๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Akl ve Fehmül Kuran => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 12 Haziran 2011, 11:51:54



Konu Başlığı: Hz. Peygamber Şefaatine Engeldir
Gönderen: Ekvan üzerinde 12 Haziran 2011, 11:51:54
Hz. Peygamberin Şefaatine Engeldir

 

Yine sizin görüşünüze göre ahirette Hz. Peygamber'in şefaat et­mesi de caiz değildir. Çünkü, Allah büyük günah sahibini kesin olarak cezalandıracaktır, Hz. Peygamber'in bu konuda şefaat etme­si helal değildir. Şefaat etmek isterse Allah'tan sözünden dönmesi­ni ve ilahî tehdidi yalanlamasını istemiş olur.

Yine büyük günahlardan sakınmış olarak Allah'a kavuşmuş olan, azaptan korunmayı hak etmiş olur. Allah onu zaten affetmiş ve ke­sin olarak cennete gireceğini haber vermiştir, onun şefaate ihtiyacı yoktur. Ancak azabı hak edenlerin şefaate ihtiyaçları vardır. Allah'ın bağışlamayı garanti ettiği ve dostlarından olduğunu, cennete koya­cağını ve cezalandırmayacağını haber verdiği birinin şefaat isteme­ye ihtiyacı yoktur. Hz. Peygamber'in şefaat etmesi caiz olsaydı, İb­rahim'in cezalandırılmaması konusunda caiz olurdu, Musa, Yahya ve bütün peygamberler konusunda caiz olurdu. Allah, salat ve sela­mın en üstününü sadece Hz. Peygamber'e lütfetmiştir. Çünkü Allah büyük günahlardan sakınanlara ve peygamberlere, cennette en bü­yük dereceleri ve kendi katında en yüce makamları vaadetmiştir. Onlara, kendilerine azab etmemeyi ve cennete koymayı vaadetmiş ve hepsini dost edinmiştir. Sizin iddianıza göre kıyamette Hz. Pey­gamber'in şefaat etme hakkı yoktur. Bu iddia Hz. Peygarnber'den gelen haberleri kabul etmemek anlamına gelir. Cahil olsun alim ol­sun ümmetin tamamı, Hz. Peygamber'den şefaat ummaktadır. Sizin iddianıza göre dünyada hiç kimsenin şefaat umması ve istemesi caiz değildir. Çünkü eğer şefaat isteyen büyük günah işlemişse, Hz. Peygamber'in, Allah'tan bu konuda şefaat istemeyeceğini bilmesi gere­kir. Çünkü onun bu konuda şefaat istemesi, Allah'ın verdiği sözden dönmesini ve yalancı çıkmasını istemesi anlamına gelir.

Büyük günahlardan sakınmış olan biri için de bu caiz değildir. Çünkü, sizin iddianıza göre, kıyamette Hz. Peygamber'in şefaat et­mesinin caiz olmadığını ve kullardan herhangi birinine şefaat et­mesi veya bunu Allah'tan talep etmesinin haram olduğunu bilmesi gerekir.

Siz hata eden, ammı hass, hassı amm kabul eden, size muhalif olanları Allah'ın verdiği ilahî haberlerin birbirini neshettiğini söylemekle itham eden bir topluluksunuz. Siz ayıpladığınız insanlara benzediniz ve kıyamette Allah'ın peygamberleri ve tevbekarları cezalandırmasına cevaz verdiniz; çünkü Allah, kendisine isyan edenlere cehennemi vaadetmiş ve hiç kimseyi istisna etmemiştir. Ancak onların, "Başka bir takım ayetlerde Allah'ın, kendi peygam­berleri ile günahlardan tevbe edenleri cezalandırmayacağını haber vermişti" demeleri gerekir. Bunu söylerlerse kendilerine, aynı şe­kilde "Allah, şirk dışında günahlardan dilediklerini bağışlayacağı­nı haber vermiştir. Siz de Allah'ın kendilerini cezalandırmasının zulüm olduğunu söylemiştiniz" denilir. Allah kendi peygamberleriyle tevbe edenleri ve küçük günah işlemiş olanları murad etme­miştir, her ne kadar ayetin zahiri genel anlam içeriyor ise de onları kapsamaz; çünkü Allah başka ayetlerde onlara azab etmeyeceğini haber vermiştir. Zira iyilik yapanların aleyhine bir yol yoktur [996] ve Biz iyi amel sahiplerinin, ecrini zayi etmeyiz [997] ayetleri de böyledir. Herhangi bir kimse, zerre miktarı bile olsa bir iyilik yaparsa Allah onu cennete koyar, demeniz gere­kir, çünkü Allah'ın, sadece takva sahiplerinin yaptıklarını kabul eder buyurduğunu siz söylemiştiniz. Size, "İfadenin genel anlamı dikkate alındığında takvanın en azı ile bile olsa Allah'tan sakınan cennete girer" denilir. Şayet siz, "Tevbe denleri murad etmiştir" derseniz size, "Aynı şekilde, büyük günah sahiplerinden diledikle­rine azab etmeyi ya da bağışlamayı murad etmiştir" denilir, çünkü Allah; dilediklerini cezalandıracağını haber verdikten sonra, onlar­dan bağışlamayı dilediklerini bağışlayacağını da haber vermiştir, kimi istisna ettiği bize bildirilmemiştir, ama istisna kapsamına girenler kesin bağışlanacaklardır. İstisna bir kişi üzerine vaki olmasa bile Allah'ın buyurduğu gibi onlardan bir kısmının bağışlanacağını biz biliyoruz. Bize gereken Allah'ın açıkladığı ile yetinmek ve O'nun durdurduğu yerde durmaktır; O, kimleri bağışlayacağını ve kimleri cezalandıracağını çok iyi belmektedir.

Bu surelerin bünyesindeki emir ve hükümlerin Mekke'de ya da Medine'de [998] nazil olduğunun bilinebilmesi için nasih ve mensuh konusunda ilk bilinmesi gereken, Mekkî ve Medenî surelerdir. Eğer nasih-mensuh konusunda ihtilaf çıkarsa, vahyedilişi itibariy­le sonra olduğu için Medine'de nazil olan hüküm ya da emir nasihtir.

Şureyh b. Yunus, [999] Ebu Muaviye, [1000] Hişam b. Urve [1001] ve ba­bası [1002] kanalı ile bize gelen bir rivayete göre şer'î bir had ya da fariza vaz'eden ayetler Medine'de; geçmiş ümmetlere ya da çağlara ilişkin ayetler ise Mekke'de nazil olmuştur.

Şureyh, Süfyan ve Ma'mer tariki ile Katade'den gelen bir riva­yete göre Bakara, Âl-İ İmran, Nisa, Maide, Enfal, Tevbe, Ra'd, Hicr, Nahl, Nur, Ahzab, Muhammed, Feth, Hucurat, Hadid, Müca­dele, Mümtehine, Saff, Cum'a, Münafikun, Teğabün, Talak (en-Nisa es-Suğra), Tahrim, Beyyine, Nasr, İhlas ve Maun -ki Katade bu sonuncu sure konusunda şüphelidir- sureleri Medine'de nazil olmuşlardır.

Abdullah b. Bekir ve Said tariki ile Katade'den gelen bir riva­yete göre, Medine'de nazil olan sureler; Bakara, Al-i İmran, Nisa, Maide, A'raf suresinde; Onlara deniz kıyısında bulunan şehir hal­kının durumunu sor [1003] ayeti, Enfal, Berae, Mekkî olan Eğer okunan bir kitapla dağlar yürütülseydi... [1004] ayeti dı­şında Ra'd, Allah'ın nimetine nankörlükle karşılık vereni görme­din mi... [1005] ayetine kadar İbrahim suresinin baş kısmı, ilki Biz senden önce hiç bir rasul ve nebi göndermedik ki o, bir temennide bulunduğunda, şeytan onun temennisine bir ilka yapmış olmasın [1006] ayeti olmak üzere; Kısır bir günün azabı gelin­ceye kadar [1007] ayetine kadarki Mekkî olan dört ayet hariç Hacc, Nur, Ankebut suresinin on ayeti, Ahzab, Muhammed, Feth, Hucurat, Rahman, Mücadele, Haşr, Mümtehine, Saff, Cuma, Münafikun sureleri, Ey Peygamber! Kadınları boşayacağınızda... [1008] , Ey Peygamber! Niçin haram kılıyorsun... [1009] , Ehl-i kitapdan küfedenler olmadılar...[1010], ...sarsıldığında [1011] ve Allah'ın yar­dımı geldiği zaman [1012] süresidir. Diğer sureler MekkîdirIer.[1013]

Abdullah, [1014], Üsame, [1015] el-A'meş, el-Müseyyeb [1016] ve Alkame tariki ile bize gelen bir rivayete göre Kur'ân'da "Ey insanlar!" diye başlayan ifadeler Mekkî, "Ey iman edenler!" diye başlayan ifade­ler Medenîdir.

Süfyan, el-A'meş, İbrahim ve Alkame kanalı ile benzer bir ri­vayet daha gelmiştir.

Şureyh, Mervan b. Muaviye [1017], Seleme b. Nubeyt [1018] ve ed-Dahhak [1019] kanalı ile gelen bir rivayete göre "Ey iman edenler!" diye başlayan her ayet Medine'de, "Ey insanlar!" diye başlayan her ayet Mekke'de nazil olmuştur.[1020]

Hükümlerde Nasih ve Mensuh:

Hükümlerde neshin değişik bir kaç şekli vardır; bir kısmı özel, bir kısmı genel anlam içerirler.

Daha hayırlısını veya bir benzerini getiririz [1021] aye­tine ilişkin Said, Ebu Süfyan, Ma'mer ve Katade'den gelen bir ri­vayete göre, nesihte hükmü hafifletme, ruhsat, emir ve nehiy var­dır.

Biz bir ayetin hükmünü yürülükten kaldırır veya unutturursak [1022] ayetine ilişkin Haccac, İbn-i Cureyc ve Mücahid ka­nalı ile gelen bir rivayete göre hükmünü kaldırırsak ifadesi, ayetin metnini olduğu gibi bırakıp hükmünü değiştirirsek anlamınadır.

1- Lafzı Kur'ân'dan kaldırılır, hıfzı kalplerden silinmez. Hük­mü Hz. Peygamberin sünneti ile sabit kalır. Recm ayeti böyledir. Hz. Ömer şöyle demiştir:

Biz, 'Yaşlı erkek ve kadın zina ederse, her ikisini de kesin olarak recmedin' ayetini okuyorduk.

Muaviye, [1023] Ebu İshak, [1024] el-Evzaî [1025] ve îshak b. Abdullah b. Ebi Talha'dan' [1026] gelen bir rivayet şöyledir:

Enes b. Mâlik'i [1027] işittim: Biz, neshedilen bir ayet hakkında; Rabbimiz bizden razı, biz Rabbimizden razıydık, bu halde Rabbimize kavuştuk, bunu kardeşlerimize tebliğ edin, diyorduk.

"Biz bu malı namazın kılınması ve zekatın verilmesi için indir­dik" ifadesi de böyledir. Hz. Osman mushafları tek mushaf haline getirmeden önce, Hz. Aişe nüshasında Tam bir teslimiyetle selam verin [1028] ayetinden sonra "Allah ve melekler ilk safa (saftakilere) dua ederler" ifadesi bulunmaktaydı.

Yine Ebu Talha: Biz, "Babalarınızdan nefret etmeyin, babaları­nızdan nefret etmeniz sizin için küfürdür" ifadesini okurduk, de­mektedir.

Şu rivayet de bu tür neshe Örnektir: "Peygamber müminlere kendi nefislerinden daha yakındır -o onların babasıdır- eşleri de onların anneleridir" [1029] ayetindeki "O onların babasıdır" ifadesi (mushaftan) çıkarıldığında Ubeyy nüshasında "O sîzin babanızdır" ifadesi vardı. "O sizin babanızdır" ifadesindeki babalık sevgide değil, ancak velayette babalıktır. Bir şahsın soyundan ol­maksızın sevgide yakınlık olmaz.

Peygamber (s.a), "Kim bir mal bırakmışsa, varislerine; kim bir yetim bırakmışsa bana bırakmıştır" buyurmaktadır.

Yine, "Allahım! Biz senden yardım bekleriz, senden hidayet is­teriz, senden bağışlanma dileriz" -'el-Ciddü1 terimine kadar- ifa­desi de böyledir. [1030] Yine, "Ademoğlunun iki vadi dolusu malı olsa üçüncüsünü de isterdi" ifadesi, mushaflar tek bir rnushaf altında toplandıktan sonra Ubeyy nüshasında vardı.

Yine, "Namazlara ve orta namazına devam edin; yani ikindi namazına" [1031] ifadesi de böyledir. Yine Aişe nüshasındaki, "Allah yolunda hakkını vererek cihad edin; nitekim ilk sefe­rinde cihad etmiştiniz" ifadesi de böyledir. Bütün bu ifadelerin va­zettiği hükümler, Sünnet tarafından iptal edilmiştir.

Recm, sünnetle sabittir. Peygamber (s.a), ümmetine, hiç kimse­nin babasını inkar etmemesi yükümlülüğünü getirmiş; "Babasını inkar eden veya kendini efendisinden başkasına nisbet edene Allah lanet etsin" buyurmuştur.

Peygamber (s.a), helal olmayan bir şeyi isteme düzeyine çıkarı­lan aşırı hırsı yasaklamıştır. Müslümanlar namazlarında "Allahım! Biz senden yardım bekler ve senden bağışlanma dileriz" ifadesi ile Allah'a boyun eğerler.

"Allah yolunda hakkını vererek cihad edin" ifadesi de böyledir. Bu ifade, müslümanlara cihadı vacib kılmış ve bunu Allah için yapmalarını emretmiştir. Hz. Peygamber'den cihadın, Allah tara­fından indirilen bir hüküm olduğuna tanıklık eden çok sayıda ha­ber (hadis) gelmiştir.

Şureyh, Yahya b. Ebi Bukey, Fudayl b. Mezruk [1032] ve Şekik b. Ukbe [1033] kanalı ile gelen bir rivayette Bera b. Azib[1034] şunları söyle­miştir:

Namazlara ve ikindi namazına devam edin ayeti nazil oldu ve Hz. Peygamber (s.a) döneminde, Allah'ın dilediği bir süre biz bu ayeti okuduk. Sonra Allah onu neshederek Namazlara ve orta namaza devam edin [1035] ayetini vahyetti. Ümmet de bu ayeti ez­berledi.

Bazı alimler, bu ayetin önce nazil olup sonra kaldırıldığını, hükmünün sünnetle sabit olup orta namazın ikindi namazı oldu­ğunu söylemişlerdir. Bazıları ise tamamen neshedildiğini ve 'orta namaz'ın 'ikindi namazı'ndan farklı olduğunu söylemişler, sonra hangi namaz olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. Ne var ki Ali ve Abdullah kanalı ile Hz. Peygamber'den; orta namazın, ikindi namazı olduğu rivayet edilmiştir.

Haris şöyle devam etmektedir: "Allah yolunda cihadın hakkını vererek savaşın; nitekim ilk seferinde savaşmıştınız" ifadesi -ci­had ve hükmü sabit olmasına rağmen- Kur'ân'dan kaldırılmıştır.

İbn-i Ebi Meryem, [1036] Nafi' [1037] b. Ömer, [1038] İbn-i Ebi Müleyke [1039] ve el-Misver b. Mahzeme'den [1040] gelen bir rivayete göre Misver Abdurrahman [1041] b. Avfa, "Allah'ın indirdikleri arasında 'İlk seferinde olduğu gibi Allah yolunda hakkını vererek cihad edin' ifadesini görmedin mi?" diye sormuş; Abdurrahman ise, "Gördüm tabu, ama Kur'ân'dan düşürüldü (neshedîldi)" diye cevap vermiştir.

2- Başka bir ayet tarafından; bir ayetin vaz'ettiği hükmün kaldı­rılması; metnin ise, olduğu gibi Kur'ân'da bırakılması:

Örneğin; Onlar zevcelerinin, evlerinden çıkarılmaksızın, bir yı­la kadar bıraktıkları mallardan faydalanmaları hususunda (sağlık­larında) vasiyette bulunsunlar [1042], Eğer sizden sabreden yirmi kişi bulunursa...[1043], Onları evlerde hapsedin...[1044], Üç ay hali..., [1045] Gebe olanların bekleme süresi, yüklerini bırakmalarıdır [1046] ve Eğer bir hayır bırakacaksa, anaya babaya ve yakınlara uygun bir biçimde vasiyyette bulunsun [1047] ayetlerinin neshedilmeleri böyledir.

Yine Onlardan yüz çevir [1048], Şimdilik onlardan yüz çevir [1049], Onlara aldırma [1050], Biz seni onların üzerine bir vekil olarak göndermedik [1051], Seni onların başı­na bekçi olarak göndermedik [1052], [1053] ve Onlar üzerinde bir zorba değilsin [1054] ayetlerinde böyledir..

Yine, Artık onlar sizi bırakır bir tarafa çekilir de sizinle savaş­mazlar ve size barış teklif ederlerse bu durumda Allah size, onla­rın aleyhinde bir yola girme hakkı vermemiştir [1055] ayeti; Onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün [1056]; Allah'a ve ahiret gününe inanmayan kimselerle savaşın [1057]. ve Zul­me uğramış olmaları sebebi ile müminlere savaş konusunda izin verildi [1058] ayetleri tarafından neshedilmiştir.

