๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 02 Şubat 2011, 03:47:40



Konu Başlığı: Ebu Bekir´in Habeşistan´a Hicret Arzusu.
Gönderen: Esila üzerinde 02 Şubat 2011, 03:47:40
Ebu Bekir´in Habeşistan´a Hicret Arzusu.


 Hz. Ömer´in Müslüman Oluşu.

Fasıl

Fasıl

Alaycılar.

Ebu Bekir´in Habeşistan´a Hicret Arzusu.

Fasıl

Fasıl

Tufeyl B. Amr Ed-Devsî´nin Müslüman Oluşu.

A´şa B. Kaysın Hîkayesi

Hz. Peygamberin Rükane İle Güreşmesi

Fasıl

Fasıl



Hz. Ömer´in Müslüman Oluşu


Ibn Ishak dedi ki: Amr b. As ile Abdullah b. Ebi Rebia, Rasûlullah´ın Muhacir ashabı için Necaşi´den istediklerini elde edemeyince Mekke´ye döndüler. Necaşi, onları hoşlarına gitmeyen bir muamele ile geri çevir­mişti. Öte yandan, güçlü, kuvvetli, dönüp arkasına bile bakmayan Hat-tab oğlu Ömer de Müslüman olmuş, Müslümanlık, o ve Hamza vasıta­sıyla güçlenmiş,bu durum Kureyşlileri çok öfkelendirmişti.

Abdullah b. Mes´ud şöyle diyordu: Ömer Müslüman oluncaya kadar biz, Ka´be´nin yanında namaz kılamıyorduk. Ömer, Müslüman olunca Kureyşlilerle vuruştu. Nihayet Ka´be´nin yanında namaz kıldı. Biz de onunla beraber namaz kıldık.

Ben de derim ki: îbn Mesud´un şöyle dediği Sahih-i Buharî´de sabit­tir:

"Hattab oğlu Ömer Müslüman olduktan sonra, biz hep güçlü ol­duk."

Ziyad el-Bekkaî, îbn Mesud´un şöyle dediğini rivayet eder:

"Ömer´in İslâm´a girişi, bir fetih oldu. Hicret edişi, bir zafer oldu. Emirliğe geçişi, bir rahmet oldu. Ömer, Müslüman oluncaya kadar biz Ka´be´nin yanında namaz kılamazdık. O Müslüman olunca Kureyşliler­le vuruştu. NihayetKaİDe´nin yamnda namaz kıldı. Biz de onunla bera­ber kıldık."

îbn İshak dedi ki: Hz. Ömer´in Müslüman oluşu, bazı sahabelerin Habeşistan´a hicret etmelerinden sonra olmuştur. Abdurrahman b. Ha­ris b. Abdullah b. Ayyaş b. Ebi Rebia, Ümmü Abdullah binti Ebi Has-me´nin şöyle dediğini rivayet eder:

- Vallahi bizler, Habeşistan´a hicret etmek üzere yola çıkacak iken, Amir, bazı ihtiyaçlarımızı temin etmek için evden dışarı çıkmıştı. O es­nada Ömer geldi. Yanımızda durdu. Henüz müşrik idi. Ondan çok eza ve cefalar görmüştük. Yola çıkmak üzere olduğumuzu görünce dedi ki:

- Ey Ümmü Abdillah, yola mı çıkıyorsunuz !

- Evet, vallahi, Allah´ın topraklarından olan şu topraktan çıkaca­ğız. Çünkü bize eziyet ettiniz. Bizi kahrettiniz. Allah, bize bir kurtuluş yolu yaratıncaya kadar buralara dönmeyeceğiz. Bunun üzerine Ömer:

- Allah sizinle beraber olsun, dedi. Ömer´de daha önce görmediğim bir yumuşama müşahede ettim. Böyle konuştuktan sonra yanımızdan ayrılıp gitti. Hicretimizin onu üz­düğünü anladım. Amir de ihtiyaçlarımızı temin ederek dönmüştü. Ona

şöyle dedim:

- Ey Eba Abdillah! Az önce Ömer´i görmeliydin. Yumuşamış ve bi­zim için üzülmüştü!

- Onun islâm´a gireceğim mi umdun

-Evet.

- Hattab´m eşeği Müslüman olsa da, gördüğün Ömer Müslüman ol­maz! Kocam, onun İslâm´a karşı kaba, katı ve acımasız olduğunu gördü­ğü için İslâm´a girmesinden ümidini kesmişti.

Ben derim kî: Bu rivayet, Hz. Ömer´in kırkıncı Müslüman olduğunu söyleyenlerin görüşlerim çürütmektedir. Çünkü Habeşis­tan´a hicret eden Müslümanların sayısı, seksenden fazla idi. Ancak Mu­hacirlerin Habeşistan´a hicret etmelerinden sonra Mekke´de kalan Müslümanların sayısını kırka tamamlayan kişinin Ömer olduğunu söy­leyebiliriz. İbn îshak´m, Hz. Ömer´in İslâm´a girişine dair anlattıkları da bunu teyid etmektedir. Bana ulaşan habere göre Hz. Ömer´in kız kar­deşi Fatıma binti Hattab, Said b. Zeyd b. Amr b. Nüfeyl ile evliydi. Fatıma Müslüman olmuştu. Kocası Said b. Zeyd de Müslüman olmuştu. Bunlar, Müslümanlıklarını Ömer´den gizliyorlardı.

Nuaym b. Abdullah en-Nahham, Adiyy oğullarındandı. O da Müslüman olmuş, ama Müslümanlığım kavminden gizlemişti. Habbab b. Eret, Fatınıa´nın yanma gelip ona Kur´ân okuturdu. Bir gün Ömer kı­lıcım kuşanarak Rasûlullah´ı ve sahabelerinden bir kaç kişiyi öldürmek maksadıyla yola çıkmıştı. Kendisine, Rasûlullah ile ashabının kadın, erkek kırk kişi kadar Safa yanındaki bir evde toplanmış oldukları söy­lenmişti. O da, bunları öldürmek niyetiyle o tarafa yönelmişti. Rasûlullah´ın yamnda amcası Hamza, Ebu Kuhafe oğlu Ebu Bekir b. Sıddık, Ebu Talib oğlu Ali ve Habeşistan´a hicret etmeyip Mekke´de ika­mete devam eden bir kaç Müslüman bulunuyordu. Yolda iken Ömer´e, Nuaym b. Abdullah rastladı ye şöyle sordu:

- Nereye gidiyorsun ey Ömer

- Şu dinden çıkıp Kureyşlilerin düzenini bozan, akıllarını yenen, dinlerini kötüleyen, tanrılarına küfreden Muhammed´e gidiyorum. Onu öldüreceğim!

- Vallahi, nefsin seni aldatmış ey Ömer! Sen, Muhammed´i Öldürür­sün de Abdumenaf oğulları seni yeryüzünde rahatça dolaşır halde bırakırlar mı sanıyorsun Önce kendi ailene git de onların durumunu düzene sok!

- Ailemden kim Müslüman olmuş ki

- Enişten ve amcan oğlu Said b. Zeyd ile kızkardeşin Fatıma!

Allah´a andolsun ki bunların ikisi de Müslüman olup Muhammed´in dinine tâbi olmuşlardır. Sen, önce onlara git!

Ömer, dönüp kız kardeşi Fatıma´nm evine gitti. Fatıma´nm yanın­da Habbab b. Eret de bulunuyordu. Habbab´m elinde Tâ-Hâ sûresinin yazılı olduğu bir sahife vardı. Bu sahifeyi, Fatıma´ya okutuyordu.

Ömer´in sesini duyduklarında Habbab, evin bir bölmesine veya saklanılacak bir yerine gizlendi. Fatıma binti Hattab da Kur´ân sahife-sini alıp elbisesi içine sakladı. Ama Ömer kapıya yaklaştığında, Hab­bab´m Kur´ân okuyuşunu duymuştu. İçeriye girince sordu:

- Duyduğum o ses, neyin nesiydi

- Birşey duymuş değilsin.

- Hayır, vallahi ikinizin de Muhammed´in dinine tâbi olduğunuzu haber aldım!

Böyle dedikten sonra eniştesi Said b. Zeyd´in yakasına sarıldı. Kaz kardeşi Fatıma binti Hattab, onu kocasımn üzerinden itmek için araya girince Ömer onu tokatladı ve yüzünü yaraladı. Böyle yapması üzerine kız kardeşi ile eniştesi ona şöyle dediler:

- Evet, Müslüman olduk. Allah´a ve rasûlüne iman ettik. Elinden ne gelirse yap!

Ömer, kız kardeşinin yüzündeki kanları-görünce yaptığına pişman oldu ve geriledi. Sonra Fatıma´ya şöyle dedi:

- Az önce okumakta olduğunuz şu sahifeyi ver de Muhammed´e ne­ler geldiğine bir bakayım.

