๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Akl ve Fehmül Kuran => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 12 Haziran 2011, 15:47:42



Konu Başlığı: Hz. Peygamber Şefaatine Engeldir II
Gönderen: Ekvan üzerinde 12 Haziran 2011, 15:47:42
Hz. Peygamber Şefaatine Engeldir II

Şureyh, Süfyan ve Ma'mer tariki ile gelen bir rivayete göre Katade şöyle demiştir:

Böylece ALLAH senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar [1317] ayeti, Mekke ile Hudeybiye arasında vahyolunmugtur. Bazı alimler de şöyle demişlerdir:

Bu ayet-i kerime ile, benim ve sizin hakkınızda hangi emir ya da hükmün meydana geleceğini bilmiyorum anlamı kastedilmiştir.

Alimler, bu ayetin neshedildiği kanaatindedirler. Sana şarab ve kumar hakkında soruyorlar. De ki: "Her ikisin­de de büyük günah vardır..." [1318] ve Sarhoş iken ne söy­lediğini bilecek duruma gelinceye kadar namaza yaklaşmayın [1319] ayetleri de, Şeytan, şarab ve kumar yoluyla sadece aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi ALLAH'ı anmak ve namazdan alı­koymak ister; artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi? [1320] ayeti ile neshedilmiştir.

Aynı şekilde Sizden ölüp de (dul) eşler bırakanlar, zevcelerinin evlerinden çıkarılmadan bir yıla kadar yararlanmaları hususunda vasiyyette bulunsunlar [1321] ayeti de, Bıraktığınız malla­rın dörtte biri onlarındır [1322] ayeti ile neshedilmiştir.

Bu şekilde ALLAH, eşlerin alacağı payı belirlemiş ve onlar için yapılacak vasiyyeti neshetmiştir. Bazı alimler bu ayetin, "Varise vasiyyet yoktur" hadisi ile neshedildiğini söylemişlerdir.

Yine Sizden ölenlerin geride bıraktıkları eşleri kendi başlarına (evlenmeden) dört ay on gün beklerler [1323] ayeti ile de kadının bir yıl bekleme yükümlülüğü nesh edilmiştir. Bazı alimler şöyle demişlerdir:

ALLAH bir yıl iddeti zorunlu kılmamıştır; şayet bir yıla kadar, ölmüş olan kocalarının evlerinde otururlarsa; ölen kocalarının bunlar için vasiyyette bulunmasını mubah kılmış, sonra da miras ayeti ile vasiy­yeti neshetmiştir.[1324]

Ey örtünüp bürünen! Birazı hariç geceleri kalk! [1325] ayetleri de böyledir. Bu ayetler gereği, Hz. Peygamber (s.a) ve ashabı tam bir yıl geceleri kalkıp ayakları şişinceye kadar ibadet etmişlerdir. Daha sonra ALLAH (c) bu ayeti, Artık Kur'andan kolayınıza geleni okuyun [1326] ayeti ile neshetmiştir.

Peygamberle gizli bir şey konuşacağınız zaman bu konuşma­nızdan önce bir sadaka verin [1327] ayeti de böyledir. Bu ayetin hükmü, Bunu yapmadığınıza ve ALLAH da sizi affettiğine gö­re [1328] ayeti ile neshedilmiştir.

Birinize Ölüm geldiği zaman şayet bîr hayır yapacaksa anneye, babaya ve yakın akrabaya bir vasiyette bulunsun [1329] ayeti de böyledir. ALLAH, bu ayeti neshetmiştir. Alimler bu konuda ihtilaf halindedirler.