3- Lafzın kitaptan çıkarılması, hıfzının ve hükmünün hafızalar­dan silinmesidir. İsmail b. Süleyman b. Davud el-Haşimi, [1059] İbn-i Ca'fer, el-Mübarek [1060] ve Asım b. Zerr'den [1061] gelen bir rivayette Asım b. Zem Ubeyy, bana şunları söyledi: Ey Zerr! Ahzab suresi, sadece Bakara suresinin bir benzeridir, şeklindeki rivayet bu tür neshe örnektir.

Hâris şöyle devam etmektedir: Haccac b. Hammad b. Seleme, Ali b. Yezid, [1062] Ebu Harb [1063] ve Ebu Esved'ten[1064] gelen bir rivaye­te göre Ebu Musa el-Eş'arî [1065] şöyle demiştir:

Berae suresi gibi bir sure indirilmiş, sonra neshedilmiştir. Bu sure­den hafızamda kalan 'Allah bu dini, nasibsiz bîr kavim tarafından destekleyecektir' ifadesidir.

el-Kasım b. Sellam, Abdullah b. Salih, Leys, [1066] Ukayl, [1067] ve İbn-i Şihab [1068] kanalı ile Ebu Umame'den [1069] gelen şu rivayet de böyledir:

Bir şahıs kalkıp beraberindeki bir sureyi geceden itibaren okumaya başladı, okuyamadı. Aynı şeyi bir başkası denedi, o da okuyamadı. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), "Bu sure dün gece neshedildi" buyurdular.

Şureyh [1070] ve Bekkar b. Abdullah er-Rebezî [1071] kanalı ile gelen bir rivayete göre; Musa b. Ubeyde [1072] şunları söylemiştir:

Muhammed b. Ka'b'tan  [1073] Allah dilediğini siler [1074] ayetine ilişkin- şöyle dediğini işittim;

Okuduktan sonra Peygamber ve müslümanlara unutturulanlardır.

4- Lafzının Kur'ân'dan çıkarılması, hıfzının kalplerden silin­memesi, hükmünün kaldırılması:

Hz. Aişe'den gelen, "On emzirmeden az olan emzirmelerden dolayı süt kardeşliğinden doğan mahremiyetin gerçekleşmeyeceği­ne ilişkin ayet nazil olmuştur" rivayeti bu tür neshe örnektir. Üm­met, Kitap ve Sünnete göre süt kardeşliği için on emzirmenin şart olmadığı hususunda icma halindedir. Hiç kimse beşten fazlasının gerekli olduğunu söylememiş, ancak bunun için bir emzirmenin mi yoksa beş emzirmenin mi gerekli olduğu hususunda ihtilaf et­mişlerdir.

Abdullah b. el-Gaffar b. Davud, İbn-i Lehiya [1075] kanalı ile Amr b. Dinar'dan' [1076] gelen bir rivayete göre. Peygamber müminlere kendi nefislerinden daha yakındır [1077] ayetinde "O onların babalarıdır" ifadesi de vardı, fakat daha sonra bu ifade neshedilmiştir.

Süneyd b. Davud, [1078] Ebu Süfyan ve Ma'mer kanalı ile gelen bir rivayette ez-Zührî, "Peygamber müminlere kendi nefislerinden daha yakındır; o onların babalarıdır" ayetini rivayet etmiştir.

Haccac ve İbn-i Cüreyc kanalı ile gelen bir rivayete göre Mücahid, "Peygamber müminlere kendi nefislerinden daha yakındır; o onların babalarıdır" dedikten sonra "Bugün ümmet Peygamber'in müminlerin babası olmadığı konusunda icma halindedir. Al­lah, Muhammed, sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir [1079] buyurmaktadır" demiştir.

5- Hüküm bir illete bağlı ise bu illetin ortadan kalkması sebebi ile hükmün kaldırılması, lafzın da Kur'ân'dan çıkarılmasıdır. Eğer eşlerinizden biri sizi bırakıp kafirlere kaçar, siz de (onlarla sava­şıp) galip gelirseniz [1080] ayeti böyledir. Kafirlerden bir kadın Peygamber'e gelirse, Hz. Peygamber (s.a) ganimetlerden, kadının kocasına ödediği mehri verirdi. Bu Allah'ın Eğer eşleriniz­den biri, sizi bırakıp kafirlere kaçar, siz de (onlarla savaşıp) galip gelirseniz, eşleri gitmiş olanlara (ganimetten) harcadıkları kadarı­nı verin [1081] ayeti gereğidir. Yani ganimet alırsanız, o kadının kocasına, ödediği mehri verin ayeti, Mekke müşrikleri ile Peygamber (s.a) arasında yapılan anlaşma gereğidir.

Allah, Ey iman edenler! Mümin kadınlar hicret ederek size gel­dikleri zaman onları imtihan edin [1082] ve Aranızda hükmeden Allah'ın hükmü budur [1083] buyurmuştur. Bu Hz. Peygamber (s.a) ile Mekke müşrikleri arasındaki anlaşma (Hudeybiye) gereği idi. Anlaşma sona erip Mekke fethedilince, bu hüküm de ortadan kalkmıştır. Müşriklerden gelen bir kadın için es­ki eşine her hangi bir şey verme yükümlülüğü yoktur. Aynı şekilde müşriklerin de, müslümanlardan kaçıp kendilerine gelmiş kadınlar için her hangi bir şey vermeleri vacib değildir.

Peygamber'in, nifakta ısrar ettiği halde iman ettiğini söyleyen bazı kimselerin bağışlanmasını istemesi için Allah'ın vakit tayin etmesi de böyledir.

Bu tür neshe bir başka örnek şudur: Hz. Peygamber (s.a), asha­bını sadaka vermeye teşvik etmiş, bunun üzerine Abdurrahman, yüksek bir meblağ getirmiş, Asım b. Adiyy [1084] ise sadece iki ölçek (sa) getirmişti. Muattib b. Kuşeyr ve Hakem b. Yezid [1085] onlar hak­kında ileri-geri konuşarak "Abdurrahman sadece riya' ve gösteriş için sadaka veriyor; Asım'ın iki sa sadakasına ise Allah muhtaç de­ğildir" demişlerdi. Bunun üzerine Allah, Onlar için ister af dile is­ter dileme, onlar için yetmiş kez af dile sen de Allah onları asla af­fetmeyecektir [1086] buyurmuştur. Hz. Peygamber'in amcası, "Onların bağışlanmaları için dua etme, Allah (c), sana bunu yasak­ladı" dedi. Hz. Peygamber (s.a), "Amca! Yetmiş bir kez de istiğfar etmeyeyim mi?" buyurdular. Onlar görünüşte müslümandılar, ama Allah (c), onların içlerindeki nifakı biliyordu. Böyle bîr durumu Peygamber (s.a) haricinde hiç kimse bilemez, çünkü bu Allah'tan gelen bir vahiydir. Bu şekilde Allah'ın hükmü, geçerlilik süresini doldurmuş ve Hz. Peygamber'e yetmişten fazla bağışlanma dileyip dilememesi konusunda tanınan muhayyerlik neshedilmiştir. Çünkü daha önce onların bağışlanmaları için yetmiş kez istiğfar etmesi yasaklanmış ama daha fazlası yasaklanmamıştı. Daha sonra Allah, Onlara mağfiret dilesen de dilemesen de birdir. Allah onları asla bağışlayacak değildir [1087] buyurarak onlar için mağfi­ret dilemesini kesin olarak yasaklamıştır. Hz. Peygamber'den son­ra böyle bir dilek hiç kimse için caiz değildir.

Alimler, ikinci ayetin birinci ayete ek bir hüküm mü getirdiği, yoksa nesh mi ettiği noktasında ihtilaf etmişlerdir. Önce hicret ayetinin, daha sonra da bu ayete rağmen savaş ayetinin nazil olma­sı, bu konuya örnek teşkil etmektedir. Bazı alimlerin kanaatine göre, müminlerin savaşmaksızın hicret etmeleri emrinden sonra nazil olan cihad emri ile hicret neshedilmiş olup, yeniden hicrete ruhsat yoktur; halbuki ilk emirde bu ruhsat vardı.

Yusuf, Şeyban, Katade, Şureyh, Ebu Süfyan ve Ma'mer tariki ile gelen bir rivayet şöyledir:

Hicret ayeti nazil olunca Medine'deki müslümanlar, Mekke'deki kardeşlerine bu durumu yazarlar. Bu haber üzerine onlar Mekke'den yola çıkarlar, biraz yol aldıktan sonra müşrikler yetişip onları geri çevirirler. Bu olay üzerine Allah, İnsanlar, imtihandan geçirilme­den, sadece "iman ettik" demeleri ile bırakılıvereceklerini mi sandı­lar? [1088] ayeti ile birlikte surenin ilk on ayetini vahyetti. Bunun üzerine müslümanlar birbirleri ile sözleşerek tekrar yola çık­tılar, kendilerini takib eden müşrikler bir kısmını şehid ettiler. Diğer bir kısmı ise kurtuldu. Onlar hakkında, Sonra şüphesiz Rabbin, ezi­yet edildikten sonra hicret edip ardından da sabrederek cihad eden­lerin yardımcısıdır. Bütün bunlardan sonra rabbin elbette çok esir­geyen ve çok bağışlayandır [1089] ayeti nazil oldu.

Bazıları ise ayetin birinci ayeti neshetmediğini, aksine ikinci ve ziyade bir hüküm olduğunu söylemişlerdir.

Bü tür neshe bir başka örnek de müminlerin bir sadaka vermeksizin Hz. Peygamberle özel (gizli) görüşmemelerini, eğer gö­rüşmek istiyorlarsa sadaka verdikten sonra görüşebileceklerine ilişkin ilahî emirdir. Daha sonra, Gizli bir şey konuşmadan önce sadakalar vermekten çekindiniz mi? Bunu yapmadığınıza ve Allah da sizi affettiğine göre, artık namaz kılın [1090] ayeti ile bu emir neshedilmiştir. Hz. Peygamber ile Mekke müşrikleri ara­sında yapılan anlaşma sona ermiş olduğu için, Allah (c) bu hükümleri neshetmiş ve bu konuda Kur'ân'da her hangi bir ayet bı­rakmamıştır. Gerçeği sadece Allah bilir.[1091]

İlahî bir vahy sayesinde insanın kalbinden geçenleri bilemiyeceğimize göre nifakta ısrar ettikleri halde müslüman olduklarını söyleyenlerin bağışlanmaları için dua etmemizi Allah bize yasak­lamıştır. Bize düşen, müslüman olduğunu söyleyen herkese, bağış­lanması için dua etmek ve onların içlerinde gizledikleri sırları Al­lah'a havale etmektir. Peygamber vefat etmiştir ve ondan sonra ar­tık peygamber gelmeyecektir. Peygamber, kendisi ile özel görüş­melerinde, daha önce sadaka vermeleri gerektiği halde vermeyen müminlerin bağışlanmaları için Allah'a dua etmiştir.

6- Hz. Peygamber'in, Allah'ın kitabında her hangi bir hüküm bulunmayan bir iş yapması veya ümmetine emretmesi ve Allah'ın vahiyle bu uygulamayı neshetmesi ve bu hükmün bir yükümlülük ifade etmesidir.

Allah, bugün haram olan Beytu'l-Makdis'e yönelerek namaz kılmayı bu şekilde mubah kılmıştır. Her ne kadar eskilerden bazı­ları, Nereye dönerseniz Allah'ın yüzü orasıdır [1092] ayeti gereği önceleri Beytu'l-Makdis'e yönelerek namaz kılmanın farz olmadığını söylemişler ve bu konuda icma oluşmamış ise de; Bey­tu'l-Makdis'e yönelerek namaz kılmayı Allah'ın Hz. Peygamber'in emri ile farz kıldığı konusunda icma vardır. Her ne kadar Allah'ın kitabında bir hüküm bulamaz isek de böyle bir yükümlülük ancak Allah'ın emri ile getirilebilir. Allah, Artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir. (Ey müslümanlar!) Siz de her nerede olursanız olun yüzünüzü o tarafa çevirin [1093] ayeti ile bu uygulamayı neshetmiştir.

Aynı şekilde Hz. Peygamber'in, amcasının bağışlanması için dua etmesi de, Allah'a ortak koşanlar için dua etmek ne Peygamber'e yaraşır ne de inananlara [1094] ayeti ile neshedilmiş­tir.

Yine Hz. Peygamber'in farz namazlarda konuşması da böyledir. Zeyd b. Erkam'dan, [1095] Cenab-ı Hakk'ın, Allah'a saygı ve bağlılık içinde namaz kılın ayeti ile bunu neshettiği rivayet edilmiştir. İbn-i Mes'ud, Hz. Peygamberden; Allah'ın müslümanların namazda ko­nuşmamalarına ilişkin emrini yenilediğini rivayet etmiş ve ayetin tam olarak bu nedenle nazil olup olmadığını açıklamamıştır.

Bu tür neshe bir başka örnek de şudur: Kur'ân'da bulabileceği­miz her hangi bir nass olmadığı halde ramazan gecelerinde uyu­dukları zaman ertesi akşama kadar bir şey yeyip içmeleri ve cin­sel ilişkide bulunmaları müslümanlara haramdı. Bir kişi dışında bunları yapmak isteyenler, uyumadan önce yaparlardı. Onlara bir rahmet olmak üzere bu hüküm kaldırılmış ve bu şekilde kendileri­ne bildirilmiştir. Bundan böyle bir kısım müslümanların yapmakta olduğunu, onların da yapmaları gerekmektedir. Allah, Oruç gece­sinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı; sabahın beyaz ipliği (aydınlığı), gecenin siyah ipliğinden (karanlığından) ayırt edilinceye kadar... [1096] ayeti ile bu hükmü neshetmiş ve onların nehyedilmiş oldukları halde yaptıkları için nefislerine ha­inlik ettiklerini, buna karşılık Allah'ın kendilerini affettiğini bil­dirmiştir.

Müslümanların bir kısmı bir kısmını namaza davet ederdi. Ensar'dan Abdullah b. Zeyd'in ezan rüyası ile bu uygulamayı neshet­miş ve onun gördüğü rüyayı, Namaza çağrıldığınız zaman [1097] ayeti ile teyid etmiştir.

7- Bir ayetin, bir başka ayeti nesh edip etmediği konusunda ih­tilaf edilmesi, hakkında ihtilaf bulunan bu ayetin hükmü ile amel edilebileceği noktasında her ne kadar icma oluşmuş ise de bu icma, ayetin kesin hüküm vaz'etmesi ile değil, bu ayet ile amelin ce­vazı ve ihtiyat ile ilgilidir.

İki kız kardeşi bir araya getirmeniz size haram kılındı [1098] ayeti bu tür neshe örnektir; çünkü daha sonra Allah, Sahip olduklarınız müstesna [1099] buyurmuştur.

Hz. Ali, "İki kız kardeşi bir araya getirmeyi bir ayet helal, bir başka ayet haram kıldı" demiş, Hz. Osman da benzer ifadeler kul­lanmıştır.

Ayetlerimiz konusunda ileri geri konuşmaya dalanları gördü­ğünde... [1100] ayeti ile Fakat belki korunurlar... [1101] ayetinin sonuna kadar bu iki ayet Mekke'de nazil olmuştur.

Daha sonra Medine'de, O (Allah) Kitap'ta size indirmiştir ki: Allah'ın ayetlerinin inkar edildiğini yahut onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman onlar bundan başka bir söze dalıncaya (konuya geçinceye) kadar kafirlerle beraber oturmayın; yoksa siz de on­larla beraber olursunuz. Elbette Allah, münafıkları ve kafirleri cehennemde bir araya getirecektir [1102]ayeti nazil olmuş­tur.

Şureyh, İshak b. Yusuf [1103], Süfyan, es-Süddî [1104] ve Said b. Cübeyr [1105] kanalı ile Ebu Mâlik'ten [1106] gelen bir rivayete göre; Ayetle­rimiz konusunda ileri geri konuşmaya dalanları gördüğünde...[1107] ayeti, O (Allah) Kitap'ta sîze indirmiştir ki: Allah'ın ayetlerinin İnkar edildiğini işittiğinizde... [1108] ayeti tarafın­dan neshedilmiştir.

Şureyh, Yahya b. Zekeriyya [1109] ve Haccac kanalı ile Abdul­lah'ı- dostlarından [1110] gelen bir rivayete göre; boşanmış olan eşleri mallarından faydalandırma (mut'a) yükümlülüğü getiren ayet, ta­lak, iddet ve miras hükümleri tarafından neshedilmiştir.

Yunus b. Muhammed, [1111] Şeyban, Katade kanalı ile Said b. el-Müseyyeb'ten [1112] gelen bir rivayete göre; Kendileri ile temas etme­den onları boşarsanız, tayin ettiğiniz mehrin yarısı onların hakkı­dır [1113]ayeti, bu ayeti neshetmiştir.

Alimler, Boşanmış kadınların, hakkaniyet ölçülerinde (kocala­rından) menfaat sağlamak haklarıdır [1114] ayetinde ihtilaf etmişler, bazı alimler; Tayin ettiğiniz mehrin yarısı... [1115] ayeti ile neshedildiğini söylemiş ve mehrin yarısında, güzel bir faydalanma olduğunu ilave etmişlerdir.

Bazıları ise neshedilmediğini ama, hükmün vacib olmadığını, isteyenin boşanmış eşleri malından faydalandırabileceğini isteye­nin de faydalandırmayacağını söylemişlerdir.

Nitekim Abdurrahman b. Avf, Hasen, [1116] Ali ve başkaları boşadıkları eşlerini mallarından faydalandırmışlardır. Vacib olan mut'a, mehili belirlenmemiş olanlarla kendileri ile ilişkide bulunulmamış olanlara verilecek olandır.

