๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Bidaye Ven Nihaye => Konuyu başlatan: Esila üzerinde 03 Aralık 2010, 11:12:53



Konu Başlığı: Azerbeycan´ın Fethi
Gönderen: Esila üzerinde 03 Aralık 2010, 11:12:53
Azerbeycan´ın Fethi

Ebu Heysem B. Et-Teyyîhan.

Zeyneb Binti Cahş.

Hz.Peygamber´în Halası Safiye Bînti Abdülmuttalib.

Uveym B; Saîde El-Ensârî

Bişr B. Amr B. Haneş.

Ebu Hiraşe Hüveylid.

Nihavend Savaşı

Hicrî Yirmibirînci Senede Vefat Eden Şahsiyetler.

Halide. Velid.

Tüleyha B. Hüveylîd.

Amrb.Ma´dîkerîb.

Aıâb.Hadremî

Numan B. Mukrin B. Aiz El-Müzenî

Hicri YîrmiÎkîncı Senesi

Reyin Fethi

Komes´în Fethi

Cürcan´ın Fethi

Azerbeycan´ın Fethi

Bab´ın Fethi

Türklerle Yapılan Îlk Savaş.

Sed Kıssası

Yezdücürd B. Şehrîyar B. Kısra´nın Kıssası

Ahnef B. Kays Ve Horasan.



Ebu Heysem B. Et-Teyyîhan


Soy kütüğü şöyledir: Ebu Heysem b. et-Teyyihan Malik b. Malik b. Isl Cüşem b. Haris b. Hazreç b. Amr b. Malik b. Evs el-Ensârî el-Evsî. Akabe bey´atmda temsilci olarak bulundu. Bedir gazvesinde ve daha sonraki savaşlara katıldı. Hicretin yirminci senesinde (başka bir riva­yete göre ise yirmibirinci senesinde) vefat etti. Hz. Ali ile birlikte Sıfîm savaşına katıldığı da söylenir. Doğrusunu Allah bilir. [1]



Zeyneb Binti Cahş


Soy kütüğü şöyledir: Zeyneb binti Cahş binti Rebab el-Esediye. Hu- zeyme kabilesinin Esed kulundandır. Rasûlullah (s.a.v.)´m zevcelerin­den ilk vefat edendir. Anasının adı Ümeyme binti Abdülmuta-lib´tir.Kendi sinin asıl adı Berre idi. Ancak Rasûlullah (s.a.v.), ona Zey­neb adını verdi. Ümmü Hakim künyesi ile çağrılırdı. Bizzat Cenâb-ı Al­lah tarafından Rasûlullah´la evlendirilen ve nikahları kıyılan kadın Zeynep´tir. Bu sebeple Zeynep, Rasûlullah (s.a.v.)´m diğer zevcelerine karşı övünür ve şöyle derdi: "Sizi aileleriniz Rasûlullah´la evlendirdi. Beni ise semada Allah, Rasûlullah ile evlendirdi." Bu hususta yüce Al­lah, şöyle buyurmuştur:

"Zeyd, eşiyle ilgisini kestiğinde onu seninle evlendirdik." (el-Ahzâb, 37.)

Zeynep, daha Önce Rasûlullah (s.a.v.)´m azadlısı Zeyd b. Harise ile evliydi. Zeyd, onu boşaymca Rasûlullah (s.a.v.) onunla evlendi. Rasûlullah´m Zeyneple evlenişi, hicretin üçüncü senesinde olmuştu. Başka bir rivayete göre ise dördüncü senesinde olmuştur ki, meşhur olan rivayet de budur. Başka bir rivayete göre de hicretin beşinci sene­sinde evlenmiştir. Peyfamber (s.a.v.)´in onunla gerdeğe girmesi esna­sında örtünme ayeti nazil olmuştur. Nitekim bu husus, Buharı ve Müslim´in sahihlerinde Enes´ten gelen bir rivayetle sabit olmuştur.

Güzellik ve üstünlükle Hz. Ebu Bekir´in kızı Aişe ile yanşan kadın Zeynep´ti. Zeynep, dindar, takvalı çok ibadet eden ve çok sadaka veren bir kadındı. Onu kastederek Rasûlullah (s.a.v.), diğer zevcelerine şöyle demişti. "Vefatımdan sonra bana en erken gelip kavuşacak olan sizin aranızda eli en uzun olanınızdır." Eli uzun demekle Rasûlullah(s.a.v.), onun çok sadaka veren bir kadın olduğunu söylemek istemişti. Zeynep, sanatkar bir kadındı. Eliyle bazı şeyler yapar, bunların satışından elde edilen kazancı fakirlere sadaka olarak dağıtırdı. Onun hakkında Hz. Ai­şe şöyle demişti:

"Din hususunda Zeynep binti Cahş´tan daha hayırlı, Allah´a karşı takvalı, sözü doğru, akrabalık bağlarını gözeten, emanete çok riayet eden ve sadaka veren başka bir kadını asla görmedim." Rasûlullah (s.a.v.), Veda haccında: "Artık bu hasrın ortaya çıkış zamanıdır." Yani Veda haccından sonra artık dışarı çıkmamak gerekir, dediği için Zeynep ile Şevde, Veda haccından sonra hac etmemişlerdi. Peygamber (s.a.v.)´in diğer zevceleri ise Veda haccından sonra da hacca giderler ve Zeynep ile Sevde´ye :"Vallahi Rasûlullah´ın vefatından ve Veda haccın­dan sonra bineklerimizi hareket ettirmedik, derlerdi.

Anlatıldığına göre Hz.Ömer, Zeyneb´e 12 000 dirhem maaş bağla­mış. Zeynep ise o maaşı akrabalarına sadaka olarak dağıtmış, sonra şöyle demiştir: "Allah´ım, bundan sonra Ömer´in maaşı bana gelmesin." Kendisi hicretin yirminci senesinde vefat etmiş ve Hz. Ömer onun cena­ze namazını kıldırmıştı. O, kendisi için naaş yapılan ilk kadındır. Cena- ´ zesi Baki mezarlığına defnedildi.[2]



Hz.Peygamber´în Halası Safiye Bînti Abdülmuttalib


Zübeyr b. Avvam´m annesidir.Hz.Hamza, Mukavvim ve Hicl´in öz kardeşidir. Anneleri Hale binti Vüheyb b. Abdümenaf b. Zühre idi. Onun Müslüman oluşunda ihtilaf yoktur. Uhud gazvesinde hazır bu­lundu. Kardeşi Hamza üzerine çok hüzünlendi. Hendek savaşında Ya­hudilerden bir adamı öldürdü. O Yahudi, Safiye´nin içinde bulunduğu kalenin etrafında dolaşıyordu. Kale, Hısnı Fari kalesi idi. O esnada Sa­fiye Hassan´a: "Kaleden in, şu Yahudiyi öldür." demiş, ancak Hassan, Yahudiyi öldürmeye yanaşmayınca kendisi kaleden inip Yahudiyi öl­dürmüş, sonra Hassan´a: "İn ve üzerindeki eşyaları çıkarıp al, eğer o bir erkek olmasaydı ben çıkarıp alırdım." demiş, Ancak Hassan: "Benim onun üzerindeki eşyalara ihtiyacım yoktur." demişti. Safiye, müşrikler­den bir adamı öldüren ilk Müslüman kadındı. Ondan başka Hz. Pey­gamberin diğer halalarının Müslüman olup olmadıkları hususunda ih-

tilaf edilmiştir. Peygamberdin halaları Erva ile Atike´nin de Müslüman olduklarına dair bir rivayet vardır. Îbnü´1-Esir ile şeyhimiz Ebu Abdil-lah ez-Zehebî el-Hafız bu görüştedirler. Sahih kavle göre peygamberin halaları arasında Safiye´den başka Müslüman olan yoktur. Safiye, Ön­celeri Haris b. Harb b. Ümeyye ile evlenmişti.

