kısa ifadelerle cevap verirdi. Duyduğuma göre o öldükten sonra geride 200.000 altın dinar, binek, elbise, akar ve aletler bırakmıştır. Yine kendisinden sonra hayatta kalan iki oğlundan herbiri de onun mirasından 40.000 dinar elde etmişlerdir- Büyük oğlu orduya katılıp Sultan Ahmed b. Tekiş´in hizmetinde çalışmıştır.»

el-Kamil Fi´t-Tarih adlı eserinde İbnü´1-Esîr demiş ki: «Bu sene, ya­ni hicretin 606. senesinde Fahreddin Razî Muhammed b. Ömer vefat et­ti. O Rey hatibinin oğluydu. Şafiî fıkıhçısıydı. Meşhur tasnif eserlerin, fıkıh ve usul gibi kitaplann sahibidir. Kendi çağında dünyanın en büyük alimi idi. Duyduğuma göre o hicretin 543. senesinde doğmuştur. Şiirle­rinden biri şudur:

«Ey mahlukatm ilâhı; yüzüm sanadır, yönelişim sanadır. Gizli aşikâr kendisine yalvarıp yakardığım da sensin. Bütün musibetler karşısında yardımını istediğim, sensin. Hayatımda da, mezarımda da sığınağım yine sensin.»

İbn Saî, Yakut Hamevî tarikiyle Fahr-i Razî´nin oğlundan, babası­na ait şu şiiri nakletmiş tir:

«Mutluluk kapılarının bütün mahlukat için tam olarak açılması,

Ancak bir, tek ve hak olan yüce Allah´ı anmakla mümkün olur.

O bütün münıkinatm idarecisidir.

Varlıkların tümünü adalet, doğruluk ve sadakatle yoktan var et­miştir. Allah´ın yüce varlığı kendi yaratıklarına benzemekten münez­zeh ve üstündür.

O doğuda da, batıda da bu dine yardım etmiştir.

Öyle bir ilah ki, lütfü bol, adaleti çok ve kendisi de yücedir.

O hem doğru yolu, hem de eğri yolu gösterendir. O hem mutluluğa erdiren, hem mutsuzlukta bırakandır.»

Fahr-i Razî´nin şiirlerinden biri de şudur:

«Ruhlarımız bedenlerimizden ayrı ve uzaktır. Dünyamızın mahsulü, eza ve günahtır. Uzun ömür arayışımızdan elde ettiğimiz yarar, Sadece dedikoduları toplamak olmuştur.»

Sonra Fahr-i Razî şöyle demiştir: «Kelam yollarını felsefe metodla-nnı denedim. Bunların, susamışı suya kandırdığını, sadra şifa verdiği­ni, hastayı iyileştirdiğini göremedim. En yakın yolun Kur´an yolu oldu­ğunu gördüm. İspat için şu âyeti okurum:

«Rahman arşa hükmetmektedir.» «Güzel sözler O´na yükselir» (ei-Fâtır, 10).

Nefy hususunda da şu âyetleri okurum:

«O´nun benzeri hiçbir şey yoktur» (eş-Şûra, ıi). «O´na benzeyen bir şey bilir misin » (Meryem, 65). [16]


Hicretin Altıyüzyedinci Senesi


Şeyh Ebu Şame´nin anlattığına göre bu sene Cezîre hükümdarları olan Musul valisi, Sincar valisi, Erbil valisi, Halep valisi Zahir ve Rum meliki, Sultan Âdil´e muhalefet etmek, ona karşı koymak, onunla savaş­mak ve hakimiyeti elinden almak hususunda ittifak kurdular. Rum hü­kümdarı Gencer b. Kılıç Arslan adına da hutbe okutmayı kararlaştırdı­lar. Ahlat´ı kuşatmak üzere gelmeleri için Gürcülere de haber saldılar. Ahlat´da Sultan Âdü´in oğlu Melik Evhad bulunmaktaydı. Gürcüler, Cezîre hükümdarlarına yardımcı olmaya, Sultan Âdil karşısında onla­ra destek vermeğe söz verdiler.

Bu, Allah´ın yasakladığı bir düşmanlık ve taşkınlıktı. Gürcüler kralları îvan komutasında gelip Ahlat´ı kuşattılar. Orada bulunan Me­lik Evhad çok sıkıntıya düştü ve «bu çok zorlu bir gündür» dedi. Ama Ce-nab-ı Allah´ın takdiri şu ki, rebiyülahır ayının ondokuzunda pazartesi günü Gürcüler, Ahlat´ı şiddetle kuşatmakta iken kralları İvan sarhoş vaziyette atının üzerindeyken atı tökezleyip onu bir çukura düşürdü. Gürcüler bu çukurları şehirin etrafına tuzak olarak kazmışlardı. He­men Melik Evhad´m adamları koşup onu -horlanmış vaziyette- esir aldı­lar. Gürcüler´in morali bozuldu. Kuvvetlerini kaybettiler. İvan, Melik Evhad´m huzuruna götürüldüğünde Melik Evhad onu serbest bıraktı. Ona lütuf ve ihsanda bulundu. 200.000 dinar kurtuluş akçesi vermek, ellerindeki 2.000 Müslüman tutsağı serbest bırakmak, Melik Evhad´m ülkesine sınırdaş olan yirmibir kaleyi teslim etmek, kızını Melik Ev-had´ın kardeşi Eşref Musa ile evlendirmek ve kendisiyle savaşanlara karşı ona yardımcı olmak şartıyla esaretten kurtuldu. Melik Evhad´ın bu şartlarını îvan kabul etti. Bu şartları yerine getirme hususunda Ev-had ondan yemin aldı. Ayrıca babası Sultan Âdü´e de haber göndererek bu antlaşmayı kabul etmesi için izin vermesini istedi. Babası Sultan Âdil, Halep dışında ordugah kurmuş, bu ise son derece hiddetlenmiş ti. Bu haldeyken kendilerinin güç ve kuvveti ile değil de yüce Allah´ın tak­diri ile bu galibiyet haberi geldi. Bu, akıllarından dahi geçmiyordu. Sul­tan Âdil bu galibiyet haberini alınca aşırı derecede sevinç ve ferahından ötürü neredeyse aklını kaybedecekti. Sonra oğlu Melik Evhad´ın İvan´a karşı ileri sürdüğü şartların tümünü onayladı. Bu haber Cezire hüküm­darlarına da ulaşınca hepsi boyun eğip teslim oldular. Zillet içine düştü­ler. Her biri güya kendisine isnad edilen ve kendisi için bir komplo ola­rak uydurulan bu haberden ötürü Sultan Âdil´e haber göndererek özür dilediler. Sultan Âdil de özürlerini kabul etti. Onlardan sağlam bir sulh sözü aldı. Böylece Sultan Âdil yeni bir çağa girmiş oldu.