Yunus b. Muhammed, Şeyban, Katade ve Saîd b. el-Müseyyeb'ten gelen bir rivayete göre, Tayin ettiğiniz mehrin yarısı... [1117] ayeti, boşanmış eşleri mallarından yararlandırma (mut'a) ile ilgili hükmü neshetmiştir.

8- Alimler, iki ayetten birinin diğerini neshedip etmediği husu­sunda ihtilaf etmelerine karşılık, bu iki ayetin; iki farklı hüküm or­taya koyduğu hususunda icma etmişlerdir. Boşanmış kadınlar (kendi başlarına) evlenmeden üç ay hali (hayız veya temizlik müd­deti) beklerler [1118] ayeti bu tür neshe örnektir. Mücahid, "Bu ayetteki, kendileri ile ilişkide bulunulmamış olan kadınların iddeti Ey iman edenler! Mümin kadınlardan nikahlayıp da kendile­ri ile ilişkide bulunmaksızın boşadıklarınız için saymanız gereken bir iddet yoktur [1119] ayeti tarafından neshedilmiştir" de­mektedir.

Şureyh, Heysem, Yunus ve el-Hasan'dan gelen bir rivayete gö­re ayet, iki grup kadının iddet beklemesine ilişkin hükmü neshet­miştir; bunlar: Hayız görme ihtimali kalmamış olan (hayızdan ke­silen) ve hiç hayz görmemiş olan kadınlardır. [1120] Şureyh, Hasan b. Musa, [1121] Verka [1122] ve Mücahid'den gelen bir rivayete göre, Allah (c) daha sonra kendileri ile ilişkide bulunul­mamış kadınların üç ay hali iddet beklemelerini emreden ilahi em­ri neshetmiştir.

el-Hasen, "İki grup kadın bir arada mütalaa edilmiştir; bunlar, adet görmeyen ve adetten kesilmiş olan kadınlardır" derken, alim­lerin çoğu bu görüşü kabul etmemiş ve "Biz bu iddiaya kendileri ile ilişkide bulunulmuş ve hiç hayız görmemiş olan kadınların bek­lemeleri gereken üç iddet [1123] ile cevap veririz" de­mişlerdir.

Mümin kadınları nikahladığınızda... [1124] ayeti ve Hayız görme ihtimali kalmamış olanlar... [1125] ayeti, iddet hükmüne dahil olmayıp iki özel hüküm ihtiva etmektedir. Buna karşılık id­det bekleme ile ilgili ayet, sadece kendileri ile ilişkide bulunulmuş ve hayız görmekte olan kadınlarla ilgili (özel) hüküm ihtiva etmektedir. Son iki ayetten her biri, diğerinin hükmünü kapsamayan farklı iki hüküm ihtiva etmektedir.

Alimler bu son iki ayet konusunda ihtilaf etmişler, buna karşı­lık ümmet hayız görmelerinden umut kesilmiş olanlarla hiç hayız görmemiş olanların, üç iddet müddeti beklemeleri hususunda icma etmiştir.

İbn-i Ebi Leyla [1126] ve Ata'dan [1127] gelen bir rivayete göre, Ebu Hureyre [1128] şöyle demiştir:

Hz. Peygamber'le birlikte namaz kıldık, namazda sesini önce kıstı, sonra yükseltti. Senin Rabbin unutkan değildir [1129] ayetini kısık bir ses tonu ile okuduğu için daha sonra biz de öyle yaptık. Dua hakkında Cerir [1130] ve Leys kanalı ile Mücahid'den; Ebu Hemmam, [1131] Hişam b. Urve ve babası kanalı ile Hz Aişe'den ve Abbad b. el-Avam, el-Eş'as [1132] ve İkrime [1133] kanalı ile İbn-i Abbas'tan gelen rivayetlere göre onlar: "Ey Rabbim! Bağışla ve meramet et!" diye dua ederlerdi.

Hüşeym, Ebu Bişr [1134] ve Said b. Cübeyr kanalı ile gelen bir ri­vayete göre İbn-i Abbas, Salatında sesini yükseltme, fazla da kıs­ma [1135] ayetine ilişkin şunları söylemiştir:

Hz. Peygamber (s.a) Mekke'de gizlenirdi. Müşrikler Kur'an'ı işittik­lerinde Kur'an'a ve Peygamber'e küfrederlerdi. Bunun üzerine Allah (c) "Namazda sesini yükseltme, (dostlarının işitemeyeceği kadar da) sesini kısma (ki sana gücenmesinler)" ayetini vahyetti demiştir.

Huşeym, Mansur [1136] ve Avf [1137] kanalı ile gelen bir rivayette, Na­mazda sesini yükseltme, fazla da kısma [1138] ayeti hakkında el-Hasen, "Yüksek sesle okuyarak gösteriş yapmamalı ve kısık sesle okuyarak okuduğunla karşındakini rahatsız etmemelisin" de­miştir. Bugün ümmet, namaz kılanın sesini yükseltebileceği, ku­lakların duyabileceği oranda kısabileceği ve namazda gösteriş ya­pamayacağı konusunda icma etmiş durumdadır.

Onlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız bile ondan hiç bir şey geri almayın [1139] ayeti de böyledir. Bazı alimler, An­cak her iki taraf koyduğu sınırları koruyarak evlilik hukukunu tam anlamı ile koruyabilme konusunda endişeli iseler [1140] ayetinin, Kadının verdiği fidyede iki taraf için de herhangi bir sa­kınca yoktur [1141] ayeti tarafından nesh edildiğini söy­lemiş, bazıları ise; her iki ayetin de muhkem olduğunu ve birinin diğerini nesh etmediğini söylemişlerdir. Yüklerle mehir vermiş ol­sa bile, erkeğin zulüm ve haksızlık ederek verdiğini geri alması ve kendisini boşaması karşılığında kadının fidye olarak verdiğini geri alması, birbirinden farklı iki özel hüküm ihtiva etmektedir.

9- Hz. Peygamberden sonra ashabın, iki ayetten birinin diğeri­ni nesh edip etmediği veya her ikisinin de muhkem olup olmadığı konusunda ihtilaf etmeleri, daha sonra ikinci ve üçüncü kuşağa mensup alimlerin Hz. Peygamberin sünnetine dayanarak, bu ayetlerden birinin diğerini neshett'ği ve bazı hükümleri değiştirdiği hu­susunda icma etmeleridir:

Sizden ölenlerin geriye bıraktıkları eşleri, kendi başlarına (ev­lenmeden) dört ay on gün beklerler [1142] ayeti ile Hamile olanların iddet bekleme süresi ise yüklerini bırakmaları (doğum yapmalaradır [1143] ayeti böyledir. Zeyd, İbn-i Mes'ud ve İbn-i Abbas, birinci ayetin ikinci ayet tarafından nesh edilip edilmediği konusunda ihtilaf etmişlerdir.

İbn-i Mes'ud, Talak [1144] suresinin daha sonra nazil olduğunu söylemiş, Utbe [1145] ise "İki iddetten daha uzun olanını bekler" demiştir.

Bugün ümmet, hamile kadınla ilgili hükmün sabit olduğu ve iki iddetten uzun olanı beklemeyeceği konusunda icma halindedir. Bu konuda Hz. Peygamber'in, Sübey'a'ya kocasının vefatından kırk gün sonra evlenmesini emretmesi ile ilgili kesin bir hüküm bulun­maktadır.

Bir başka örnek de efendisi tarafından, kocasından boşanması ve kendisi ile evlenmesi istenen evli cariyedir. Sahabe, bunun bazı cariyeler için caiz olduğu, bazıları için ise olmadığı hususunda ic­ma etmiştir. Cabir [1146] ve Enes, cariye satılmakla boşanmış olur ka­naatinde idiler. Diğer bazıları ise, evli iken efendisinin cariyeyi nikahlayamayacağı; dolayısıyla satın alanın onu nikahlaması için kocasından boşanması gerektiği kanaatindedirler.

İbn-i Mes'ud, cariyeyi kocasının nikahlaması gerektiğini dü­şünmekte ve bu görüşünü, Sahip olduğunuz cariyeler hariç evli kadınlar size haram kılındı [1147] ayeti ile desteklemektedir. Ömer, Osman, Ali, Abdurrahman ve Sa'd [1148] gibi büyük sahabiler de bu görüştedirler.

Tabiin ve sonraki dönem alimleri eğer kocası varsa, kocası bir zimmî kendisi de bir zımmiye bile olsa efendisinin cariyeyi nikahlamasının caiz olmadığını söylemişler ve şayet savaş esiri iseler evli olan cariyelerle efendilerinin evlenebilecekleri ve Allah'ın Sa­hip olduğunuz cariyeler dışında evli kadınlarla nikahlanmanız size haram kılındı [1149] ayeti ile; evli olan cariyelerle ilgili hükmü neshettiği hususunda icma etmişlerdir.

Ebu Said el-Hudrî bu ayetin, Evtas [1150] cariyeleri hakkında nazil olduğunu söylemiştir. Bugün ümmet savaş esiri cariyeler dışında, hür insanların evli kadınlarla evlenemeyecekleri hususunda icma halindedir. Sahih bir rivayete göre Hz. Peygamber (s.a); satılıp azad edildikten sonra Berira'yı kocasından ayrılıp ayrılmama ko­nusunda serbest bırakmış ve bu şekilde satışın nikahı ortadan kaldırmadığını ortaya koymuştur. Şayet satış, nikahı ortadan kaldırsaydı, satılmakla boşanmış olur ve efendisi onu Hz. Aişe'ye sattığı ve Hz. Aişe de onu satın aldığı an, satış akdi ile nikahı düşer ve kocasından boşanmış olurdu.

Eskilerden bazıları isti'zan ayetinin neshedildiğini düşünüyor­lardı. Bugün ümmet, bu ayetin hükmünün sabit olduğu konusunda icma etmiş, ancak bazı alimler kapı çalmanın izin isteme anlamına geleceğini belirtmişlerdir.

Dinde zorlama yoktur [1151] ayeti de böyledir. Bazı alimler ayetin neshedilmediği, ne var ki şayet cizye vermeyi kabul ederlerse zımmilerin İslâm'a girmeye zorlanmayacakları hakkında kesin hüküm vaz'ettiği kanaatindedir. Hz. Ömer'in, bir Rum genci­ne, "Müslüman ol!" dediği, çocuğun müslüman olmayı reddettiği, bunun üzerine Hz Ömer'in "Dinde zorlama yoktur" dediği rivayet edilmiştir. Bazı alimler ise, Kendileri ile savaşılanlara (müminle­re) zulme uğramış olmaları sebebi ile (savaş) konusunda izin ve­rildi [1152] ayeti ve benzeri cihada ilişkin ayetler tarafından neshedildiğini söylemişlerdir.

Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olduğu­nuz sürece sapan kimse size zarar veremez [1153] ayeti de böyledir. Bazı alimler bu ayetin kafirlerden zimmet ehli ile ilgili olduğunu ve zimmet ehli ile savaşı neshettiğini söylemiş; bazıları ise bu ayetle, ahir zamanda heva ve hevesler galip gelip insanların genelde iyiliği emretme kötülüğü nehyetme konusundaki çabaları kabul etmedikleri bir dönemde iyiliği emr kötülükten nehyetmeye yönelenlerin kasdedildiğini söylemişlerdir. Bazı alimler ise ayetin neshedilmediğini, Siz kendinize bakın... [1154] ayetinin, din kardeşlerinize bakın onların bir kısmı, bir kısmına iyiliği emreder anlamına olduğunu, daha sonra müslümanları yücelterek Sapan kimse size zarar veremez [1155] (yani sapanların sapkınlığı size zarar veremez, çünkü siz emrolunduğunuz gibi birbirinize iyi­liği emreder ve kötülükten nehyedersiniz) buyurduğunu söylemişlerdir.

Artık onlara aldırma (daveti kabul etmedikleri için) sen kına­nacak değilsin [1156] ayeti de böyledir. Şureyh, İsmail b. İb­rahim ve Eyyub es-Sicistanî [1157] tariki ile gelen bir rivayete göre Mücahid şöyle demektedir:

Bir gün başı sanlı ve bir hırkaya bürülü olarak Ali dışarı çıkmış ve: Artık onlara aldırma (daveti kabul etmemeleri sebebi ile) sen kına­nacak değilsin [1158] ayeti nazil olduğu zaman biz üzülmüş ve "Hz. Peygamber (s) bize aldırmamakla emrolundu" demiştik. Daha sonra da: Yine de onlara öğüt ver. Çünkü öğüt müminlere fayda ve­rir [1159] ayeti nazil olmuştu, demiştir.

Bazı alimler, "Ayet nesh olunmamıştır. Hz. Peygamber (s), ka­firlerden yüzçevirmek ve müminlere öğüt vermekle emr olunmuş­tur" demişlerdir.

Yerdekiler için mağfiret diliyorlar [1160] ayeti de böyledir. Süneyd, Ebu Süfyan ve Ma'mer tariki ile gelen bîr rivayete göre Katade şöyle demiştir:

Yerdekiler için mağfiret diliyorlar [1161] ayeti, müslümanlar için mağfiret diliyorlar anlamındadır. Alimlerin çoğunluğu da şöyle demişlerdir:

Meleklere, kafirlerin bağışlanması için dua etme izni verilmemiştir, ayet sadece yerdekiler, özellikle de müslümanlar için dua ederler anlamınadır. Nitekim daha sonra Müslümanların bağışlanması için dua ederler [1162] ayeti ile "yerdekiler için" ifadesine açıklık ge­tirilerek müsliimanların bağışlanması için dua ettikleri bildirilmiştir.

10- Alimlerin, bir ayetin neshedildiği konusunda icma etmele­rine rağmen nesneden ayet ve hangi hükmü vacib kıldığı konusun­da ihtilaf etmeleridir.

Bir hükmün vacib olduğu ve kendisinden önceki hükmü neshettiği hususunda icma etmiş, diğer hükmün ise nesheden ayetle kesinlik kazanıp kazanmadığı konusunda ise ihtilafa düşmüşlerdir. İman edip de hicret etmeyenlere gelince, onlar hicret edinceye ka­dar size onların mirasından hiç bir pay yoktur [1163] ayeti böyledir. Bedevi, muhacir olan yakınma mirasçı olamazdı. Müslü­manlar, Yakın akrabalar birbirlerine (varis olmaya) daha uygun­durlar [1164] ayeti nazil oluncaya kadar hicret sebebi ile bir­birlerine varis oluyorlardı. Birinci ayetin mensuh olduğu ve müslümanlardan, alacakları pay Allah tarafından belirtilmiş olanların ve amca, teyze ve kardeş çocuğu gibi alacakları pay belirlenmemiş olanların birbirlerine hicret sebebi ile değil akrabalık sebebi ile va­ris olduğu hususunda icma vardır. Aynı şekilde, şayet akraba değil iseler kadın ve koca dışında, mirastan alacakları pay, Allah tarafın­dan belirlenmiş olanlara verildikten sonra, artan kısmın varislere verilmeyeceği, yine şayet geriye isimleri Allah (c) tarafından belir­tilmiş olanlardan bir akraba bırakmamışlarsa, isimleri Allah (c) ta­rafından belirlenmemiş olan akrabalarının ölüye olan yakınlıkları oranında mirastan pay alacakları hususunda alimlerin icmaı vardır. Bu görüş iraklılara aittir. Medineliler ise Iraklıların görüşünü reddederek şöyle diyorlar:

Allah'ın zikrettiği mirasçılara verilmeyen, isimlerini zikretmediği mirasçılara da verilmez; ölünün, mirasta paylan belirlenmiş olanlara verilenden arta kalan mirasına müslümanlar varis olur. Geriye belirli bir miras bırakıp da varis bırakmamış olanların mirasını almaya beytu'l-mal daha layıktır.

Ashabtan Zeyd b. Sabit [1165] ikinci; Ömer, Ali ve İbn-i Mes'ud ise birinci görüşü benimsemişlerdir.

Şureyh, Ebu Süfyan ve Ma'mer tariki ile gelen bir rivayete gö­re, İman edip hicret etmiyenler... [1166] ayetine ilişkin Katade şöyle demiştir:

Müslümanlar hicret sebebi ile, aralarında Hz. Peygamber'in kardeşlik akdi ihdas ettiği sahabiler de iman ve hicret sebebi ile birbirleri­ne varis oluyorlardı. Müslüman olup da hicret etmeyen biri kardeşinden miras alamıyordu. Allah (c) bu durumu, Allah'ın kitabına gö­re yakın akrabalar birbirlerine varis olmaya daha uygundur [1167] ayeti ile neshetmiştir.

11- Hz. Peygamber'in ashabından oluşan birinci kuşağın iki ayetten birinin diğerini neshettiği hususunda ihtilafa düşmeleri; bi­rinci ayetin muhkem olduğu hususunda alimlerin daha sonra icma etmesi:

Zina eden kadın ancak zina eden erkekle evlenir[1168] ayeti böyledir. Bu ayetin muhkem olup neshedilmediği ve zinakar kadı­nı ancak zinakar birinin nikahlıyabileceği konusunda Hz. Aişe'den gelen bir rivayet vardır. İbn-i Mes'ud'dan da hem benzer bir riva­yet ve hem de aksine bir rivayet bulunmaktadır. Bu ikinci rivayete göre kendisine bu konu sorulduğunda İbn-i Mes'ud, O kullarının tevbesini kabul eder ve kötülükleri affeder [1169] ayetini oku­muştur.

Süneyd, Huşeym, Ebu Hubbab, [1170] Bekir b. Huneys [1171] ve baba­sından gelen bir rivayet şöyledir:

İbn-i Mes'ud'a geldim; kendisine biri, "Bir kadınla zina eden, kendi­lerine zina haddi uygulanan, sonra tevbe eden ve durumunu düzelten bir kişi bu kadınla evlenebilir mi?" diye sordu. İbn-i Mes'ud da, Al­lah kullarının tevbesini kabul eder ve onların kötülüklerini affeder. O yaptıklarınızı bilir [1172] ayetini okudu.

