๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Akl ve Fehmül Kuran => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 06 Temmuz 2011, 17:39:32



Konu Başlığı: Kelama İlişkin Görüşleri
Gönderen: Ekvan üzerinde 06 Temmuz 2011, 17:39:32
Kelama İlişkin Görüşleri


Hâris'in biyografisine yer veren müellifler onun İslâmî ilimler­de bir çok dalda 200'e yakın eser verdiğini belirtiyorlar. Bu eser­lerden bir kısmı da kelam konuludur. Sufîler Hâris'in tasavvuf ile fıkhı, hadis ile kelamı telif ettiğini söylerler. İbn-i Hanbel'in Hâ­ris'e karşı tutumunu değerlendiren müelliflerden bîr kısmı, bir ta­kım kelamı konulara eserlerinde yer verdiği gerekçesi ile Ahmed b. Hanbel'in Hâris'le ilgisini kestiği düşüncesinde birleşmektedir­ler. Diğer müellifler bu konuda biraz daha ayrıntıya girip: "Ahmed b. Hanbel; muhaliflerin görüşlerine yer vermediği ve sonra da on­ları reddettiği ama reddederken ileri sürdüğü delillerin okuyucu­nun kalbindeki şüpheyi gidermediği için Hâris'i kınamıştır" diyor­lar.[287]

İbn-i Esir: "Sıfatların isbatı konusunu ilk ele alan şahıs Hâris'tir" [288] derken; el-Hatib Bağdadî ise: "Sıfatların varlığını kabul eden kelamcıların çoğu (Sıfatiye) Hâris'e nisbet edilir" demekte­dir.[289]

Abdülkerim eş-Şerhistanî konuya ayrıntılı bir şekilde yer veri­yor ve şunlan söylüyor:

Çok sayıda selef alimi Allah'ın ilim, kudret, hayat, irade, sem, basar, kelam, celal, ikram, cuci, inam, izzet ve azamet gibi ezelî sıfatları ol­duğunu isbat ediyor ama zatî sıfatlarla fiilî sıfatlar arasında ayrım yapmıyorlar ve bu ikisini aynı katagoride ele alıyorlardı. Bunun bir sonucu olarak iki el, iki ayak gibi sıfatlarının zorunlu sıfatlar oldu­ğuna inanıyorlar ve herhangi bir yorum yapmıyorlardı. Ancak bu sıfatları zorunlu (cebrî) sıfatlar diye isimlendiriyor ve savunuyorlardı. Mutezile sıfatları inkara yönelince selef uleması da isbata yönelmiş; selef uleması Sıfatiye diye isimlendirilirken Mutezile de Muattıla di­ye isimlendirilmiştir. Seleften bir zümre zahirî anlamları te'vile yö­nelmemiş ve teşbihe düşmüşlerdir. Teşbihe bulaşmayan ve te'vile yönelmeyen selef ulemasına gelince; "İstiva malumdur, bunun key­fiyeti meçhuldür, istivaya iman vaciptir, bu konuda soru sormak bid'attir" diyen Mâlik b. Enes bunlardan biridir. Ahmed b, Hanbel, Süfyan, Davud el-İsfehanî ve Abdullah b. Said b. Küllab dönemine kadar onları izleyenler, Ebu'l-Abbas el-Kalanisî ve Haris b. Esedi'l-Muhâsibî gibi düşünürler selefi teşkil etmektedir. Sadece bunlar ke­lam ilmî ile ilgilenmişler, kelamı diyalektik, delil ve burhanlarla se­lef inancını desteklemişlerdir.[290]

Biz bu paragrafı sadece Ehl-i Sünnet'ten sıfatların varlığına inananların; yani Abdullah el-Küllab (H. 240) liderliğindeki Küllabiye mezhebine mensup olup sıfatların varlığına inanan kelamcıların durumuna açıklık getirmek üzere aktardık. el-Bağdadî [291] ve es-Subkî, [292] Muhasibi ve arkadaşlarının Eş'arilerin öncüsü olan Küllabiye mezhebine mensup oldukları kanaatindedirler.

Yukarıda aktardığımız metinler de gösteriyor ki sıfatların varlığına inanan (sıfatı) kelamcıların mezheplerinde bir yıkıcı ve bir de yapıcı iki yön bulunmaktadır.

Yıkıcı yön Mutezile, Şia, Kaderiye, Cehmiye, Haruriye, Mürcîe ve isimleri Hâris'in eserlerinde var olan diğer mezheplerin gö­rüşlerini reddederken ortaya çıkmaktadır.

Yapıcı yön ise yeni bir kelam mezhebinin kurulması anlamına gelmektedir ki bunun; iddialarında hata ve sapkınlık gördükleri sözkonusu fırkaların görüşlerine karşılık selef alimlerinin oluştur­duğu bir kelam mezhebi olduğunu söylemek gerekir.