Gürcü kralı, Melik Evhad´a verdiği bütün sözleri yerine getirdi. Kı­zını Melik Evhad´ın kardeşi Eşrefle evlendirdi. Ebu Şâme´nin bu olayla ilgili olarak anlattığı garip hadiselerden biri şudur: Kral İvan´ın keşişi, yıldız falına bakardı. Krala Ahlat kuşatmasından bir gün önce şöyle de­mişti:

«Bilesin ki yarın ikindi ezanıyla birlikte Ahlat kalesine gireceksin, ama bu kılıktan başka bir kılıkta gireceksin.» Gerçekten de ertesi gün Kral İvan Ahlat kalesine ikindi ezanıyla birlikte girmişti, ama esir ola­rak girmişti.» [17]


Musul Valisi Nureddin´in Vefatı


Bu sene Musul valisi Melik Nureddinşah b. İzzeddin Mes´ûd b. Kut-beddin Mevdûd b. Zengî, sultan Melik Âdil´in kızım kendisine istemesi için bir vekilini sultan Melik Âdil´e gönderdi. Bu vekil, 30.000 dinar me-hir vererek onun adına nikah akdi yapacaktı. Ancak vekili yoldayken Melik Nureddin vefat etti. Vefatından sonra (tabii vekilin ve Sultan Âdil´in ölümünden haberleri olmadığı için) nikah akdi yapıldı. el-Kâmil adlı eserinde İbnü´1-Esîr, Melik Nureddin´i çok övmüş, adaletli ve şeha-metli olduğunu şükranla anlatmıştır. İbnü´1-Esîr, onu başkalarına nis-betle daha iyi tanıyan biridir. Onun hükümdarlığının onyedi sene onbir ay sürdüğünü de ifade etmiştir. Ebü´l-Muzaffer Esip´ta gelince o, Melik Nureddin hakkında şöyle demiştir: «Zorba, zalim, cimri ve çok kan akı­tan biriydi.» Doğrusunu Allah bilir. Melik Nureddin´in vefatından sonra yerine oğlu Kahir İzzeddin Mes´ûd geçti. Kahir de memleket idaresini kölesi Bedreddin Lü´lü´e bıraktı. Daha sonra Bedreddin Lülü´ tahta geç­miştir.

Ebu Şâme dediki: «Bu sene şevval ayının yedisinde Melik Âdil, Musallâ´nın imarına başladı. Orası için dört yüksek duvar ördürdü. Kervanların ve kafilelerin bulunduğu tarafa bir tedbir olsun diye kapı­lar yaptırdı. Kıble tarafında da taştan bir mihrap ve minber yaptırdı. Bunun üzerine de bir kubbe ilâve etti. Sonra hicretin 613. senesinde kıb­le tarafında iki revak yaptırıldı. Tahtadan bir minber de ilave edildi. Oraya maaşlı bir hatip ve imam atandı. Melik Âdil vefat ettiğinde ikinci revak tamamlanmamıştı. Bütün bu inşaatlar, Vezir Safiy b. Şükür eliy­le yaptırılmaktaydı.»

Bu sene şevval ayının ikisinde Emevî Camii´nin Babü´l-Berîd tara­fındaki kapıları tunçtan yapıldı ve yerlerine takıldı.

Yine şevval ayında fıskiye, şadırvan ve sarnıcın onarımına başlan­dı. Orada bir mescid de yapıldı. Mescide maaşlı bir imam atandı. Buraya atanan ilk imam, Nefis el-Mısrî adında bir zattı. Sesi güzel olduğu için kendisine cami bülbülü deniliyordu. Şeyh Ebu Mansur ed-Darîr el-Mus-dir´in yanında okurken etrafında çok dinleyiciler toplanırdı.

