Konu Başlığı: Sünnîdir Gönderen: Ekvan üzerinde 06 Temmuz 2011, 17:52:19 Sünnîdir Muhâsibî okulu başlangıçtan itibaren kurtuluş yolunu; Kitap ve Sünneti, Selef-i salihini ve şer'î nassların zahiri anlamlarını izlemekte aramış ve aradığını Allah'a takva ile bağlılık, farz olan yükümlülükleri ifa, helaller, haramlar ve şer'î hadlerde takva ölçülerine riayet, içten ve samimi duygularla Allah'a ibadet ve Hz. Peygamber'i (s.a) örnek almakta bulmuştu. [251] Muhâsibî tassavvufî keşf ve vuslat için bile tek çıkar yolun şeriate bağlılık olduğu kanaatindedir: Gönlünün açılmasını ve imanın gönlüne erişmesini isteyen ve vuslat için vesile arayan kimse; Kitap ve Sünnetin belirlediği, hidayet ehline mensup imamlarımızın benimsediği sınırlan gözetmeli ve akıl sahiplerinin izlediği yönteme göre hareket etmelidir.[252] O, cehalet dehlizinden iman aydınlığına çıkmak ve şüphe işkencesinden kurtulup yakîni bilgiye erişmek isteyenin Allah'ın kitabından feyz alması gerektiğini düşünüyordu: Çünkü Allah Teala: Allah iman edenlerin dostudur. Onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır [253]buyurmaktadır. Sadece Allah'ın lütfü ile düşünen kimseler bunun ayrımına varabilir ve bunu isteyebilirler; onlar, şer'î hükümlerin zahiri anlamları ile amel eder ve şüpheden arınırlar. Hz. Peygamber (s.a): Helal de haram da apaçık ve bellidir; bu ikisi arasında şüpheli olan şeyler vardır. [254] buyurmaktadır. Tedbiri bırak ve aklını Allah (c) için kullan, takdir olunanlann (kaderde olanların) gerçekleşmesi karşısında Allah'tan yardım iste.[255] Haris, zühd eğilimlerinde bir takım aşırılıkları bulunan Abdük ve İbn-i Yezid'i şeriate aykırı davrandıkları düşüncesi ile kınamış ve hulul iddiasında bulunan Ebu Hamza'yı da boğazlamakla tehdit etmiştir. O, iç yaşantıdaki sağlık belirtilerinden birinin de nefisle cihad, Sünnet [256] ve zahiri yaşantı ile uyum olduğunu düşünerek el-Mekasib, el-Mesail ve er-Riaye isimli eserlerini bu amaçla kaleme almıştır. Muhasibi tasavvufi hassasiyetlerle meczettiğî fıkhî bir bakış açısı ile; Allah eri olan erkek, kadın ve hikmet ehlinin çevrelerindeki insanlardan farklı olan konum ve tutumlarını, sosyal etkinlikleri ile şer'î takva ölçüleri arasındaki ahengi ele almıştır. el-Mesail fî A'mali'i-Kulub ve'l-Cevarih isimli eserinde ise kalplerin amelleri ile uzuvların amelleri arasında ayrım yapmıştır. Haris, söz ve eylemlerin dışa dönük (zahirî) yönlerini ölçülüp tartılabilir olarak düşünürken, kalbî istekleri de terazi olarak düşünmüştür. el-Mesail fi'z-Zühd bir çoklarınca yitirilmiş olan fıkhî bir bakış açısı ile mal (tasarrufu) sorunu üzerinde yoğunlaşarak aynı konuyu ele almaktadır. er-Riaye isimli eserinde; kalplerin amelleri ve bunların yol açabileceği tehlikeleri ele almış, her fırsatta nefsi itham ederek şeriatı iç alemin gözlemcisi konumuna getirmiştir. Hâris'in ele aldığı bütün bu konular dervişin iç-yaşantısında sürçme ve tehlike noktalarıdır. Bu anlamda Haris, tasavvufta bilinç (sahv) felsefesinin kurucusu olan el-Cüneyd'in hocasıdır. Bu felsefe duyularda kendinden geçme (vecd) ve fena hali ve bu esnada kuldan sadır olan söz ve davranışların geçici olduğunu düşünmekte ve aslolanın bilinç hali olduğunu ileri sürmektedir. Şer'î ve aklî ilke ve yasaları aynı oranda gözeten Muhâsibî bu noktada son derece seçkin bir yere sahiptir. Bu açıdan Muhâsibî’nin tasavvuf anlayışına