Daha sonra Avvam b. Hüveylidle evlendi, ona Zübeyr ve Abdül-Ka-be adında iki çocuk doğurdu. Bir rivayete göre Hüveylid oğlu Avvam, ba­kire iken Safiye ile evlenmiştir. Ama sahih olan birinci rivayettir. Safi­ye, yetmiş üç yaşında iken hicretin yirminci senesinde Medine´de vefat edip Baki mezarlığına defnediîmiştir. Allah ondan razı olsun. [3]



Uveym B; Saîde El-Ensârî


Birinci ve ikinci Akabe bey´aytlaruıda ve bütün gazvelerde hazır bu­lundu. Su ile taharet yapan ilk Müslüman odur. Onun hakkında şu ayet nazil olmuştu:

"Orada, arınmak isteyen insanlar vardır. Allah, arınmak isteyenle­ri Sever." (et-Tevbe, 108.)

Ondan gelen bazı rivayetler vardır. O, hicretin yirminci senesinde Medine´de vefat etmiştir. [4]



Bişr B. Amr B. Haneş


Hicretin yirminci senesinde vefat edenlerden biri de Carud lakabıy­la anılan Bişr b. Amr b. Haneş´tir. Bu zat, hicretin onuncu senesinde Müslüman oldu. Abdu´1-Kays kabilesinde emrine itaat edilen şerefli bir kimseydi. Kudame b. Maz´un´un içki içtiğine şahitlik yapmıştı. Bunun üzerine Hz.Ömer de Kudame´yi Yemen´deki görevinden azletti. Carud, şehid olarak öldürüldü.[5]



Ebu Hiraşe Hüveylid


Hicretin yirminci senesinde vefat edenlerden biri de Ebu Hiraşe Hüveylid b. Mürre el-Hüzelî idi. Bu zat meşhur bir şairdi. Muhadre-min´dendi. Cahiliye ve İslâmiyet dönemlerinde yaşadı. Koştuğu zaman atları geride bırakırdı. Onu bir yılan soktu ve Medine´de vefat etti. [6]



Nihavend Savaşı


Bu, gerçekten büyük bir savaştı. Bu anlı sanlı savaşa Müslümanlar, fetihler fethi adım vermişlerdi.

Ibn İshak ile Vakidî dediler ki: Nihavend savaşı, hicretin yirmibi-rinci senesinde vuku buldu. Seyf b. Ömer ise, hicretin onyedinci sene­sinde bu savaşın vuku bulduğunu söylemiştir. Hicretin ondokuzuncu senesinde vuku bulduğuna dair bir rivayet te vardır. Doğrusunu Allah bilir. Ebu Cafer b. Cerir, Nihavend savaşını hicri yirmibirinci sene hadi­seleri arasında zikrettiği için biz de bu hususta ona uyduk. Biz, siyer âlimlerinin konuyla ilgili ifadelerini bir araya getirdik. Böyle olunca bunların ifadeleri birbirine girdi.

Seyf ile diğer siret âlimleri dediler ki: Bu savaşm çıkış sebebi şuydu: Müslümanlar, Ahvaz´ı fethettikten sonra büyük Fars ordusunu yene­rek İstanr´daki başkentleri Medain´i ve çevresindeki birçok beldeleri ele geçirince onlar gayrete geldiler. Şehirden şehire geri dönüp kaçan ve ni­hayet kovulmuş bir şekilde İsfahan´a varan hükümdar Yezdücürd, Farslıları Müslümanlarla savaşmaya teşvik etti. Ancak o, kendi ailesi, kavmi ve malı içinde bulunuyordu. Nihavend mıntıkasına ve çevresin­deki dağlarla şehirlerde yaşayan kimselere mektuplar yazdı. Onlar da Müslümanlarla savaşmak üzere bir araya gelip toplandılar. Yazışıp ha-berleştiler. Nihayet daha önce benzeri görülmemiş büyüklükte bir ordu hazırladılar. Sa´d b. Ebi Vakkas, bu durumdan haberdar olunca Hz. Ömer´e mektup gönderdi. Onu da bu işten haberdar etti. Bu esnada Kûfeliler de Sa´d´a karşı ayaklanıp onun her davranışından şikayetçi ol­dular. Öyle ki Hz. Ömer´e gidip, şikayetçi olan Kûfelilerin temsilcileri: "Sa´d, iyi namaz kıldırmıyor." dediler. Bu şikaye,tçi heyeti ayaklandıran kişi Cirah b. Sinan el-Esedî idi. Bu kişi, beraberindeki birkaç adamla birlikte Hz.Ömer´e gitmiş ve Sa´d b. Ebi Vakkas´ı şikayet etmişlerdi. Hz.Ömer de onlara şöyle cevap vermişti:

- Sizin şerli kimseler olduğunuzu bu olağanüstü halde kalkıp şika­yete gelmeniz ispatlıyor. Halbuki bu esnada Sa´d, Allah düşmanlarıyla savaşa hazırlanıyor. Allah düşmanları, size karşı ordular toplamışlar.

- Ama buna rağmen sizin şikayetinizi dikkate alıp durumu inceleyece­ğim. Hz. Ömer, kendisiyle valileri arasında elçilik yapan Muhammed b. Mesleme´yi durumu incelemek üzere Kûfe´ye gönderdi. Muhammed b. Mesleme, oraya varınca kabileleri ve Kûfe´deki mescidleri dolaştı. Ci­rah b. Sinan taraftarları dışında bütün Kûfeliler, Sa´d´ı hayırla anıp öv­düler. Yalnız Cirah b. Sinan taraftarları sustu. Onu ne kınadılar, ne de övdüler. Nihayet Muhammed b. Mesleme, Beni Abs kabilesine gitti. On­lardan Ebu Sade Üsame b. Katade kalkıp Muhammed b. Mesleme´ye

şöyle dedi:

- Madem bize yemin verdin. Öyleyse sana anlatayım: Doğrusu v Sa´d, ganimetleri eşit olarak dağıtmıyor. Halka adaletli davranmıyor. Müfrezelerle birlikte gazaya gitmiyor. Ebu Sade´nin bu iddiası üzerine Sa´d, ona beddua edip şöyle dedi: "Allah´ım, eğer bu adam bu sözleri ya­lan, riyakarlık ve ün yapmak için söylemişse sen bunun gözünü kör et. Çoluk çocuğunu çoğalt ve kendisini de saptırıcı fitnelere maruz bırak." Sa´d´m bu bedduası üzerine Ebu Sade Üsame b. Katade´nin gözleri kör oldu, kızlarının sayısı da onu buldu. Sokaktan bir kadın geçtiğinde mut­laka o kadının yanına yaklaşır ve onu çimdiklerdi. Kadın da onun farkı­na varıp kızınca Ebu Sade: "Mübarek adamın bedduasına uğradım." derdi. Sonra Sa´d, Cirah ve arkadaşlarına beddua etti. Tamamı hastala­nıp sakatlandılar ve mallarına felaket geldi.