Alimlerin bir kısmı bu ayetin, miras taksimi ile ilgili ayet tara­fından neshedildiğini söylerken, [1330] bazıları ise "Varise vasiyet yoktur" [1331] hadisi tarafından neshedildiğini söylemişlerdir. Bazı fikıhçılar ise "Vasiyyet asla vacib olmamış ve neshedilmemiştir. Al­lah, Anne-baba ve akraba... [1332] ayeti ile sadece mirastan pay alamayan köleleri ve henüz iman etmemiş olan kardeşleri kasdetmiştir" demişlerdir.[1333]

Tabiinden bazıları ayetteki mirastan pay alanlara ilişkin hük­mün tamamen nesh edildiğini, mirastan pay almayan akrabalara ilişkin hükmün ise sabit ve onlara vasiyyetin vacib olduğunu söy­lemişlerdir. Ancak tabiin alimleri, vasiyyetin mirastan pay alma­yanlar dışında kalan akrabaya, yani mirastan pay alanlara caiz ol­madığı konusunda icma halindedirler.[1334]

Şarabla ilgili hüküm de böyledir. İçki ve kumarın her ikisinde de büyük günah vardır [1335] ve Sarhoşken namaza yaklaş­mayın [1336] ayetleri, Bunlardan uzak durun ki kurtuluşa eresiniz [1337] ayeti ile neshedilmiştir.

Artık yüzünü Mescid-i Harama çevir [1338] ayetleri de böyledir. Bu ayetlerle, namazda Kudüs'e yönelme yü­kümlülüğü neshedilmiştir.

Eğer sizden sabreden yirmi kişi bulunursa, onlar iki yüz (kafir)e galip gelirler. ...Onlar anlamayan bir topluluktur ifadesine kadar [1339] ayeti de böyledir. Bu ayette müminlere, kendilerin­den on kat fazla olan düşmandan kaçmamaları emredilmiş, eğer sabrederlerse, kendilerinin on katı düşmana karşı galip gelecekleri, ALLAH'ın kendilerine yardım edeceği ve karşılarındaki düşmanlarını korkarak güçsüz duruma düşecekleri vaadedilmiştir. Daha sonra bu sayı Şimdi ALLAH yükünüzü hafifletti, sizde zayıflık olduğunu bil­di... ALLAH'ın izni ile... [1340] ayeti ile indirilmiştir. Böylece ön­ceki ayetteki hükmü nesh eden ALLAH, bu ayet ile, daha önce ver­miş olduğu teminatın, bire iki oranından fazlasını kaldırarak müminlerin kendilerinin iki katı bir düşmandan yılmamaları gerekti­ğini; çünkü kesin galip geleceklerini söylemiştir.

Eğer onlar barışa yanaşırlarsa; sen de yanaş [1341] ayeti, ALLAH'a ve ahiret gününe inanmayan, ALLAH ve Rasulünün haram saydığını haram saymayan ve hak dini kendilerine din edinmeyen kimseler ile küçülerek, elleri ile cizye verinceye kadar savaşın[1342] ayetiyle neshedilmiştir.

Yine iman etmedikçe müşrik kadınlarla evlenmeyin [1343] ayeti de Sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan iffetli kadınlar... [1344] ayetiyle neshedilmiştir. Bu gün ümmet ehl-i kitabın kadınları ile evlenmenin helal olduğu hususunda icma halindedir. Ancak İbn-i Ömer, ehl-i kitab kadınlara evlenmenin mekruh olduğunu söylemiştir. Hz. Ömer ve başka sahabiler, ehl-i kitab kadınları ile evlenmeyi yasaklamamış olmakla birlikte, mek­ruh olduğunu söylemişlerdir; onlar zımmî kadınların iffetinden en­dişe ediyorlardı.[1345]

ALLAH'ın işaretlerine, haram aya, (ALLAH'a hediye edilmiş) kur­bana, (ondaki) gerdanlıklara, Rablerinin lütuf ve rızasını arayarak Beytu'l-Haram'a yönelmiş olanlara (tecavüz) ve saygısızlık etme­yin [1346] ayeti de Müşrikler ancak bir pisliktir. Onun için bu yıllarından sonra Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar [1347] ayeti ve Müşrikler ALLAH'ın mescitlerini imar edecek değildirler [1348] ayeti ile neshedilmiştir.