Huşeym, Muğire [1173] ve İbrahim'den [1174] gelen bir rivayete göre Alkame'ye [1175] bu soru sorulduğunda, [1176] ayetini okumuştu. Orada bulunanlardan bazıları, Aranızdaki bekarları evlendirin [1177] ayetinin bu ayeti neshettiğini söylemişler ve 'Onlar (zinakar olanlar) müslümanların bekarlarıdır’ demişlerdir.

Süneyd; İbn-i Cureyc, Yahya b. Said [1178] kanalı ile İbnul-Müseyyeb'ten benzer bir nakilde bulunarak, "Onlar müslümanların bekarlarıdır" dediğini rivayet etmiştir İbn-i Abbas, Allah bu iki ayetle, haram kılmayı murad etmemiş, ancak müslümanların evlenemeyecekleri zinakar kadınların niteliklerini ortaya koymuştur, yani kendileri gibi zinakar erkekler dışında kimsenin onlarla ev­lenmeyeceğini bildirmiştir. Onlar ister müslüman ister kafir ol­sunlar, böylelerine mubahtırlar ve ayet mensuh olmayıp zina eden erkeğin evlenmemesi ile ilgili özel ve yasaklayıcı bir hüküm vaz'etmektedir. Yine böylelerinin evlenmeleri mubah olan müşrikler hakkında da özel hüküm vaz'etmektedir. Bazı alimler iffetini an­cak onun koruyabileceği gerekçesi ile kendisi ile zina yapanın o kadınla evlenebileceğini, başka birinin ise onunla evlenemeyece­ğini söylerken; bazıları ise ayetin diğerleri hakkında mensuh ol­mayıp sadece zinadan tevbe eden için mensuh olduğunu söyle­mişlerdir.

Bugün zina yapan kadınla, kendisi ile zina yapanın da bir baş­kasının da evlenmesinde bir sakınca olmadığı; başlangıcının ha­ram sonunun ise helal olduğu için de zinakar bir kadınla, zinakar birinin de, iffetli birinin de evlenmesinde bir sakınca olmadığı hu­susunda ümmet icma halindedir.

Alış-veriş yaptığınızda şahit tutun [1179] ayeti de böyle­dir, İbn-i Ömer alırken de satarken de şahit tutardı ve ayetin men­suh olmadığı görüşündeydi. Şureyh, Huşeym ve İsmail'den [1180] ge­len bir rivayet şöyledir:

"Bir başkasının şahitlik etmesini şart koşarak, bir şey satın alan bîrini gördün mü?" diye Şabi'ye [1181] sordum. O, Birbirinize güveniyorsa­nız... [1182] ayetini görmedin mi? Allah, bir önceki ayeti bu­nunla neshetmiştîr" dedi.

Şureyh ve' İbn-i Ebi Zaide'den [1183] gelen bir rivayete göre el-Ha-kem, [1184] Şayet birbirinize güvenirseniz... [1185] ayetinin alış­verişte şahitliği neshettiğini söylemiştir. Bu gün alimler alış-verişte şahitliğin neshedildiğini, nesheden ayetin de Şayet birbirinize güve­nirseniz...[1186] ayeti olduğu konusunda icma halindedirler. Hz. Peygamber'in, şahidi olmaksızın bir şahıs ile bir at için alış-veriş akdi yaptığı, adam şahîd istediğinde ise Huzeyme b. Sabit'in [1187] -orada bulunmadığı halde- Hz. Peygamber'e şahitlik etti­ğine ilişkin rivayet, alimler nazarında kesin hüküm ifade etmekte­dir. Bazı alimler "Şahitlik etmesi vacib olmaz, ancak mallarını Ki­tap ve Sünnetle emniyete almaları hususunda Allah (c) katından bir tavsiye olup bir yükümlülük değildir" demişlerdir.

Sana haram ayı, onda savaşmayı soruyorlar [1188] aye­ti de böyledir. Ata şöyle demiştir:

Ayetin hükmü bakidir ve nesih sözkonusu değildir. Cabir ise şöyle diyor:

Kendisi ile savaşılmadıkça Hz. Peygamber haram aylarda savaşmamıştır.

Şureyh, Ebu Süfyan ve Ma'mer'den gelen bir rivayete göre Katade şöyle demiştir:

Onlar haram ayda savaşmamakla emrolunmuşlardı. Daha sonra bu emir, Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün [1189] ayeti tarafından, Allah'ın (koyduğu) dini işaretlere, haram aya, Allah'a adanmış kurbana ve (ondaki) gerdanlığa, Beytu’I-Haram'a yönelmiş kimsele­re (tecavüz) ve saygısızlık etmeyin [1190] ayetindeki haram ayda savaşmayı ya da müşrik olduğu halde Mescid-i Haram'a giren veya ihramlı gibi davranan müşriklerle savaşmayı yasaklayan hükmü neshetmiş ve müslüman olmadıkça ya da kitap ehlinden olup cizye ver­meye razı olmadıkça onlarla savaşmayı mubah kılmıştır.

 Said b. el-Müseyyeb, Süleyman b. Yessar [1191] ve diğerleri şöyle demişlerdir:

Bu ayet, Müşrikleri bulduğunuz yerde öldürün [1192] ayeti tara­fından neshedilmiştir.

Ümmet bu gün gerek haram ayda ve gerekse diğer zamanlarda savaşmanın helal ve bunun bir ibadet olduğu hususunda icrna ha­lindedir. Ali b. Asım ve Yeman [1193] tariki ile gelen bir rivayete göre Amir'e, [1194] "Maide suresinden hiç bir hüküm neshedilmemiştir" dendiğinde, "Hayır" diye karşılık vermiştir.

İçinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi bunlar için hesaba çekecektir [1195] ayeti de böyledir. İbn-i Ömer, [1196] bu hükmün Hz. Peygamber'in vefatından sonra da sabit olduğunu düşünür ve ayet okundukça, ağlardı.

Yezid, [1197] Süfyan b. Hüseyin, [1198] ez-Zührî ve Salim'den [1199] gelen bir rivayete göre İbn Ömer: İçinizdekileri açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi bunlar için hesaba çekecektir [1200] ayetini okumuş ve gözleri yaşarmıştı. Bu durum İbn-i Abbas'a bildirilince, "Allah Ebu Abdurrahman'a merhamet etsin. Allah her şahsı ancak gücünün yettiği ölçüde sorumlu tutar. Herkesin kazandığı (hayır) lehine, yapacağı (kötülük) de aleyhinedir [1201] ayeti bu ayeti neshetti" demiştir.

Süleyman b. Davud, İbrahim, [1202] Sa'd, İbn-i Şİhab ve Said b. Mürcane'yi [1203] dinleyen birinden gelen bir riveyete göre İbn-i Mürcane şöyle anlatıyor:

Abdullah b. Ömer ile oturduk, konuşurken İbn-i Ömer, Açıklasanız da gizleseniz de... [1204] ayetini okudu ve Allah'a yemin ede­rim ki şayet bu ikisi sebebi ile Allah seni hesaba çekerse helak olur­sun" dedi ve ağladı. O kadar ağladı ki hıçkırıkları İbn-İ Mürcane'nin kulağına kadar geldi.

İbn-i Mürcane şöyle devam ediyor:

Kalkıp İbn-i Abbas'a geldim, kendisine İbn-i Ömer'in okuduğu bu ayeti hatırlattım. İbn-i Abbas, "Allah (c) Ebu Abdullah'a merhamet etsin! Bu ayet nazil olunca müslümanlar Abdullah'ın hissettiklerini hissetmişlerdi. Bunun üzerine Allah hemen arkasındaki Allah her şahsı ancak gücünün yettiği ölçüde mükellef tutar. Herkesin kazan­dığı (hayır) lehine, yapacağı (kötülük) de aleyhinedir [1205] ayetini vahyetmiştir" dedi ve "Böyle bir vesvese müslümanların gü­cünü aşar" diye ilave elti.

Sonunda iş Allah'ın hükmüne gelir dayanır: Söz ve davranışta kişinin yaptığı ve yapacağı kendi lehine veya aleyhinedir.

İbn-i Abbas ve diğerleri bu görüşü reddederek, bu ayetin neshedildiğini söylemişlerdir.

Haccac, İbn-i Cureyc ve İbn-i Abbas'tan gelen bir rivayete göre bu ayet nazil olunca müslümanlar feryad ederek: "Ey Allah'ın elçi­si! El, ayak ve dillerin kötülüklerinden tevbe edelim ama kalbi­mizden geçenler için nasıl tevbe edebiliriz, vesveseden nasıl kaçınabiliriz?" diye yakınırlar. Bunun üzerine Cebrail, Allah insanı an­cak gücünün yettiği ile sorumlu tutar [1206] ayetini vahyeder. İbn-i Abbas, siz vesveseden kaçınamazsınız diyerek, Kişinin kazandığı (hayır) lehine, kazanacağı (kötülük) de aleyhinedir [1207] ayetini ilave etmiştir.

Şureyh, Huşeym ve Şeyban tariki ile eş-Şabî'den şu rivayeti nakletmektedir:

İçinizdekileri açığa vursanız da gizleseniz de...[1208] ayeti nazil olunca, hemen ardından Kişinin kazandığı (hayır) kendi lehine kazanacağı (kötülük) da kendi aleyhinedir [1209] ayeti nazil olmuştur.

Mervan b. Suca da Husayf kanalı ile Mücahid'den benzer bir rivayet nakletmektedir.

Bazı hadisçiler şöyle diyorlar:

Bu ayetin neshi mümkün değildir; çünkü bu bir haberdir, haberlerde ise nesh caiz değildir. Diğer bazıları ise şöyle demiştir:

Bu bir haber olsa bile nefsin fısıldadıkları sebebi ile cezalandırılacak kimse için hüküm vaz'etmektedir. Daha sonra Allah kullarına mer­hamet ederek onları hesaba çekeceğine ilişkin hüküm vaz'eden bu ayeti neshetmiştir. Bu bir hükümdür ve hükümlerde nesih caizdir. "Allah sizi hesaba çeker" ifadesi, sizi cezalandırır anlamınadır. Da­ha sonra ise bu hükmü neshetmiştİr,

Bu gün ümmet, bu ayetin neshedildiği hususunda icma etmiştir. İstemediklerini [1210] açıkça gösterdikleri halde insanların içlerin­de vesvese bulunmasının nedeni sorulduğunda Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurdu:

Bu, imanın duruluğudur. Allah (c) ümmetime nefislerinin telkin etti­ği vesveseler için müsamaha etmiştir.

(Mirastan payı olmayan) yakınlar, yetimler ve yoksullar miras taksiminde hazır bulunurlarsa onları da rızıklandırın ve güzel söz söyleyin [1211] ayeti de böyledir. Bazı alimler, ayetin muhkem olduğunu ve bu ayete göre mirasta pay sahibi olmayanlara da, mi­rastan bir şeyler verilmesi gereğini savunmuşlardır.

Şureyh, Huşeym ve Ebu Beşir kanalı ile gelen bir rivayette Said b. Cübeyr, Mirasta hazır bulunurlarsa... [1212] ayeti konusunda alimlerin ihtilafa [1213] düştüklerini söylemiştir.

Huşeym, Mansur, Katade ve Yahya b. Ya'mer'den [1214] gelen bir rivayette, "Üç ayet muhkemdir ve insanların çoğu bunu bilmiyor­lar" demektedir ki bu da bu üç ayetten biridir.

Huşeym ve Ebu İshak kanalı ile Katade'den gelen bir rivayete göre ayet muhkem olup hükmü neshedilmemiştir.

Şureyh, Huşeym, Muğıre, [1215] Yessar [1216] kanalı ile İbrahim'den gelen bir rivayete göre öşür ve yarım öşürle ilgili ayet bu ayeti neshetmiştir. Huşeym, Cübeyr, [1217] ed-Dahhak ve el-Kelbî'den gelen bir rivayete göre Ebu Salih [1218] bu ayetin mensuh olduğunu söyle­miştir. Said b. Cübeyr ve başkalarından, zekat ayetinin bu ayeti neshettiğineilişkin bir rivayet bulunmaktadır.

Bu gün alimler, mirasın varislere ait olduğu, taksimde hazır bulu­nanlara, yetim ve yoksullara bir şeyler vermenin vacib olmadığı, an­cak varisin baliğ olması durumunda nafile ve sadaka kabilinden ih­sanda bulunulabileceği hususunda icma halindedirler. Bazı alimler ise bu ayetin hükmünün sabit olduğu, neshedilmediği ve ayetle sada­kanın değil zekatın kastedildiği kanaatindedirler. Şureyh, Huşeym, Haccac ve Salim el-Mekkî [1219] kanalı ile gelen bir rivayete göre İbn-i Hanefiye [1220] (hasad günü): "öşür ve yarım öşürdür" demiştir.

Şureyh, İbn-i Uyeyne ve İbn-i Ebi Necih [1221] ve Mücahid'den gelen bir rivayete göre harman esnasında orada bulunan fakir, yok­sul ve mirastan pay almayan yakınlara verilir.[1222]

Eğer bir hayır bırakacaksa anne babasına ve akrabaya uygun bir vasiyyette bulunsun [1223] ayeti de böyledir. Birinci ku­şaktan bazıları Allah'ın bu ayetin tamamını neshettiğini ve miras­tan pay sahibi olan akrabaya vasiyyeti nehyettiğini, mirastan pay almayan akrabaya mirasın üçte-bîrlik bölümünden vasiyyette bu­lunmalarının gerekli oluğunu savunmuşlandır. Bu iddia Tavus [1224] ve ed-Dahhak'a aittir.

Bazı alimler ise "Bu bir nafiledir, kişi ancak mirastan pay al­mayanlara vasiyyette bulunabilir" demişlerdir.

Bazı alimler de "Kişi malının üçte birini akrabalarından diledi­ği kimselere vasiyet eder" demişlerdir. Alimlerin çoğu ayetin neshedilmediğini, ancak bu ayetle mirastan pay almayan ana-baba ve müslüman olmayan kölelerin kastedildiğini söylemişlerdir.

Bu gün ümmet, vasiyetin farz olmadığı ve dileyenin diledikle­rine nafile türünden vasiyette bulunabileceği konusunda icma et­miş durumdadır.

Kim bir mümini kasden öldürürse... [1225] ayeti de böyledir. İbn-i Abbas, bu ayetin muhkem olduğunu ve "kasden" ifadesinin Furkan süresindeki ayetten bir yıl sonra nazil olduğunu söylemiş­tir.[1226]

Ebu Hureyre, 'Cennete giremez' derken, ed-Dahhak, "Tevbe edenler" ifadesinin "kasden" ifadesinden yedi sene önce nazil ol­duğunu söylemiştir.

el-Hasen ise Peygamber'den, "Rabbimden katilin tevbesini ka­bul etmesini istedim onun tevbesini kabul etmeyi reddetti" şeklin­de bir hadis rivayet etmiştir.[1227]

Bu gün alimler, tevbenin bu hükmü neshettiği konusunda icma etmişlerdir. Bir kişi dışında [1228] bütün alimler tevbe edenin tevbesinin kabul edileceği hususunda icma halindedir.

12- Ümmetin, başı ve sonu farklı iki ayette var olan bir ayet hususunda, bu ayetlerden birinin diğerini neshedip etmediği konu­sunda ihtilafa düşmeleri ve iki görüşten biri üzerinde icma edeme­meleri:

Zımmilerden sana gelenler arasında ister hüküm ver ister on­lardan yüz çevir [1229] ayeti böyledir.

Bu konuda alimler ihtilaf etmişlerdir.

Iraklılardan bir grup ayetin muhkem olduğunu ve neshedilmediğini söylemiş ve Ali b. Ebî Talib'ten, bu görüşü destekleyen bir rivayet nakletmeşlerdîr. Bu rivayete göre Ali, Muhammed b. Ebubekir'e, [1230] zina eden Hristiyanları kendi dinlerine göre hü­küm veren mahkemelere göndermesini emretmiştir. Hz. Ali, bu konudaki muhayyerliğin muhkem olduğunu düşünmüş ve onları bu konuda muhakeme etmemesini, kendi dinlerine göre hüküm veren mahkemelere göndermesini emretmiştir. Alimlerin çoğu bu uygulamayı kabul etmemiş ve aralarındaki anlaşmazlıkları müs­lüman bir hakime getirirlerse müslümanlarla anlaşması olan (mevali) için muhayyerliğin söz konusu olmadığını ve onların davalarına bakmanın zorunlu olduğunu söylemişler, daha sonra nazil olan Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet ve onların arzu­larına uyma [1231] ayetinin bu ayeti neshettiğini ilave et­mişlerdir. eş-Şabî, Mücahid, İkrime, Katade ve diğerleri bu gö­rüştedirler.

Şureyh, Huşeym, Mansur [1232] ve başka bir ravi kanalı ile el-Hakem'den gelen bir rivayete göre Aralarında Allah'ın indirdikleri ile hükmet [1233] ayetine ilişkin Mücahid şunları söylemiştir:

Bu ayet, ister aralarında hükmet ister onlardan yüzçevir [1234] ayetini neshetmiştir.

Şureyh, Veki, [1235] Süfyan ve es-Sarî [1236] kanalı ile gelen bir riva­yette İkrime şöyle demiştir:

Şayet sana gelirlerse ister aralarında hükmet ister onlardan yüz çe­vir [1237] ayeti, Aralarında Allah'ın (sana) indirdikleri ile hük­met [1238] ayeti tarafından neshedilmiştir.