Muhammed b. Mesleme, Hz. Ömer´in emri üzerine o esnada Niha-vendlilerle savaşmaları için Kûfelileri savaşa çağırdı. Sonra Sa´d, Mu­hammed b. Mesleme ve Cirah ile arkadaşları yola çıkıp Hz.Ömer´in ya­nma gittiler. Hz.Ömer, Sa´d´a nasıl namaz kıldırdığını sordu. O da na­mazın ilk iki rekatını uzattığını son iki rekatını hafif tuttuğunu, namaz­dan hiçbirşeyi eksiltmediğini tıpkı Rasûlullah (s.a.v.) gibi namaz kıldı­ğını anlattı. Hz.Ömer de ona: "Biz de seni böyle biliyorduk ey Ebu îs-hak," dedi. Sa´d da şöyle cevap verdi: "Ben, ilk Müslüman olan beş kişi­nin beşincisiyim. O zaman bizim bağ yapraklarından başka yiyeceğimiz yoktu. Onu da yiye yiye avurtlarımız yaralanmıştı. Ben, Allah yolunda ilk ok atan adamım ve daha önce hiç kimseye söylemediği halde Rasûlulllah (s.a.v.): "Ey Sa´d, anam babam sana feda olsun." demiştir. Şimdi de Esed oğulları benim güzel namaz kıldıramadığımı söylüyor­lar. Avcılıkla oyalandığımı İslâmiyet´i bir tarafa bıraktığımı iddia edi­yorlar. Eğer böyle ise ben ziyana uğramış ve amelinin sevabını kaybet­miş olurum" Bundan sonra Hz.Ömer, ona şöyle sormuştu: Kûfe´de yerine kimi vekil bıraktın Abdullah b. Abdullah b. Utban´ı bıraktım. Hz.Ömer de Abdullah´ın Küfe vali vekilliğini onayladı. Abdullah, sahabelerin eşrafından yaşlı bir adamdı. Ensâr´dan Beni Hubla kabile­sinin müttefiki idi. Sa´d, görevden uzaklaştırıldı. Bu durum, onun acizliğinden veya hainliğinden ötürü olmamıştı. O, kendisini şikayet eden kimseleri tehdit ediyor ve onların azaba uğratılmalarını diliyordu. Son­ra herhangi bir kimse bir emiri şikayet etmesin, diye korktuğu için bun­dan vazgeçti.

Kısaca demek istediğimiz şudur ki Farslılar, Nihavend de 150 000 askeri biraraya getirdi. Başlarındaki komutanda Firuzan´dı. Komuta­nın adının Bendar olduğuna veya Kaşlı anlamına gelen Zülhacip oldu­ğuna dair başka rivayetler de vardır. Farslılar, kendi aralarında birbir­lerini Müslümanlarla savaşmaya teşvik ederek şöyle dediler: "Araplara gelen Muhammed, bizim beldelerimize saldırmadı. Ondan sonra halife olan Ebu Bekir de hükmümüzüm sürdüğü memleketimize saldırmadı. Şu Hattab oğlu Ömer´in hakimiyeti genişleyince sınırlarımıza saldırdı. Irzımızı payimal etti. Beldelerimizi aldı. Bununla dayetinmedi. İçinde bulunduğumuz diyarımızda iken üzerimize doğru gelmeye başladı. Başkentimizi eline geçirdi. Bizi beldemizden çıkarıp sürgün etmedikçe bu hareketine son verecek değildir." Bu konuşmalardan sonra Farslı­lar, Basra ve Kûfe´ye saldırmak, böylece Ömer´in kendi diyarlarına sal­dırmasına engel olmak üzere sözleştiler. Birbirlerine bu hususta temi­nat vererek bunu yazıyla kayda geçirdiler. Bu esnada görevden alınmış olan Sa´d, bu durumu Hz. Ömer´e bir mektupla bildirdi.Farslılarm ken­dilerine karşı birleşip, hücuma geçmek üzere olduklarını gidip kendisi de şifahen anlattı. Onların 150 000 savaşçı topladıklarını bildirdi Bu sı­rada Abdullah b. Abdullah b. Utban´m Kûfe´den göndermiş olduğu mek­tup Karib b. Zafer el-Abdî ile Hz. Ömer´e yetiştirildi. Mektupta Farslıla-nn toplandıklarım, Müslümanlara ve İslâm´a saldırmak üzere oldukla­rını ve bu hususta birbirlerini savaşa teşvik ettiklerim, bir an önce Fars-lılara saldırmanın faydalı olacağını, İslâm ülkesine karşı harekete ge­çilmesine engel olunmasını ifade ediyordu. Hz.Ömer mektubu getiren adama sordu:

- Senin adın nedir

- Karib´dir.

- Kimin oğlusun

- Zafer´in oğluyum.

Hz.Ömer, bunu hayra yorup şöyle dedi:

- Zafer Karip (yani zafer yakındır.)

Hz. Ömer, bunun üzerine insanların mescitte toplanmalarını ilan etti. İnsanlar gelip meşcidde toplandılar. Mescide ilk gelen kişi, Sa´d b. Ebi Vakkas oldu. Hz. Ömer, bunu da hayra yordu. Sonra minbere çıktı. Cemaata hitaben şöyle dedi: "İçinde bulunduğumuz bugün, sonrası de­vam edecek olan bir gündür. Ben benimle birlikte ve bana katılacak olanlarla oraya doğru gitmeyi arzuluyorum. Bu iki şehir arasında orta bir yerde konaklayıp -Allah, onlara fethi nasip edinceye kadar ve arzu ettiğim noktaya gelinceye kadar- onlara destek olmayı diliyorum." Bu­nun üzerine Hz. Osman, Hz. Ali, Talha, Zübeyr, Abdurrahman b. Avf ve görüş sahibi bazı adamlar kalktılar.Her biri güzel ve faydalı konuşma­lar yaptılar ve neticede Hz.Ömer´in Medine´den çıkmaması, bazı müfre­zeler göndermesi, onlara sadece talimat verip onlar için dua etmesi ge­rektiği üzerinde görüş birliğine vardılar.

Hz. Ali, yapmış olduğu konuşmada şöyle demişti: "Ey mü´minlerin emiri! Bu işte zafer veya mağlubiyet, asker çokluğu ya da azlığı ile değil­dir. Bu iş, Allah´ın güçlendirdiği ve meleklerle takviye ettiği ordusuyla ilerleyecektir. Bu mertebelere de ulaşmıştır. Biz, Allah´ın zafer vaadine muhatap olmuşuz. Ve Allah, vaadini gerçekleştirecek, askerlerine yar­dım edecektir. Ey mü´minlerin emiri! Sen boncukların geçirilmiş olduğu bir ipe benzersin. O boncukları toplayıp bir arada tutarırsm. Eğer o ip koparsa boncuklar dağılır, her biri bir tarafa gider. Sonra da bir araya getirilip toplanamazlar. Bu gün Araplar her ne kadar sayıca az iseler de İslâmiyet´le güçlendiklerinden çok gibidirler. Sen yerinde dur. Kûfeli-lere bu hususta mektup yaz. Onlar, Arapların önderleri ve reisleridir­ler. Üçte ikileri cepheye gitsin, üçte birleri de yerlerinde kalsınlar. Bas-rahlara da mektup yaz. Onlar da savaşan İslâm ordusuna takviyede bu­lunsunlar."