Yine Yeryüzünde dolaşın [1349] ayeti de Müşrikler ALLAH'ın mescitlerini imar edecek değildir [1350] ayeti ile neshedilmiştir.

Yine Yeryüzünde dolaşın [1351] ayeti ile yeryüzünde dört ay daha dolaşmalarına mühlet verilmiş, dört ayın bitiminden sonra ise onlarla savaşmaya izin verilmiştir.

İbn-i Abbas, "Kendileri ile herhangi bir anlaşma yapılmamış olanlara elli gece mühlet verilmiştir, haram ayların çıkması ile di­ledikleri gibi dolaşırlar" demiştir.

ALLAH, Eğer tevbe eder, namazı dosdoğru kılar ve zekatı verir­lerse, artık yollarını serbest bırakın [1352] buyurmaktadır. İbn-i Abbas şöyle diyor:

Müslümanlara, Haram aylar çıktığında onlar İslâm'a girmemiş olsa­lar bile, kendileri ile anlaşma yapanlarla savaşı bırakmaları emredil­miştir. Verdikleri sözde durmamaları ve anlaşmaları bozmaları, bu ilk şartı ortadan kaldırır. ALLAH onlar hakkında Onlar size karşı dü­rüst davrandıkları takdirde siz de onlara karşı dürüst davranın. Çünkü ALLAH (ahdi bozmaktan) sakınanları sever [1353]  buyur­muştur. Bu ayet indiğinde Hz. Peygamber, Hz. Ebubekir ile Ali'yi göndererek kendileri ile anlaşma yapılanlar olsun yapılmayanlar ol­sun haram aylar boyunca dört ay emniyet içinde hareket "etmelerine izin vermiştir. İbn-i Abbas şöyle devam etmektedir:

Bu süre içinde iman etmemiş bile olsalar bütün insanlara emniyetle dolaşabilecekleri hususunda izin verildiği için bu aylar haram aylar­dır. Ancak kendileri ile aranızda antlaşma bulunan bir topluma sığınanlar, yahut ne sizinle ne de kendi toplumları ile savaşmaktan yürekleri sıkılarak size gelenler müstesna. ALLAH dileseydi onları başını­za bela ederdi de onlar sizinle savaşırlardı. Ancak onlar sizi bırakıp bir tarafa çekilir de sizinle savaşmazlar ve size barış teklif ederlerse bu durumda ALLAH size onların aleyhine bir yola girme hakkı verme­miştir [1354] ayetinin hükmü, Berae sûresi ile neshedilmiştir. Yine ALLAH sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çı­karmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasak­lamaz [1355] ayeti de Berac sûresi ile neshedilmiştir. ALLAH (c) Ey iman edenler! Gerek ağırlıklı ve gerekse ağırlıksız olarak, savaşa katılın [1356] buyurarak ümmete cihadı farz kılmıştır. İbn-i Abbas, Müminlerin hepsinin toptan sefere çıkmala­rı doğru değildir. Onların her kesiminden bir grup, dinde fıkhetmek ve savaştan döndüklerinde onları ikaz etmek için geride kalmalıdır [1357] ayetinin bu ayeti neshettiğini söylemiştir. Yine İbn-i Abbas şöyle diyor:

Müminlerden bir zümre savaşa gider, bir zümre de Peygamber'le birlikte kalır. Savaştan geri kalanlar dini anlayıp öğrenirler ve savaş­tan döndüklerinde kavimlerini ALLAH'ın indirdikleri ve koyduğu had­ler konusunda uyarırlar.

Yine İbn-i Abbas'tan, "Savaşa gidip dönenler, savaşa gitmeyip Hz. Peygamber'le birlikte kalanlardan ilim öğrenirlerdi" şeklinde bir rivayet mevcuttur.