Alimler, Cahiller kendilerine bir şey söylediklerinde onlara "selam" derler [1239] ayeti konusunda da ihtilaf etmişlerdir. Çoğunluk bu ayetin neshedilmediğini söylerken, diğerleri müşrik­lere ilişkin Onları nerede bulursanız öldürün [1240] ayeti tara­fından neshedildiğini söylemişlerdir.

Şureyh, Huşeym ve Abbad kanalı ile gelen bir rivayette, Rah­man olan Allah'ın halis kulları, yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahiller kendilerine sataştığında "selam" derler [1241] aye­tine ilişkin el-Hasen şunları söylemiştir:

Bu hüküm Berae süresindeki hükümle nesholunmuş ve müslümanlar, onlarla savaşmakla emrolunmuştur.

Alimler bu görüşü reddetmiş ve müslümanların hilm (yumuşak ve ağırbaşlı muamele) sahibi olmalarını övmüş, bu ayetle müşrik­lerle savaşı murad etmemiştir. Bu gün el-Hasen dışında ümmet ayetin neshedilmediği hususunda icma etmiştir. Bu hüküm de icma kapsamında değerlendirilebilir. Daha sonraki alimler onun hakkın­da yanılmış değildir.[1242]

Ona (oruç tutmaya) takati yetenlerin, bir fakiri doyuracak ka­dar da fidye vermeleri gerekir [1243] ayeti de böyledir. Bazı alimler bu ayetin oruç tutmayanlar hakkında olduğunu ve Allah'ın onları dilerlese oruç tutmak, dilerlerse de iftar edip bir fakiri do­yurmak arasında serbest bıraktığını, sonra da Sizden ramazan ayını idrak edenler o ayda oruç tutsun[1244] ayeti ile bu ayeti neshettiğini söylemişlerdir. Bu görüşü savunanlar kelimeyi 'yutavviküne' şeklinde değil şeddesiz 'yutikûne' okumaktadırlar ki alim­lerin çoğunluğu bu şekilde okumaktadırlar.

Şureyh, Bekkar b. Abdullah er-Rabezî, [1245] Musa b. Ubeyde tari­ki ile Muhammed b. Ka'b'tan [1246] gelen bir rivayete göre Ona (oruca) takati yetenlerin, bir fakiri doyuracak kadar da fidye ver­meleri gerekir [1247] ayeti, Ramazanda hasta ya da yolcu olanlar (tutmadıkları günler sayısınca) diğer günlerde kaza etsinler [1248] ayeti tarafından neshedilmiştir.

Bir zümre, "Bu ayet neshedilmemiştir. Ancak, Allah (açlık) ve susuzluk nedeni ile orucun bünyelerine ağır geldiği yaşlılara, ha­mile ve emzikli kadınlara bir fakiri doyuracak düzeyde fidye ver­melerini emretmiştir" demişlerdir. Diğerleri hakkında ihtilaf etmiş olsalar da yaşlıların oruç tutmayıp fidye vermeleri gerektiği konu­sunda icma etmişlerdir.

[1249] ayeti de böyledir. Şureyh, İsmail b. İbrahim [1250] ve Leys'ten gelen bir rivayete göre Mücahid, Affı tercih et [1251] ifadesini, ahlâkî anlamda insan­ların davranış biçimlerinden affa yatkın olanları tercih et şeklinde tefsir etmiştir.

Mallarından isteyen ve (isteyemediği için) mahrum olanlara belli bir hak tanıyanlar [1252] ayeti de böyledir. Bu ayet ko­nusunda alimler ihtilafa düşmüşlerdir. Bazıları, zekat ayetinin bu ayeti neshettiğini söylerken, el-Kelbî, "Bu hüküm zekat farz kılın­madan öncedir" demiştir.

Ya karşılıksız ya da fidye karşılığında serbest bırakın [1253] ayeti de böyledir. Bazı alimler bu ayetin, Şayet savaşta on­ları yakalarsan, ibret almaları için onlar ile (onlara vereceğin ce­za ile) arkalarında bulunan kimseleri de dağıt [1254] ayeti ta­rafından neshedildiğini söylemişlerdir. Katade bu görüştedir.[1255]

Said, [1256] Veki ve Süfyan'dan gelen bir rivayete göre Cabir şöyle demiştir:

En yumuşak muamele uygulanarak karşılıksız serbest bırakılır, ya da fidye karşılığı serbest bırakılır.

Ebu Süfyan ve Ma'mer'den gelen bir rivayete göre Ömer'in muhafızı olan Şamlı bir şahıs, "Ömer'in işkence ederek öldürdüğü bir esir bile görmedim" demiştir.

Ebubekir b. Abdullah b. Ebu Meryem'den [1257] naklen Mübeşşir el-Halebî [1258] şöyle rivayet etmektedir:

Ömer b. Abdülaziz'c Farslı biri getirildi. [1259] Ömer b. Abdüzaziz kendisi ile konuşurken Esir, "Allah'a yemin ederim müslümanlardan birini öldürmüş olabilirim" dedi. Ömer b. Abdülaziz boynunun vurulmasını emretti sonra da "Söyledikleri karşısında onu sağ bıraka­mazdım" dedi. Mübeşşir, Safvan b. Amr [1260] el-Ezher b. Abdullah el-Harazî'den [1261] gelen bir rivayete göre esir beraberindeydi, onu öldürme­mişti.

Ebu Süfyan ve Ma'mer'den gelen bir rivayete göre esir-savaş esnasında olması hariç- öldürülmez. Ebu Süfyan ve Ma'mer'den gelen bir rivayete gere Katade şöyle demiştir:

Savaş sona erince de salıverin [1262] ayeti, Şayet savaşta onları yakalarsan ibret almaları için onlar ile (onlara vereceğin ce­za ile) onların arkasındakileri dağıt [1263] ayeti tarafından nesbedilmiştir.

el-Hasen, Ata ve diğerleri, esirlerin öldürülmelerini çirkin bul­muş ve şöyle demişlerdir:

İmam (devlet başkanı) isterse bırakır, isterse fidye alır.

İbn-i Abbas ise şöyle demiştir:

İmamın (devlet başkanı) tercihine kalmıştır; isterse öldürür isterse fidye karşılığı veya fidyesiz serbest bırakır.

Hüküm bu doğrultudadır; çünkü Hz. Peygamber (s.a) öldür­müş, karşılıksız veya fidye karşılığı serbest bırakmıştır.

Ehl-i kitapla en güzel yoldan mücadele edin [1264] ayeti de böyledir. Şureyh, Ebu Süfyan ve Ma'mer'den gelen bir rivayete göre Katade şöyle demiştir:

Ehl-i kitap ile en güzel şekilde mücadele edin [1265] ayeti, Müşrikleri öldürün [1266] ayeti tarafından neshedilmiştir. Savaş­tan daha sert bir mücadele yoktur.

Yahya b. Bukeyr ve Salim tariki ile Said'ten -ya da Mücahid'den- gelen bir rivayete göre, İçlerinden zulmedenler müstesna ehl-i kitap ile en güzel şekilde mücadele edin [1267] ayetindeki "zulmedenler", "sizinle savaşanlar" demektir. Onlara karşı kı­lıç kullanın şeklindedir.[1268]

13- Nasih ve mensuh olduğu hususunda bütün ümmetin icma ettiği, haklarında hiç bir ihtilaf bulunmayan ayetler. Mensuh ayetin hükmü neshedildiği halde lafzı Kur'an'da sabittir.

Cahillerden uzak dur[1269], Şimdilik onlara güzel muame­le et [1270], Sen onlardan yüz çevir ve size "selam olsun" de[1271], Onları kendi hallerine bırak[1272], Dininizle alay eden ve oyun oynayanları dost edinmeyin[1273], Zama­nı gelinceye kadar onları, gaflet ve sapkınlıkları ile başbaşa bırak[1274], Müminlere söyle Allah'ın vaadettiği günlerin, gel­meyeceğini umanları bağışlasınlar[1275], Seni onların başı­na bekçi olarak göndermedik[1276], Sen onların vekili değilsin[1277], Artık sen onları bırak ve bekle [1278] ayetleri ve benzerleri; Kendileri ile savaşılanlara, zul­me uğramış olmaları sebebi ile (savaş konusunda) izin verildi. Şüphesiz Allah onları zafere ulaştırmaya kadirdir [1279] ayeti tarafından nesh edilmişlerdir.

Allah din uğrunda sizinle savunmayanlara karşı adil davranma­nıza ve onlara iyilik yapmanıza engel olmaz [1280] ve Ar­tık onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve si­ze barış teklif ederlerse bu durumda Allah size onların aleyhine bir işe yönelme hakkı vermez [1281] ayetleri de böyledir. Müşrikleri nerede bulursanız öldürün [1282] ayeti, bu ayetleri neshetmiştir. Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla sa­vaşmayın [1283] ayetine gelince, Allah bu ayeti günün bir saatinde Peygamberi için neshetmiş, sonra da haram olarak bu aye­tin hükmünü tekrar olduğu gibi iade etmiştir. Savaşı başlatan taraf müşrikler olmadıkça orada savaşmak ebediyyen haramdır. Savaşı başlatan taraf müşrikler olursa, Mescid-i Haram'da onlar sizinle savaşmadıkça siz de onlarla savaşmayın [1284] ayeti gereği müşriklerle orada savaşmak helal olur. Küfrün önderlerine karşı savaşın çünkü onlar yeminleri olmayan adamlardır[1285], Çünkü size karşı savaşa önce başlamış olan... [1286] ve Mü­minlerin kalplerini ferahlatır [1287] ayetleri gereği günün bir saatinde Peygamberi için orada müşriklerle savaşmayı nesh etmiş­tir. Bu ayetlerde -Kureyş'le anlaşma yapmış olan- Bekiroğulları ile -Hz. Peygamber'Ie antlaşma yapmış olan- Huzaa kabilesi kastedil­miştir. Mekkelilerle Hz. Peygamber (s.a) arasında sulh [1288] varken Bekiroğulları, Huzaa kabilesi ile savaş halindeydi. Kureyş, Bekiroğullarına bir birlik göndererek yardım etmişti, [1289] Bu durum Hz. Peygamber'Ie aralarındaki anlaşmayı ihlal anlamına geliyordu. Bu­nun üzerine Allah (c), Peygamberine Harem'de on


Konu Başlığı: Ynt: Hz. Peygamber Şefaatine Engeldir
Gönderen: Ekvan üzerinde 12 Haziran 2011, 13:21:11
onların üzerine git­me ve savaşı başlatma izni verdi. Hz. Peygamber (s.a) Mekkelilerin üzerine yürüdü ve Harem'de onlarla savaştı. Savaş bitip Hz. Pey­gamber (s.a) Mekke'yi fethedince de "Hiç kimse ile savaş yoktur" buyurdu. Bu nedenle biz, "Ancak günün bir saatinde Hz. Peygam­ber (s.a) için Harem'de savaş helal kılındı; sonra da daha önceki durum olduğu gibi avdet etti" diyoruz. Harem'in otları koparılamaz, hayvanları avlanamaz ve ağaçları kesilemez.

Katade'den gelen bir rivayete göre Mescid-i Haram'da onlarla savaşmayın [1290] ayeti, Müşrikleri her nerede bulursanız öldürün [1291] ayeti tarafından neshedilmiştir. Halbuki durum Katade'nin söylediği gibi değildir. Bu gün hala Hz. Peygamber'in ashabı ve bizim dönemimize kadar onları izleyen kuşaklar, Hz. Pey­gamber'in, Mescid-i Haram'da savaşın haram olduğuna dair hükmün muhkem olduğunu söylediği konusunda icma halindedirler.[1292]

Ebu İshak, Osman b. Ata [1293] ve babası tariki ile İbn-i Abbas'tan gelen bir rivayete göre ALLAH (c) önce, Eğer yüzçevirirlerse, onları yakalayın ve bulduğunuz yerde öldürün. Hiçbirini dost ve yardımcı edinmeyin. Ancak kendileri ile aranızda anlaşma bulunan bir top­luluğa sığınanlar... müstesna [1294]  (123) ayetinden, Apaçık bir otorite [1295] ayetine kadar... ve yine ALLAH din uğrunda si­zinle savaşmayanlara iyilik yapmanızı size yasaklamaz [1296] ayetinden Onları imtihan edin [1297] ayetine kadar olan emirleri vahyetmiş sonra da ALLAH ve Rasulünden bir ihtar [1298] ayetinden Biz bilen bir kavme ayetlerimizi böyle açıkla­rız [1299] ayetine kadar vahyettiği ayetlerle bu hükmü neshet­miştir.

Yine ALLAH, Müşriklerle topyekün savasın ve bilin ki ALLAH sakı­nanlarla beraberdir [1300] ve Eğer barışa yanaşırlarsa sen de yanaş [1301] buyurmuş, sonra da ALLAH'a ve ahiret gününe inanmayan, ALLAH'ın haram kıldıklarını haram saymayanlarla sa­vaşın [1302] ayetleri İle bu hükümleri neshetmiştir.

Sana ne infak edeceklerini sorarlar [1303] ayetine gelince: Şureyh, [1304] Mervan b. Muaviye [1305] İbn-i Ebî Leyla [1306] el-Ha-kem [1307] ve Miksem [1308] kanalı ile gelen bir rivayete göre Sana ne in­fak edeceklerini soruyorlar. De ki: 'İhtiyaçtan fazla olanını" [1309] ayetine İlişkin İbn-i Abbas, "el-Avf, ihtiyaçtan fazla olandır, daha sonra zekat ayeti bu ayeti neshetmiştir" demiştir.

İçinizden **** (iğrenç fiil) işleyenlerin her ikisine de eziyet edin. Eğer tevbe edip uslanırlarsa eziyet etmekten vazgeçin [1310] ayeti ve Onları Ölüm alıp götürünceye kadar yahut ALLAH onlar için bir yol gösterinceye kadar evlerinde hapsedin [1311] ayetleri de böyledir. ALLAH (c) daha sonra Zina eden erkek ve kadı­na her ikisine de yüzer değnek vurun [1312] ayetini vahyetmiş ve Hz. Peygamber'in vahy kaynaklı beyanları ile, zina eden bekarla­rın cezalandırılmalarına ilişkin hükmü neshetmiştir. Çünkü ALLAH (c) Onları Ölüm alıp götürünceye yahut ALLAH onlar için bîr yol açıncaya kadar [1313] buyurarak, kendileri için bir yol açıncaya kadar beklemelerini emretmiştir. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuştur:

ALLAH'ın onlar için gösterdiği çıkış yolunu söylüyorum, bunu uygula­yın; Evli olan biri bir bakire ile zina ederse cezası yüz değnek ve recmdir. Hz. Ömer de şöyle diyor:

Biz ALLAH'ın indirdikleri arasında "Yetişkin (şeyh) biri yetişkin biri ile zina ederse her ikisini de kesin olarak recmedin" ifadesini okur­duk. Bekar olanlar için zina haddini değnek cezası ile neshetmiştir. Evli olanlara ilişkin hüküm ise Kur'an'daki recm (taşlama) emri ile neshedilmiştir. Daha sonra ALLAH (c) hükmü baki olmak üzere lafzını mushaftan çıkarmıştır.

Bana ve size ne yapılacağını bilemem [1314] ayetine gelin­ce: Şureyh ve Ebu Süfyan tariki ile Ma'mer'den gelen bir rivayete göre ALLAH (c), Hz. Peygamber'in geçmiş ve gelecek bütün günah­larını affettiğini açıklamıştır.

Alimlerin çoğunluğu bunu reddederek şöyle demişlerdir:

Bana ve size ne yapılacağım bilemem [1315] ifadesi ile bana ve size ne emrolunduğunu bilmiyorum anlamı murad edilmiştir. Ben, şayet Rabbime isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım [1316] ayeti de böyledir.



[996] Tevbe: 9/91.

[997] Kehf: 18/30.

[998] Yazma nüshada evi'l-medine ifadesi yerine ba’de ma nezele bi mekkete (Mekke döneminden sonra nazil olanlar) ifadesi vardır. (H.K.)

[999] Şureyh. Hâris'in hocalarından söz ederken biyografisini vermiştik.

[1000] Ebu Muaviye Muhammed b. Hazim et-Temimî es-Sa'dî (H. 112-195). Beni Sa'd'ın azadlısı olup künyesi Ebu Muaviye ed-Darir el-Kufî'dir. Aralarında Hişam b.  Urve’nin de bulunduğu bir grup raviden hadis rivayet etmiştir. Her ne kadar muhaddısler Mürci olmasından şüphe ediyorlarsa da sika ve sebt (güvenilir) bir ravidir Tehzibu't-Tehzib, 9/131.

[1001] Hişam b. Urve b. ez-Zübeyr (H. 60-145). Künyesi Ebubekir'dir; İbn-i Zübeyr ile bir arada bulunmuş, Cabir ve İbn-i Ömer'i görmüştür; Medine'nin hafızlarından ve en güvenilirlerinden olup yedi fakihten biridir. Dindar ve takva sahibi bir şahsiyet­tir. Mesailim Ulemai'l-Emsar, s. 80.

[1002] Urve b. ez-Zübeyr İbni'1-Avam b. Huveylid (H. 27-94). Annesi; Esma bt. Ebibekr'dir; Medine fakihi, alimi, tabiinin en fazilitlilerinden ve Kureyş'in ibadete en düşkünlerindendi; her gün Kur'ân'ın dörte-birini dikkatle, düşüne düşüne okur ve bu bütün gününü alırdı. Mesailim Ulemai'l-Emsar, s. 64; Tabakatu İbn-i Hayyat, c. 2/603.