Hz. Osman ise yapmış olduğu konuşmada Hz. Ömer´e, Nihavend´de savaşacak olan İslâm ordusuna Yemen ve Şam-askerlerinden takviye gönderilmesi tavsiyesinde bulunmuştu. Ayrıca Basra ve Küfe arasında bir yerde beklemek istediği hususunda da Hz. Ömer´in görüşüne mu­vakkat etmişti. Ancak Hz. Ah, Hz Osman´ın bu hususta Hz. Ömer´e mu­vafakat etmesine karşı çıktı. Basra ve Küfe arasında bir yerde beklenil­mesini uygun bulmadı. Ayrıca Hz. Osman´ın Şamlılardan da Niha­vend´de savaşacak olan İslâm ordusuna takviye gönderilmesini uygun bulmadı. Zira Şamlılardan oraya asker gönderilmesi durumunda Şam´daki İslâm askerinin azalacağını hesapladı. Bu sebeple Bizanslı­ların, Şam´a saldırmasından kork tu. Yem enlilerden de Nihavend´deki İslâm ordusuna takviye gönderilmesini uygun görmedi. Çünkü Ye-men´den oraya asker gönderilmesi halinde Habeşlilerin, Yemen´e sal­dırmalarından endişe etti.

Hz.Ömer, Hz. Ali´nin bu görüşlerini beğendi ve takdirle karşıladı. Hz. Ömer, herhangi bir kimse ile istişare ettiği zaman Hz. Abbas´a da­nışmadan kesin kararım vermezdi. Sahabelerin bu konudaki görüşleri Hz.Ömer´in hoşuna gidince o, bu görüşleri Hz.Abbas´a anlattı. O da şöy­le dedi:

- Sakin ol, şu Farslılar üzerlerine inecek bir intikam için toplanmış bulunuyorlar.

Sonra Hz. Ömer:

- Bana bu savaşın komutasını üstlenecek bir adam gösterin. Ancak o adam Iraklı biri olsun, dedi.yanında bulunanlar da:

- Ey mü´minlerin emiri, sen ordunu ve askerlerini daha iyi tanırsın deyince o şöyle karşılık verdi:

- Vallahi yarın ben bu işe en layık olan birine bu görevi vereceğim.

- Ey mü´minlerin emiri, kimdir o adam

- Numan b. Mukrin´dir.

- Evet o, bu işe layıktır. Kesker valisi iken Numan b. Mukrin Hz. Ömer´e bir mektup göndererek kendisini bu valilikten alıp Nihavendli-lerle savaşmakla görevlendirmesi dileğinde bulunmuştu. Hz. Ömer de bu isteğine uyup onu Nihavend cephesinde savaşacak olan İslâm ordu­suna komutan yaptı. Bundan sonra Hz. Ömer, Hüzeyfe´ye mektup gön­dererek yanındaki askerlerin bir kısmıyla birlikte Kûfe´den hareket edip Nihavend´e gitmesini emretti. Ebu Musa´ya da mektup göndererek yanındaki askerlerin bir kısmıyla birlikte Nihavend´e gitmesini, ayrıca Basra´da bulunan Numan´a da mektup yazarak yanındaki askerlerle birlikte kalkıp Nihavend´e gitmesini emretti. Hz. Ömer, ordunun top­lanması durumunda başkomutanın Numan b. Mukrin olacağını, diğer komutanların kendi askerlerine komuta edeceklerini, Numan b. Muk­rin şehid edildiği takdirde başkomutanlığa Hüzeyfe b. Yeman´m geçece­ğini, Hüzeyfe´nin şehid edilmesi durumunda yerine Cerir b. Abdullah´ın geçeceğini, Cerir´in şehid edilmesi durumunda yerine Kays b. Mek-şuh´un geçeceğini, Kays´ın şehid edilmesi durumunda yerine falan ada­mın geçeceğini bildirmiş, hülasa yedi kişinin adını vermişti ki araların­da Muğire b. Şube de vardı. Bir rivayete göre Muğire b. Şube´nin adın­dan bahsedilmemiştir. Doğrusunu Allah bilir.

Hz. Ömer´in Numan´a gönderdiği mektubun metni şuydu:

´´Rahman ve Rahim olan Allah´ın adıyla. Allah´ın kulu ve mü´minle­rin emiri Ömer´den Numan b. Mukrin´e. Sana selam olsun. Ben kendi­sinden başka ilah bulunmayan Allah´a hamd ederim. Aldığım habere göre birçok Acem askeri size karşı Nihavend şehrinde toplanmış ve cep-. he oluşturmuş bulunuyorlar. Şu mektubum sana ulaştığında Allah´ın emri, yardımı ve zaferiyle beraberinde ki Müslümanlarla birlikte oraya git. Askerlerini sert yollardan götürme ki kendilerine eziyet etmeyesin. Haklarından onları mahrum bırakma ki, onları küfre şevketmeyesin. Onları sık ağaçlıklı yerlerden de götürme. Çünkü Müslüman bir kişi, benim nazarımda 100 000 dinardan daha kıymetli ve sevimlidir. Sana selam olsun. Mah´a varıncaya kadar bu yoldan git. Ben sana katılmaları ve yardımcı olmaları için Küfelilere de mektup yazdım. Askerlerini top­ladığın zaman Firuzan´m ve topladığı Acem askerlerinin üzerlerine git. Lâ havle velâ kuvvete illa billah sözünü çokça söyleyerek Allah´tan yar­dım dileyin."

Hz. Ömer, Küfe valisi Abdulllah b. Abdullah´a da mektup gönderek Nihavend´te savaşacak olan İslâm ordusuna asker göndererek yardım­cı olmasını, oraya gönderilecek olan askeri birliğe Hüzeyfe b. Yeman´m komuta etmesini, oraya varınca da komutayı Numan b. Mukrin´e Hü­zeyfe´nin devretmesini, savaşta Numan´m öldürülmesi durumunda başkomutanlığa Hüzeyfe´nin geçmesini, onun da öldürülmesi duru­munda Nuaym b. Mukrin´in başkomutanlığa geçmesini emretti.Gani­metleri taksim işine de Saib b. Akra´yı tayin etti.

Hüzeyfe, büyük bir orduyla Nuaym b. Mukrin´in yanma gitti ki, Man kasabasında onunla karşılaşsın. Irak komutanlarından bir toplu­luk refakatindeki ordusuyla birlikte Hüzeyfe de harekete geçti, her ka­sabada yeterince savaşçıyı yedek olarak bıraktı, her tarafa bekçiler ve nöbetçiler dikti. Büyük bir ihtiyatî tedbir aldılar. Sonra sözleşilen yerde Numan b. Mukrin´in yanma ordusuyla geldi. Hüzeyfe b. Yeman, Hz. Ömer´in mektubunu Numan´a verdi. Hz. Ömer, mektubunda ne yapma­sı gerektiğini Numan´a emrediyordu.

Seyf b. Ömer et-Temimf nin ŞaT^f den rivayet ettiğine göre böylece Müslümanların 30 000 savaşçıdan teşekkül eden ordusu bir araya gel­miş oldu. Ordunun içinde sahabelerin önde gelen şahsiyetleri, Arapla­rın reisleri ve çok sayıda insan bulunuyor du ki, bunlardan bazıları şun­lardı: Abdullah b. Ömer Cerir b. Abdullah el-Becelî, Hüzeyfe b. Yeman, Muğire b. Şube, Amr b. Madikerib ez-Zebidi, Tüleyha b. Huveylid el-Esedî ve Kays b. Mekşuh el-Muradî.

Ordu, Nihavend doğru yola çıktığında bakomutan Numan b. Muk­rin, keşifçi olarak Tüleyha^ Amr b. madikerib ez-Zebidi ve Amr b. Ebi Se-leme´yi Öne çıkardı. Bu Amr b. Ebi Seleme´ye Amr b. Sebî de denirdi. Ke­şifçiler, düşmanın durumunu ve ne yapmakta olduklarını anlamak için önden gönderildiler. Bir gün bir gece yol gittiler. Sonra Amr b. Sebi ordu­gaha döndü. Kendisine:

- Niçin geri döndün dîye sorulunca şöyle cevap verdi:

- Ben, Acem diyarında olmak istemem. Çünkü orası cahilini öldür­müş, âlimi de mahvetmiş bir ülkedir.