Enfal sûresi savaşa çıkmadan önce ve ganimetler toplandığında acele etmemeyi ve ganimet için savaşmamayı emretmiş, ganimet­lerin sadece Hz. Peygamber'e mahsus olduğunu bildirmiştir. İbn-i Abbas şöyle devam ediyor:

ALLAH bu sebeple De ki: "Ganimetler ALLAH ve Rasulünündür" [1358] buyurmuştur. Ganimetler ALLAH Rasulünündü ve başka hiç kimsenin hiçbir hakkı yoktu. Daha sonra Bilin ki ganimet olarak aldıklarınızın beşte-biri ALLAH'a aittir [1359] ayeti nazil olmuş ve ALLAH, Rasulüne ait olan ganimetleri beşe taksim etmiştir. Buna göre ganimetin beşte-biri Hz. Peygamber'in, beşle-dördü ise savaşa katılanlarındır.

Yeminlerinizin bağladığı kimselere de paylarını verin [1360]ayeti hakkında İbn-i Abbas şöyle demiştir:

Bu ayet, "Bana mirastan pay verirsen, ben de sana veririm" diye an­laşan kimselere işaret etmektedir. İbnu'l-Müseyyeb ise şöyle demektedir:

Bu ayet, bir takım insanları evlat edinen ve mallarına varis kılan kimseler hakkında nazil olmuştur.

Ümmet bugün, ALLAH'ın kitabına göre yakın akrabalar birbirle­rine mirasçı olmaya mümin ve muhacirlerden daha layıktır. Ancak dostlarınıza uygun bir vasiyyette bulunmanız müstesna [1361] ayeti ile, evlatlık ve kardeşlik akdi ile bağlı olanların birbirlerine mirasçı olmalarının neshedildiği konusunda icma etmişlerdir. İbn-i Abbas, "Ancak kendileri ile anlaşma yaptıkları dostlarına bir va­siyyette bulunabilirler" demiştir.

İbnu'l-Müseyyeb ise "Evlatlıkların mirastan pay almalarına iliş­kin hüküm neshedilmiştir, onlar için vasiyyet gereklidir" demiştir.

Şureyh, Ebu Süfyan ve Ma'mer tariki ile gelen bir rivayete gö­re Katade, "Daha sonra miras ayeti ile bu hüküm neshedildi" de­miştir.

Haksızlıkla yetimlerin mallarını yiyenler, midelerine ateş tıkmış olurlar; zaten onlar alevli bir ateşe gireceklerdir [1362] ayeti vahyedildiği zaman, yetim hakları konusunda endişeli olan sahabilerin Hz. Peygamber'e, "Biz onlara ait yiyecekleri kendi yiyecekle­rimiz ile karıştırıyoruz" demeleri üzerine, Sana yetimler hakkında soruyorlar. De ki:"Onları iyi yetiştirmek (yüz üstü bırakmaktan) hayırlıdır. Eğer onlarla birlikte yaşarsanız (unutmayın ki) onlar si­zin kardeşlerinidir" [1363] ayeti nazil olmuştur. Alimler, zulüm kastı olmaksızın bir arada yaşamaya ruhsat vermek sureti ile yetimler konusunda çok titiz ve ihtiyatlı davranmayı emreden ayetin neshedildiğini söylemişlerdir. Nitekim müslümanlar sofrada birlikte bulunur; bazıları az, bazıları da çok yerdi. ALLAH yetim ma­lından haksız yere bir şey almamak kaydı ile bir arada yemek ye­melerine ruhsat vermiştir.

14- Alimlerin, mensuh mu yoksa hassın anımdan istisnası mı olduğu hususunda ihtilafa düşmeleri:

Onlara seksen değnek vurun ve şahitliklerini asla kabul etme­yin [1364] ayeti böyledir. Tevbe sebebi ile fıskın düşeceği konu­sunda alimlerin icmaı vardır. Bazı alimler bu ayetin neshedildiğini söylerken, bazıları neshin değil; tevbe etmedikçe şahitliklerinin kabul edilmemesinin murad edildiğini söylemişlerdir.