[1003] A'raf: 7/363.

[1004] Ra'd: 13/31.

[1005] İbrahim: 14/28.

[1006] Hac: 22/52.

[1007] Hac: 22/55.

[1008] Talak: 65/1.

[1009] Tahrim: 66/1

[1010] Beyine:98 /1.

[1011] Zilzal: 99/1.

[1012] Nasr: 110/1.

[1013] el-İtkan, c. 1/11. Medine'de nazil olan sureler şunlardır: Bakara, Âl-İ İmran, Nisa, Maide, Enfal, Tevbe, Hacc, Nur, Ahzab, Muhammed, Feth, Hucurat, Hadid, Rah­man, Mücadele, Haşr, Mümtehine, Saff, Cuma, Münafikun, Teğabün, Talak, "Ey Peygamber" (Tahrim: 66/1) ayetinden başlayıp 10. ayetin başına kadar Tahrim, Zilzal ve Nasr. Diğer sureler Mekkî'dir.

[1014] Abdullah b. Bekr'dir.

[1015] Usame b. Zeyd el-Leysî (H. 79-153). Künyesi Ebu Zeydi'l-Medinî olup bir grup tabiinden hadis rivayet etmiştir. Hadis imamları kendisinden hadis almış; ancak son yıllarında hafıza kaybına uğramıştır. İbn-i Hıbban, "İstikamet sahibi olmakla birlikte hata edebilir" demiştir. Tehzibu't-Tehzib. c. 1/ 208.

[1016] el-Müseyyeb b. Şureyk Ebu Said et-Temimî eş-Şakarî el-Kufi. el-A'meş’ten gelen rivayetlerini Yahya, Ahmed b. Hanbel, el-Buharî, Müslim ve ed-Darakutnî kabul etmemiştir, bazı münker rivayetleri vardır. Mizanu'l-İtidal, c. 3/114.

[1017] Mervan b. Muaviye İbnu'l-Hâris b. Esma b. Harice b. el-Fezarî el-Kufî (H. 193). Şam'a yerleşmiş olup imamların çoğu sika olduğunu söylemişlerdir. Tezkiratu'l-Huffaz, c. 1/295.

[1018] Seleme b. Nubeyt b. Şurayt b. el-Eşceaî. Babasından hadis rivayet etmiştir. el-Bu­harî "Son yıllarında hafiza kaybına uğradığı söyleniyor" demiştir. Veki" ve başka bir takım kritikçiler ise sika olduğunu söylemektedirler. Ebu Nuaym kendisine ye­tişmiş ve bununla öğünmüştür; aralarında ed-Dahhak b. Müzahim'in de bulunduğu bir takım raviler kendisinden rivayette bulunmuştur. Mizanu'l-İtidal, 2/193.

[1019] ed-Dahhak b. Müzahim (H. 105). Sahabeden hadis dinlediği konusunda ihtilaf vardır; imamlar sika olduğunu söylemişlerdir; kendisi, tefsir alanında şöhret bul­muştur. el-Buharî Üç gün ancak işaretle (Âl-i İmran: 2/41) ayetinin tefsirini rivayet etmiştir, çocuklara öğretmenlik yapardı. İbn-i Sa'd, 7/101; Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 194; Tehzib, 4/403; el-Muhabber., s. 475.

[1020] el-İtkan, 1/17. İbnu'l-Hassar. Neshle ilgilenenler bu hadise özel önem vermiş ve zaafına rağmen itimad etmişlerdir. "Ey İmanlar!" diye başladığı halde Nisa sure­sinin Medine'de nazil olduğuna ilişkin ittifak vardır; buna karşılık bünyesinde "Ey iman edenler!" diye başlayan ayet (iki ayet) bulunduğu halde el-Hacc suresi Mekke'de nazil olmuştur. el-Ca'birî şöyle diyor: Bir surenin Mekkî ya da Medenî olduğunu anlamak için iki yöntem vardır; bunlardan biri semaî, diğeri de kıyasî yöntemdir.

Semaî yöntem; rivayete dayalı bir yöntemdir ve bir surenin Mekke ya da Medine'de nazil olduğuna ilişkin elimizde bir rivayet bulunmalıdır. Kıyasî yönte­me göre "Ey insanlar" veya "Kella" ifadesi ile veya Bakara, Âl-i İmran ve Ra'd hariç hece harfleri ile başlayan veya Bakara hariç bünyesinde Adem, İblis, pey­gamberler ve geçmiş ümmetlere ilişkin kıssalar bulunan sureler Mekkî'dir; bünye­sinde farz ya da hadlere ilişkin hüküm bulunan sureler ise Medenîdir.

[1021] Bakara: 2/106.

[1022] Bakara: 2/106.

[1023] Muaviye b. Amr b. el-Mühelleb el-Ezdî el-Kufî (H. 128-214). Künyesi Ebu Amr el-Bağdadî'dir; bütün ravileri sika olup, el-Buharî ve aralarında Haris el-Muhâsibînin de bulunduğu bir çok isim kendisinden rivayette bulunmuştur; İbn-i Hacer hata ederek; el-Hâris b. Ebî Usame olduğunu söylemiştir. Telızibu't-Tehzib, c. 10/215.

[1024] Ebu İshak el-Fezarî İbrahim b. Muhammed b. el-Hâris b. Esma b. Harice b. Husn

b.  Huzeyfe b. Bedr el-Fezarî (H. 188). Künyesi Ebu İshak el-Kufî olup doğum ye­ri Vasıt'tır. Şam'da oturmuş ve el-Masisa'ya yerleşmiştir. Mâlik, Şu'be, es-Sevrî ve el-Evzaî'den rivayette bulunmuştur. el-Evzaî, kendisi ile alışveriş yapmıştır; si­ka, sebt (güvenilir) bir ravidir ve hadiste hüccettir. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 182; Tehzib et-Tehzib, c. 1/151.

[1025] el-Evzaî Abdurrahman b. Amr (H. 88-157). el-Evza, Hemedan'da bîr kabiledir, Evzaî de bu kabileye mensuptur; sika, me'mun, saduk, erdem ve fazilet sahibi bir şahsiyettir. Hadisde, ilimde ve fıkıhta otorite olup sika ravilerden hadis dinlemiş­tir; son derece dindar bir şahsiyetti. Beyrut'a yerleşti ve orada vefat etti; kabri, meşhur bir ziyaret mahallidir. Tabakatu İbn-i Sa'd, c. 7/185; Tabakatu İbn-i Hayyat, c. 2/808; Tarihli İbn-i Hayyat, c. 2/666; Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 180; Hılyetu'l-Evliya, c. 6/135; Mizanu'l-İtidal, c. 3/580; Tarihu'l-İslâm, c. 6/225; Tezkiratu'l-Huffaz, c. 1/178; el-Ulüvv, s. 102; el-İber, c. 1/227; el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 10/115; Tehzibu't-Tehzib, 6/238; Hüsnu'l-Mesai fi Menakibi'l-Evzaî li-İbni'l-Zeydi'i-Hanbelî, er-Reddü Ala Siyeri'l-Evzai li-İbn-i Ebi Yusuf.

[1026] İshak b. Abdullah b. Ebi Talha el-Ensarî (H. 132). Medinelilerin hafızlarındandır; orada vefat etti. Aralarında el-Evzaî'nin de bulunduğu bir grup ravi kendisinden ri­vayette bulunmuştur. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 67.

[1027] Enes b. Mâlik (H.Ö. 8-H. 93). Hz. Peygamber'in hizmetinde bulunmuştur, en çok hadis rivayet eden sahabilerden biridir. el-İsabe, c. 1/71.

[1028] Ahzab: 33/56.

[1029] Ahzab: 33/6.

[1030] Felhu'l-Kadir, c. 1/ 306. ALLAHım! Senden yardım diler, bağışlanmayı isteriz, sana inanır, sana boyun eğeriz, seni inkar edenle ilişkimizi keser, onu terkederiz. Alla­hım! Biz sadece sana kulluk eder, sana yönelir namaz kılar ve secde ederiz, sana koşar, sana hizmet ederiz, senin rahmetini umarız, azabından endişe ederiz, senin azabın büyüktür ve küfrü kıskıvrak yakalar.

[1031] Bakara: 2/237.

[1032] Fudayl b. Mezruk el-Eğarru'r-Rakkaşî el-Kufî. Anze kabilesinin azadlısıdır; es-Se-bi'î, Atıyye el-Avfî ve Şekik b. Ukbe'den rivayette bulunmuştur; çok sayıda ravi ise, kendisinden rivayette bulunmuştur; Müslim rivayetlerini tahric etmiş; imam­ların çoğu ise sika bir ravî olarak kabul etmiştir. Tehzibıı't-Tehzib, c. 8/298. Asıl metinde İbn-i Mervan'dır.

[1033] Şekik b. Ukbe el-Abdî el-Kufî. el-Bera ve Kurra b. Şekik'ten rivayetle bulunmuş­tur; el-Esved b. Kays, Fudayl b. Mezruk ve Mis'ar ise kendisinden rivayette bu­lunmuşlardır; Hâris'in rivayet ettiği bu hadis, Müslim'de onun rivayetidir

[1034] Bera b. Azib (H.Ö. 11-H. 72). Hz. Peygamber'le birlikte, Küçük Bedir hariç bütün savaşlara katılmıştır. el-İsabe, 1/147.

[1035] Bakara: 2/237.

[1036] İbn-i Ebi Meryem; Nuh b. Caune el-Mervezî, Ebu İsmet el-Kadî, Nuhu'1-Camî ismi ile tanınmıştır. Ebu Hanife'den ilim öğrenmiş ve onun hayatında kadılık yap­mıştır. el-Halilî, zayıf bir ravi olduğu konusunda icma olduğunu söylemiş, İbn-i Muin ise yalancılık ile itham etmiştir. Tekzibu't-Tehzib, c. 10/498.

[1037] Hafi' b. Amr el-Cemhî. Hafızdır ve Mekkelidir; aralarında İbn-i Ebî Melike'nin de bulunduğu bir grup raviden rivayette bulunmuştur. Yezid b. Harun, İbni'1-Mübarek ve el-Kattan ise kendisinden rivayette bulunmuşlardır; sağlam bir ravidir, imam ve hadiste otoritedir. Tehzibu't-Tehzib. C. 10/409.

[1038] Ömer b. el-Hattab (H.Ö. 4I-H. 22). İslâm devletinin ikinci halifesi ve cennetle müjdelenen on sahabiden biridir. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 5.

[1039] İbn-i Ebi Müleyke. Abdullah b. Abdullah İbn-i Ebi Müleyke et-Teymî el-Mekkî (H. 117). İbn-i Zübeyr'in kadısı ve müezzini idi, dört Abdullah'tan rivayette bu­lunmuş ve kırk sahabiye yetişmiştir; aralarında Nafi' b. Ömer'in de bulunduğu bir grup ravi kendisinden hadis rivayet etmiş, imamlar sika olduğunu belirtmişlerdir. Tehzibu't-Tehzib,c. 5/306.

[1040] Misver b. Mahzeme (H. 2-74); Hz. Peygamber ile beraber haccetmiştir; Hacc hü­kümlerini ezberlemiş, sonra Medine'ye yerleşmiş ve orada vefat etmiştir. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 21.

[1041] Abdurrahman b. Avf (H.Ö. 47-H. 28). Büyük sahabi ve cennetle müjdelenen on sahabiden biridir. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s.

8.

[1042] Bakara: 2/240.

[1043] Enfal: 8/65.

[1044] Ni­sa: 4/15.

[1045] Bakara: 2/228.

[1046] Talak: 65/4.

[1047] Bakara: 2/180.

[1048] En'am: 6/106.

[1049] Zuhruf:  43/89.

[1050] Maide: 5/42.

[1051] İsra: /54.

[1052] Nisa: 4/80.

[1053] Şura: 42/48.

[1054] Gaşiye: 88/22.

[1055] Nisa: 4/90.

[1056] Nisa: 4/89.

[1057] Tevbe: 9/29.

[1058] Hac: 22/39.

[1059] Tanınmıyor.

[1060] el-Mübarek Fudale el-Kureşî (H. 164). Ömer b. el-Hattab'ın kulesidir; Basra'nın salih ve zahidlerinden idi, hıfzı bozuktu. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 158.

[1061] Zerr b. Hubeyş (H.Ö. 27-H. 83). Hz. Peygamberi görememiştir; Ömer, Ali, İbn-i Avf ve Zübeyr ile görüşmüştür; sika bir ravi olup çok sayıda hadis rivayet etmiş­tir. İbn-i Sa'd, c. 7/71; Tezkiratu'l-Huffaz, c. 1/57.

[1062] Ali b. Yezid b. Cüd'an Ebu'I-Haseni'l-Kureşî et-Teymî el-Basrî (H. 131). Tabiin ulemasındandır; Enes, Ebu Osman el-Hindî ve Said b. Müseyyeb'den hadis riva­yet etmiştir; Şu'be, Abdülvaris ve bir grup ravi de kendisinden rivayette bulun­muştur; son yıllarında rivayeti zayıflamıştır. el-Mizan, c. 3/127.

[1063] Ebu Harb İbn-i Ebu'l-Esved ed-Düelî el-Basrî (H. 107). Babasından ve başka bir grup raviden hadis rivayet etmiştir; Katade, el-Kattan ve İbn-i Cüreyc kendisinden rivayette bulunmuştur; İbn-i Abdülberr, "Basralı ve sika bir ravidir" demiştir. Tehzibu’t-Tehzih,c. 12/69.

[1064] Ebu'l-Esved ed-Düelî Zalim b. Amr b. Süfyan (H. 60). Ömer, Ali, İbn-i Abbas ve Ebu Musa gibi sahabilerden hadis rivayet etmiştir; nahivcilerin şeyhidir; imamlar sika olduğunu söylemişlerdir. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 94.

[1065] Ebu Musa el-Eş'arî (H.Ö. 21-H. 44). Büyük sahabî. Basra ve Kufe'de bir süre va­lilik yapmıştır. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 37.

[1066] el-Leys b. Sa'd el-Fehmî el-Mısrî (H. 94-175). Fıkıh, takva, fazilet , ilim, kuvvet, cesaret ve cemertlikte dünya imamlarından biriydi; kendi kuşağı olan Ukayl'in de aralarında bulunduğu bir grup ravi kendisinden rivayette bulunmuştur. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 191.

[1067] Ukayl b. Halid el-İylî el-Kureşî el-Emevî (H. 142). Osman b. Affan'ın torunlarının azadlısı, ez-Zühri'nin doslarmdan ve İyle'nin seçkin şahsiyetlerinden idi. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 173.

[1068] İbn-i Şihab Ebubekir Muhammed b. Müslim b. Abdullah el-Medenî ez-Zührî (H. 51-123). Sa'd, Enes b. Mâlik ve başka ravilerden hadis dinlemiştir. Kendi döne­minde sünneti en iyi bilen ve uygulayanlardan biri; üstün ahlâk sahibi seçkin bir fakih idi. Tabakatu İbn-i Hayyat, c. 2/602; Tarihli İbn-i Hayyat, c. 2/532; Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 66; el-İber, c. 1/158; Tarihu'l-İslâm, c. 5/136; el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 9/240; Tehzibu't-Tehzib, c. 9/445.

[1069] Ebu Umame Sady b. Aclan el-Bahilî (H.Ö. 20-H. 86). Tanınmış sahabi. el-İber, c. 1/ 101.

[1070] Şureyh el-Kadi b. el-Hâris b. Kays el-Kindî (H.Ö. 29-79). Hz. Ömer döneminden Haccac dönemine kadar Küfe kadılığı yapmışlır; sika ve sebt bir ravi, saygın kişilik­li, dinî konularda tavizsiz ve hoş tabiatlı bir şahıstı. Tabakatu İbn-i Sa'd, c. 6/90-100.

[1071] Bemmar b. Abdullah er-Rebezî. Amcasından rivayette bulunmuştur; kendisinin her hangi bir rivayet kusuru yoktur, fakat amcası Musa b. Ubeyde'nin zayıf bir ra­vi olması nedeni ile rivayetleri zayıf kabul edilmiştir. el-Mizan, c. 1/341. Asıl me­tinde ez-Zeydî'dir.

[1072] Musa b. Ubeyde er-Rebezî (H. 153). Nafi' ve Muhammed b. Ka'b el-Kurtubî'den rivayette bulunmuştur; kendisinden ise Şu'be, Ruh b. Ubade, Ubeydullah ve bir grup ravi rivayette bulunmuşlardır. Yakub b. Şu'be saduk bir ravi olduğunu söyle­miştir; rivayetleri son derece zayıftır. Mizanu'l-İtidal, c. 3/2)3.

[1073] Muhammed b. Ka'b b. Selim el-Kurazî (H. 108). Medine halkının ibadete en düş­kün olanlarından ve Kur'ân ilimleri konusunda en alimlerindendi. Meşahiru Ule­mai'l-Emsar, s, 65.

[1074] Ra'd: 13/39.

[1075] İbn-i Lehiya Abdullah b. Lehiya el-Hadramî (H. 70-174). Künyesi Ebu Abdurrahman el-Mısrî olup kendisi bir grup raviden, çok sayıda ravi de kendsindeıı rivayette bulunmuştur; rivayetlerdeki hata ve nisyanı sebebi ile imamların çoğu zayıf bir ravi olduğunu söylemiş ama yalancılıkla suçlamamışlardır. Tehzihu't-Tehzib, c. 5/373.

[1076] Amr b. Dinar el-Esrem (H. 46-126). Künyesi Ebu Muhammed'dir. Tabiinden olup sağlam karekterli, üstün meziyetli dindar bir kişiliği sahipli. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 84.

[1077] Ahzab: 33/6.