Şüphesiz temel inanç esaslarını savunmak üzere kelamı bir talum görüş ve deliller serdetmeleri hicri üçüncü yüzyıl Ehl-i Sünnet alimlerinin; Mutezile, Şia, Cehmiye ve diğer fırkaları kendi delil­leri ile vurma ve Ehl-i Sünnet'in savunduğu tezleri güçlendirme gereğini anladıklarını ortaya koymaktadır. Ayrıca artık Mutezile ve diğer kelamcıların yoldan çıkmasına neden olduğunu düşündükleri aklın önemini bilmezden gelme ayıbını terketme zamanı gelmişti. Bütün bunların bir sonucu olarak akıl, ilim ve Kur'ân'ın gölgesin­de, Sıfatiye'nin yeni kelam anlayışı ortaya çıkmıştır.

Sıfatiye'nin yıkıcı yönünü İbn-i Teymiye'den öğreniyoruz. O şunları söylemektedir:

Meşhur fitne ortaya çıkınca İbn-i Küllab gelerek İmam Ahmed ve diğer Ehl-i Sünnet imamlarını imtihan etmişti... Ebu Muhammed İbn-İ Küllab el-Basrî Mutezile ve Cehmiye'ye cevap niteliğinde bir takım eserler kaleme almış, onların çelişkilerini ve bir çok açıklarını ortaya çıkarmıştı... İbn-i Küllab ve taraftarlarının getirdiği yeniliğe gelince bu; onların bu konuda eser vermiş ve Kur'ân'ın mahluk olduğunu savunanların bu iddialarının geçersiz olduğunu ortaya koy­muş olmalarıdır. [293]

Biz Fehmu'l-Kur'ân isimli eserinden kelamın söz konusu bu yı­kıcı yönüne ilişkin bir takım bilgiler edinebiliriz. O bu eserinde Mutezile'nin bütün temel prensiplerine hücum etmektedir. Mutezile'nin katı rasyonalizmi, arşa isitvayı inkar etmelerini, mesnetsiz bir şekilde irade sıfatının hadis olduğunu iddia etmelerini ve Allah'ın diğer sıfatlarının zihnî (meani) olduğuna ilişkin iddialarını reddet­miş, ama fiilî sıfatların ezelî olduğunu iddia etmemiştir. İbn-i Kül­lab ve arkadaşlarının: "Allah'ın sıfatları, Allah'ın kendisidir" şeklin­de iddiaları olduğuna ilişkin İbnu'n-Nedim'de yer alan rivayete göre İbn-i Küllab ve arkadaşlarına yöneltilen suçlama doğru değildir. es-Subkî bu konuya açıklık getirmekte ve şunları söylemektedir:

İbn-i Küllab ve arkadaşları iki tür kelamdan söz ediyorlar; bunlar eze­lî olan el'-kelamu'n-nefsi ve sonradan meydana gelen; emir, nehiy ve haberlerle ilgili olan lafzî kelam'dır. Allah'ın sıfatları, zatı ile var (ka­im)dır, sıfatlar zat'ın kendisi de zat'tan başkası da değildir. Allah'ın kelamı ezelîdir, Kur'ân da Allah (c) kelamı olduğu sürece mahluk de­ğildir. Ancak Kur'ân'ın ezelî olması, kelamu'n-nefsî'nin ezelî olduğunu kabul ile ilgili, izafî bir ezelî oluştur. Diğer sıfatlar konusunda sa­vundukları fikirleri kelam konusunda da tekrar etmektedirler; sıfatlar Allah'ın zatı ile kaim ama zat'ın kendisi değildirler, aksi bir düşünce sıfatların inkarı demektir. Sıfatlar, zattan ayrı bir varlığa da sahip de­ğildirler, aksi takdirde birden fazla kadim varlık (taaddüdü kudema) söz konusu olurdu. O halde sıfatlar zat ile ilintili ama zat sıfatlarla ilintili değildir. Nitekim sıfatlar sıfatlarla var değil, Allah'ın zatı ile vardırlar. Bu durumda Allah (c) bir sıfat değildir. [294]

Bu noktada et-Taarruftaki bir paragrafa açıklık getirmeliyiz:

Sufîlerden bir zümre Allah (c) kelamının ses ve harflerden ibaret oldu­ğunu ve ses ve harfler olmaksızın anlaşılamıyacağını iddia ettiler. Hal­buki onlar kelam'ın Allah'ın mahluk olmayan zatî bir sıfatı olduğunu kabul etmektedirler. Bu görüşler Haris el-Muhâsibî'nin görüşleridir.[295]

el-Kelabazî’nin; Muhâsibî'nin kelam sıfatına ilişkin görüşlerini anlamadığı açıktır. Çünkü daha önce geçtiği gibi Küllabiye okulu mensupları, kelamu'l-ezelî'yi -nefsî kelam ve hadis- ifadeye bü­rünmüş (melfuz), görülebilir (mer'i) kelam olmak üzere ikiye ayı­rıyorlar. Bu durumda Küllabiye okulunun son tahlilde, Ehl-i Sün­net görüşünün ötesinde bir iddia ileri sürmediği açıktır. Küllabiye okulu mensupları sadece hadisçileri savunmakta ve hadisçilerin inançlarını aklî ve kelamî delillerle desteklemektedirler.