Diğer bazıları ise tevbe edenin şahitliğinin kabul edilmemesi­nin murad edilmediğini söylemişler, sonra da şahitlik konusunda ihtilafa düşmüşlerdir.

Bazıları da "Tevbe ayeti ile, fısk ile şehadet neshedilmiştir" de­mişlerdir.

Mâlik ve taraftarları, "Tevbe ederse şahitliği kabul edilir der­ken, Iraklılar tevbe etmiş olsun olmasın şahitliği asla kabul edil­mez" demişlerdir.

Ancak ALLAH'a ve ahiret gününe inanmayan, ... lar senden izin isterler [1365] ayeti de böyledir. Bazı alimler bu ayetin, mü­nafıklar ve isyankar müminler hakkında nazil olduğunu söylemiş­ler, İbn-i Abbas ise bu ayetin, Onlar Peygamberle ortak bir iş üze­rindeyken ondan izin istemeksizin asla bırakıp gitmezler., öyle ise bazı işleri için senden izin istediklerinde sen de onlardan dilediği­ne izin ver ve onlar için ALLAH'tan bağış dile [1366] ayetiyle neshedildiğini söylemiştir.

Amaya bir güçlük yoktur... Veya dostlarınızın... [1367] ayeti de böyledir.

İbn-i Abbas'tan gelen bir rivayet göre, Mallarınızı aranızda ba­tıl (haram) yollarla yemeyin [1368] ayeti nazil olunca sahabe, "Artık herhangi birinin yanında yemek yememiz helal olmaz" de­mişler. Bunun üzerine Amaya zorluk yoktur... [1369] ayeti nazil olmuştur. Mücahid'den de benzer bir rivayet gelmiştir.

Abdullah b. Ubeydullah, [1370] "Bu izin verildikten sonra artık herhangi bir sınırlama getirilmemiş olup biz de sıkıntıdan kurtul­muş olduk” demiştir. [1371] İkrime de benzer şeyler söylemiştir.

Yakub b. İbrahim b. Abdullah b. Utbe [1372] ve İbnu'l-Müseyyeb ise şunları söylemişlerdir:

İlim sahipleri bu ayet hakkında konuşurken şunları söylediler: Bu ayet [1373] nazil olduğu dönemde müslümanlar seferde Hz. Peygamberle birlikte olmayı çok arzu ediyorlar ve evlerinin anah­tarlarını güvenilir kimselere vererek, "Evlerimizde bulduklarınız­dan yediğiniz takdirde, biz bunu size helal ettik" diyorlardı. Malla­rını emanet ettikleri kimseler ise, "Onların evlerindekiler bize he­lal değil, sadece birer emanettirler veya bedeli ödendiği takdirde helal olur" diyorlardı. Sonuçta bu ayet nazil olmuş ve bunun ALLAH tarafından kendilerine helal kılınması hoşlarına gitmişti.

Bazı alimler ise "Bu ayetin nazil olması ile birlikte Mallarınızı aranızda batıl (haram) yollarla yemeyin [1374] ayeti neshedilmiştir" demektedirler ki bu görüş İbn-i Abbas'tan rivayet edilmek­tedir.

Bazı alimler, ALLAH'ın; izinleri olmaksızın ayette zikri geçen kimselerin yiyeceklerinden yemelerini onlara helal kıldığını sa­vunmuşlar ve "Şayet ALLAH'ın kendilerine verdiği izinden sonra ise ayet, tahsis ifade etmez. Çünkü ALLAH'ın izni sebebi ile bu yemeği yemek (aynı durumdaki) herkese helal olur" demişlerdir ki Katade ile el-Hasen de bu kanaattedir.