tasavvuf salikinin iç ve dış davranışlarım sıkı bir şekilde kontrol etmeyi öngören ölçülü, muhafazakar, Sünnî bir eğilim hakimdir. Onu ilim ile hâli telif konsunda ısrarlı olan tasavvuf ekollerinin öncülerinden biri olarak değerlendirenleri böyle düşünmeye iten Hâris'in bu eğilimidir. Haris bir fakih ve bir mutasavvıftır; bir başka ifade ile onun tasavvufu bir fıkıh tasavvufudur. Durumları bu yargıya uygun düşen beş kişiden -el-Cüneyd, Ruveym, İbn-i Ata ve Amr el-Mekki- biri de Hâris'tir. Bu söylediğimizin bir diğer delili Hâris'in hallerini ilim ile telif etmeye ve dengelemeye özen gösteren bu sufîlerin hocaları veya yakın dostları olmasıdır. Muhâsibî'nin seçkin ve takva sahibi bir kişiliğe sahip olması onlar üzerinde derin bir etki bırakmıştı. Massignon, onun tasavvuf anlayışına ilişkin şunları söylemektedir: İlk kez Muhâsibî; öğretilerinde tam bir tevazu, eşine az rastlanır bir dirayet ve geleneklere katıksız bir saygı ile ahlâkî iç olgunluğu araştırmış ve son derece hassas ve dikkatli felsefî tanımlamalara yer vermiştir.[257] O halde Muhâsibî; 'Kul, vacip olanı yitirerek takva talebinde bulunmamalıdır’ diyen bir anlayışın sahibi ve böyle bir anlayışın üstadıdır. [258] Kendisine: 'Falanca şahıs sana yakın gelinceye kadar rabbına ibadet et [259] ayeti gereği kendisine yakın geldiği için namaz ve oruçtan vazgeçti" denildiğinde: "Evet cehennemlik olduğuna ilişkin yakînî bilgi gelmiştir" diye cevap vermiştir. Bütün bu nedenlerle Üstad Ahmed Emin'in: "Hicri üçüncü asrın başlarından itibaren tasavvuf felsefeşleşerek Hint ve Yunan felsefesine yaslandı. Basra kökenli olduğu halde Irak'ta ortaya çıkan ve Bağdatlı sufîlerden çoğunun hocası olan Muhâsibî; tasavvufu felsefe haline dönüştüren şahıstır" şeklindeki ifadeleri son derece yadırgatıcıdır.[260] Tasavvufun Hicri üçüncü yüzyılın başlarında felsefe haline dönüştüğü fikri doğru olabilir. Yunan ve Hint felsefesinden etkilendiği de doğrudur. Tasavvufu Hâris'in felsefe haline dönüştürdüğünü söylemek ise kesinlikle doğru değildir. Hem söz hem de amel itibarı ile o selef düşüncesine bağlı idi. İç-alemi itibarı ile olduğu gibi seyr-i sülukünde de selefi idi ki biz bunu kesin delillerle daha önce ortaya koyduk. Bu konuda Üstad Ahmed Emin mazur olabilir çünkü; onun bu iddiaları ileri sürdüğü dönemde henüz Hâris'in eserleri basılmamıştı. Diğer müellifler gibi Üstad Ahmed Emin de Haris'e ilişkin biyografileri okumuştu. Bunlara göre Haris bir kelamcı, bir sufî, bir hadisçi ve bir fakihti ve o dönemde çeşitli alanlarda 200'e yakın eser kaleme almıştı. Bu tür bilgileri okuyan Ahmed Emin bunlar ışığında: "Bu düzeyde bir kültüre sahip olan biri tasavvuf felsefesine de yer vermiş olmalıdır" diye düşünmüş olabilir. Doğrusu Hâris'in bütün yaptığı; bölük pörçük ve dağınık bilgileri bir araya getirip düzenlemek; tasavvufun bu gelişiminde İslâmî bir kriter olması nedeni ile fıkıh ve insanî bir kriter olması nedeni ile de akılla bütün bu bilgileri meczetmekten ibarettir. [261] [251] el-Vasaya, s. 29-30. [252] Risaletu'l-Müsterşidin, s. 30. [253] Bakara: 2/257. [254] Risaletu'l-Müsterşidin, s. 31. [255] Risaletu'l-Müsterşidin, s. 39. [256] Risaletu'l-Müsterşidin, c. 1/73. [257] Massignon; Essai; p. 241-242. [258] el-Hılye, c. 1/76. [259] Hicr: 15/99 [260] Duha'l-İslâm, c. 1/227. [261] Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 103-106. |