Ömer, okur yazar bir kimse idi. Böyle deyince kardeşi Fatıma da şöyle dedi:

- O sahifeye bir zarar vermenden korkarız.

- Korkma. Tanrıya yemin olsun ki, okuduktan sonra onu size geri vereceğim.

Bu söz üzerine Fatıma, onun İslâm´a gireceğini ümid etti ve şöyle dedi:

- Ey kardeşim, sen müşrik olduğun için temiz değilsin. Oysa Kur´ân´a ancak temiz olan kimseler el sürebilirler.

Fatıma´nm böyle demesi üzerine Ömer, kalkıp boy abdesti aldı. Fatıma da içinde Tâ-Hâ sûresinin yazılı olduğu sahifeyi ona verdi. Ömer, Tâ-Hâ sûresinin baş kısmındaki ayetleri okuyunca:

- Bu ne güzel ve ne kıymetli bir sözdür, dedi. Onun böyle deyişini duyan Habbab b. Eret, gizlendiği yerden dışarı çıkıp Ömer´e şöyle dedi:

- Vallahi ey Ömer, ümid ederim ki Cenâb-ı Allah, peygamberinin senin hakkındaki duasını kabul buyurmuştur. Çünkü dün, Peygamber (s.a.v.)´in şöyle dediğini duymuştum:

«Allah´ım, İslâmiyet´i Ebu´l-Hakem b. Hişam (Ebu Cehil) veya Hat­tab oğlu Ömer ile güçlendir!» Allah Allah ey Ömer!

Habbab´m bu konuşması üzerine Ömer!

- Ey Habbab, beni Muhammed´e götür. Yanma varıp Müslüman olayım, dedi.

Habbab:

- O, şu anda Safa tepesinin yanındaki bir evde bir kaç ashabı ile be­raber bulunmaktadır, dedi.

Ömer, kılıcını kuşandı. Sonra Rasûlullah ile ashabının bulunduğu eve yöneldi. Oraya varınca kapıyı çaldı. Sesini duyduklarında ashabtan biri, ayağa kalktı ve kapının deliğinden bakınca Ömer´in kılıcını kuşan­mış vaziyette beklediğini gördü. Hemen Rasûlullah´m yanma döndü. Korku içindeydi. "Ya Rasûlallah, gelen Hattab oğlu Ömer´dir. Kılıcını kuşanmış vaziyettedir." dedi.

Hamza:

- İçeriye girmesine izin ver. Eğer iyi niyetle gelmişse, ona ikram ederiz. Eğer kötü niyetle gelmişse, onu kılıcıyla vururuz, dedi.

Rasûlullah (s.a.v.) da:

- İçeriye girmesine izin verin, dedi.

Adam, Ömer´in içeriye girmesine izin verdi. Rasûlullah (s.a.v.) da ayağa kalkıp hücrede onunla karşılaştı. Yakasından şiddetli bir şekilde tutarak:

- Ey Hattab oğlu! Seni buraya getiren sebeb nedir Allah´a yemin ederim ki sen, üzerinde bulunduğun bu müşrikliğe, Allah sana bir bela indirinceye kadar vazgeçmeyeceksin, sanıyorum, dedi.

Ömer:

- Ya Rasûlallah! Allah´a, Rasûlüne ve Allah katından gelen hüküm­lere iman etmek için sana geldim, dedi.

Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.v.), yüksek sesle tekbir getirdi. Evde bulunanlar da Ömer´in Müslüman olduğunu, bu tekbirden anladılar. Rasûlullah´ın ashabı da artık saklandıkları o evden çıkıp gittiler. Ashab, Ömer ile Hamza´nın Müslüman olmaları ile güçlenmiş ve bu iki güçlü şahsiyetin Rasûlullah´ı koruyabileceğini, düşmanlarından da intikam alabileceğini anlamıştı.

Ibn İshak dedi ki: Hz. Ömer, İslâm´a girişi hakkında şu açıklama­larda bulunmuştur:

"Ben, İslâm´dan uzaklaşan bir kimse idim. Cahiliye devrinde içkiyi sever ve içerdim. Hazvere çarşısında bir toplantı yerimiz vardı. Orada Kureyşli erkekler bir araya gelirdik. Bir gece arkadaşlarımın yanma gitmek üzere evden çıktım. Toplantı yerimize vardığımda, orada kimse­yi bulamadım. Falan içkiciye gideyim de onun yanında belki biraz içki bulup içerim, dedim. Çıkıp onun yanma gittiğimde onu da yerinde bula­madım. Ka´be´ye gitsemde yedi ya da yetmiş kez tavaf etsem, dedim. Mescid-i Haram´a gittim. Baktım ki Rasûlullah (s.a.v.), orada namaz kilıyor. O, namaz kılarken Kudüs´e yönelirdi. Kabe´yi kendisiyle Kudüs istikameti arasına alırdı. Hacer-i esved ile Rüknü Yemani arasında na­maz kılardı. Onu gördüğümde: "Vallahi, bu gece Muhammed´i dinleye­cek ve onun söylediklerine kulak vereceğim, ama onu dinlemek için ken­disine yaklaşırsam belki onu korkutabilirim." dedim. Bu sebeble Hatim tarafından Ka´be´ye yaklaştım. Ka´be örtüsünün altına girerek yavaş yavaş ilerledim. Rasûlullah da ayakta namaz kılıyor, Kurbân okuyordu. Tam karşısına geldim. Benimle onun arasında sadece Ka´be´nin örtüsü vardı. Okuduğu Kur´ân´ı duyunca, ona karşı kalbim yumuşadı. Ağlamaya başladım. İslâmiyet, kalbime girmişti. Rasûlullah namazını tamamlayıncaya kadar yerimden ayrılmadım. Namazını tamamladık­tan sonra yerinden ayrılıp gitti. İbn Ebi Hüseyn´in evine yöneldi. Meske­ni, Muaviye´nin mülkiyetinde bulunan alaca boyalı ev idi. Kendisini ta­kibe başladım. Abbas´m evi ile İbn Ezher´in evi arasındaki sokağa girin­ce kendisine kavuştum. Sesimi duyunca, beni tanıdı. Kendisine, eziyet vermek maksadıyla takip ettiğimi zannetti. Beni azarlayıp kınadı. Son­ra:

- Ey Hattab´ın oğlu, bu saatte seni buraya getiren sebep ne diye sordu.

- Allah´a, Rasûlüne ve Allah katından gelen şeylere iman etmek için geldim, dedim.

Rasûlullah (s.a.v.), Allah´a hamd ettikten sonra: "Ey Ömer, Allah seni doğru yola iletti." dedi. Göğsüme elini sürdü ve İslâm´da sebat et­mem için dua etti. Ben de oradan ayrıldım. Kendisi de evine girdi.

İbn İshak dedi ki: Bu iki rivayette anlatılanlardan, hangisinin doğ­ru olduğunu Allah bilir.

Ben derim ki: Ömer´in İslâm´a nasıl girdiği, bu konuda nakledilen hadislerle eserleri, onun hakkında müstakil olarak yazmış olduğum si-ret kitabında uzun uzadıya anlatmışımdır. Hamd ve minnet, Allah´adır.

İbn îshak, Nafi1 vasıtasıyla İbn Ömer´in şöyle dediğini rivayet eder: Ömer b. Hattab, Müslüman olduğu zaman:

- Kureyşliler içinde en çok dedikoducu ve söz gezdiren kimdir diye sordu. Ona:

- Cemil b. Ma´mer el-Cümahî´dir, dediler.

Bunun üzerine Ömer, Cemil´i bulmaya gitti. O sırada ben,gördüğü her şeyi anlayan ve aklında tutabilecek yaşta olan bir delikanlı idim. Ömer´i takibe başladım. Nihayet Cemil´i bulup:

- Cemil, biliyor musun Ben Müslüman oldum ve Muhammed (s.a.v.)´in dinine girdim, dedi.

Allah´a yemin ederim ki Ömer daha sözünü tamamlamamıştı ki, Cemil yerinden fırlayıp eteğini yerde sürüyerek mescide doğru ilerledi. Ömer de ondan ayrılmayıp ardından gittiği için ben de onları arkadan izledim. Cemil, Mescid-i Haram´m kapısına varır varmaz, olanca sesi ile bağırarak:

- Ey Kureyşliler! Beni dinleyin. Hattab oğlu Ömer dinden çıkmış­tır, dedi.

O sırada Kureyşlilerin tamamı, Ka´be´nin çevresinde grup grup oturmuşlardı. Cemil´in arkasında duran Ömer:

- Yalan söylüyor. Ben, sapıtmamışım. Ben, Müslüman olup Al­lah´tan başka ilah bulunmadığına ve Muhammed´in Allah´ın elçisi oldu­ğuna şahadet getirmişimdir, dedi.