Sonra Amr b. Madikerib de ordugaha dönüp şöyle dedi: "Yolda hiç kimseyi göremedik. Yolumuzun kesilmesinden korktuk." Tüleyha ise yoluna devam etmiş, arkadaşlarının geri dönüşlerine aldırmayıp, yir-mibir fersah giderek Nihavend´e varmıştı. Acemlerin arasına katılmış, onların haberlerini alıp durumlarını istediği şekilde öğrenmiş, daha sonra başkomutan Numan´m yanına dönerek onu bu durumlardan ha­berdar etmişti. Kendisi ile Nihavend arasında hoşlanmadığı birşey bu­lunmadığını ve hiçbir engelle karşılaşmayacağını anlatmıştı.

Bunun üzerine Numan orduyu tabiye edip düzene koydu. Öncülerin başına Nuaym b. Mukrin´i, sağ ve sol kanatlara Hüzeyfe ile Süveyd b. Mukrin´i, kılıçlıların başına Ka´ka´ b. Amr´ı ve artçıların başına da Mü-caşi b, Mesud´u komutan yaptı. Yola çıkıp Fars askerlerinden oluşan cephenin karşısına vardılar. Fars ordusunun başında Firuzan vardı. Orada Kadisiye savaşından kaçmış veya o savaşa katılmamış olan as­kerler de vardı. Iran ordusu, 150 000 askerden teşekkül etmişti, iki ta­raf karşı karşıya gelince Numan tekbir getirdi. Müslümanlar da onunla birlikte üç tekbir getirdiler. Bu tekbir sadalan karşısında Acemler, sar­sıntı geçirip şiddetli bir korkuya kapıldılar. Sonra ayakta duran Nu­man, askerlerin yüklerini indirmelerini emretti. Onlar da yüklerini in­dirip ağırlıklarını bıraktılar. Çadırlarını kurmaya başladılar. Numan b. Mukrin için büyük bir otağ kuruldu. Eşraftan ondört kişi için çadır kuruldu. Kendileri için özel çadır kurulan zatlar şunlardı: Hüzeyfe b. Yeman, Utbe b. Amr, Muğire b. Şube, Besir b. Hasasiye, Hanzale el-Ka-tip, Ibn Hevber, Rib´i b. Amir, Amir b. Matar, Cerir b. Abdullah el-Himyerî, Cerir b. Abdullah el-Becelî, Ak´ra´ b. Abdullah el-Himyer Eş´as b. Kays el-Kindî, Said b. Kays el-Hemedanî, Vail b. Hicr. Numan b. Mukrin´in çadırı kadar büyük bir çadır Irak´ta görülmemişti.

Askerler yüklerini ve ağırlıklarını indirince başkomutan Numan, hemen savaşmaya başlamalarım emretti. Günlerden çarşamba günüy­dü. Çarşamba ve perşembe günleri şiddetli bir şekilde savaştılar. Cuma günü olunca Farshlar, kalelerine doğru çekildiler. Müslümanlar onları kuşattılar. Uzun bir süre onları kuşatma altında tuttular. Acemler, di­ledikleri zaman kaleden çıkıyor, tekrar diledikleri zaman da kaleye dö­nüyorlardı.

Farsların komutanı konuşmak için Müslümanlardan bir adam gön­derilmesini istedi. Muğire b. Şube, onun yanına gitti. Muğire, Fars ko­mutanının giysilerinin ve meclisinin azametini, onun Arapları küçüm­seyip tahkir ettiğine dair sözlerle kendisine hitap ettiğini, Arapların uzun zaman aç kaldıklarını, yurtlarının küçük olduğunu, kıymetsiz kimseler olduklarını söylediğini anlatmış ve Fars komutanının kendisi­ne şöyle hitap ettiğini nakletmişti:

- Çevremdeki şu komutanlarımın size ok yağmuru yağdırmalarına engel olacak hiçbirşey yoktur. Ancak onlar sizin leşlerinize tükürmek dahi istemediklerinden ötürü şimdilik size saldırmıyorlar. Eğer çekip giderseniz sizi kendi halinize bırakınız. Aksi takdirde sizi mezarlarınız­da ziyaret ederiz.

Muğire b. Şube diyor ki: Ben de şahadet getirip Allah´a hamd ettim ve ona şöyle cevap verdim:

- Biz, senin anlattığından daha kötü bir haldeydik Nihayet Cenâb-ı Allah, peygamberini bize gönderdi, o da dünyada bize zafer sözü vedi. Ahirette de hayırla karşılaşacağımızı vaad etti. Biz de Rasûlullah´m bi­ze peygamber olarak gelmesinden bu yana Rabbimizden hep yardım görüyoruz ve ülkenize de gelmiş bulunuyoruz. Sizi ülkenizde mağlub et­medikçe, elinizde bulunanları almadıkça veya sizi topraklarınızda öl-dürmedîkçe, o bahtsızlığa asla geri dönmeyeceğiz. Bunun üzerine Fars komutanı:

- Vallahi kör bu hususta kendi nefsiyle ilgili olarak sizi doğrula­mıştır.

Müslümanların kuşatmaları uzun sürünce Numan b. Mukrin, or­dudaki görüş sahibi kimseleri topladı. Bu hususta onlarla müşavere yaptı. Müşriklerle aynı platformda karşı karşıya gelinceye kadar ne gibi bir yol izleyeceklerini sordu. Toplantıda bulunanların en yaşlısı olan Amr b. Ebi Seleme ilk sözü alıp şöyle dedi:

- Onların bu durumda bulunmaları, Müslümanların onlardan is­tediği şeyden kendileri için daha zararlıdır ve bu Müslümanlar için de daha kalıcıdır.

Toplantıda bulunanların tamamı, onun bu görüşünü reddedip şöyle dediler:

- Biz, dinimizin güçleneceğine, Allah´ın bize va´d ettiği şeyin ger­çekleşeceğine kesin olarak inanıyoruz.

Amr b. Madikerib, söz alıp şöyle dedi: ´

- Ey komutan, düşmana saldır. Onlara hücumunu çoğalt ve onlar­dan asla korkma.

Fakat Müslümanlar onun da görüşünü red ederek şöyle demişlerdi:

- Biz şu anda duvarlardan başka neyle çarpışıp duracağız Karşı­mızda şu duvarlardan başka birşey var mı Duvarlar, bize karşı onlara yardım ediyorlar.

Tüleyha el-Esedî de söz alıp şöyle dedi:

- Arkadaşlarımın ikisi de isabetli görüş ileri sürmediler. Bence düşmana bir grup süvari gönderelim. Onlarla savaşa dursunlar. îyice savaşa tutuştukları anda bizimkiler yenilmiş gibi görünerek aniden bi­ze doğru kaçmaya başlasınlar. Biz düşman yanımıza gelinceye kadar onları durdurmayalım. Bizi bu şekilde görünce onlar üzerimize saldıra­cak ve yerlerinden çıkmış olacaklardır. İşte o zaman biz onlarla, Allah bize hükmünü verinceye kadar çarpışıp dururuz. Orada bulunanlar bu görüşü isabetli buldular.