Bu sene zilhicce ayında Akkâ´dan hareket eden birkaç gemi, Dim­yat limanına yöneldi. Bu sene Kıbrıs kralı İlyon geceleyin Dimyat lima­nına geldi ve bazı beldelere baskınlar yaptı. Bir kısım insanları öldürdü, bir kısmını esir alıp geri döndü. Gemiler peşine düştüler. Kovaladılar, ama onu yakalayamadılar. Daha Önceleri de buna benzer baskınlar yap­mıştı. Bu, ondan başkasının yapamadığı işlerdi. Allah ona lanet etsin. Bu sene Haçlılar, Kudüs taraflarında bozgunculuk yaptılar. Melik Muazzam onlara karşı harekete geçti. İbn Cevzî´nin kızı Rabiâ´nın oğlu olan Şeyh Şemseddin Ebü´l-Muzaffer b. Ali el-Hanefî vaaz vermeğe baş­ladı. O, Mir´atü´z-Zaman adlı eserin sahibiydi. Faziletli ve birçok ilimde üstün bir şahsiyetti. Endamı ve sesi güzeldi. Vaaz verirken güzel konu­şurdu. Halk da dedesinin namı dolayısıyla onu çok severdi. Bağdat´tan gelip Dımaşk´a yerleşti. Dımaşk valileri ona ikramda bulundular. Ora­da ders vermeğe başladı. Her cumartesi günü Ali b. Hüseyin Zeynelabi-din mesnedi yanında oturup vaaz verirdi. Bu meşhedin, zamanımızdaki vaizlerin oturup vaaz verdikleri meşhur sütununun yanında vaaz verir­di. Vaazına büyük bir cemaat gelirdi. Bu cemaat o kadar kalabalıktı ki, insanların bir ucu Natıfâniyin kapısında, diğer ucu da Babü´s-Saat´a ba­kan Babü´l-Meşhed yanındaydı. Bu oturanların işgal ettiği yerdi. Ayak­ta duranların sayısı bundan müstesnadır. Bütün cemaatın sayısı bazı günlerde 30.000 olarak tahmin edilirdi. İnsanlar, izdihama maruz kal­maksızın vaaz dinlemek ve kendilerine bir yer tutabilmek için onun va­az vereceği günden bir gün önce camiye gelir, cumartesi gecesini orada geçirir, acıktıkları zaman kavun karpuz yerler, geceyi Kur´ân´ı hatme­derek ve zikirler yaparak geçirirlerdi. Vaaz sona erdiğinde cemaat cami­den ayrılıp konuşmaksızm evlerine ve iş yerlerine dönerdi. Sadece o gün kendilerine söylediği sözleri tekrarlarlardı. "Şeyh şöyle dedi: Şeyhten şunu dinledik.." gibi sözler söylerlerdi. Vaiz Şemseddin, onları salih amel işlemeğe, kötülüklerden uzak durmağa teşvik ederdi. Vaaz mecli­sinde ekâbir ve ileri gelenler de hazır bulunurdu. Hatta Şeyh Taceddin Ebü´1-Yümn el-Kindî de onun vaazım dinlemeğe gelirdi. O, şehrin valisi Mutemid ile Ber valisi İbn Temirek ve diğer büyüklerle birlikte meşhe-din kapısı yanındaki kubbenin altında oturup Şeyh Şemseddin´in vaazı­nı dinlerdi.

Hülasa diyeceğimiz şudur ki; Şeyh Şemseddin rebiyülevvel ayının beşinde cumartesi günü vaaz vermeğe başlayınca insanları cihada teş­vik etti. Yanında bulunan tövbekarların saçlarının getirilmesini emret­ti. O saçlarla bağlar örülmüştü ki, bunlar çok uzun olduğu için bir kaç adam tarafından taşınıyordu. İnsanlar bu örülmüş, adeta halat haline getirilmiş saçları görünce hep birlikte feryad edip çokça ağlamağa baş­ladılar. Saçlarından bir o kadar da kendileri kestiler vaaz sona erip de Şeyh Şemseddin minberden indiğinde vali Mübadirüddin Mutemit b. İbrahim onu karşıladı. O seçkin insanlardandı. Koluna girerek onu Ba-bünnatıfiyyin´e kadar götürdü. Nihayet orada atına bindirdi. İnsanlar önünde, arkasında, sağında, solunda, yürüyorlardı. Babü´l-Ferec´den çıkıp Musalla´ya gitti. Geceyi orada geçirdi. Ertesi gün halkla birlikte Kesve´ye doğru yola koyuldu.

Kudüs´e gidip cihad etmek niyetindeydi. Beraberindeki cemaat arasında Zemleka tarafından gelen 300 tam techizatlı nıücahid de vardı. Şeyh Şemseddin şöyle demişti: «Efîk boğazına geldiğimizde Haçlıların korkusundan orada kuşlar dahi uçamıyorlardı. Nablus´a ulaştığımızda Muazzam bizi orada karşıladı. Daha önce kendisiyle görüşmüş değil­dim.» Muazzam, tövbekarların saçlarından örülmüş halatları görünce onları öpmeğe, yüzüne gözüne sürüp ağlamağa başladı. Ebü´l-Muzaffer Nablus´ta buluşmak için gün belirledi. İnsanları cihada teşvik etti. O gün görülmeğe değer bir gündü. Sonra kendisi ve beraberindeki asker­ler yola koyuldular. Muazzam da onunla beraberdi. Haçlıların üzerine yürüdüler. Bir kısmını öldürdüler. Birçok mekânları tahrip ettiler. Ga­nimet elde ederek salimen geri döndüler. Muazzam, Tur dağını tahkim etmeğe başladı. Haçlılara karşı bir üs olsun diye orada bir kale yaptırdı. Bunun için de çok para sarfetti. Bir süre sonra Haçlılar Melik Âdü´e ha­ber göndererek barış ve aman dilediler. Melik Âdil de onlarla mütareke yaptı. Muazzam´m yaptığı tahkimat ve bu tahkimata sarfettiği para bo­şa gitmiş oldu. Doğrusunu Allah bilir. [18]


Hicretin Altıyüzyedinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Şeyh Ebu Ömer


Kasyun dağı eteğinde Kur´an okuyan yoksullar için yaptırılan med­resenin banisidir. Allah rahmet etsin. Asıl adı Muhammed b. Ahmed b. Muhammed b. Kudame Şeyh Salih Ebu Ömer el-Makdisi´dir. Kur´an-ı Azimüşşânm okunduğu Kasyun dağı eteğindeki medresenin kurucusu­dur. Şeyh Muvaffaküddin Abdullah b. Ahmed b. Muhammed b. Kuda-me´nin kardeşidir. Ancak Ebu Ömer, Şeyh Muvaffaküddin´den yaşça daha büyüktü. Çünkü kendisi hicretin 528. senesinde Sava köyünde, başka bir rivayete göre ise Cemail´de doğmuştu. Şeyh Ebu Ömer, Şeyh Muvaffaküddîn´i büyütmüş, ona iyilik ve ihsanda bulunmuş, onu evlen­dirmiş, işlerini ve idaresini yürütmüştü. Mukaddes diyardan geldikle­rinde Dımaşk´taki Mescid-i Ebu Salih´e yerleştiler. Burası Babü´ş-Şarkî haricindedir. Sonra buradan ayrılıp Kasyun dağı eteğine (Sefha) taşın­dılar. Orada Deyr-i Havranı denen kiliseden başka bir yapı yoktu. Ken­disi demiştir ki: «Bize, kendimiz salih olduğumuzdan ötürü değil de Mescid-i Ebu Salih´de kaldığımızdan ötürü Salihiyyûn denilmiştir ve taşındığımız bu son mahalle de bize nisbet edilerek Salihiye mahallesi adını almıştır.»