[1078] Süneyd b. Davud. Hâris'in üsladlarından söz ederken biyografisini vermiştik.

[1079] Ahzab: 33/40.

[1080] Mümtehine: 60/11.

[1081] Mümtehine: 60/11.

[1082] Mümtehine: 60/10.

[1083] Mümtehine: 60/10.

[1084] Asım b. Adiyy el-Alevî el-Aclanî (H.Ö. 75-H. 45). Aclanlıların efendisidir, Hz. Peygamber ile birlikte Bedir hariç bütün savaşlara katılmıştır. Bedir'e katılmama­sının sebebi de Hz. Peygamber'in kendisini Medine'nin bir bölgesine vali ataması­dır, ganimetten payını kendisine vermişti. el-İsabe; c. 4/5.

[1085] el-Münemmak, s. 467. Münafıkların isimleri... münafıklardan ikisi Sa'lebe b. Hatib ve Muattib b. Kuşeyr'dir; bu ikisi ALLAH'a, "ALLAH bize lütfedip ihsanda bulu­nursa, biz sadaka olarak sarfeder ve salihlerden oluruz" diye söz vermişlerdi. Mu­attib ise Hendek savaşında, "Muhammed (s.a) bize Kisra ve Kayserin hazinelerini vaadediyor, halbuki hiç birimiz ihtiyacını giderebileceğinden emin değil" demiş­tir. Bu şahıs, bir anlaşmazlık konusunda hüküm vermesi için Hz Peygamber'e gel­mesini söylediklerinde kahine gitmiştir.

Biz münafıklar arasında Hakem b. Yezid ismine rastlamadık; Rafi' b. Yezid, Yezid b. Cariye ve Beşir b. Ziyad isimleri vardı. Bkz. İbn-i Hişam, c. 2/530.

[1086] Tevbe: 9/80.

[1087] Münafikun: 63/6.

[1088] Ankebut: 29/2.

[1089] Nahl: 16/110.

[1090] Mücadele: 58/13.

[1091] el-Muhâsibî paragraf sonunda ayetin neshini bir sebebe bağlamak için hicrelten söz eden son paragrafın başına dönüyor.

[1092] Bakara. 2/115.

[1093] Bakara: 2/144.

[1094] Tevbe: 9/113.

[1095] Zeyd b. Erkam (H. 65). Medineli bir sahabi olup künyesi Ebtı Amr'dır; Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 48.

[1096] Bakara: 2/187.

[1097] Maide: 5/58.

[1098] Ni­sa: 4/23.

[1099] Nisa: 4/24.

[1100] En'am: 6/68.

[1101] En'am: 6/69.

[1102] Nisa: 4/140.

[1103] İshak b. Yusuf Ebu Muhammed el-Ezrak (H. 120-195). Yakın olduğu için Mahzum'a nisbet edilmiştir; Vasıtlıların ahlaken seçkinlerindendir. Tarihu Vasıl, s. 156.

[1104] es-Süddî İsmail b. Abdurrahman b. Ebî Süeyb el-Aver es-Süddiyyu'I-Kebir (H. 127). Kufeli olup sika bir ravidir. Mesailini Ulemai'l-Emsar, s. ili.

[1105] Said b. Cübeyr el-Kufî el-Mukrî (H. 45-94). Fakih, müfessir ve zirve şahsiyetler­den olup İbn-i Abbas ve İbn-i Ömer konusunda en güvenilir şahıslardan biridir. H. 80 yılında Kurra ile beraber Haccac b. Yusuf’a karşı isyan edenlerden biridir. Emevilere karşı savaşı emreder ve; "Adaleti çiğnemeleri, dinden çıkmaları, in­sanlara karşı zor kullanmaları, namaz kılmamaları ve müslümanları hor görmeleri sebebi ile onları öldürün" derdi. İbn-i Sa'd, c. 6/178; Mesahiru Ulemai'l-Emsar, s. 82; et-İber, c. 1/112.

[1106] Ebu Mâlik el-Eşcaî el-Kufî (11. 140). Sa'd b. Tarık babasından, Enes ve İbn-i Ebi Evfa'dan rivayette bulunmuş olup, aralarında Yahya b. Zekeriyya'nın da bulundu­ğu bir grup ravi kendisinden rivayette bulunmuşlardır; alimlerin çoğu kendisinden razıdır. Tehzibu't-Tehzib, c. 3/472.

[1107] En'am: 6/68.

[1108] Nisa: 4/140.

[1109] Yahya b. Zekeriyya el-Hemedanî (H. 121-184). Künyesi Ebu Said olup seçkin ravilerden biridir. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 174.

[1110] Abdullah b. Mes'ud. Tabiinden en önde gelen dostları Alkame, el-Esved b. Zeyd, Mesruk, er-Rebi b. Haysem, Ebu Vail, Kadı Şureyh, Abdurrahman b. Ebi Leyla ve Haccac b. Mâlik el-Eslemîdir ki buradaki ravi o olmalıdır. Tehzibu't-Tehzib, c. 6/27.

[1111] Yunus b. Muhammed İbn-i Müslim el-Bağdadî el-Hafız (H. 207). İmamlar sika olduğunu belirtmişlerdir. Tehzibu't-Tehzib, c. 11/447.

[1112] Said b. el-Müseyyeb ibn-i Hazin el-Mahzumî el-Medenî el-Fakih (h. 14-93). Zirve şahsiyetlerden biridir; İbnu'l-Medinî, '"Tabiin arasında ondan daha alimi yoktu" demiştir. Velid b. Abdülmelik'e biat etmeyi reddetmiş, bunun üzerine kırbaçlana­rak cezalandırılmıştır. el-Mizan, 1/54; Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 63; Tabakatu İbn-i Hayyat,c. 2/611; Tarihu İhn-i Hayyat,c. 2/377,407; Hityetu'l-Evliya, 2/161; Vefayatu'l-A'yan, c. 2/117; Tezkiratu't-Huffaz; el-İber, c. l/l 10; İbn-i Kesir, c. 9/99; Tehzibu't-Tehzib, c. 4/84; Vefayatu İbn-i Hatib, s. 88.

[1113] Bakara: 2/237.

[1114] Bakara: 2/243.

[1115] Bakara: 2/237.

[1116] el-Hasen b. AH (H. 3-55). Müminlerin emiri, Hz. Peygamber'in torunu, cennet gençlerinin efendisidir. el-İber, c. 1/55.

[1117] Ba­kara: 2/237.

[1118] Bakara: 2/228.

[1119] Ahzab: 33/49.

[1120] Bkz. Talak: 65/4.

[1121] el-Hasan b. Musa el-Useyb (H. 209). Künyesi Ebu Ali'dir, Harun Reşid dönemin­de Hımış ve Musul'da kadılık yapmıştır; sika ve ve hadiste güvenilir bir ravidir. İbn-i Sa'd, c. 7/79.

[1122] Verka b. Ömer b. Küleyb el-Peşkerî; künyesi Ebu Bişr el-Kufî olup Medine'ye yerleşmiştir; alimlerin çoğuna göre sikadır. Tehzibut-Tehzib, c. 11/113.

[1123] bkz. Bakara: 2/228.

[1124] Ahzab: 33/49.

[1125] Talak: 65/4.

[1126] İbn-i Ebu Leyla (H. 148) Ebu Abdurrahman Muhammed b. Abdurrahman ibn-i Ebu Leyla; Yessar; Kufeli, fakih ve kadıdır; Emevî ve Abbasîler döneminde Küfe kadılığı yapmıştır; yargı ile meşgul olmuştur; hafızası bozulmuştur; bu nedenle ri­vayetlerine güvenilmez. Mizanu'l-İtidal, c. 3/87; Vefayatu'l-A'yan, c. 3/319.

[1127] İbn-i Ebu Leyla ile Abdurrahman'ın (H. 83) kasdedilmiş olması imkansızdır; çün­kü bu rivayetteki Ata ibn-i Ebu Rebah'tır (H. 27-117); sika bir ravi ve hadiste oto­rite olup Ebu Hureyre'nin öğrencilerindendir. Meşahir, s. 181. Aralarındaki büyük yaş farkı nedeni ile Ata'dan rivayette bulunması mümkün değildir; bu durumu göz önünde bulundurarak biz Muhammed b. Abdurrahman b. Ebî Leyla olduğunu dü­şünüyoruz.

[1128] Ebu Hureyre Abdurrahman b. Sahr ed-Devsî (H. 58). Büyük sahabî. Tehzib, c. 12/262.

[1129] Meryem: 19/64.

[1130] Cerir ed-Dabbî (H. 108-188). Rey halkının alimi ve otorite bir ravidir; kitaplarda rivayetleri kabul edilmiş, ancak son yıllarda hafızası bozulmuştur. Mizanu'l-İtidal, c. 1/394.

[1131] Ebu Hemmam el-Velid b. Suca'; daha önce biyografisini vermiştik.

[1132] Eş'as b. Saki el-Basrî; Ebu Rebi' es-Semman; el-Buharî; 'Hadisçilere göre hafız değildir, rivayeti terk edilmez" demiştir. Tehzib, c. 1/351.

[1133] İkrime (H. 105). Ebu Abdullah İkrime b. Abdullah el-Medenî. İbn-i Abbas'ın azadlısı ve tabiinin büyüklerindendir. Tefsir ve savaş destanları alanında son dere­ce geniş bir bilgiye sahipti; Haricî olduğu için hakkında bir takım söylentiler variddir. Vefayatu'l-A'yan, c. 2/427; Tehzibu'l-Esma, c. 1/340.

[1134] Ebu Bişr Verka b. Ömer el-Beşkerî. Daha önce biyografisini vermiştik.

[1135] İsra: 17/110.

[1136] Mansur b. Numan el-Peşkerî er-Ribî. Künyesi Ebu Hafs'dır; Basralı olup bir süre Merv'de oturmuş, daha sonra Buhara'ya yerleşmiştir. Ebu Mecaz, İkrime ve tabi­inden başka alimlerle dostlukları olmuştur. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, c. 198.

[1137] Avf: İbn-i Ebıı Cemile el-Abdî el-Basrî; sika bir ravi olup çok sayıda hadis rivayet etmiştir. İbn-i Sa'd, c. 7/2!.

[1138] İsra: 17/110.

[1139] Nisa: 4/20.

[1140] Bakara: 2/229.

[1141] Bakara: 2/229.

[1142] Bakara: 2/234.

[1143] Talak: 65/4.

[1144] Küçük Nisa: 4/1.

[1145] Utbe b. Mes'ud; Abdullah b. Mes'ud'un kardeşi olup Abdullah'tan önce vefat et­miştir. Meşahiri Ulemai'l-Emsar. s. 48.

[1146] Cabir b. Abdullah el-Ensarî es-Sülemî (H.Ö. 16-H. 78). Hz. Peygamber'den en çok hadis rivayet edenlerden biridir. el-İsabe, c. 1/222.

[1147] Nisa: 4/24.

[1148] Sa'd b. Ebî Vakkas Mâlik b. Üheyb (H. 55). İlk müslüman olanlardan ve sahabe­nin büyüklerindendir. el-İsabe, c. 12/8.

[1149] Nisa: 4/24.

[1150] Mu'cemu'l-Müsta'cem, c. 1/212. Hevazin civarında bir vadi olup Hevazin ve Sakif kabileleri bu vadide meskundur. Bu kabileler Hz. Peygamberle savaşmak üze­re toplanmış ve Huneyn'de bîr araya gelmişler, müşrikler hezimete uğradıktan sonra bir kısmı Evtas vadisine bir kısmı da Taife sığınmışlardı.

[1151] Bakara: 2/254.

[1152] Hac: 22/39.

[1153] Maide: 5/105.

[1154] Maide: 5/105.

[1155] Maide: 5/105.

[1156] Zariyat: 51/54.

[1157] Eyyub es-Sicistanî (H. 68-131) Eyyub b. Ebu Temime'dir. Ebu Temime'nin ismi Keysan'dır; Basra halkının seçkinlerinden ve tebe-i tabiinin zahid ve fakihlerinden biri idi; ilim, üstün ahlâk, sünnete bağlılık ve bid'at ehli ile mücadelesi ile tanın­mış bir şahsiyetti. el-İber, c. 1/172.

[1158] Zariyat: 51/54.

[1159] Zariyat: 51/55.

[1160] Şura: 42/5.

[1161] Şura: 42/5.

[1162] Gafir: /7.

[1163] Enfal: 8/72.

[1164] Enfal: 8/75.

[1165] Zeyd b. Sabit (H.Ö. 11-H. 45. Medineli Kur'an alimi bir sahabidir. el-İber, c. 1/553.

[1166] Enfal: 8/72.

[1167] En­fal: 8/75

[1168] Nur: 24/3.

[1169] Şura: 42/25.

[1170] Tanınmıyor.

[1171] Bekr b. Huneys el-Kufî el-Abid (H. 170). Bağdat'a yerleşmiştir. İbn-i Muin, hiç bîr rivayet kusuru olmadığını söylemiştir. Mizanu'l-İtidal, c. 1/344. Yazma nüsha­da "Bukeyr b. el-Ahass" şeklindedir.

[1172] Şura:42/25.

[1173] Muğıre b. Miksem; hadiste imam ve sika bir ravidir; İbrahim en-Nehaî, Ebu Vail, Şabî ve Mücahid'den hadis rivayet etmiş, Huşeym, İbn-i Fudayl ve Cerîr de kendi­sinden rivayette bulunmuşlardır. Mizanu'l-İtidal, c. 3/165.

[1174] İbrahim en-Nehaî ibn-i Yezid b. el-Esved (H. 47-99); hadiste imam, sika ve takva sahibi bir ravidir. Tabakatu İbn-i Sa'd, c. 6/188.

[1175] Alkame b. Kays en-Nehaî (H.Ö. 32-H. 62), İbn-i Mes'ud'un en tanınmış öğrenci­lerinden biridir. Ali, Sa'd, Ömer, Osman, İbn-i Mes'ud ve başka sahabilerden ha­dis rivayet etmiş, bir grup ravi de kendisinden rivayette bulunmuştur; bunların en meşhurları İbrahim'dir. İbn-i Sa'd, c. 6/57.

[1176] Şura: 42/25.

[1177] Nur: 24/32.

[1178] Yahya b. Said îbn-i Ferruh el-Kattan (H. 120-198). Temim kabilesinin azadlısı olup künyesi Ebu Said'tir; önde gelen Basralılardan ve Basra zahidlerinden biri idi; hadisçiler için rivayet yöntemlerini hazırlayan ve hadislerdeki rivayet kusurla­rına dikkat etmeye teşvik edenlerin öncülerindendir; Ahmed b. Hanbel, Yahya b. el-Main, Ali b. el-Medinî, İshak b. İbrahim ve diğer imamlar hadis yazmayı ondan öğrenmişlerdir. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 161.

[1179] Bakara: 2/282.

[1180] İsmail- ibn-i Ebu Halid el-Ahmesî (H. 146). Ahmes kabilesinin azadlısı olup eş-Şabî'nin öğrencilerindendir, sadece sika ravilerden hadis rivayet ederdi. Tehzibu't-Tehzih,c. 1/291.

[1181] eş-Şabî. Amir b. Şurahbil b. Abd (H. 19-105). Künyesi Ebu Amr el-Kufî olup Hemedanlıdır; Ali, Sa'd, Said b. Zeyd, Zeyd b. Sabit, Ubade b. Samit, Ebu Musa el-Eş'arî, Ebu Hüreyre, Cerir el-Becelî ve en-Numan b. Beşîr'den hadis rivayet et­miş, kendisinden de çok sayıda ravi rivayette bulunmuştur. İbnul-Medinî, "İbn-i Abbas kendi döneminde, Sufyanu's-Sevrî kendi döneminde, eş-Şabî de kendi dö­neminde otorite idiler" demiştir. İbn-i Sa'd, c. 6/171; el-İber, c. l/f 27; Tezkiratu'l-Huffaz, c. 1/79; Tarihu İbn-i Hayyat, c. 2/479; Tehzibu't-Tehzib, c. 5/65.

[1182] Bakara: 2/283.

[1183] İbn-i Ebu Zaide; daha önce biyografisini verdiğimiz Yahya b. Zekeriyya'dır; Tehzib,c. 12/295.

[1184] el-Hakem ibn-i Muhammed (H. 213). Künyesi Ebu Mervan et-Taberî olup Mek­ke'ye yerleşmiştir; İbn-i Ebu Zaide ile birbirlerinden hadis rivayel etmişler, alim­ler sika olduğunu belirtmişlerdir. Tehzib, c. 2/438.

[1185] Bakara: 2/283.

[1186] Bakara: 2/283.

[1187] Huzeyme b. Sabil el-Ensarî. İki şehadet sahibi sahabî. Sıffin'de şehid edilmiştir. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 45.

[1188] Bakara: 2/217.

[1189] Tevbe: 9/5.

[1190] Maide: 5/2

[1191] Süleyman b. Yessar (H. 34-109); Medine'nin alim, zahid ve akıllılarındandır; mü­minlerin annesi Meymune bt. Hâris'in azadlısıdır. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 64.

[1192] Tevbe: 9/5.

[1193] Yeman; İbn-i Ebi Yeman. Ebu Yeman'ın adı Amir b. Abdullah b. Lıhye el-Hevzenî el-Hımsî'dir. tbn-i Hibban, es-Sikat'ta Eba Yeman diye kaydetmiştir; alimler her ikisi hakkında da her hangi bir bilgi bulunmadığı konusunda ittifak halindedir­ler. Tehzibu't-Tehzib, c. 5/75.

[1194] Yeman'ın babasıdır.

[1195] Bakara: 2/284.