Bunun üzerine hepsi birden kalkıp Ömer´e hücum ettiler. Ömer de onlarla, güneş tepelerine yükselinceye kadar dövüştükten sonra yoru­lup yere oturdu. Bu defa başına toplandılar. O da, onlara:

- Ne yaparsanız yapın. Allah´a yemin ederim ki, eğer biz Müslümanlar, 300 kişi olsaydık bu şehri, ya biz size terk ederdik, ya da siz bize terke derdiniz, dedi.

Bu sırada Kureyşliler den, üstünde çizgili bir kaftan ile nakışlı bir gömlek bulunan yaşlı bir adam çıkıp geldi. Adam yanlarına varınca, başlarında durup:

- Ne yapıyorsunuz diye sordu. Ona:

- Ömer sapıtmıştır, dediler. Adam:

- Bırakın, adam kendine bir yol seçmiştir. Ne istiyorsunuz ondan Adiyy oğullarının kendi adamlarına sahip çıkmayacaklarım mı sanı­yorsunuz Vazgeçin adamdan, dedi.

Adam, bunu der demez, Allah´a yemin ederim ki, elbisesinden soyu­nan bir kimse gibi hepsi Ömer´in başından dağılıverdiler. Medine´ye hicret ettikten sonra babama sordum:

- Babacığım, Mekke´de iken Müslüman olduğun günde seninle sa­vaşmakta olan o kavmi başından kovup azarlayan adam kimdi

- Oğulcuğum, o, As b.Vail es-Sehmî idi.

Bu, sağlam ve güzel bir senettir. Hz. Ömer´in sonraları İslâm´a girdiğine delâlet etmektedir. Çünkü İbn Ömer, Uhud savaşında ondört yaşmda iken cepheye katılmak için Rasûlullah´a arz edildi. Uhud savaşı ise, hicretin üçüncü senesinde yapılmıştır. İbn Ömer, babasının İslâm´a girişi zamanında reşid bir çocuktu. Şu halde babasının İslâm´a girişi, hicretten dört yıl kadar önce yani bisetin dokuzuncu senesinde vuku bulmuştur. Doğrusunu Allah bilir.

Beyhakî, el-Hakim tarikiyle İbn îshak´m şöyle dediğini rivayet eder:

Rasûlullah (s.a.v.) Mekke´de iken, biset haberini duyan Hristiyan-lardan yirmi veya buna yakın sayıda kişiden oluşan bir heyet yanma geldi. Bunlar, Habeşistan´dan gelmişlerdi. Onu, meclisinde buldular, kendisiyle konuştular, bazı sorular yönelttiler. O esnada Kureyşliler de Ka´be´nin çevresinde grup grup oturmaktaydılar. Rasûlullah, onları Aziz ve Celil olan Allah´a imana davet etti, onlara Kur´ân okudu. Kur´ân i dinlediklerinde gözlerinden yaşlar boşandi.Sonra davetine ica­bet ederek iman ettiler, peygamberliğini doğruladılar, hakkında kendi kitaplarında anlatılan şeylerin gerçek olduğunu,anladılar. Bu heyet, Rasûlullah´m yanından kalktıktan sonra bir kaç Kureyşli ile birlikte Ebu Cehil, onların yoluna çıkıp kendilerine şöyle dedi:

- Allah sizi öldürsün, ey kafile! Arkanızdaki milletiniz ve dindaşla­rınız, kendileri için birşeyler elde etmeniz ve bu adamın haberini götür­meniz maksadıyla sizi buraya gönderdi, ama siz bu, adamın yanma otu­rur oturmaz dininizden ayrılıp size söylediği şeyleri tasdik ettiniz. Siz­den daha ahmak bir kafile görmedik!

Onlar da Ebu Cehil ve arkadaşlarına şu karşılığı verdiler:

- Size cahilane bir şekilde cevap vermeyeceğiz. Size selam olsun. Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız size olsun. Biz, kendimiz için hayrı aramakta kusur etmeyeceğiz.

Denilir ki bu Hristiyan heyet, Necran´dan gelmişti. Bu heyetin ne­reden geldiği hususunu, Allah daha iyi bilir. Yine anlatıldığına göre şu ayetler, onlar hakkında nazil olmuştur:

«Kendilerine daha önceden kitap verdiklerimiz buna da inanırlar. Kur´ân onlara okunduğu zaman: «Ona inandık, doğrusu o Rabbimizden gelen gerçektir; biz şüphesiz daha önceden Müslüman olmuş kimsele­riz; derler. İşte onlara, sabırlarından dolayı, ecirleri İM defa verilir; on­lar kötülüğü iyilikle savarlar, kendilerine verdiğimiz rızıktan da sarfe-derler. Onlar, boş söz işittikleri vakit ondan yüz çevirirler. «Bizim işledi­ğimiz bize, sizin işlediğiniz sizedir. Size selam olsun. Cahillerle ilgilen­meyiz.» derler.» (ei-Kasas, 52-55.) [1]



Fasıl


Beyhakî, "Delail" adlı eserde, Peygamber (s.a.v.)´in Necaşi´ye gön­derdiği mektup hakkında şöyle der: Hakimjbn îshakin şöyle dediğini rivayet etmiştir: Rasûlullah (s.a.v.), Necaşi´ye gönderdiği mektubunda şöyle yazmıştı:

«Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla. Bu, Rasûlullah Mu-hammed´den, Habeş büyüğü Necaşi Ashame´ye gönderilen bir mektup­tur. Hidayete uyup Allah´a ve Rasûlüne iman eden, Allah´tan başka ilah bulunmadığına, ortaksız olduğuna, eş ve çocuk edinmediğine, Muham-med´in de O´nun kulu ve elçisi olduğuna şahadet eden kimseye selam ol­sun. Seni, Allah´ın daveti ile davet ediyorum ki ben, O´nun elçisiyim. Müslüman ol, selamete gir. «De ki: Ey kitap ehli! Bizim ve sizin aranızda eşit olan bir kelimeye gelin: Yalnız Allah´a tapalım. O´na hiç bir şeyi ortak koşmayalım. Birbirimizi Allah´tan başka tanrılar edinmeyelim. Eğer yüz çevirirlerse; «Bizim Müslüman olduğumuza şahid olun» de­yin.» (Âl-i Imrân, 64.)

Eğer bu davete icabet etmezsen, kavminden olan Hristiyanlarm ve­bali senin üzerinedir!»

Beyhakî, bunu bu şekilde, Habeşistan hicreti kıssasından sonra anlatmıştır. Bu hadisenin burada anlatılması hususunda farklı görüş­ler ileri sürülmüştür. Kuvvetli görüşe göre bu mektup, Cafer b. Ebu Ta-lib ve arkadaşlarına iyi davranmış olan Müslüman Necaşi´den sonra ge­len başka bir Necaşi´ye yazılmıştır. Peygamber (s.a.v.) bu mektubu, Mekke fethinden önce bazı ülkelerin hükümdarlarını imana davet için kendilerine mektup gönderirken yazmıştır. Nitekim bu arada Bizans İmparatoru Herakliyus´a, Farslarm kisrasma, Mısır hükümdarına ve Necaşiye mektup yazmıştır.

Zührî dedi ki: Peygamber (s.a.v.)´in mektuplarının hepsi, aynı nüs­haydı. Hepsinde Âl-i İmrân sûresinin altmış dördüncü ayeti vardı ki, bu ayetin Medenî olduğu hususunda ihtilaf yoktur. Al-i İmrân sûresinin başından seksen üçüncü ayetine kadar olan kısım, Necran heyeti hak­kında nazil olmuştur. Nitekim bu hususu tefsirimizde de beyan etmişiz­dir. Hamd ve minnet Allah´adır.

Bu mektup, Cafer b. Ebu Talib ve arkadaşlarına iyi davranan birin­ci Necaşi´ye değil de, ondan sonraki Necaşi´ye yazılmıştır.

Bütün bu anlattıklarımızdan en uygunu şudur ki; Beyhakî, Mu-hammed b. îshak´m şöyle dediğini rivayet eder:

Rasûlulîah (s.a.v.), Ebu Talib oğlu Cafer ve arkadaşları hakkında Necaşi´ye, Amr b. Ümeyye ed-Demrî vasıtasıyla bir mektup göndermiş­ti. Mektupta şunlar yazılıydı:

«Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla. Rasûlullah Muham-med´den, Habeş hükümdarı Necaşi Ashame´ye, Selam sana. Yegane mülk ve meleküt sahibi, noksanı gerektiren her şeyden münezzeh, gü­venlik veren ve herşeye nigehban olan Allah´a hamd ettikten ve İsa´nın Allah tararından temiz, kirden ari, iffetli ve bakire bir kız olan Meryem´e üka edilen bir ruh ve kelime olduğuna, Cenâb-ı Allah´ın, Hz. Adem pey­gamberi nasıl kendi kudret eliyle yaratıp ona ruh üflemiş ise, İsa´ya da böylece ruh üflediğine şahadet getirdikten sonra, seni yalnız Allah´a iba­det etmeye ve O´na ortak koşmamaya, Allah´a itaat yolunda hizmet ile bana uyup, bana gönderilen şeye iman etmeye davet ediyorum. Zira ben, Allah´ın elçisiyim. Ayrıca amcam oğlu Cafer´i, beraberinde Müslüman­lardan bir kaç kişi ile sana gönderdim. Oraya vardıkları zaman onları barındır. Kibir ve hükümdarlık azameti seni tutmasın. Zira ben, seni ve senin askerlerini Allah´a davet ediyorum. İşte ben, size tebliğ ettim ve gereken öğüdü verdim. Siz de Öğüdü kabul edin. Selam, hidayete tâbi olanların üzerine olsun."