Numan, kılıçlıların üzerine Ka´ka b. Amr´ı komutan yaptı. Onların şehire gidip halkı yalnız başlarına kuşatmalarım ve halkın kendilerine hücum etmesi durumunda İslâm ordusuna doğru kaçmalarını emretti. Ka´ka, bu emri yerine getirdi. Düşman askerleri kaleden çıkıp bunların üzerine gelince Ka´ka ve beraberindekiler gerisin geri kaçmaya başladı­lar. Acemler bunu fırsat bildiler. Tıpkı Tüleyha´nm düşündüğü gibi Acemler, kaleden çıkıp bu küçücük birliğe saldırdılar ve "hey hey" diye bağırarak tümden kaleden dışarı çıktılar. Kalede kapıcılardan başka kimse kalmamıştı. Hepsi îslâm ordusunun yanma yaklaştılar. Numan b. Mukrin de o esnada askerleri tabiye etmekle meşguldü. Günlerden de cuma günü olup vakit sabahtı. Müslümanlar, Acemlerle çarpışmaya yo-neldilerse de Numan zeval vaktine ve rüzgarların esmesine kadar bek­lemelerini emretti ki, Allah´ın zaferi üzerlerine insin. Nitekim Rasûlullah (s.a.v.) da böyle yapardı. Ancak askerler düşmana saldır­mak için Numan´a ısrar ettiler. Fakat Numan, direnen bir kimse oldu­ğundan onların ısrarlarına aldırış etmedi. Zeval vakti yaklaşınca Müs­lümanlara namaz kıldırdı. Sonra kısa boylu ve rengi siyahla kırmızı arasında olan bir katıra bindi. Her askeri birliğin sancağının yanına ge­lip durdu ve onları sabırlı ve sebatlı olmaya teşvik etti. Safların önünde durdu. Üç defa tekbir getireceğini; birinci tekbirde herkesin saldırıya hazırlanmasını, ikinci tekbir de hazırlıkların tamamlanmasını, üçüncü tekbirde de hep birlikte saldırıya geçilmesini söyleyerek yerine döndü. Farslılar da büyük bir tabiye yapmışlar ve korkunç bir şekilde as­kerlerini saf halinde dizmişlerdi. Daha önce misli görülmemiş derecede teçhizatları ve çok sayıda askerleri vardı. Cepheden kaçmalarına ve başka yerlere çekilmelerine imkan verilmesin diye askerlerinin bir kıs­mı birbirine bağlanmış, bir kısmının da sırtlarına ağır demir halkalar ve zincirler vurulmuştu.

Numan b. Mukrin, ilk tekbiri alınca bayrağını salladı. Bütün asker­ler saldırı için gerekli hazırlıkları yapmaya başladılar. İkinci tekbiri alıp bayrağı sallayınca yine hazırlıklarını sürdürdürerek tamamladı­lar. Üçüncü tekbiri alınca kendisi düşmana saldırdı. Arkasındaki as- _ kerler de müşriklere saldırdılar. Numan´m bayrağı Farslılar üzerinde kartalın av üzerinde sallanışı gibi sallanıyordu. Daha önceki savaşlar da benzeri görülmemiş ve duyulmamış bir şekilde şiddetlice savaştılar. Zeval vaktinden karanlığın bastırmasına kadar müşriklerden o kadar çok adam öldürüldü, Sanki yeryüzü kanla örtüldü. Hatta denilir ki, Nu­man b. Mukrin´in atı savaş alanım kaplayan kandan ötürü kaymış, ken­disi yere düşmüş; o esnada bir ok gelip böğrüne saplamış ve bu yüzden Ölmüştü. Kardeşi Süveyd´den (veya Nuaym´dan) başka hiçbir kimse onun ölümünden haberdar olmamıştı. Denildiğine göre kardeşi, elbise­sini onun cenazesinin üzerine örterek ölümünü askerlerden gizlemiş ve bayrağı Hüzeyfe b. Yeman´a vermişti. Hüzeyfe de kardeşi Nuaym´ı yeri­ne koymuş ve savaşı bitirinceye kadar ölümünün kimseye duyurulma-masını emretmişti ki, askerler hezimete uğramasmlar.

Gece karanlığı bastırınca müşrikler hezimete uğrayıp kaçtılar. Müslümanlar da onları kovalamaya başladı. Kafirler kaçmamaları için askerlerinden 30 000 kişiyi zincire vurmuş ve çevrelerine hendekler kazmışlardı. Hezimete uğradıklarında onlardan 100 000´e yakın asker­leri kazılan hendeklere ve o vadilere düştüler. 100 000 kadar veya daha fazla sayıda adamları da öldü. Cephede öldürülenler, bu sayının dışın­dadır. Kaçanlar dışında hepsi öldürüldüler. Komutanları Firuzanda sa­vaşta yaralanmış sonra kaçıp kurtulmuştu. Hezimeteuğrayanbu komu­tanın peşine Nuaym b. Mukrin düşmüştü. Sonra Ka´ka´yı öne çıkararak Firuzan´ı yakalamak için yola çıkardı. Firuzan´da Hemedan´a yönelmiş­ti. Ka´ka da peşine düştü. Hemedan tepesi yanında onu yakaladı. Heme-dan´dan çok sayıda bal taşıyan katır ve merkep geliyordu. Firuzan, bu ka­labalıktan ötürü Hemedan´a çıkamadı. Bineğinden indi. Dağa tırman­maya başladı. Ka´ka ardına düşüp aıu yakaladı ve Öldürdü. O gün Müs­lümanlar şöyle dediler:" Doğrusu Allah´ın baldan askerleri vardır." sonra o balları ve taşıyan binekleri ganimet edindiler. Olayın cereyan ettiği He­medan tepesine bal tepesi dediler. Daha sonra Ka´ka, kaçan düşman as­kerlerini Hemedan´a kadar kovaladı. Hemedan´a girişlerinden sonra orayı ve çevresini kuşatma altına aldı. Hemedan valisi Hüsrev Şanum kaleden inip Ka´ka ile barış antlaşması yaptı. Ka´ka da bunun üzerine be­raberindeki Müslümanlarla birlikte Hüzeyfe´nin yanına döndü.

Onlar, bu savaştan sonra zor kullanarak Nihavend´e girdiler. Yağ­ma edilen ganimetleri toplayıp ganimetlerden sorumlu Saib b. Akra´ya teslim ettiler. Mahlılar, Hemedanlılarm durumundan haberdar olunca Hüzeyfe´ye heyet göndererek ondan eman aldılar. Mecusilerin ateş sa­hibi Herend gelip Hüzeyfe´den eman diledi ve Kisra tarafından kendisi­ne emanet olarak verilmiş olupta zamanın musibetlerine karşı kullanıl­mak üzere sakladığı birşeyi Müslümanlara vereceğini söyledi. Hüzeyfe de ona eman verdi. Adam iki sepet dolusu kıymetli mücevher getirmişti. Ancak Müslümanlar, onunla ilgilenmediler, mücevherleri özel olarak Hz. Ömer´e gönderme hususunda görüş birliği ettiler. Ganimetlerin beşte birine ekleyerek bu mücevherleri Saib b. Akra´ ile birlikte Hz. Ömer´e yolladılar. Ancak Saib b. Akra, bu mücevherleri fetih müjdesin­den önce Hz. Ömer´e ulaşsın diye Tarif b. Sehm´le birlikte ona gönderdi. Bundan sonra Hüzeyfe, ganimetlerin kalan beşte dörtlük kısmını mü­cahitlere dağıttı. Takviye için gelmiş olan kimselere ise sehimlerden az olarak bir miktar ganimet verdi. Müslümanları arka taraftan koruma altına alan ihtiyat askerlerini ve onlara yardıma olan ve onlara mensub olan kimseleri de ganimet payından faydalandırdı. Mü´minlerin emiri ise o cephedeki Müslümanlar için mukarreb kimselerin duası gibi gece ve gündüz Allah´a dua ediyordu. Tıpkı darda ve sıkıntıda kalmış kimse­lerin yakarışı gibi yalvarıp yakarıyordu. Bu cephedeki askerlerin habe­ri Hz. Ömer´e gitmemiş ve haberler gecikmişti. O esnada Medine dışın­da bulunan bir Müslüman, karşı taraftan gelmekte olan bir süvariyi görmüş, ona nereden geldiğini sormuş, o da Nihavend´den geldiğini söy­leyince Nihavend´teki Müslüman savaşçıların durumun ne olduğunu sormuş, o da şöyle vermişti:

- Allah onlara fetih nasip etti. Komutanları öldürüldü. Müslüman­lar büyük miktarda ganimet elde ettiler. Süvariler 6000´er piyadeler de 2000´er dirhemlik ganimet elde ettiler. Sonra o süvari geçip gitti. Onun­la konuşmuş olan adam da Medine´ye geldi. Durumu insanlara haber verdi. Bu haber yayıldı. Emirü´l mü´minin Hz. Ömer de bunu duydu. O adamı çağırdı ve bunları kimin kendisine haber verdiğini söyledi. Bu­nun üzerine Hz. Ömer şöyle dedi: "Sözünü ettiğin adam yanıma uğra­madı. O cinlerdendir. Cinlerin yanma gidiyor. Adı Useym´dir." Bundan birkaç gün sonra Tarif, Medine´ye fetih müjdesini.getirdi. Fetih müjde­sinden başka birşey getirmiş değildi. Hz. Ömer, ona Numan b. Mukrin´i kimin öldürdüğünü sordu, ancak onun bu hususta bir bilgisi yoktu. Ni­hayet ganimetlerin beşte birlik payını getirenler Medine´ye geldiler ve cephede cereyan eden hadiseleri açık ve net bir şekilde Hz. Ömer´e an­lattılar. Sonra o cinin, Nihavend cephesindeki savaşta hazır bulunduğu anlaşılmıştı. O, uyarıcı olarak acele kavmine döndü.

Hz. Ömer, Numan b. Mukrin´in ölümünü duyunca ağladı. Ve Sa-ib´den cephede öldürülen Müslümanların adlarım sordu, o da: "Falan, falan ve falan" diye cevap verdi. Müslümanların önde gelen şahsiyetle­rinin adlarını verdi. Daha sonra emirü´l-mü´minin adlarını bilmediği ve tanımadığı bazı kimselerin adlarım da verdi. Hz. Ömer, ağlamaya baş­ladı ve şöyle dedi: "Emirü´l-mü´minin onları tanımaması, onlara ne za­rar verir Ancak Allah, onları tanıyor ve onlara şehidlik ikramında bu­lunuyordu. Ömer´in onları tanımasını onlar ne yapsınlar." Böyle dedik­ten sonra normal şekliyle ganimetlerin beşte birinin de taksim edilme­sini emretti. İki sepet dolusu mücevher ise, Hz. Ömer´in evine götürül­dü. Elçiler geri döndüler. Sabah olunca Hz. Ömer, onları aradı, ama bu­lamadı. Peşlerine ulak gönderdi. Ulak ancak Kûfe´de onlara yetişebildi. Saib b. Akra dedi ki: "Kûfe´ye varıp da devemi indirdiğim zaman emi-rü´1-mü´mininin ulağı da devesini devemin ardısıra ıhdırdı. Ve bana:

- Emirü´l-müminin davetine icabet et. Seni çağırıyor, dedi. Ben de:

- Niçin diye sorunca: Bilemem, dedi.

Ve gerisin geri Medine´ye gitmek üzere yola çıktık. Nihayet Medi­ne´ye Hz. Ömer´in huzuruna vardığımda o bana şöyle dedi:

- Ey Saib´in anasının oğlu, benimle senin aranda ne var Hayır, Sa-ib´in anasının oğlu ile benim aramda ne var

- Ey mü´minlerin emiri, bu ne demek oluyor

- Yazıklar olsun sana. Allah´a yemin ederim ki, senin Medine´den çıkıp Küfe yoluna koyulduğun gece ben uykuya dalar dalmaz Allah´ın melekleri gelip beni yatağımdan sürüyerek o iki mücevher sepetinin ya­nma götürdüler. Baktım ki, ikisi yanıp tutuşuyor. Bana:

- Seni bu ateşle dağlayacağız, dediler. Şimdi ben bunları Müslü­manlara taksim edeceğimi söylüyorum. Bunları alıp götür. Mutlaka bunları sat ve paralanm Müslümanlara verilen ulufe ve erzaka kat. On­lar, bana hediye edilen bu mücevherlerden habersizdirler. Sen de onlar­la beraber olduğun halde bundan habersizdin.

Saib diyor ki: "Ben o iki sepet dolusu mücevheri alıp Küfe mescidine götürdüm. Tüccarlar etrafımı çevirdiler, o mücevherleri 2 000 000´a Amr b. Hureys el-Mahzumî benden satın aldı. Sonra onları alıp Acemis-tan´a götürdü. Orada 4 000 000´a sattı. Ondan sonra Kûfeliler, çok mal sahibi oldular."

Seyf b. Ömer dedi ki: Saib b. Akra, o mücevherlerin parasını müca­hitlere paylaştırdı. Her süvariye 4000 dirhem para düştü.

ŞaTrî dedi ki: Her süvariye toplam ganimetten 6000´er, her piyadeye de 2000´er dirhem pay düştü. Ganimetten yararlanan Müslümanların sayısı ise 30 000 idi.

Nihavend, hicretin ondokuzuncu senesinin başlarında ve Hz. Ömer´in halifeliğinin yedinci senesinde fethedildi. Nihavend esirleri Medine´ye getirildiği zaman Muğire b. Şube´nin kölesi Firuz (Ebu Lülü) esirlerden küçük birini görünce mutlaka başını sıvazlayıp ağlar ve: "Ömer, benim ciğerimi yedi" derdi. Ebu Lü´lü, aslında Nihavendli idi. Bizanslılar, Farshlarla yaptıkları savaşta onu esir almışlardı. Daha sonra Müslümanlara esir düşmüş ve esir alındığı yere nisbet edilmişti. Yani Farslı sayılmıştı. Anlatıldığına göre Nihavend savaşından sonra Acemler, artık bellerim doğrultamadılar. Hz. Ömer, o savaşta yararlılık gösteren mücahitleri onurlandırmak ve şanlarını yüceltmek için herbi-rini 2000´er dirhemle mükafatlandırdı.

Hicretin yirminci senesinde Müslümanlar Nihavend şehrinden sonra İsfahan´ı da fethettiler. Büyük bir savaştan ve çok uzun süren ha­diselerden sonra İsfahan´ın fethi gerçekleşmiş, Müslümanlar barış ant­laşması yapmışlardı. Abdullah b. Abdullah, îsfahanlılara eman ve barış mektubu yazmıştı. İsfahanlılardan otuz kişi Kirman´a kaçmış ve Müs­lümanlarla yapılan barış antlaşmasına katılmamışlardı. Başka bir ri­vayette anlatıldığına göre İsfahan´ı Numan b. Mukrin fethetmiş ve ora­da Öldürülmüştür. Bu savaşta Mecusilerin komutanı Kaşlı, atından dü­şüp karnı yırtılmış ve ölmüştü. Bu yüzden adamları yenilgiye uğrayıp dağılmışlardı. Sahih rivayete göre İsfahan´ı Küfe valisi Abdullah b. Ab­dullah b. Utban fethetmiştir. Yine bu senede Ebu Musa, Kum ve Kaşan şehirlerini fethetmiştir. Süneyi b. Adiy de Kirman şehrini fethetmiştir.