Şeyh Ebu Ömer, Kur´ân-ı Kerim´i Ebu Amr´ın rivayetine göre oku­du. Fıkıha dair Muhtesârü´l-Herakî adlı eseri ezberledi. Sonra kardeşi Muvaffak da bu eseri şerh etti ve şerhini kendi eliyle yazdı. Tefsir-i Begavî´yi, Ebu Nuaym´ın el-Hilye´sini, îbn Battan´m el-îbâne´sini ve bir­çok mushafi hem ailesi, hem de başkaları için ücretsiz olarak yazdı. Çok ibadet eden, teheccüt namazı kılan zahid bir kimseydi. Sene boyunca oruç tutardı. Sürekli gülümserdi. Her gün öğle ile ikindi arasında yedi cüz Kur´an okur, kuşluk namazım sekiz rek´at olarak kılar ve bu namaz­da ihlas sûresini bin defa okurdu. Her pazartesi ve perşembe günü Ma-ğaratü´d-Dem´i ziyaret ederdi. Yolda Yavşan otu toplar, bu otları dullara ve düşkünlere verirdi. Kendisine gelen armağanları ailesine ve düşkün­lere vermeyi tercih ederdi. Az elbiseyle yetinirdi. Üzerinden uzun bir za­man geçtiği halde şalvar ve gömlek giymezdi. Sarığının bir parçasını ke­serek ya sadaka olarak verir ya da bir ölünün kefenini tamamlardı. Ken­disi, kardeşi, dayılarının oğlu Hafız Abdülganî ile onun kardeşi Şeyhü´l-İmad, Sultan Selahaddin´in Haçlılara karşı yapmış olduğu bütün gaza­lara katılmışlar, onun hiçbir gazasından geri kalmamışlardır. Kudüs ve Şam sahillerinin fethinde de onun yanında yer almışlardır. Melik Âdil bir gün Ebu Ömer´in ziyaretine gelmişti. Ebu Ömer o esnada namaz kıl­maktaydı. Namazını kesmediği gibi kısaltmadı da. Sultan Âdil oturup onu beklemeğe başladı. Ebu Ömer namazını kılmağa devam etti. Ona hiç dönüp bakmadı. Nihayet namazını tamamladı. Sultan Âdille görüş­tü. Allah rahmet etsin.

Şeyh Ebu Ömer, büyük camiyi Famiyeli bir adamın parasıyla yap­mağa başlamıştı. Ancak duvarlar bir adam boyu yükselince para tüken­mişti. Bunun üzerine Erbil hükümdarı Melik Muzaffer Kevkerî ona bir miktar para gönderdi. Bu parayla caminin inşaatım tamamladı. Bu ca­minin hatipliğini Şeyh Ebu Ömer yaptı. Hutbe irâd ederken üzerinde zayıf ve eski giysiler vardı. Ama kendisinde Allah´tan korkup sakınma ve takva nurları vardı. Misk kokusu gizlense de, o mutlaka açığa çıkar. O gün yaptırmış olduğu minberin dört basamağı vardı. Dördüncüsünün üzerinde otururdu. Nitekim Peygamber Efendimizin minberi de dört basamaklıydı.

Ebül-Muzaffer´in anlattığına göre kendisi bir cuma günü Şeyh Ebu Ömer´in hutbesini dinlemişti. Şeyh Abdullah el-Botanî de o gün cumaya gelmişti. Şeyh Ebu Ömer hutbenin sonunda sultana dua ederken, «Al­lah´ım kulun Melik Âdil Seyfeddin Ebu Bekir b. Eyyûb´u ıslah et» deyin­ce Şeyh Abdullah el-Botanî kalkıp ayakkabılarım almış, cuma namazını bırakarak camiden çıkıp gitmiştir. Namazı kıldıktan sonra Botanfnin yanına gidip kendisine, «Neden Şeyh Ebu Ömer´e kızdın » diye sordum. O da, «Şu zalim hükümdara Âdil demesine kızdım ve bu nedenle arka­sında namaz kılmadım» diye cevap verdi. Biz, Botanî ile konuşmaktay­ken Şeyh Ebu Ömer yanımıza geldi. Elinde bir parça ekmek ve iki tane salatalık vardı. Ekmeği kırıp «haydi namaza» dedi. Sonra da sözünü şöyle sürdürdü: Peygamber (s.a.v.) buyurdu ki: «Ben Melik Âdil Kisrâ´nm zamanında peygamber olarak geldim.»

Şeyh Ebu Ömer´in böyle demesi üzerine Şeyh Abdullah el-Botanî gülümsedi, elini uzatıp ekmekten bir parça alıp yedi. Yedikten sonra da Şeyh Ebu Ömer kalkıp gitti. O gidince Botanî bana dedi ki: «Bu adam mutlaka salih bir adamdır.»

Ebu Şame dedi ki: Botanî büyük ve salih insanlardandı. Onu bir kaç defa görmüştüm. Ebu Ömer´den on sene sonra vefat etti. Şeyh Botanî, takvalı olmasına rağmen Melik Âdü´e maslahat gereği hoş sözler söyle­mesine müsamahayla bakmadı. Onun için camiden ayrıldı. Belki de o misafirdi. Misafire ise cuma farz değildir. Şeyh Ebu Ömer Melik Ebu Bekir´e Âdil lakabıyla hitap etmenin, bir nevi lakab olarak Âdil, Kamil, Eşref ve benzeri isimler cümlesinden olarak caiz olduğunu söyleyip ken­dini savunmuştur. Nitekim tam zıt nitelikler taşıdıkları halde başkala­rına da Salim, Ganim, Mes´ûd, Mahmud gibi lakablar takılmıştır. Aslın­da ve hakikatte onlar ne Salim, ne Ganim, ne Mes´ud ne de Mah-mud´durlar. Bu gibi lakablar hükümdarlara, tüccarlara ve diğer adam­lara da takılmaktadır. Nitekim ters vasıflara sahip olduğu halde bazı kimselere Şemseddin, Bedreddin, İzzeddin, Taceddin gibi isimler takıl­maktadır. İlk mezhep imamları gibi zâhidlik, âbidlik ve benzeri üstün hasletlere sahip olmadıkları halde bazı kimselere de Şafiî, Hanbelî ve benzeri, unvanlar takılmaktadır. İşte Melik Ebu Bekir´e de Âdil lakabıy­la hitap etmek, diğer hükümdarlara müştereken verilen iakablara ben­zemektedir ve o lakabların kapsamına girmektedir.