Necaşi de Peygamber (s.a.v.)´e şöyle bir mektup gönderdi: "Rahman ve Rahmin olan Allah´ın adıyla. Allah´ın Rasûlü olan Mu-hammed´e, Necaşi Asham b. Ebcer tarafından gönderilmiştir. Ey Al­lah´ın peygamberi! Allah´ın büyük selamı ve O´nun rahmeti ile bereket­leri üzerine olsun. Beni, İslâmiyet´e kavuşturan Allah´tan başka bir ilah yoktur. Ya Rasûlallah! İsa hakkında söylediklerim içeren mektubun ba­na ulaştı. Yerin ve göklerin Rabbi olan Allah´a yemin ederim M; İsa, söy­lediklerinden fazla birşey değildir. Bize niçin mektup gönderdiğinin ga­yesini kavradık ve amcan oğlu ile arkadaşlarını kabul edip barındırdık. Senin, gerçekten Allah´ın elçisi olduğuna şahadet eder ve seni tasdik ederim. Amcan oğluna bey´at edip eli üzerine Müslüman oldum. Ey Al­lah´ın peygamberi! Eriha b. Esham b. Abcer´i kendi adıma sana gönder­dim. Zira ben, kendimden başka herhangi bir kimse üzerinde yetki sahi­bi değilim. Şayet istersen, kendim de gelirim. Zira dediklerinin gerçek olduğuna şahadet ederim." [2]



Fasıl


Bu fasıl, Kureyş kabilesinin, Rasûlullah (s.a.v.)´a yardım ettikleri için Haşimoğullanyla, Abdülmuttalib oğullarına muhalefet etmesin­den ve onları Şi´bi Ebi Talib´de uzun süre muhasara altında tutmaların­dan, bu hususta zalim ve facır bir belge yazmalarından bahseder. Yine bu fasılda, anılan belgede zuhur eden ve Rasûlullah´m gerçek elçi oldu­ğuna delâlet eden peygamberlik mucizelerinin zuhurundan da bahse­dilmektedir.

Musa b. Ukbe, Zührî´nin şöyle dediğini rivayet eder: Müşrikler, Müslümanlara karşı olanca güçleriyle eziyet vermeye başladılar. Öyle-ki, Müslümanlarda takat kalmadı. Üzerlerindeki bela şiddetlendi. Ku-reyşliler de Rasûlullah (s.a.v.)´ı açıkça öldürmek için planlar hazırlama­ya ve ona karşı komplo kurmak için toplanmaya başladılar. Ebu Talib, Kureyşlilerin bu plan ve komplolarım görünce Abdülmuttalib oğullarını topladı. Rasûlullah (s.a.v.)´ı kendi mahallelerine alıp onu öl­dürmek isteyenlere karşı korumalarını emretti. Bunun üzerine abdül­muttalib oğullarının Müslümanlarıyla kafirleri toplandılar. Kimi bu işi iman ve inançlarından, kimi de akrabalık gayretinden ötürü yapıyordu. Kureyşliler, Abdülmuttalib oğullarının Rasûlullah (s.a.v.)´ı korudukla­rını ve bu iş için de ittifak ettiklerini anlayınca, kendileri de müşrikleri­ni topladılar. Artık Abdülmuttalib oğullarıyla bir arada oturmamak, onlarla alış veriş etmemek, evlerine gitmemek, hülasa onlara karşı boy­kot uygulamak ve bu boykotlarını da, kendisini öldürmelerine veya ken-dilerine teslim etmelerine kadar sürdürme hususunda karar aldılar. Bu kararlarım, bir belge haline getirip imzaladılar. Buna göre Haşimoğul-larından gelebilecek barış teklifini asla kabul etmeyecelder, öldürmek üzere Muhammed´i kendilerine teslim etmedikçe, onlara karşı acımasız olacaklardı.

Haşimoğulları, mahallelerinde üç yıl süreyle boykot altında kaldı­lar. Bela ve musibetleri şiddetlendi. Takatları kalmadı. Pazara gidemez oldular. Mekke´ye satış için getirilen gıda maddeleri kendilerine ulaş­madan önce müşrikler, onları hemen gidip satın alıyorlardı. Böyle yap­makla Rasûlullah (s.a.v.)´m kanını akıtma amacına ulaşmak istiyorlar­dı.

Ebu Talib, insanların uyumak üzere yataklarına girecekleri esna­da Rasûlullah (s.a.v.)´a da yatağına uzanmasını emrederdi. Böylece, ona karşı kötülük yapmak veya suikastte bulunmak isteyen kimselerin, Rasûlullah´m kendi yatağına uzanmış olduğunu görsünler isterdi. Ama insanlar uykuya daldıktan sonra Ebu Talib, kendi oğullarından, kar­deşlerinden veya amcası oğullarından birine emir verir, onlar da gider, Rasûlullah´m yatağına uzanıp yatarlardı. Rasûlullah´a da gelip onların yatağına uzanıp yatmasını emrederdi.

Boykot üç seneyi doldurunca Abdumenaf ve Kusayy oğullarından bazı adamlar ile Haşimî kadınların doğurduğu bazı Kureyşli kimseler, bu zulmü kınamaya başladılar. Akrabalık bağlarını kopardıklarım ve hakkı hafife aldıklarını gördüler. Bu hıyanet sözleşmesini bozmak için hemen o gece toplanıp karar aldılar. O esnada Cenâb-ı Allah, bir güve göndererek Ka*be´de asılı olan o hıyanet belgesinde yazıh çoğu maddele­ri yok ettirmişti. Sadece belgede şirk, zulüm ve akrabalık bağlarını ko­parmaya dair hususlar kalmıştı. Belgede yazılı ne kadar Allah ismi var­sa, güve onları yeyip yok etmişti. Aziz ve Celil olan Cenâb-ı Allah´ta müşriklerin belgesinin başına gelenleri Rasûlüne bildirmişti. Rasûlullah da bunu amcası Ebu Talib´e anlatınca Ebu Talib:

- Hayır, parlak yaldızlara andolsun ki Muhammed, bana yalan söy­lememiştir, dedi. Böyle dedikten sonra Abdülmuttalib oğullarından olan akrabalarıyla birlikte Mescid-i Haram´a gitti. Mescid-i Haram, Ku­reyşli müşriklerle dolu idi. Ebu Talib ve adamlarının kendi toplulukları­na doğru gelmekte olduklarını görünce bunu yadırgadılar ve Ebu Talib ile adamlarının şiddetli sıkıntıdan ötürü boykot bölgesi dışına çıktıkla­rını, Rasûlullah´ı kendisine teslim etmek üzere geldiklerini sandılar. Yanlarına gelen Ebu Talib, söze başlayıp şöyle dedi:

- Bizimle sizin aranızda bazı hadiseler meydana geldi. Şimdi onları size anlatacak değilim. Siz üzerine sözleştiğiniz belgenizi getirin baka­lım.Belki aramızda bir barış anlaşması yapılabilir.

Ebu Talib, belgeyi getirmeden belgeye bakmalarından korktuğu için böyle konuşmuştu. Nihayet onlar kendilerinden emin olarak ve Rasûlullah´m kendilerine teslim edileceğinden şüpheleri olmaksızın belgeyi getirip ortaya koydular ve şöyle dediler:

- İşte şimdi kavminizin tamamım bir araya getirecek bir karara ra­zı olmanızın zamanı geldi. Çünkü bizimle sizi, birbirimizden ayıran bir tek kişi (Muhammed) idi. Onu, kavminizin helak olması, aşiretinizin fe­sada düşmesi için sebeb ve tehlike kılmıştınız.