Yunus b. Bişr [1375] ve Şeyban'dan gelen bir rivayete göre Katade, Veya dostlarınıza... [1376] ayeti hakkında, "Onlara varis olma­yanların yemeleri helal kılınmıştır" demiştir.

el-Hasen'e, "Varis olmayan, izin olmaksızın yiyebilir mi?" diye sorulduğunda, "Kalın kafalı" deyip Veya dostlarınıza... [1377] ayetini okumuş, sonra da "Dost, kalbin kendisinden dolayı mutlu olduğu kimsedir" diye ilave etmiştir.

Bazı alimler şöyle demişlerdir:

ALLAH, bu mallardan ne izin ile ne de izinsiz yemenin helal olduğunu murad etmemiş ama; topal, kör ve hastanın sağlıklı bir şekilde (haramı helali ayırdederek) yemek imkanları olmadığı için: Mallarınızı aranızda batıl (haram) yollarla yemeyin[1378] ayeti nazil oldu­ğu zaman müslümanlar sıkıntıya düşmüşlerdi. Nitekim ALLAH, yetim malı yememeleri konusunda onları uyararak: Haksız yere (zulmeti) yetim malı yiyenler... [1379] buyurmuştur. Bu durum Hz. Peygamber'e sorulduğunda: Onlarla birlikte yaşarsanız (bilin ki) onlar sizin kardeşlerinizdir [1380] ayeti nazil olmuştur. Haris şöyle devam etmektedir; Arab dili buna elverişlidir; mef ulun bih kastedilip, fail zikredilebilir. ALLAH, onların topal, kör ve hasta ile yemek yemelerinde bir sakınca olmadığını murad ede­rek; topal, kör ve hastayı zikretmiştir. Halbuki bu sayılanları değil onlarla birlikte yemek yiyenleri murad etmiş ve sofraya oturdukla­rında insanların bir kısmının az, bir kısmının çok yemelerine ruh­sat verdiği gibi, bunlarla birlikte yemelerine de ruhsat vermiştir.

Gücünüz yettiğince ALLAH'a isyandan kaçının! [1381] ayeti de böyledir. Bu ayet, ALLAH'tan şanına yaraşır bir şekilde sa­kının! [1382] ayeti ile neshedİlmiştir.

Ebu Süfyan ve Ma'mer'den gelen bir rivayete göre Katade, Gü­cünüz yettiğince ALLAH'a isyandan sakının! [1383] ayetinin, ALLAH'tan şanına yaraşır bir şekilde sakının! [1384] ayeti tarafından neshedildiğini söylemiştir.

İbn-i Abbas ise ayetin neshedilmediğini söyleyerek şöyle de­miştir:

ALLAH'tan şanına yaraşır bir şekilde sakının! [1385] ayeti, hakkını vererek ALLAH yolunda cihad etsinler ve hiçbir kınayanın kına­masına aldırmasınlar anlamınadır. Daha sonra müminler, kendileri ve babaları aleyhine bile olsa adaletle davranmakla emrolunmuşlardır.

İbn-i Mes'ud ise şöyle demiştir:

Şanına yaraşır bir şekilde ALLAH'tan sakınmak[1386], Al­lah'ın zikredilmesi, unutulmaması, itaat edilmes, isyan edilmemesi ve verdiği nimetlere şükredilip nankörlük edilmemsidir. Kötülük yapanlar için tevbe yoktur [1387] ayeti de böyledir. Bu ayetten sonra ALLAH kendisine şirk koşulmasını asla bağışla­maz. Bunun dışında dilediği kimselerin günahlarını bağışlar [1388] ayetinin nazil olduğuna ilişkin İbn-i Abbas'tan gelen bir ri­vayet bulunmaktadır. Bu rivayete göre kafir oldukları halde ölüm anında tevbe edenler, ALLAH'ın mağfiretinden mahrum olurlar. Al­lah'ın mağfiretinden ümitlerini kesmedikleri için tevhid ehlinden

tevbe edenlerin bağışlanmasını ise ALLAH kendi dilemesine bırak­mıştır.