Haris ve iki arkadaşı [296] hadisçilerin ileri sürdükleri görüşlere inanmakla birlikte bu görüşlere kelamî bir form kazandırmışlardı. Onların te'vili temel ilke olarak benimsemeleri kendi dışlarındaki hadisçileri de sufîleri de öfkelendirmiştir.

Ahmed b. Hanbel hem Hâris'e, hem de İbn-i Küllab'a saldır­mıştır.[297]

Ahmed b. Hanbel taraftarı olan İbn-i Teymiye de daha sonra aynı şeyi yapacaktır.[298]

Nitekim el-Cüneyd'ten İbn-i Küllab'ı zındık, İmam el-Kuşey-'nin hocası Ebu Ali ed-Dekkak'ı ve Kullabı Salimiye mezhebi li­deri Ebu'l-Hasen b. Salim'i gizli Mutezilî olmakla itham eden bir takım rivayetler bulunmaktadır.

Massignon; Muhâsibî'nin kelam alanındaki etkisini genel çer­çevede değerlendirmeye çalışmakta ve şunları söylemektedir:

Son derece açık bir şekilde başkalarını ikna eğilimi taşıdığı doğru­dur. Nitekim eserleri bunu göstermektedir. O bunu yaparken şer'î naslara bağlı kalmak kaydı ile akıldan yararlanmıştır. Yaşadığı doönemde dinî ilimlerle meşgul olanların kullandıkları teknik literatüre tam anlamı ile hakimdi.[299]

Muhâsibî'nin Mutezile'nin kullandığı dili kullandığı da doğru­dur, ne var ki o, Mutezile karşıtlarının da bu dili kullanmalarını ar­zu ediyordu. Onun bu muhalif tutumu her halükarda kendisine karşı olan ve onu ölünceye kadar evinde gizlenmeye zorlayan Hanbelîlerin şefaatine mazhar bir tutum değildi.

Bu girişten sonra artık yayınlamak üzere tahkik ettiğimiz iki eserinde yer alan kelamı görüşleri tam anlamı ile anlamak müm­kün. Çünkü el-Akl isimli risale onun araştırma yöntemi; Fehmu'l-Kur'ân isimli eseri de bu orijinal yöntemin gerçek bir uygulaması niteliğindedir ve bu yöntem ahlâkî gerçeklere ve psikolojik çağrı­şımlara dayanmaktadır.

Muhâsibî'nin Eş'arîlerin öncülerinden olduğuna ilişkin Abdü'l-Kâhir el-Bağdadî ve es-Subkî'ye ait ifadeleri daha önce zikretmiş­tik. Bu durum yadırganmamalıdır çünkü İbn-i Küllab'ın kelam mezhebi ya da Sıfatiye sonuçta Eşarî mezhebiyle aynîleşmiş hatta Eşarî, her üç mezhebin öncülerine fikren öğrencilik etmiş ve gö­rüşlerini tam anlamı ile tanımıştır. Makalatu'l-İslâmiyyin'de yer alan bu mezheplere ilişkin alıntılar bunu göstermektedir. Eğer Eş'arî'nin kesb ve teklif-i ma la yutak'a (güç ve takatin üstünde yü­kümlülük) ilişkin görüşlerini istisna kabul edersek hemen hemen bütün görüşlerini KüIIabiye'ye dayandırdığını görürüz. Eş'arî'nin bu sağlam bağlantısına ek olarak onun öğrencileri de Muhâsibî'nin öğrencileri ile bağlantılıdır. er-Risale el-Kuşeyriye müellifinin; eş-Şiblî'nin (H. 334) öğrencisi olarak zikrettiği Bendar b. Hüseyn eş-Şirazî (H. 353) [300] Eş'arî'nin en seçkin dört öğrencisinden biridir. Yine Muhâsibî'den ders almış olan İbn-i Ata'nın (H. 271) öğrencisi olan İbn-i Hafif (H. 342), aynı zamanda Ebu Hasen el-Eş'arî'nin de öğrencisidir. Eş'arî, usûl yani kelam'da el-Bakıllanî'nin (H. 403) de hocasıdır. el-Bakıllanî ile İmamu'l-Haremeyn (H. 478) ikinci yükseliş döneminde Eş'arî mezhebinin lideri idiler.