Yukarıda geçen ve Şeyh Ebu Ömer´in Şeyh Botanî´ye karşı, delil olarak ileri sürdüğü hadisin aslı yoktur. Meşhur kitaplarda böyle bir ha­dise rastlanmamaktadır. Ona, Ebu Muzaffer´e, sonra da Ebu Şame´ye böyle bir sözü hadis olarak kabul ettiklerinden ve delil saydıklarından ötürü hayret ediyorum. Doğrusunu Allah bilir.

Sonra Ebü´l-Muzaffer, Ebu Ömer´in faziletlerini, menkıbelerini, kerametlerini ve onda gördüğü salih halleri anlatmağa başlayarak şöy­le demiştir: «Şeyh Ebu Ömer, davranış ve hâl bakımından Selef-i Salihîn´in yolundaydı. Akidesi güzel olup kitaba, sünnete, nakledilen eserlere sarılırdı. Rivayet edilen hadislere, olduğu gibi bağlanırdı. Din adamlarına ve İslâm ulemasına dil uzatmazdı. İnsanları bid´atçılarla oturup kalkmaktan men´ederdi. Seyyidü´l-Mürselîn ve Hatemü´n-Nebiyyîn´in sünnetine bağlı olan kimselerle arkadaşlık kurmayı emre­derdi. Çok defalar kendi nefsini kastederek bana şu şiiri okumuştur:

«Kur´an hakkında hak ve işini muhkem yapan kimselerin sözünü söylemenizi size tavsiye ederim.

Kur´an mahluk değildir. Fani hiç değildir.

Lakin o hükümdar ve melik olan Allah´ın kelamıdır.

Onun ayetlerinin manaları parlaktır, ışık saçıcıdır.

Allah rızası için dil ile okunandır.

Göğüslerde ve kalplerde mahfuzdur.

Sayfalar üzerinde parmaklarla yazılıdır.

Sıfatlar hakkında ey kardeşlerim söylenecek söz,

Zât ve ilim sıfatları hakkında beyan iledir, açıktır.

Bunları inkâr etmeksizin kabullenmek gerekir.

Hiç bir şeye benzetmemek ve manasını dumura uğratmamak icap eder.»

Şeyh Ebu Ömer yine kendi nefsini kastederek bana şu şiiri oku­muştur:

«Boşuna ömrümü tüketmiş değil miyim ki, eğlencelere dalmış değil miyim ki;

Basımdaki saç ağardı. Zayıfladım. Hastalandım.

Başıma öyle bir hal geldi ki, hayatım boyunca onun için ağlasaydım yeridir.Ki gözlerimden yaşlar aksaydı da, bu hal başıma gelmeseydi. Ağla-saydım bile incinmezdim.»

Şeyh Ebu Ömer hastalandı. Hastalığı birkaç gün sürdü ve bu sene rebiyülevvel ayının yirmidokuzunda salı gecesi seher vakti vefat etti Hastalığı esnasında devam ettirdiği virdlerini terk etmedi. Deyr-i Havram de yıkanıp büyük bir kalabalık tarafından mezarlığa götürül­dü. Cenazesine katılan cemaatın sayısını ancak Aziz ve Celil olan yüce Allah bilir. Cenaze merasimine devlet erkânından, ulemadan, ümera­dan, kadılardan ve diğer büyüklerden katılmayan kalmadı. O gün gö­rülmeğe değer muazzam bir gündü. Hava çok sıcaktı. İnsanların üzerin­de âdeta bir sıcaklık tabakası vardı ve sıcaktan ötürü bu sıcaklık taba­kasından tıpkı arı vızıltısı gibi bir ses hissediliyordu. İnsanlar onun ke­fenini adeta kaçırıp yağmaladılar. Bunu teberrüken yapmışlardı. Elbi­seleri çok pahalıya satıldı. Şairler onun için güzel mersiyeler yazdılar. Vefatından sonra onunla ilgili çok güzel ve salihane rüyalar görüldü. Al­lah rahmet etsin. Geride üç erkek çocuğu bırakmıştı:

1- Ömer. Kendisi Ömer´in adıyla künyelenerek Ebu Ömer künyesi­ni taşıyordu.

2- Şeref Abdullah. Bu, babasının vefatından sonra katiplik görevi­ne atandı ki İzz Ahmed´in babasıdır.

3- Abdurrahman.

Şeref Abdullah da vefat edince hatiplik görevi kardeşi Şemseddin Abdurrahman b. Ebi Ömer´e kaldı. Bunlar Şeyh Ebu Ömer´in erkek ço­cuklarıydılar. Şeyh Ebu Ömer´in kız çocukları da vardı. Nitekim yüce Allah buyurdu:

«Kendini Allah´a veren, inanan, boyun eğen, tevbe eden, kulluk eden, oruç tutan dul ve bakireler.» (et-Tahrîm,5). Şeyh Ebu Ömer´in mezarı Deyri´l-Havranî karşısındaki sokakta bulunan Mağaratulcu yolu üze­rindedir. Allah, ona da bize de rahmet etsin. [19]