Ebu Talib dedi ki:

- Biz, içinde adalet bulunan bir teklif ile size geldik. Çünkü kardeşi­min oğlu Muhammed, yalan söylemeksizin bana şöyle bir haber verdi: Allah, elinizde bulunan bu belgeden uzaktır. Bununla alakası yoktur. Kendisine ait bu belgede bulunan adım yoketmiştir. Sadece hıyanet ve bizimle ilişkinizi kesmenize dair maddelerle, bize haksızlık yaparak baskı yapmanıza dair hususlar belgede kalmıştır. Eğer durum, karde­şim oğlu Muhammed´in bana anlattığı gibi ise artık ayıhp aklınızı başı­nıza alın. Allah´a yemin ederim ki, son ferdimiz ölünceye kadar biz Mu-hammed´i size teslim etmeyeceğiz. Ama Muhammed´in bana anlattığı şeyler asılsız ise, o zaman biz onu size teslim ederiz. İsterseniz öldürür­sünüz, isterseniz hayatta bırakırsınız.

Kureyşli müşrikler:

- Ey Ebu Talib, söylediğin söze razı olduk, dediler.

Belgeyi açtılar. Durumun, doğru sözlü ve sözü doğrulanan Muham­med (s.a.v.)´in haber verdiği şekilde olduğunu gördüler. Kureyşliler, du­rumun, Ebu Talib´in anlattığı gibi olduğunu görünce şöyle dediler:

- Allah´a yemin ederiz ki bu, sizin adamınızın yaptığı bir sihirden başka birşey değildir.

Böyle dedikten sonra kafirliklerine, Rasûlullah (s.a.v.) ile kavmine karşı uyguladıkları boykot kararma şiddetli bir şekilde geri döndüler. O esnada Abdülmuttalib oğulları cemaati de onlara şöyle dedi:

- Aslında yalan ve sihirbazlığa, bizden başkaları daha layıktır. Siz bunu nasıl görüyorsunuz Biz biliyoruz ki, bize karşı verdiğiniz boykot kararı, bizim yaptığımıza nisbetle sihirbazlık ve büyücülüğe daha ya­landır. Eğer siz büyücülük üzerinde ittifak etmiş olmasaydınız, elinizde bulunduğu halde bu belgeniz bozulmazdı. İçinde yazılı olan Allah adları silinmez ve zulme dair maddeler de olduğu gibi yerinde kalmazdı. Sihir­baz olanlar, biz miyiz yoksa siz misiniz

Abdumenaf oğulları ile Kusayy oğullarından bazı adamlarla Haşimî kadınlarının doğurduğu Kureyşli Ebu´l- Bahterî, Mut´im b. Adiy, Züheyr b. Ebi Ümeyye b. Muğire, Zem´a b. Esved, Hişam b. Amr da oesnada yukarda anılan cevabı verenler arasındaydı. Boykot belgesi ise, Haşam b. Amr´daydı. O, Amir b. Lüey oğullarından, onların şerefli ve iti­barlı şahsiyetlerindendi. Bunlar dediler ki:

- Biz, bu boykot belgesinde yazılı bulunan maddelerden uzağız. Bu maddelerle ilgimiz yoktur. .

Lanetli Ebu Cehil de:

- Bu, geceleyin kararlaştırılmış bir iştir, dedi.

Ebu Talib, onların boykot belgesi hakkında bir şiir okudu. Şiiri ile o belgede yazılı bulunan zulüm maddeleri ile ilişkileri bulunmadığını ifa­de etti ve o belgedeki maddeleri bozan topluluğu da methetmeye başla­dı. Bu arada, Necaşiyi´de övdü.

Daha Önce de, Musa b. Ukbe´nin şöyle dediği rivayet edilmiştir: Müslümanların Şi´bi Ebi Talib´de boykot altına alınmalarından sonra Rasûlullah (s.a.v.)´m emir vermesi üzerine Habeşistan´a hicret edilmiş. Doğrusunu Allah bilir.

Ben de derim ki: Akla en uygun olan husus şudur ki; Ebu Talib, Ka-side-i Lamiyesini, Müslümanların Şi´bi Ebi Talib´de boykot altına alın­malarından sonra söylemiştir. Onu burada söylemek daha münasip olur.

Beyhakî, Yunus kanalıyla Muhammed b. îshak´m şöyle dediğini ri­vayet eder: Rasûlullah (s.a.v.), islâm davetini devam ettirmeye, Haşim oğullarıyla Muttaliboğullan da onu himaye etmeye, ayrı dinden olmala­rına rağmen onu Kureyşli müşriklere teslime yanaşmamaya devam et­tiler. Akrabaları, dinlerinden ayrı olduğu halde onu Kureyşlilere teslim etme halinde küçük düşeceklerinden korktukları için teslime yanaşma­mışlardı. Haşimoğullanyla Muttaliboğullan onu koruyunca, Kureyşli­ler, Muhammed (s.a.v.)´e birşey yapamayacaklarını anladıklarından, kendileriyle Haşimoğullan arasındaki münasebetleri kesmeyi öngören bir belge düzenlemeye karar verdiler. Buna göre Kureyşli müşrikler, Haşimoğullan ve Abdülmuttalib oğullanyla birbirlerine kız alıp verme­yecek, birbirleriyle alış veriş yapmayacaklardı. Bu maddeleri öngören bir belge yazıp Ka´be´ye astılar.

Bundan sonra Müslüman olan kimselere saldırdılar. Onlan bağla­yıp eziyet ve işkencelere tâbi tuttular. Müslümanlann başındaki bela şiddetlendi. Fitne büyüdü. Büyük bir sarsıntı geçirmeye başladılar.

Sonra ravi, Müslümanlann Şi´bi Ebi Talib´e girişleri, orada aşın de­recede mihnetlere maruz kalmalan gibi şeyleri de anlatarak bu serüve­ni bütün tafsilatıyla nakleder. Öyleki, Müslümanlann çocuklarının aç­lıktan dolayı feryatları, Şi´bi Ebi Talib´in gerilerinden dahi duyulabili-yordu. Nihayet Kureyşhalkı, Müslümanlann başına gelen musibeti hoş karşılamamış, o zalim belgelerinden nefret ettiklerini açıklamışlardı. Anlatıldığına göre Cenâb-ı Allah, kendi rahmetinin tezahürü olarak bir güveyi, o belgeye musallat kılmış, güve de belgede yazılı olan Allah ke­limelerini hep kemirip yemiş, belge içinde sadece zulüm, iftira ve akra­balık bağlarını koparmayı öngören maddeler kalmıştı. Bunu yüce Allah, Rasûlune haber vermişti. O´da durumu amcası Ebu Talib´e iletmişti.

İbn Hişam, Muhammed b. İshak´m şöyle dediğini rivayet etmiştir: Kureyşliler, Rasûlullah´ın sahabelerinin güvenlik ve istikrar bul­dukları bir bölgeye (Habeşistan´a) gittiklerini, oraya yerleştiklerini, Necaşi´nin de kendisine sığınanları düşmanlarına karşı koruduğunu, Ömer´in İslâm´a girdiğini, onunla birlikte Hamza´nın Rasûlullah ve as­habının yanında yer aldıklarını, İslâmiyet´in kabileler arasında yayıl­maya başladığını gördüklerinde, toplanıp bir araya geldiler. Haşimo-ğullanyla Abdülmuttalib oğullarına karşı bir boykot uygulamaya, on­lardan kız alıp vermemeye, onlarla alış veriş yapmamaya söz verdiler ve bu sözlerini yazıya aktararak bir belge düzenlediler. Kendilerini kesin bir şekilde bağlaması için bu belgeyi, Kabe´nin tavanına astılar. Belgeyi yazan, Mansur b. Ikrime b. Amir b. Haşim b. Abdumenaf b. Abdid-Dar b. Kusay idi. İbn Hişam´a göre yazanın Nadr b. Haris olduğunu söyleyen­ler de vardır. Rasûlullah (s.a.v.)´m ona beddua etmesi üzerine bazı par­makları felç olmuştu.

Vakidî, belgeyi yazanın Talha b. Ebi Talha el-Abderî olduğunu söy­lemiştir.

Ben derim M: İbn İshalim da dediği gibi meşhur görüşe göre belgeyi yazan, Mansur b. İkrime´dir ki, eli felç olan da odur. Artık elini kullana­maz hale gelmişti. Öyleki Kureyşliler, kendi aralarında:

Mansur b. îkrime´ye bakın hele, diyorlardı.

Vakidî, boykot belgesinin, Kabe´nin tavanına asılı olduğunu söyle­miştir.

İbn îshak dedi ki: Kureyşlilerin plan ve boykot eylemleri karşısında Haşimoğullarıyla Abdülmuttaliboğulları, Ebu Talib´in yanında yer al­dılar. Onunla birlikte ŞiTdi Ebi Talib´e girip bir arada yaşamaya başladı- -lar. Haşimoğullarından Ebu Leheb b. Abdül-Uzza b. Abdülmuttalib ise akrabaları arasından çıkıp Kureyşlilerin safında yer aldı, onlara destek oldu. Hüseyin b. Abdullah´ın bana anlattığına göre Ebu Leheb, kendi kavminden ayrılıp Kureyşlilerin safında yer aldığı zaman, Hind binti Utbe b. Rebia´yla karşılaşmış, ona şöyle demişti: Ey Utbe´nin kızı! Lat ve Uzza´ya yardım ettim. Onlardan ayrılanlardan ben de ayrıldım. İyi et­medim mi

Hind:

- Evet, Allah sana hayırlar versin. Seni mükafatlandırsın ey Ebu Leheb, demişti.