îbn Cerir, Vakidfden naklen şöyle der: Amr b. As, beraberindeki as­kerlerle Trablus´a gitti (Orası Berka şehridir.). Orayı, her sene Müslü­manlara 13 000 dinar ödemeleri şartıyla sulhen fethetti. Yine hicretin yirminci senesinde Amr b. As, Ukbe b. Nafi el-Fihrî´yi Züveyle ´ye gönderdi. Ukbe orayı sulhen fethetti. Böylece Berka ile Züveyle arasındaki yerler Müslümanların eline geçmiş oldu.

Bu senede Hz. Ömer, Ammar b. Yasir´i, Ziyad b. Hanzale yerine Kûfe´ye vali tayin etti. Abdullah b. Mesud´u da Beytü´l-malın başına ge­tirdi. Kûfeliler, Ammar´dan şikayetçi olunca Ammar valilikten istifa et­ti. Hz. Ömer de onun istifasını kabul etti ve Kûfe´ye Cübeyr b. Mut´im´i vali olarak tayin ederek kendisine "Seni Kûfe´ye vali olarak tayin ettiği­mi hiç kimseye bildirme." dedi. Ancak bu tayinden haberdar olan Muği-re b. Şube, Hz. Ömer´in Cübeyr b. Mut´im ile bir araya geldiklerini de öğ­renince hammını Cübeyr´in hanımına göndermiş ve yanında yol azığı olarakjrötürmek üzere Cübeyr´in hanımına azıklar hazırlamasını ve gö­türmesini söylemişti. Muğire b. Şube´nin hanımı da gereken hazırlığı yapıp Cübeyr b. Mut´im´in hanımına götürmüştü. Bunu gören Cü­beyr´in hanımı: "Evet, teşekkür ederim. Bu yemeği getirmekle iyi yap­tın." demişti, Muğire b. Şube bu tayinin kesin olduğunu öğrenince Hz.Ömer´in yanma varıp ona: ´Tapmış olduğun tayini Allah mübarek etsin." demiş ve ona bu tayinden haberdar olduğunu söylemişti. Bunun üzerine Hz. Ömer, Cübeyr´in bu tayinini durdurup yerine Muğire b. Şu-be´yi Küfe valiliğine getirdi. Muğire b. Şube, Hz. Ömer vefat edinceye kadar bu görevde kaldı. Allah onlardan razı olsun.

Bu senede Hz. Ömer Müslümanlara haccettirdi ve Medine´de yerine Zeyd b. Sabit´i bıraktı. Vilayetler deki valileri -Küfe valisi dışında- hep önceki senede atanmış olan valilerdi.

Vakidî dedi ki: Bu senede Halid b. Velid, Humus ta vefat etti. Ve Hz. Ömer´e vasiyette bulundu. Başkaları onun hicri yirmiüçüncü senede vefat ettiğini söylemişlerdir. Medine´de vefat ettiğine dair bir kavil de vardır. Ama esah olan, onun Humus´ta vefat etmiş olduğuna dair nakle­dilen rivayettir.

Başkası dedi ki: Hicri yirminci senede Alâ b. Hadremî vefat etti. Hz. Ömer, onun yerine Ebu Hüreyre´yi tayin etti. Önceki sayfalarda da an­latıldığı gibi Alâ b. Hadremî´nin bu seneden önce vefat ettiğine kair bir kavil de vardır. Doğrusunu Allah bilir. Vakidf den nakilde bulunan Ibn Cerir dedi ki: Bu senede Dımışk vahşi Umeyr b. Said idi. Bu zat, aynı za­manda Humus, Havran, Kinnesrin ve Cezire´nin yönetiminden de so­rumluydu. Muaviye de Belka, Ürdün, Filistin,Sevahil, Antakya ve diğer yerlerin yönetiminden sorumluydu. [7]



Hicrî Yirmibirînci Senede Vefat Eden Şahsiyetler

Halide. Velid


Bu zatın soy kütüğü şöyledir: Halid b. Velid b. Muğire b. Abdullah b.

Ömer b. Mahzum el-Kureşi Ebu Süleyman el-Mahzumî. Allah´ın kılıcı anlamına gelen "Seyfullah" lakabıyla tanınırdı. Meşhur bahadırlar­dandı. Ne cahiliye döneminde ne de İslâmiyet döneminde mağlub edil-memişti. Anasının adı Esma binti Haris´tir. Anası, Lübabe binti Ha-ris´in ve Meymune binti Haris´in kardeşidir. Bilindiği gibi Meymune, mü´minlerin annesi, yani Rasûlulah´m zevcesiydi.

Vakidî dedi ki: Halid, hicri sekizinci senenin safer ayının ilk günün­de Müslüman oldu. Mu´te savaşma katıldı. Atanma olmaksızın komu­tanlık onun uhdesine geçti. O gün misli görülmemiş bir şekilde şiddetli­ce savaştı. Elinde dokuz kılıç parçalandı. Elinde sadece bir yemani pala kaldı. Rasûlullah (s.a.v.), onun hakkında şöyle buyurdu:

"Zeyd, bayrağı aldı ama o vuruldu. Sonra bayrağı Cafer aldı. O da vuruldu. Sonra Abdullah b. Revaha aldı. O da vuruldu. Sonra bayrağı Allah´ın kılıçlarından bir kılıç aldı. Ve Allah onun elleriyle fethi müyes­ser kıldı." Rivayet olunduğuna göre Yermük savaşında Halid´in başlığı düşmüş, savaş esnasında başlığını aramaya başlayınca kendisini ayıp-lamışlardı. O da şöyle demişti:" Bu başlığın içinde Rasûlullah (s.a.v.)´m perçeminden bir tüy vardır. Bu tüy hangi savaşta yanımda olmuşsa mutlaka o sayede muzaffer olmuşumdur."

Ahmed b. Hanbel´in Müsned´inde Vahşi b. Harb´ten rivayet olundu­ğuna göre Ebu Bekir es-Sıddık, mürtedlerle savaşması için Halid b. Ve-lid´i komutan olarak atadığı zaman şöyle demişti: «Rasûlullah´m şöyle buyurduğunu işittim: "Halid b. Velid, Allah´ın ne güzel bir kulu ve aşiret kardeşidir. Halid b. Velid, Allah´ın kafirlere ve münafıklara çektiği kı­lıçlarından bir kılıçtır.»

İmam Ahmed b. Hanbel, Abdülmelikb. Umeyr´in şöyle dediğini ri­vayet etmiştir:

"Ömer b. Hattab, Ebu Ubeyde´yi Şam´a komutan yaptı. Halid b. Ve-lid´i ise oradaki komutanlık görevinden azletti. Bunun üzerine Halid Şamlılara şöyle dedi: "Size bu ümmetin emin kişisi gönderildi. Zira Rasûlulllah (s.a.v.)´ın: "Bu ümmetin emini Ebu Ubeyde b. Cerrah´tır." dediğini işttim. Öte yandan Ebu Ubeyde de şöyle dedi: Rasûlullah (s.a.v.)´ın "Halid, Allah´ın kılıçlarından bir kılıçtır. O ne güzel aşiret gen­cidir." dediğini işittim. Sahih bir hadiste de şöyle denilmiştir:" Halid´e gelince siz Halid´e haksızlık edeceksiniz. Oysa ki o, zırhlarını ve gücünü Allah yoluna vakfetmiştir."

Halid b. Velid, M