Hadis Şeyhi İbn Taberzed


Asıl adı Ömer b. Muhammed b. Muammer b. Yahya´dır. Ebu Hafs b. Taberzed el-Bağdadî Derrakezzî diye bilinir. Hicretin 515. senesinde doğdu. Çok hadis dinledi ve rivayet etti. Şakacı ve zarif bir kimseydi. Dârü´l-Kaz´da çocukları okutup eğitirdi. Hanbel b. Abdullah el-Mükeb-bir ile birlikte Dımaşk´a geldi. Dımaşk ahalisi bunların ikisinden de ha­dis dinledi. İkisi de çok miktarda mal ve servet edinerek Bağdat´a dön­dü. Hanbel, hicretin 603. senesinde vefat etti, İbn Taberzed ise bu sene­ye kadar yaşadı. Bu sene receb ayının dokuzunda vefat etti. Vefat eder­ken doksanyedi yaşındaydı. Büyük bir servet bıraktı. Mirası sadece Beytü´1-mala kalmıştı. Bab-ı Harp mezarlığına defnedildi. [20]


Sultan Melik Adil Arslan Şah


Asıl adı Nureddin´dir. Musul valisiydi. Şehit Nureddin´in kardeşi­nin oğludur. Biyografisinin bir kısmını önceki senelerin hadislerinden bahsederken anlatmıştık. Şafiî mezhebine mensuptu. Bu ailede kendi­sinden başka Şafiî mezhebine mensup bir kimse yoktu. Musul´da Safıîler için büyük bir medrese yaptırdı. Orada türbesi vardır. Bu sene safer ayında pazar gecesi vefat etti. [21]


İbn Sekine Abdülvehhab B. Ali


İbn Sekine es-Sofî adıyla bilinip Ziyaeddin lakabını taşırdı. Abdal­lardan sayılırdı. Çok hadis dinledi ve rivayet etti. Hicretin 519. senesin­de doğmuştur. Ebü´l-Ferec İbn Cevzî´nin sohbetinde bulundu. Onun meclisinden ayrılmadı. Vefat ettiği gün cenazesine büyük bir kalabalık iştirak etti. O gün görülmeğe değer muazzam bir gündü. Havastan ve avamdan çok sayıda insan onun cenaze merasimine katılmıştı. Allah rahmet etsin.[22]


Muzaffer B. Sasîr


Bağdatlıdır. Sufî meşrep bir vaizdi. Hicretin 523. senesinde doğdu. Hadis dinledi. Taziye meclislerinde, mescitlerde ve köylerde vaaz verir­di. Zerafetli ve tabiatı güzel bir kimseydi. Adamın biri kalkıp ona fısılda­yarak, «Ben hasta ve açım» demiş, o da adama şu cevabı vermiş: «Allah´a hamd olsun sen afiyet buldun sayılır.»

Bir defasında zayıf et satan bir kasabın yanından geçiyordu. Kasap, «Aidanmadığına yemin edecek kişi nerede !» diye yüksek sesle bağırı­yordu. Muzaffer ona «Böyle biri ortaya çıksın da ona yeminini bozdura-sın öyle mi » diye cevap verdi.

Muzaffer b. Sasîr´in kendisi anlatıyor: «Bir defasında Yakub´a da bir meclis düzenledim, şu taraftaki adam, "Şeyh Muzaffer´in benim ya­nımda yarımı vardır», öbür taraftaki, "Şeyh Muzaffer´in benim yanımda yarımı vardır», karşı taraftaki, «Şeyh Muzaffer´in benim yanımda yarı­mı vardır» demeğe başladı. Nihayet elli tane kadar yarımdan bahsedil­di. Ben de kendi kendime bu gece ben zengin oldum. Yarın memleketime tacir olarak döneceğim» dedim. Sabah olunca baktım ki mescidin avlu­sunda bir arpa kümesi var. Bana akşamleyin cemaatın bahsettiği ya­rımşar ölçekler buraya yığıldı. Demek ki bahsettikleri yarımlar Zebedi-ye gibi bir ölçek türüymüş.

Yine bir defasında Basîra´da bir meclis düzenledim. Benim için ma­hiyetini bilmediğim bir şeyler topladılar. Sabah olunca baktım ki topla­nan şey Camus tüyü ve boynuzlarıdır. Adamın biri kalkıp «Şeyh Muzaffer efendinin yanınızda bulunan yünlerine ve Camus boynuzlarına dik­kat edin. Eksiksiz olarak kendisine teslim edin» dedi. Ben de, «Benim bu gibi şeylere ihtiyacım yoktur. Size helal olsun» diye cevap verdim. Bu hikayeyi Ebu Şâme anlatmıştır. [23]


Hicretin Altıyüzsekizinci Senesi


Bu sene başında Melik Âdil, Tur dağında bulunmaktaydı. Oradaki kaleyi tamir etmekle uğraşıyordu. Mağrib diyarından gelen haberler arasında, Abdülmü´mîn´in Tuleytula´da Haçlıları büyük bir yenilgiye uğrattığı, Tuleytula´yı şiddet kullanarak fethettiği ve Tuleytula halkın­dan çok sayıda insan öldürdüğü yer alıyordu.

Bu sene Mısır ve Kahire´de şiddetli bir deprem oldu. Bu yüzden bir çok ev yıkıldı. Aynı şekilde Kerek ve Şobek´te de deprem meydana geldi. Buranın kalesinin bazı burçları yıkıldı. Yıkıntılar altında kalan çok sa­yıda kadın ve çocuk öldü. Bu sene Dımaşk´m batısında Atike mezarının yanında akşamla yatsı arasında gökten yere doğru inen bir duman gö­rüldü.

Bu sene Batınîler, Müslüman olduklarını söylediler ve haramları işleyen kimselere had tatbik ettiler. Cami ve mescidler inşâ ettiler. Şam´da bulunan kardeşlerine de buna dair mektuplar ve ilanlar gönder­diler. Liderleri Celalüddin de halifeye bir mektup yazarak bu durumu bildirdi. Batmîler´den bir grup hacca gitmek üzere Bağdat´a uğradı. Bu nedenle kendilerine saygı gösterilip ikramda bulunuldu. Ancak Arafat dağında vakfe yaparlarken Batınîler´den biri, Mekke emiri Katade el-Hüseynî zannederek emirin yakınlarından birine hücum etti ve onu öl­dürdü. Bu nedenle Mekke zencileri ile Irak hacıları arasında çatışma meydana geldi. Irak hacılarının malları yağmalandı. Çok sayıda Iraklı hacı öldürüldü.