îbn îshak dedi ki: Bana nakledildiğine göre Ebu Leheb, o sıralarda bazan şöyle dermiş: Görmediğim ama Ölüm sonrasında vuku bulacak bazı şeylerle Muhamnıed, beni tehdit ediyor. Bunların ölümden sonra vuku bulacağını iddia ediyor. Bundan sonra benim ellerime ne koyacak ki

Böyle dedikten sonra kendi ellerine üfler ve:

- Kuruyası eller! Muhammed´in sözünü ettiği şeyleri sizde göremi­yorum, dermiş.

Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, Tebbet sûresini inzal buyurmuş:

«Ebu Leheb´in elleri kurusun, kurudu da.»

îbn îshak dedi M: Kureyşliler, Müslümanlara karşı boykot uygula­mak amacıyla toplanıp belge düzenlediklerinde Ebu Talib, bir şiir okumuştu:

"Baka, bizden aranızdaki Lüeyy´e ve özellikle Lüey b. Kab´a duyu­run,

Bilmezmisiniz ki biz Muhamnıed´i, önceki kitaplarda yazılı Musa gibi bir peygamber olarak bulduk.

Kullar, ona muhabbet beslemekle yükümlüdürler.

Allah´ın kendisine muhabbetini verdiği kimsede hayır vardır.

Şu belgenize yapıştırdığınız şey,

Salih´in böğüren devesi gibi, size uğursuzluk getirecek.

Mezar kazılmadan önce ayılın.

Günah işlemeyenin günahkar gibi olacağı günden önce ayılın.

Dedikoducuların peşine düşmeyin.

Dostluk ve akrabalıktan sonra bağları koparmayın.

aramızda sürekli bir savaş icad etmeyin.

Savaşın kötü sonucu, bazanda onu icad edenin üzerinedir.

Ka´be´nin Rabbine yemin olsun ki, Ahmed´i size teslim etmeyiz.

Zamanın ısırmasına ve sıkıntılarına aldırış etmeyiz.

Bizden ve sizden bazı kafalar kopmadıkça,

Parlak kılıçlarla eller kesilmedikçe, kimseye boyun eğmeyiz.

Sıkıntı verici bir savaşla mızrakların ucu kırılmış,

Siyah başlı kuşların, su içen bir cemaat gibi oraya konduklarını gö­rürsün.

Sanki atlıların meydanları, onun bölgesindedir ve yiğit,

Bahadırların savaş çığlığı, harp gürültüsüdür.

Haşim, babamız değilmi ki savaşa soyundu.

Oğullarına da, vurmayı ve mızrakîamayı tavsiye etti.

Siz bizden bıkmadıkça, biz savaştan bıkmayız.

Başa gelen musibetlerden ötürü de şikayetçi olmayız.

Ama bizler korkudan yiğit savaşçıların,

Ruhları uçunca hafıza ve akıl erbabıyız."

İbn îshak dedi ki: Müslümanlar, bu minval üzere iki yada üç sene beklediler. Nihayet bitkin düştüler. Onlara, Kureyşliler den azık ulaş­tırmak isteyen kimselerin gizlice ulaştırmak için uğraştığı gıda madde­lerinden başka birşey ulaşmıyordu. Anlatıldığına göre Ebu Cehil b. Hi­şam, kölesiyle birlikte halası Hatice binti Hüveylid´e buğday yükü taşıyan Hakim b. Hüzzam b. Huveylid´i görmüş. Hatice´de o esnada Şfbi Ebi Talib de Rasûhıllah´m yanında imiş. Buğday yükünü gören Ebu Cehil, Hakim b. Hüzzam´a takılmış ve:

- Haşimoğullanna yiyecek mi götürüyorsun Allah´a yemin ederim ki bu gıda maddesi de, sende o mahalleye gitmeyeceksiniz. Yoksa seni Mekke´de rezil rüsvay ederim, demişti. Öte yandan Ebu´l- Bahteri b. Hişam b. Haris b. Esed gelmiş ve:

- Size ne oluyor diye sormuş. Ebu Cehil de:

- Haşimoğullanna yiyecek götürüyor, demişti. Ebu´l- Bahteri:

- Nihayet bu, Hakim b. Hüzzam´m halası Hatice´nin malı olan bir yiyecek maddesidir. Bu mal, şimdiye kadar Hakimin yanında idi. Şimdi sahibine götürmek istiyor. Sen bu yiyeceği götürmesine engel mi olacak­sın Çekil adamın yolundan, dedi.

Lanetli Ebu Cehil, yoldan çekilmedi. Bunun üzerine kavgaya başladılar. Ebu´l-Bahteri, yerden bir deve çene kemiğini alıp Ebu Ce-hil´in kafasına vurdu. Başını yardı. Onu ayak altına alıp iyice dövdü. Yakınlarında durmakta olan Hamza b. Abdülmuttalib de onların bu ha­lini görüyordu. Onlar, bu hadisenin Rasûlullah ve ashabı tarafından du­yulmasını istemiyorlardı. Duyacak olurlarsa, kendileri ile alay edecek­lerini ve bu durumlarına sevineceklerini sanıyorlardı. [3]



Alaycılar


Rasûlullah (s.a.v.), kavmini gece gündüz, gizli aşikar davet ediyor­du. Onları Allah´ın emrine çağırıyordu. Bu hususta hiç kimseden de çe­kinmiyordu. Allah´ın onu, amcası ve kavmi olan Haşimoğulları ile Abdülmuttalib oğulları vasıtasıyla müşriklere karşı koruması üzerine Kureyşliler, ona el uza t anlayacaklarını anladılar, bu sebeple ona dil uzattılar, alaya aldılar, onunla tartıştılar, Kur´ân ayetleri de ona .karşı düşman olan kimselerle Kureyşlilerin yaptıkları işler hakkında nazil ol­maya başladı. Kiminin adlarını beyan etti. Bazanda Allah´ın kafirler hakkındaki umumi beyanlarını getirdi. İbn İshak, Ebu Leheb´ten ve onun hakkında bir sûre nazil oluşundan Ümeyye b. Haleften ve onun hakkında el-Hümeze sûresinin nazil oluşundan bahseder. As b. Vail´den de bahsederken onun hakkında şu ayetin nazil olduğunu beyan eder:

«Ey Muhammed! Ayetlerimizi inkar eden ve: «Bana elbette mal ve çocuk verilecektir» diyeni gördün mü » (Meryem, 77.)

Bu ayetle ilgili açıklama, daha önceki sayfalarda verilmişti.

Yine Ibn İshak, Ebu Cehil b. Hişam´dan ve Peygamber´e: «Ya tanrı­larımıza sövmeyi bırakırsın veya biz de senin tapmakta olduğun tanrına söveriz!» deyişinden ve hakkında şu ayetin nazil oluşundan bahseder:

«Allah´tan başka taptıklarına sövmeyin ki onlar da bilmeyerek aşırı gidip Allah´a sövmesinler.» (el-En´âm,ıos.)

îbn İshak, Nadr b. Haris b. Kelde b. Alkame´den de, onun Hz. Pey­gamberin Kur´ân okuduğu ve Allah´a davet ettiği meclislerine katılışın­dan da bahsetmiştir. Nadr b. Haris te onlara, Rüstem ve îsfendiyarin haberlerinden bazı şeyleri, Farslar zamanında bu ikisi arasında cere­yan eden muharebeleri anlatmıştır. Böyle dedikten sonra da o: «Allah´a yemin ederim ki Muhammed, benden daha güzel şeyler anlatmıyor. Onun anlattığı şeyler, Öncekilerin yazdıkları efsanelerden başka birşey değildir!» diyordu. Bunun üzerine Cenâb-ı Allahs şu ayeti inzal buyur­muştu:

«Kur´ân, Öncekilerin masallarıdır, başkalarına yazdırıp sabah ak­şam kendisine okunmaktadır» dediler. (ei-Furkân, 5.)

«Yalancı ve günahkar kişinin vay haline!» (ei-Câsiye, 7.)

İbn îshak dedi ki: Bize ulaşan rivayetlere göre Rasûlullah (s.a.v.),

günün birinde Velid b. Muğire ile birlikte mescidde oturmuş, Nadr b.