[1196] İbn-i Ömer (H.6. 11-H. 73). Abdullah b. Ömer el-Hattab; Bedir savaşına katılmamış­tır; ondört yaşında iken Uhud arefesinde Hz. Peygamber'e getirilmiş; Hz. Peygamber henüz çocuk olduğu için Uhııd'a katılmasını uygun görmemiştir, sahabenin ileri gelenlerinden olup alim, zahid, seçkin bir kişiliğe sahipti; fitnelerden uzak durmuş ve insanlardan ayrılıp evinde oturmayı tercih etmiştir. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, 17.

[1197] Yezid b. Harun; Hâris'în üstadlarmdan söz ederken kısaca biyografisini vermiştik.

[1198] Süfyan b. Hüseyn (Harun Reşid'in hilafet yıllarında vefal etmiştir) Ebu Muhammed el-Vasitî, İyas, İbn-i Uteybe, İbn-i Şirin, Abdullah b. Ömer, ez-Zührî ve diğerlerinden rivayetle bulunmuş, aralarında Yezid b. Harun'un da bulunduğu bir grup ravi de kendisinden rivayette bulunmuşlardır; sika bir ravi olmakla birlikte, rivayette hata ederdi. Tehzibu't-Tehzib, c. 4/107. Yazma nüshada '"İbn-i Husayn (sad ile)" şeklindedir,

[1199] Salim ibn-i Abdullah b. Ömer (H. 107). Ömer b. el-Hattab gibi kendisini ibadete vermiş bir kişilikti. el-İber.v. 1/130.

[1200] Bakara: 2/284.

[1201] Bakara: 2/286.

[1202] Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf ez-Zührî (H. 55-172). Medine kadısı idi; rivayetin sahibi olan İbrahim, oğludur; alimler sika olduğunu belirtmişlerdir. Tehzib, c. 3/463.

[1203] Said b. el-Mürcane (H. 120). Sahabeden herhangi bir şey dinlemiş olduğu kesin değildir. Meşahir, s. 143.

[1204] Bakara: 2/284.

[1205] Bakara: 2/286.

[1206] Bakara: 2/286.

[1207] Ba­kara: 2/286.

[1208] Bakara: 2/284.

[1209] Bakara: 2/286.

[1210] Kerahet kelimesi yazma nüshada keramet şeklindedir.

[1211] Nisa: 4/8.

[1212] Nisa: 4/8.

[1213] Yazma nüshada ihtelefe kelimesi düne şeklindedir.

[1214] Yahya b. Ya'mer (Kuteybe b. Müslim'den önceki Merv kadısıdır); Basralıdır; ken­di zamanının fasih konuşanlarından biri olup ilim ve takva sahibi bir kişiliğe sa­hipti. Meşahir, s. 126.

[1215] Muğıre b. Miksem, sika ve güvenilir bir ravidir. Buhari ve Müslim'de rivayetleri bulunmaktadır. el-Mizan, c. 4/165.

[1216] Yessar; Ebu Hamza el-Kufî. İbn-i Hibban sika raviler arasında zikretmiştir. Tehzib, c. 4/293. Yazma nüshada Seyyal şeklindedir.

[1217] Huşeym'in rivayetlerinde adı Cübeyr olan birine rastlamadık, isim Mansur b. Zazan'dan bozulmuş olmalıdır; bu şahıs Huşeym'in en büyük üstadıdır. Tezkiratu'l-Huffaz, C. 1/249.

[1218] Ebu Salih; Talha'nın azadlısıdır, Ümmü Seleme'nin azadlısı olduğu da söylenmiş­tir. İbn-i Hıbban sika raviler arasında zikretmiş, el-Kelbî ve diğerleri kendisinden hadis rivayet etmişlerdir. Tehzib, c. 12/132.

[1219] Salim el-Mekkî; Fatıma b. Utbe b. Rebia'nın azadlısı, Habbab'ın oğlu ve Abdurrahman'ın babasıdır, H. 96'da vefat etmiştir. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 73.

[1220] İbn-i Hanefiye -Muhammed b. Ali b. Ebi Talib- (H. 2-82), ilim ve erdem sahibi bir kişiydi. Şia'dan Keysaniye onun ölmediğini, aksine Radvâ dağında oturduğu­nu, yanında bal ve su bulunduğunu düşünmektedir. el-İber, c. 1/93.

[1221] İbn-i Ebi Necih (H. 131). Adı Abdullah b. Yessar'dır, Önce Medine'ye sonra da Mekke'ye yerleşti; Kur'an alimlerindendi. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 145.

[1222] İbn-i Uyeyne Süfyan el-Hilalî (H. 107-198), Hilalîlerin azadlısıdır; Mekke kökenli olup Kufe'de dünyaya gelmiştir. ez-Zührî ve önemli ravilerden hadis dinlemiştir. Şafii, "Mâlik ve İbn-i Uyeyne olmasaydı Hicaz'da ilim kalmazdı" demiştir, el-İber, c. 1/326.

[1223] Bakara: 2/180.

[1224] Tavus b. Koysan el-Hemedanî el-Havlanî (H, 101). Annesi iran asıllı, babası ise en-Nemr b. Kasıt'tır, künyesi Ebu Abdurrahman'dır. Yemenin abid ve fakihlerinden, tabiinin zahid ve seçkinlerindendir. Necid'de rahatsızlanmış ve Mekke'de ve­fat etmiştir. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 122.

[1225] Nisa: 4/93.

[1226] Söz konusu ayetler, Onlar ALLAH ile birlikle başka bir tanrıya yalvarmazlar, Al­lah'ın haram kıldığı cana haksız yere kıymazlar ve zina etmezler. Bunları yapan ise günahlarının cezasını çeker ve kıyamet günü azabı kat kat artırılır. Alçaltılmış olarak sürekli azab edilirler. Ancak tevbe edip iman eden ve iyilik yapanlar baş­kadır. ALLAH onların kötülüklerini iyiliğe çevirir. ALLAH çok bağışlayıcı ve engin merhamet sahibidir (Furkan: 25/68-70) ayetleridir.

[1227] el-Kurtubî, c. 5/332. el-Hasen'den rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber, "Rabbimle hiç bir konuda karşı karşıya gelmemiştim (kabul etmeyeceği bîr şey isteme­miştim); müminin öldürülmesi konusunda duamı kabul etmedi" buyurmuştur.

[1228] Abdullah b. Abbas'tır. el-Kurtubî, c. 5/33'te şöyle diyor: el-Bulıarî'de Said b. Cübeyr'den gelen rivayete göre Said şöyle diyor: "Kufeliler bu hususta ihtilafa düş­müşlerdi, ben İbn-i Abbas'a giderek bu durumu sordum. Bana, "Bu hususta son nazil olan ayet Bir mümini kasten öldüren... (Nisa: 4/93) ayetidir, hiç bir hüküm bu ayeti neshetmemiştir" diye cevap verdi".

[1229] Maide: 5/42.

[1230] Muhammed b. Ebubekir (H. 10, Sıffin sonrası)- Annesi Esma bt. Umeys el-Hasamiyye olup künyesi Ebu'l-Kasım'dır. Mısır'da Alî b. Ebi Talib'in valisi iken, Muaviye taraftarlarınca katledilmiştir. Meşahir, s. 19.

[1231] Maide: 5/49.

[1232] Mansur İbn-i Zazan (H. 131), salih ve zahid bir kişiliğe sahipti; bütün zamanını ibadetle geçirir, sufilerin giydiği yün giysiler giyer; insanları ve onlarla içli dışlı olmayı kabul etmezdi. Meşahir, s. 176.

[1233] Maide: 5/49.

[1234] Maide: 5/42.

[1235] Veki b. Cerrah el-Ruasî (H. 129-196), künyesi Ebu Süfyan'dır. Güçlü bir hafız ve son derece dindar bir kişiliğe sahipti. Hadis öğrenme uğruna seyahatler yapmış, hadis yazmış, toplamış, sınıflandırmış., ezberlemiş, rivayet etmiş, okutmuş ve ha­dis öğrenmeyi teşvik etmiştir. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 173.

[1236] es-Sarî; Süfyan'ın üstadları arasında bu isimde birine rastlamadık.

[1237] Maide: 5/42.

[1238] Maide: 5/49.

[1239] Furkan: 25/63.

[1240] Nisa: 4/89.

[1241] Furkan: 25/63.

[1242] Yazma nüshada şu şekildedir: Bu ayet neshedilmiş değildir, Bu gün ümmet el-Ha­sen dışında icma oluşturmuştur, -ki icma kapsamına o da dahil edilebilir- daha sonraki alimler hakkında yanılmıştır.

[1243] Bakara: 3/84.

[1244] Bakara: 3/185

[1245] Yazma nüshada ez-Zeydi şeklindedir.

[1246] Muhammed b. Ka'b b. Selim el-Kurazî (H. 108); künyesi Ebu Hamza'dır. Kur'an ilimlerine vakıf ve zahid Medinelilerden biridir. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 65.

[1247] Bakara: 2/284.

[1248] Bakara: 2/185.

[1249] A'raf: 7/99.

[1250] İsmail b. İbrahim ibn-i Abdurrahman el-Mahzumî el-Kureşî (H. 169). Meşahir. s. 130.

[1251] A'raf: 7/99.

[1252] Mearic: 70/25.

[1253] Muhammed: 47/4.

[1254] Enfal: 8/57.

[1255] Yani ayetin mensuh olduğuna ilişkin görüşü benimsemektedir.

[1256] Said b. Amir ed-Dab'î (H. 122-208); künyesi Ebu Muhammed el-Basrî'dir. Bir grup sıka raviden hadis rivayet etmiş; aralarında Haris el-Muhâsibî'nin de bulun­duğu bir grup ravi de kendisinden nakilde bulunmuştur. İbn-i Hacer kendisinden rivayette bulunan raviler arasında el-Hâris b. Ebi Usame'yi zikretmiştir ki yanlış­tır; alimler sika olduğunu belirtmişlerdir. Tehzibu't-Tehzîb, c. 4/50.

[1257] Ebubekir b. Abdullah b. Ebu Meryem el-Gassanî; çok sayıda hadis rivayet elmiş olup, kendisinden yapılan rivayetler zayıftır; kendisini ibadete vermişti. İbn-i Sa'd, 7/173.

[1258] Mübeşşir el-Halebî b. İsmail b. Ebu İsmail el-Kelbî (H. 200), Kelb kabilesinin azadlısıdır; Şamlı bir grup raviden rivayette bulunmuş; Bağdatlı bir grup ravide kendisinden rivayette bulunmuştur; sika ve güvenilir bir ravidir. Tabakatu İbn-i Sa’d, c. 7/173.

[1259] Yazma nüshada utiye şeklinde kelime vav'lı (if al babından)dır.

[1260] Safvan b. Amr b. Herm es-Seksekî el-Hadramî (H. 155); künyesi Ebu Amr'dır. Güzel ahlâk ve erdem sahibi Şamlılardan olup etbau't-tabiin'in en sağlam ravilerindendir. Sahabeden Ebu Umame el-Bahilî ile görüştüğü söylenmiştir ki değer­lendirmeye muhtaçtır. Meşahiru Ulemail-Emsaı; s. 179.

[1261] el-Ezher b. Abdullah el-Harazî el-Hımsî; sahabilerden hadîs rivayet etmiştir; sika bir ravidir, ancak mezhebi bozuktur. Tehzib, c. 1/ 204. Yazma nüshada "el-Ezher b. Abdullah el-Hat&

[1262] Muhammed: 47/4.

[1263] Enfal: 8/57.

[1264] Ankebut: 29/46.

[1265] Ankebut: 29/46.

[1266] Tevbe: 9/5.

[1267] Ankebut: 29/46

[1268] et-Taberî,c. 12/2-3.

A)  Ali b. Sehl, Yezid, Süfyan ve Husayf kanalı ile gelen bir rivayete göre, Anke­but: 29/46 ayetine ilişkin Mücahid, 'Cizye vermeyip savaşı tercih edenlerle...' demiştir.

B)  İbn-i Veki, Yahya b. Adem, Şııreyk ve Salim kanalı ile Said'den gelen bir riva­yet, ;'Ankebut: 29/46 ayetindeki ehl-i kitap, kendileri ile anlaşma bulunmayan ehl-i harptir, onlara karşı kılıç kullanın..." şeklindedir.

Bıı iddialardan gerçeğe en yakın olanı, Onlardan zulmedenler müstesna (Ankebut: 29/46) ifadesi ile ALLAH cizye vermekten kaçınanları ve size karşı savaş ilan eden­leri murad etmiştir diyenlerin görüşüdür.

[1269] A'raf: 7/11.

[1270] Hicr: 15/86.

[1271] Zuhruf: 43/89.

[1272] Tarık: 86/17.

[1273] Maide: 5/57.

[1274] Müminun: 23/54.

[1275] Casiye: 45/14.

[1276] Nisa: 4/80.

[1277] En'am: 6/107, Şura: 42/6., Zümer: 39/41.

[1278] Secde: 32/30.

[1279] Hac: 22/39.

[1280] Mümtehine: 60/8.

[1281] Nisa: 4/90.

[1282] Tevbe: 9/5.

[1283] Bakara: 2/191.

[1284] Bakara: 2/191.

[1285] Tevbe:9 /12.

[1286] Tevbe: 9/13.

[1287] Tevbe: 9/14.

[1288] Yazma nüshada sulhun ifadesi sulhan şeklindedir.

[1289] İbn-i Sa'd, c. 2/97, Nefase oğulları -ki Bekiroğullarındandırlar- Kureyş'in ileri gelenlerinden Huzaa'ya karşı kendilerine silah ve asker göndererek yardım etme­lerini istediler, Kureyş de onlara yardım edeceğine dair söz verdi, kıyafet değişti­rip yüzlerini kapayarak gelip yardım ettiler ve verdikleri sözde durdular; araların­da Ebu Süfyan b. Ümeyye ve Huveytib de vardı; bunlar Huzaalilar üzerine gece baskını yaparak yirmi Huzaalıyı öldürdüler.

İbn-i Hişam, c. 2/390. Kureyş Bekiroğullarına silah yardımı yaptı; bazı Kureyşliler de gece karanlığından yararlanıp kendilerini gizleyerek onlarla birlikte savaştı­lar ve Huzaalıları Harem'e kadar sürdüler.

İbn-i Kuteybe, Uyunu'l-Asar, c. 2/164'te "Kureyş Bekiroğullarına silah yardımı yap­mış ve bazı Kureyşliler de gece gizlice onlarla birlikte savaşmıştır" demektedir.

[1290] Bakara: 2/191.

[1291] Tevbe: 9/5.

[1292] Yazma nüshada mücmiîne ifadesi mücmiûne şeklindedir.

[1293] Osman b. Ata b. Ebu Müslim el-Horasanî (H. 155), alimlerin çoğunluğu rivayetleri­ni zayıf bulmuşlardır, babasından ve başka ravilerden rivayetleri vardır, oğlu Muhammed ve İbn-i Şuayb da kendisinden rivayette bulunmuştur. el-Mizan, c. 3/48.

[1294] Nisa: 4/89-90.

[1295] Nisa: 4/91.

[1296] Mümtehine: 60/8.

[1297] Mümtehine: 60/10.

[1298] Berae: /1.

[1299] Berae: /11.

[1300] Tevbe: 9/36.

[1301] Enfal: 8/61.

[1302] Tevbe: 9/29.

[1303] Bakara: 2/219.

[1304] İbn-i Yunus'tur. Hâris'in hocalarından söz ederken biyografisini vermiştik. İbn-i Hacer, Tehzib, c. 3/457'de Sureyc diye kaydetmiştir.

[1305] Mervan b. Muaviye (H. 192); İbnu'l-Hâris b. Esma bt. Harice b. Hısn; künyesi Ebu Abdullah el-Kufî el-Hafız'dır. Mekke ve Şam'a oturdu; İbn-i Muin, İbn-i Hanbel, İbn-i Rahaveyh, İbn-i Yunus, İbn-i Medinî ve Said b. Mansur kendisin­den rivayette bulunmuşlardır; tanınmış şahsiyetlerden olup sika ve otorite bir ravidir. Tehzib, c. 10/97. Yazma nüshada sadece "Muaviye" kaydı bulunmaktadır.

[1306] Abdurrahman b. Ebî Leyla (H. 18-73), tabiinin büyüklerindendir, sika bir ravi ve hadiste otoritedir. Meşahiru Ulemai'l-Emsar, s. 10.

[1307] el-Hakem b. Uteybe (H. 50-115); künyesi Ebu Amr el-Kufî'dir; akranları arasında ez-Zühri'nin kendi akranları arasında sahip olduğu konuma sahiptir; sika bir ravi; fakih, alim, üstün vasıflı, vefakar bir şahsiyet olup çok sayıda hadis rivayet etmiş­tir. İbn-i Sa'd, c. 6/231.

[1308] Miksem b. Bücra; künyesi Ebu'l-Kasım'dır; kendisi İbn-i Abbas, Aişe, Abdullah b. Amr, Ümmü Seleme ve bir grup sahabiden; el-Hakem b. Uteybe, Meymun b. Mühran ve başka raviler de kendisinden rivayette bulunmuştur; herhangi bir riva­yet kusuru yoktur, ne var ki hadis kritikçileri bazı hadisleri Mervan'dan dinlediği konusunda şüphelidirler. Tehzib, c. 10/288.

[1309] Ba­kara: 2/219.

[1310] Ni­sa: 4/16.

[1311] Nisa: 4/15.

[1312] Nur: 24/2.

[1313] Nisa: 4/15.

[1314] Ahkaf: 46/9.

[1315] Ahkaf: 46/9.

[1316] Yunus: 10/15.

[1317] Fe­tih: 48/2.