Bu sene Melik Eşref, Zahir Hızır b. Selahaddin´in amcasının oğlu Neyrep´ten Reys köprüsünü satın alıp güzelce onardı. Zamanımızda bu köprüye dehşet köprüsü denilmektedir. [24]


Hicretin Altıyüzsekizinci Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Şeyh İmadüddîn


Asıl adı Muhammed b. Yunus´tur. Şafiî fakihidir. Musulludur. Bir­çok tasnif eserin sahibi olup çeşitli ilimlere vakıftı. Musul´da Şafiîlerin reisiydi. Nureddin Aslan´ın ölümünden sonra Bağdat´a elçi olarak gön­derildi. Taharet hususunda çok vesveseliydi. Ama alış verişlerde devir muamelesini yapardı. Tıpkı, «İçeceğinizdeki sivri sinekleri ayıklıyorsu­nuz ama öte yandan deveyi yüküyle yutuyorsunuz» ata sözündeki gibi bir muamele içindeydi. Bunun tersini yapmış olsaydı. Kendisi için daha hayırlı olurdu. Günün birinde Kâdibülban el-Mevkih, kendisiyle karşı­laşmış ve ona şöyle demişti: «Ey şeyh, duyduğuma göre sen abdest or­ganlarının birini bir ibrik suyla yıkıyormuşsun. Kalbini ve içini temiz tutmak için yediğin lokmaları ne diye (haramdan arındırıp) yıkamıyor­sun !» Şeyh İmadüddin, adamın ne demek istediğini anladı ve kötü mu­ameleleri terk etti. Bu sene receb ayında yetmiş üç yaşındayken vefat eti.[25]


Tacüddîn Îbn Hamdûn


Ebu Sa´d Hasan b. Muhammed b. Hamdun. Tezkiretü´l-Hamdû-niye adlı eserin sahibidir. Faziletli ve yüksek şahsiyet sahibi bir insandı. Kendisine mensup olan kitapları ve başka alimlerin yazdıkları eserleri toplamak ve derlemekle meşgul oldu. Halife, onu Adudî hastahanesinin müdürlüğüne tayin etti. Medain´de vefat etti. Kureyş mezarlığına götü­rüldü ve oraya defnedildi. [26]


Anadolu Hükümdarı Hüsrevşah


Hüsrevşah b. Kılıçarslan. Anadolu´da vefat etti. Kendisinden sonra yerine oğlu Keykâvus geçti. Hicretin 605. senesinde vefat edince kardeşi Keykûbat Sarimüddin Bergûş el-Âdilî tahta geçti. Keykûbat Dımaşk´ta kale naibi idi. Safer ayında vefat etti. Muzafferi camisinin batısındaki türbesine defnedildi. İşte bu zat Hafız Abdülganî el-Makdisî´yi Mısır´a sürgün etmişti. Keykûbat ve İbn Zekî Hatip ed-Doleî kalede bir mahke­me kurarak hafız Abdülganî´yi sürgüne mahkum etmişlerdi. Bunlar ve bunlarla işbirliği eden diğerleri de vefat ettiler. Noksanlıklardan mü­nezzeh olan yüce Allah´ın huzurunda bir araya geldiler. [27]


Emir Fahreddin Serkis


Kendisine Ceharkes de denilir. Sultan Selahaddin´in devletindeki emirlerdendir. Kasyun dağı eteklerindeki Hatun türbesi karşısındaki kubbeleri kendisinin yaptırdığı söylenir. Kabri de oradadır.

İbn Hallikan dedi ki: Kahire´deki Büyük Pasajı yaptıran bu zattır. Pasajın üst tarafında, askıda bir mescid yaptırdı. Tüccarlardan bir top­luluk bu mescidin benzerini başka hiç bir beldede göremediklerini söyle­mişlerdir. O mescid kadar güzel, muazzam ve sağlam başka bir mescit görülmemiştir. Ceharkes, dört kişi anlamına gelir.

Fahreddin Serkîs, Banyas ve Tinin´de Melik Âdil´in naibi olarak gö­rev yaptı. Vefat edince geride küçük bir erkek çocuk bıraktı. Melik Âdil onun bu küçük oğlunu yerine tayin etti. Ayrıca işlerini onun adına yürü­tecek bir de vekil tayin etti. Bu vekil, Emir Sarimüddin Kutluba et-Tenisî´dir. Bir süre sonra Fahreddin Serkîs´in küçük oğlu da vefat edin­ce Emir Sarimüddin, hicretin 615. senesine kadar bu görevi bağımsız olarak yürüttü. [28]


Şeyhü´l-Kebîr Muammer Er-Rahle Ebü´l-Kasım


Şeyhü´l-Kebîr el-Muammer er-Rahle Ebü´l-Kasım Ebu Bekir Ebü´l-Feth Mansur b. Abdülmun´im b. Abdillah b. Muhammed b. Fadl el-Feravî en-Nisaburî. Babasından, babasının dedesinden ve başkaların­dan hadis dinledi. İbn Salah ile diğerleri de kendisinden hadis dinledi­ler. Bu sene şaban ayında seksenbeş yaşındayken Nisabur´da vefat etti. [29]


Kâsimüddin Türkmanî


Kâsimüddin Türkmanî el-Akibî. Beled valisinin babasıdır. Bu sene şevval ayında vefat etti. Doğrusunu Allah bilir. [30]