Haris de gelip yanlarına oturmuştu. Mecliste Kureyşlilerden de bir kaç

adam vardı. Rasûlullah (s.a.v.) konuşmaya başlamış, Nadr b. Haris ona

karşı itirazlar öne sürmüş, Rasûlullah (s.a.v.), onu susturuncaya kadar

konuşmuş, sonra o ve orada hazır bulunanlara şu ayetleri okumuştu:

«Siz ve Allah´dan başka taptıklarınız, Cehennemin yakıtısınız;

oraya gireceksiniz. Eğer bunlar tanrı olsaydı Cehennem´e girmezlerdi;

hepsi orada temelli kalacaktır. Orada onlara ah etmek vardır!; birşey de

İşitmezler.» (el-Enbiyâ, 98-100.)

Sonra Rasûlullah (s.a.v.), kalkıp gitti. Abdullah b. Ziba´ra es-Sehmî gelip meclise oturdu. Velid b. Muğire, ona şöyle dedi:

- Allah´a yemin ederim ki, az önce Nadr b. Haris, Abdülmuttalib in oğlu karşısında oturup kalkmadı ki, Muhammed; biz ve taptığımız şu tanrıların, Cehennem odunları olduğunu iddia etti.

Abdullah b. Ez-Ziba´ra ise şu karşılığı verdi:

- Allah´a yemin ederim ki, ben onu burada görseydim, kendisiyle tartışırdım. Onu mağlup ederdim. Siz, Muhammed´e sorun: Allah´tan başka şeylere tapan kimselerle taptıkları şeyler Cehennem odunları mı­dırlar Oysa biz, meleklere tapıyoruz. Yahudiler Üzeyr´e, Hristiyanlar da İsa´ya tapıyorlar. Kendilerine tapılan bu varlıkların, Cehennem odunları olmaları diye birşey var mı

Velid ve beraberindeki meclis arkadaşları, İbn Ez-Ziba´ra´mn bu sözlerini beğendiler. Bu sözleriyle onun, Muhammed (s.a.v.)´i mağlup ettiğini sandılar. Bu sözler, Rasûlullah (s.a.v.)´a ulaştırılınca, o şöyle de­di:

«Allah´tan başkasına tapmak isteyen ve bunu seven her kimse, tap­tığı şeyle birlikte ateştedir. Onlar, ancak şeytanlara ve şeytanların kendilerine emrettikleri kimselere tapıyorlar!»

Bunun üzerine Cenâb-ı Allah da, şu ayet-i kerimeyi inzal buyurdu:

«Yaptıklarına karşılık katımızdan kendileri için iyi şeyler yazılmış olanlar, işte onlar Cehennem´den uzak tutulanlardır.

Cehennemin uğultusunu duymazlar. Canlarının istediği şeyler içinde temelli kalırlar.» (el-Enbiyâ, 101402.)

Yani İsa ve Üzeyr, Allah´ın taatinde devam edip geçmiş olan rahip­lerle din âlimlerinden kendilerine inanan kimselerle beraber olacaklar­dır.

Kureyşliler, meleklere tapar ve onların Allah´ın kızları olduklarına inanırlardı:

«Rahman çocuk edindi, dediler. O yücedir. Hayır, (Rahman´m çocukları sandıkları melekler, O´nun) değerli kullarıdır. O´ndan önce söz söylemezler ve onlar, O´nun emriyle hareket ederler. Onların önle­rinde ve arkalarında olanı bilir. Razı olduğundan başkasına şefaat ede­mezler ve onlar, onun korkusundan titrerler. Onlardan her kim: Ben, ondan başka bir tanrıyım, derse, onu Cehennemle cezalandırırız. Biz, zalimleri böyle cezalandırırız!» (el-Enbiyâ, 26-29.)

Müşriklerin, İbn ez-Ziba´ra´mn söylediği sözleri beğenmiş olmaları hakkında da şu ayetler nazil olmuştur:

«Meryem oğlu, bir misal olarak anlatılınca hemen kavmin, ondan ötürü yaygarayı bastılar.

Bizim tanrılarımız mı hayırlı, yoksa O mu dediler. Bunu sadece tartışma için sana misal verdiler. Doğrusu onlar, kavgacı bir toplum­dur.» (ez-Zuhruf, 57-58.)

Onların tuttukları bu tartışma ve mücadele yolu batıl bir yoldu. On­lar da, bunu biliyorlardı. Çünkü onlar, Arap bir milletti. Çünkü Arap dili gramerine göre «ma» edatı, akılsız varlıklar için kullanılır. Ayet-i keri­mede, Allah´tan başka kendilerine tapılan şeylerden söz edilirken, o ta­pınılan şeylerin başında «ma» edatı kullanılmıştır.

«Siz ve Allah´tan başka taptıklarınız, Cehennemin yakıtısınız. Oraya gireceksiniz.» (el-Enbiyâ, 98.)

Bununla, onların tapmakta oldukları taşların put suretleri oldukları ifade etmek istenmiştir. Bu da onların bu suretlerde tapmakta oldukları melekleri, İsa´yı, Üzeyr´i ve salih kimselerden her hangi birini kapsamına almamaktadır. Çünkü ayet-i kerimedeki lafızlar, onları ne kelime ne de mana bakımından kapsamamaktadır. Isa peygamber hak­kında verdikleri misalin, batıl bir misal olduğunu onlar da bilmekteydi­ler. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:

«Sana böyle söylemeleri, sadece, tartışmaya girişmek içindir. Onlar şüphesiz kavgacı bir millettir. Meryemoğlu, ancak kendisine nimet ver­diğimiz ve İsrailoğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.» (ez-Zuhmf, 58-59.)

Çünkü İsa´yı, kocasız bir kadından yaratıp meydana getirdik.

Havva´yı da dişisiz bir erkekten meydana getirdik. Ademin yaratılışı ise ne İsa´nmkine ne de Havva´nmkine benzer. Diğer adenıoğullarını ise erkek ve kadın çiftinden meydana getirdik.

Nitekim Cenâb-ı Allah, başka bir ayet-i kerimede İsa peygamber­den bahsederken,«Onu insanlar için bir ayet kılalım diye...» buyur­maktadır. Yani onu apaçık kudretimizin delil ve emaresi kılalım diye...» «Ve bizden bir rahmet olarak» onunla, dilediğimize merhamet ederiz.îbn İshak, Ahnes b. Şurayk´dan ve onun hakkında şu ayetin nazil oluşundan bahseder:

«Ey Muhammedi Diliyle iğneleyen, kovuculuk eden, iyiliği daima önleyen, aşırı giden, suç işleyen, çok yemin eden alçak zorbaya, bütün bunlar dışında bir de soysuzlukla damgalanmış kimseye, mal ve oğulla­rı vardır diye aldırış etmeyesin.» (ei-Kakm, 14.)

İbn İshak, Velid b. Muğire´den de bahsetmiş, onun şöyle dediğini

nakletmiştir.:

- Ben, Kureyş´in büyüğü ve efendisi olduğum halde bana değil de Muhammed´e mi ayetler nazil oluyor Sakiflilerin lideri Ebu Mes´ud Amr b. Amr dururken Muhammed´e mi ayetler nazil oluyor Oysa ben ve Ebu Mes´ud, bu iki kasabanın (Mekke ve Taif in) efendileri ve liderleri­yiz.

İbn İshak, Velid b. Muğire hakkında şu ayetin nazil olduğunu da be­yan eder:

«Bu Kur´ân, iki şehrin birinden bir büyük adama indirilmeli değil miydi » de diler. (ez-Zuhruf, sı.)

İbn İshak, Übey b. Haleften de bahseder. Hani bir zamanlar o, Uk-be b. Ebi Muayt´a şöyle demiş: "Muhammed´in meclisinde oturup onu dinlediğini duymadım mı sanıyorsun . Onun yüzüne tükürmedîkçe ar­tık kesinlikle seninle görüşmeyeceğim!"

Allah düşmanı lanetli Ukbe de, onun bu arzusuna uymuş ve Hz. Peygamber´in mübarek yüzüne tükürmüştü. Bunun üzerine yüce Allah, şu ayetleri inzal buyurmuştur:

«O gün zalim kimse ellerini ısırıp: "Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı dost edinmeseydim.»

der. (el-Furkân, 27-28.)

Ubey b. Halef, çürümüş ve dağılmaya yüz tutmuş bir kemiği eline alıp Rasûlullah´ın yanma gitmiş ve: ´Ya Muhammed, sen misin çürüyüp toprağa karıştıktan sonra bu kemiği Allah´ın yeniden dirilteceğini iddia eden adam " demiş, sonra da eliyle o kemiği ufalayıp toz haline getirmiş ve Rasûlullah´a taraf esen rüzgara verip savurmuştu. Rasûlullah da ona şu cevabı vermişti:

- Evet, bunu ben söylüyorum! Allah, bu çürümüş kemiği ve seni böylece ufalanıp toz toprak haline geldikten sonra diriltecek sonrada seni ateşe koyacaktır!

Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu: «Kendi yaratılışını unutur da: «Çürümüş kemikleri kim yaratacak» diyerek, Bize misal vermeye kalkar Ey Muhammedi De ki: «Onları ilk defa yaratan diriltecektir. O, her türlü yaratmayı bilendir.» (Yasin, 78-79.) İbn îshak dedi ki: Esved b. Muttalib, Velid b. Muğire, Ümeyye b. Ha­lef ve As b. Vail, Ka´be´yi tavaf etmekte olan Rasûlullah´m karşısına çı­kıp şöyle dediler:

- Ya Muhammed, gel de bizim taptığımız şeylere sende tap, senin taptığın şeylere de biz tapalım. Bu hususta ortaklık yapalım.

Böyle demeleri üzerine Cenâb-ı Allah, el-Kâfirûn sûresini inzal bu­yurdu:

«Ey Muhammed! De M: «Ey inkarcılar! Ben sizin taptıklarınıza tap­mam. Benim taptığıma da sizler tapmazsınız. Ben de sizin taptığınıza tapacak değilim. Benim taptığıma da siz tapmıyorsunuz. Sizin dininiz size, benim dinim banadır.»

Ebu Cehil, Kur´ân´da sözü edilen zakkum ağacı hakkında ayet nazil olduğunu işitince çevresindekilere şöyle sordu:

- Zakkumun ne olduğunu biliyor musunuz O, üzerinde kaymak bulunan bir hurmadır. Gelin, hep birlikte zakkumlanalım!

Böyle demesi üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayeti inzal buyurdu: «Doğrusu günahkarların yiyeceği, zakkum ağacıdır.» (ed-Duhân, 43-44.) İbn îshak dedi ki! Velid b. Muğire durup Rasûlullah (s.a.v.)´la ko­nuştu. Rasûlullah da onunla konuşuyordu. Ve onun, İslâm´a gireceğini ümid etmişti. O esnada âmâ olan İbn Ümmü Mektum, Atike binti Abdul­lah b. Ankes´e Rasûlullah´m yanma geldi. Kendisinden Kur´ân okumasını istedi. Bu isteği, Rasûlullah´m ağrına gitti, onu sıktı. Bu geli­şi, Velid b. Mugire´yle konuşmasına engel oluyor ve onun islâm´a girme­sine dair ümidini baltalıyordu. İbn Ümmü Mektum, Hz. Peygamber´e ıs­rar edince, o yüzünü ekşiterek öbür tarafa çevirdi. Bunun üzerine Cenâb-ı Allah, şu ayetleri inzal buyurdu:

«Yanma kör bir kimse geldi diye Peygamber yüzünü asıp çevirdi. Ey Muhammed! Ne bilirsin, belki de o arınacak; yahut öğüt alacaktı da bu Öğüt kendisine fayda verecekti. Ama sen, kendisim öğütten müstağni gören kimseyi karşına alıp ilgileniyorsun. Arınmak istememesinden sa­na ne Sen, Allah´tan korkup sana koşarak gelen kimseye aldırmıyor­sun. Dikkat et; bu Kur´ân bir öğüttür. Dileyen onu öğüt kabul eder. O kutsal kılınmış, yüceltilmiş, arınmış sahifeler üzerindedir.» (Abese, 1-14.) Bazılarının anlattıklarına göre, îbn Ümmü Mektum´un gelişi esna­sında Rasûlullah (s.a.v.)´m kendisiyle konuştuğu kişi, Ümeyye b. Halef imiş, doğrusunu Allah bilir.

İbn İshak, daha sonra Habeşistan Muhacirlerinden Mekke´ye geri dönenlerden bahseder. Geri dönüşleri, Mekkelilerin İslâm´a girdikleri haberini aldıkları esnada olmuştur. Böyle bir nakil, sahih değildir. An­cak bunun bazı sebebleri vardır. Bu sebeb de, Sahih-i Buharî´de ve diğer hadislerde anlatıldığına göre Rasûlullah (s.a.v.), günün birinde müşrik­lerle birlikte oturup konuşmuş, konuşurken Cenâb-ı Allah, ona Necin

sûresini inzal buyurmuştu.

«Batmakta olan yıldıza andolsun ki, arkadaşınız sapmamıştır.» Rasûlullah (s.a.v.), onlara bu sûreyi sonuna kadar okuyup tamamladı­ğında secdeye kapandı. Orada bulunan Müslümanlar, müşrikler, cinler ve bütün insanlar hep secdeye kapandılar. Bunun da bir sebebi vardı. Şu aşağıdaki ayeti tefsir ederken, tefsircilerin çoğu bu sebebten bahsetmiş­lerdir:

«Ey Muhammed! Senden önce gönderdiğimiz hiçbir elçi ve peygam­ber yoktur ki, birşey arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. Allah, Şeytanın karıştırdığım giderir, sonra Al­lah kendi ayetlerini tahkim eder. Allah bilendir, Hakimdir.» (ei-Hacc, 52.)

Tefsirciler, bu ayetin açıklamasını yaparken garanik hadisesini an­latmışlardır. Bunu yeterince anlayamayan kimseler, duymasınlar diye burada anlatmadık. Ancak bu kıssanın aslı sahih hadiste anlatılmakta­dır.

Buharı, Ebu Ma´mer tarikiyle îbn Abbas´m şöyle dediğini rivayet eder:

«Neçm sûresinin sonunda Peygamber (s.a.v.) secde etti. Onunla bir­likte Müslümanlar, müşrikler, cinler ve insanlar hep secde ettiler.»

Bu hadisi sadece Buharı rivayet etmiştir. Müslim´in bu konuda bir

rivayeti yoktur.

Buharı, Muhammed b. Beşşar tarikiyle Abdullah b. Mes´ud´un şöy­le dediğini rivayet eder:

«Peygamber (s.a.v.), Mekke´de iken Necm sûresini okudu. Bu sûredeki secde ayetine gelince secdeye kapandı. Yanındakiler de secde­ye kapandılar. Ancak yaşlı bir adam, yerden bir avuç çakıl ya da toprak alıp alnına sürdü ve: Bu kadarı bana yeter, dedi. Ben de onun bilahare kafir olarak Öldürüldüğünü gördüm.»

Bunu, Şube´nin hadisinden Müslim, Ebu Davud ve Neseî rivayet et­mişlerdir.

İmam Ahmed b. Hanbel, Muttalib b. Ebi Vedaa´nm şöyle dediğini ri­vayet eder:

«Rasûlullah (s.a.v.), Mekke´de iken Necm sûresini okudu. Secdeye kapandı. Yanındakiler de secdeye kapandılar. Ben, başımı kaldırdım ve secde etmek istemedim.»

Muttalib, o zaman henüz Müslüman olamamıştı. Ama ondan sonra her kimin Necm sûresini okuduğunu duyarsa mutlaka onunla birlikte secdeye kapanırdı.

Bunu, Neseî rivayet etmiştir.

Bu rivayetle, önceki rivayeti şöyle telif edebiliriz: Bu adam, secdeye kapanmış, ancak büyüklük tasladığından ötürü başım secdeden kaldır­mıştır. Ama İbn Mesudun rivayetinde secde etmediğini söylediği adam, hiç secdeye eğilmemiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Sonuç olarak söylemek istediğimiz şudur ki, bu hadiseyi nakleden kişi, müşriklerin Rasûlullah´a uyarak kendisiyle birlikte secdeye ka­pandıklarını görünce, onların da Müslümanlığa girdiklerini, Rasûlul-lah´la barıştıklarım, artık aralarında herhangi bir çekişme kalmadığını zannetmişti. Bu haber, Habeşistan´daki Muhacirlere ulaşmıştı. Onlar da, bunun doğru olduğunu sanmışlardı. Bunun üzerine onlardan bir kı­sım Muhacirler ümidlenerek Mekke´ye dönmüşler, bir kısmı da orada kalmaya devam etmişti. Her iki kısmı da, yaptığında isabetli idi. İki gru­bun davranışı da güzeldi. İbn İshak, oradan Mekke´ye dönen Muhacirle­rin adlarını şöyle sıralar:

Osman b. Aifan, karısı peygamber kızı Rukiyye, Ebu Huzeyfe b. Ut-be b. Rebia,kansı Sehle binti Süheyl, Abdullah b. Cahş b. Riab, Utbe b. Gazvan, Zübeyr b. Avvam, Mus´ab b. Umeyr, Süveybit b. Sa´d, Talib b. Umeyr, Abdurrahman b. Avf, Mikdad b. Arar, Abdullah b. Mesud, Ebu Seleme b. Abdu´1-Esed, karısı Ümmü Seleme binti Ebi Ümeyye b. Muği-re, Şemmas b. Osman, Seleme b. Hişam, Ayyaş b. Ebi Rebia (Bedir, Uhud ve Hendek muharebeleri yapılıp sona erinceye kadar bu ikisi, Mekke´de hapsedilmişlerdi.), Ammar b. Yasi