el-Bakıllanî, kelam meclislerine Mutezile'nin hakim olduğu Şii bir hükümdar olan Büveyhî Adudu'd-Devle'nin (H. 372) huzuruna çıkmak istediğinde arkadaşları bunun bir tuzak olduğunu söyleye­rek kendisini uyarmışlar, bunun üzerine o da: "Muhasibi ve diğer üstadlarımızın çekingenlikleri Mutezile'nin devlete hakim olması­na neden olmuştur" ifadesi ile sıfatların varlığını kabul eden (sıfa­tı) bir kelama olan Muhâsibî'yi, Eş'arîlerin selefi olarak kabul et­miştir. Daha önce sözü geçen İbn-i Hafif-ki Şiraz'daki sufîlerin li­deri olarak tanınmıştır- öğrencilerine Eş'arî'nin el-Luma fi'r-Reddi ala Ehli'z-Zeyğı ve'l-Bid'a isimli eserini okutmuştur.

İbn-i Furek, el-Bakıllanî ile çağdaş, son derece önemli bir Eş'arîdir. el-Kuşeyrî er-Risale'sinde ahlâk ile kelamı bir araya ge­tiren Bağdatlı bir sufî değerlendirmesi ile İbn-i Furek'ten çok sayı­da rivayet aktarmıştır. Tabakatu's-Sufîye sahibi Ebu Abdurrahman es-Sülemî (H. 412), el-Bakıllanî'ye öğrencilik yapmış ve ondan Eş'arî'nin el-Luma'sını okumuştur. Tasavvuf alanında tanınmış bir eser olan er-Risale'nin sahibi el-Kuşeyrî (H. 465), Muhasibi hak­kında: "Muhâsibî'nin biyografisine yer veren müellifler onun sufî şeyhlerden biri ve kelamda Eş'arî, fıkıhta ise Şâfii olduğunu söyle­mişlerdir" demektedir. Sünnî olan Selçukluların Nişabur'a hakim oldukları dönemde sultanın Şii veziri el-Kinderî (H. 455), Eş'arîleri zarara uğratmak istemiş ve sultan'a Nişabur minberlerinden bid'atçilere lanet okutmasını tavsiye etmiş; bunlar arasında Ebu'l-Hasen el-Eş'arî'yi de zikretmişti. Bu nedenle Nişabur ve civarın­daki Eşarî ve sufî kitle ayaklanmış, Şii vezir kendilerine tazyike devam edince de Bağdat'ı terketmek zorunda kalmışlardır. el-Ku­şeyrî, İbn-i Furek ve Ebu Sehl b. el-Muvaffak da bunlar arşındaydılar. el-Kuşeyrî'nin bu konuya ilişkin Şikayetu Ehli's-Sünne isimli bir eser kaleme aldığı es-Subkî tarafından zikredilmiştir.[301]

Şeyhleri Muhâsibî'nin vefatından (H. 243) sonra sufî Bağdat okulu ile Eş'arîler arasındaki ilişkileri resmeden bir takım çizgiler içeren bu fotoğraf, bazı araştırmacıların tercihi olan; Muhâsibî'nin öğrencileri olan Bağdat ekolü sufîleri ile; hicri dördüncü yüzyılda kuruluşunu tamamlamış olan Eş'arî mezhebinin birleştiğine ilişkin kanaati güçlendirmektedir. [302]


[287] Bkz. Fehmu'l-Kurân.

[288] el-Kevakibu'd-Dürriye, c. 1/218.

[289] Tehzîbu't-Tehzib, c. 2/134.

[290] el-Milel ve'n-Nihal, c. 1/49-50.

[291] Usulu'd-Din, s. 308.

[292] et-Tabakat, c. 2/262.

[293] Minhacu's-Sünne, c. 1/217-219 (Dr. Ahmed Reşad baskısı ile Beyrut baskısı).

[294] en-Neşşar; Neş''etu'I-Fikr'l-Felsefi fi'l-İslâm, c. 1/274-305.

[295] et-Taarruf li Mezhebi Ehli Tasavvuf, s. 19.

[296] el-Kalanisi Haris ve İbn-i Küllab ile aynı düşünceyi paylaşmaktadır. Çünkü onlara göre daha geç bir dönemde yaşamış olup vefatı H. 35'tir. Biz üçünü birlikle zikret­me konusunda Şerhistani'ye uyduk.

[297] Lisanu't-Mizan; İbn-i Hacer, c. 3/260,

[298] el-Minhac, c. 1/221-222.

[299] Abdu'l-Halim Mahmud, al-Muhâsibî, p. 30, Paris.

[300] er-Risale,c. 1/175. 120

[301] es-Subki, Tabakatu'ş-Şafiiyye el-Kübra, c. 2/272.

[302] Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 115-121.