Hicretin Altıyüzdoküzuncu Senesi


Bu sene Melik Âdil ile oğullan Kâmil, Muazzam ve Faiz, Haçlılarla savaşmak üzere Mısır´ın Dimyat şehrinde toplandılar. Bunların Dı-maşk´tan uzaklaşmış olmalarını fırsat bilen büyük emirlerden Üsame el-Cebelî, orayı teslim almak üzere hemen Dımaşk´a gitti. Daha önce elinde Aclon ve Kevkep kaleleri de vardı. Melik Âdil onun peşine oğlu Muazzam´ı gönderdi. O da Üsâme´den önce Kudüs´e vardı. Üzerine hü­cum etti. Sahyon kilisesinde ölüm fermanını imzaladı. Üsame, Nikris hastalığına yakalanmış yaşlı bir adamdı. Muazzam, onu tatlı dille tek­rar itaate çağırmağa başladı, ancak bu tatlı dille yapılan çağrının yararı olmayınca onun malına, mülküne, eşyasına el koydu ve onu Kerek kale­sine gönderip orada zindana attırdı. Onun el konulan parası 1.000.000 dinara yakındı. El konulan malları arasında Babü´s-Selame dahilinde­ki evi ve hamamı ile Bâderaîn´in daha sonra Şafiîler için medreseye dö­nüştürdüğü evi vardı. Kevkep kalesi tahrip edildi. Eşyası Melik Âdil ile oğlu Muazzam´m onarmış oldukları Tur dağındaki kaleye taşındı.

Bu sene Vezir İbn Şükr görevden azledildi. Malına, mülküne el ko­nuldu. Doğu tarafına sürgün edildi. Mısır diyarına mektup yazarak Şam´dan sürgün edilip orada ikamete mecbur bırakılan Hafız Abdül-ganî´nin Mısır´dan da Mağrib´e ikinci kez sürgün edilmesini emreden, işte bu vezirdi. Ancak bunun emirnamesi Mısır´a ulaşmadan önce hafız Abdülganî vefat etmişti. Allah ona rahmet etsin. Aziz ve Celil olan yüce Allah, Vezir İbn Şükr´ün depremler, fitneler ve kötülükler mahalli olan doğu mıntıkasına sürgün edilmesini takdir buyurmuştu. Böylece o, yap­tığının karşılığı bir ceza olarak mukaddes diyardan sürgün edildi.

Kıbrıs valisi, Antakya şehrini istila edince büyük bir şer meydana geldi. İslâm beldelerine hücum edildi. Özellikle Antakya civarındaki Türkmenlere baskınlar yapıldı. Kıbrıs valisi onlardan çoğunu öldürdü. Çok miktarda mallarını ganimet olarak ele geçirdi. Ama buna karşı Aziz ve Celil olan yüce Allah onun bir vadide Müslümanlar tarafından ele ge­çirilmesini de takdir buyurdu. Müslümanlar, onu yakalayıp öldürdüler ve kesik başını o beldelerde dolaştırıp teşhir ettiler. Sonra da Mısır´da bulunan Melik Âdil´e gönderdiler. Kesik başı Mısır´da da dolaştırılıp teşhir edildi. Kıbrıs valisi daha önce Mısır´a Dimyat limanından iki kez hücum etmiş, oradaki Müslümanların bir kısmını öldürmüş, bir kısmım da esir almıştı. Melikler ona karşı koymaktan aciz kalmışlardı. [31]


Hicretin Altıyüzdoküzuncu Senesinde Vefat Eden Meşhur Şahsiyetler

Melik Evhad Necmeddîn Eyyûb


Necmeddin Eyyûb b. Âdil. Ahlat valisiydi. Anlatıldığına göre o çok kan dökmüş, halka kötü muamelede bulunmuştu. Bu yüzden Cenâb-ı Allah ömrünü kısa tuttu. Bu sene rebiyülevvel ayında öldü. Kendisin­den sonra yerine kardeşi Melik Eşref Musa geçti. Eşref Musa´nın idaresi güzel, niyeti halisane idi. Ahlat halkına ihsanda bulundu. Halk onu çok sevdi. [32]


Harem Fakihi Ve Mekke Şerifi


Asıl adı Muhammed b. İsmail b. Ebi´s-Sayf el-Yemenî´dir. Bu sene vefat etti. Allah rahmet etsin. [33]


Kurra Ve Muhaddis Ebu İshak İbrahim


Ebu Ishak İbrahim b. Muhammed b. Ebi Bekr el-Kafsî. Çok kitap yazdı. Çok hadis dinledi. Bu sene vefat etti. Sofiye mezarlığına defnedil­di. [34]


Ebü´l-Feth Muhammed B. Sa´d B. Muhammed Ed-Dîbacî


Merv ahalisindendir. el-Muhassal fî Şerhi´l-Mufassal adlı kitabı vardır. Şerhetmiş olduğu Mufasal adlı eser Zenıahşerî´ye ait olup nahve dair bir eserdir. Kendisi güvenilir, alim bir kimseydi. Hadis dinledi ve topladı. Bu sene doksaniki yaşında vefat etti, [35]


Şeyh Salih Ebu´l-Bekâ


Zâhid ve âbid bir kimseydi. Künyesi Ebü´1-Bekâ idi. Asıl adı Mah-mud b. Osman b. Mekârim en-Nealî´dir. Hanbelî mezhebine mensuptu ibadet ve mücahede ehli bir kimse olup seyahatlerde bulunurdu. Babü´l-Ezec´de bir hankâh yaptırdı.Orada Makdisli ilim erbabı barınırdı. Onla­rı diğerlerine tercih eder, onlara iyilik ve ihsanda bulunurdu. Hadis din­ledi. Kur´an okudu. İyiliği emreder, kötülüğü nehyederdi. Seksen yaşını aşmış iken bu sene vefat etti. [36]


Hicretin Altıyüzonuncu Senesi


Bu sene Melik Âdil camilere giden yolların ağızlarına, atlar bura­lardan camilerin yakınına gidemesinler, oradaki Müslümanlara eziyet edemesinler ve namaza gitmek isteyen kimselerin yollarını da daralt­masınlar diye zincir gerilmesini emretti.

Bu sene Halep valisi Zahir Gazi´nin oğlu Melik Aziz doğdu. Zahir Gazi, Dımaşk valisi Melik Nasır´ın babası olup Dımaşk dahilindeki Nâsıriye vakıflarının kurucusudur. Bu iki vakıftan biri Babü´l-Feradis dahilinde, diğeri de Kasyun dağı eteğinde (Sefh mmtıkasmda)dır. Mu­azzam ve yü