Bazı alimlere göre ALLAH, kafirler ile günahta ısrarlı olup ölüm anında tevbe eden müslümanların bağışlanmalarını haram kılmış, sonra; ALLAH kendisine şirk koşanları bağışlamaz [1389] ayeti ile tevhid ehlinin bağışlanmaması ile ilgili hükmü neshederek ken­di dilemesine bağlamıştır.

Bazı alimlere göre ise bu ayet neshedilmemiş olup, ayet ile sa­dece peygamberlerin tebliğ ettiği hakikatin kesin olarak ortaya çı­kacağı ölüm anında tevbe edenler murad edilmiştir; ölüm anında gerçek net olarak anlaşıldığı, inkarcılar bile iman ettiği ve tevhid ehli de ahirete ilişkin ilahî haberleri somut bir biçimde gördüğü için kaçınılmaz olarak tevbe ederler ve bu andan itibaren artık im­tihan dönemi sona ererek tercih hakkı ortadan kalktığı için ölüm anında yapılan tevbe kabule şayan değildir; bunun dışında, ilahî mağfiret mümın-kafir herkesin bağışlanmasına yetecek kadar genîş ve kapsayıcıdır.

Hz Peygamber'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

Ölüm anında olmadığı sürece tevbe kabul edilir, ölüm anındaki bağışlanma dileği ise kabul edilmez.

Ölümünden deve sağımı kadar önce, yani iki sağım arası kadarlık bir zaman dilimi kadar önce tevbe elmişse (tevbesi kabul edilir).

İbrahim'den gelen bir rivayete göre kişi nefes aldıkça ve ölüm anında olmadıkça tevbesi kabule şayandır. Ölüm anı geldiğinde ALLAH'ı inkar eden biri tevbe ederse bu nedenle günahları bağışlan­maz; tevhid ehlinin de ölüm anında yaptığı tevbe kabul edilmez: bağışlanacağına dair teminat verildiği için Ölüm anında tevbe eden bir tevhid ehli, tevbe etmeden ölen biri gibidir. Böyle birinin ba­ğışlanması ALLAH'ın dilemesine bağlıdır; dilerse lütfedip bağışlar; dilerse adaleti gereği hak ettiği cezayı verir.

Şüphesiz ben, tevbe edeni bağışlarım [1390] ayeti de böyle­dir. Bazı alimlere göre kıyamet yaklaşıp güneş batıdan doğduğu zaman, bu ayet nesh olunacaktır ve ALLAH Hiç bir nefse imanı fay­da vermez [1391] buyurmuştur. Bazılarına göre ise ALLAH bu ayetle müminleri değil, yalnızca kafirleri murad etmiştir.

15- Alimler mensuh olan hüküm konusunda ihtilaf etmişlerdir ki kelamcılara göre Kitap ve Sünnetin mensuh olması caiz değildir.

Siz ve ALLAH'ın dışında tapındığınız şeyler cehennem yakıtısınız. Siz oraya gireceksiniz [1392] ayeti böyledir.

Şureyh, Kelbî'nin, bu ayetin Tarafımızdan kendilerine güzel akıbet takdir edilmiş olanlara gelince; işte bunlar cehennemden uzak tutulurlar [1393] ayeti tarafından neshedildiğini söyle­diğini rivayet etmektedir. İlk ayete göre ALLAH meleklere, İsa'ya ve diğer dostlarına azab etmeyi murad etmiş ve onlara azab edeceğini bildirmiş, sonra bunlardan iki sınıfı neshetmiş olur ki; bu iddia iki nedenle kesin bilgiye dayanmaksızın hiç kimseye helal olmayan batıl bir zandır:

Birincisi: ALLAH, bu ayetle asla kendi dostlarına azab etmeyi murad etmemiştir; çünkü O ezelde onlara azab etmemeyi murad etmişti.

İkincisi: Daha önce, yani bu ayet nazil olmadan önce Mesih, melekler ve Üzeyr'in cennetlik olduğuna ilişkin bir takım haberler varid olmuştur. ALLAH'ın daha önce verdiği bir haberi, yalanlaması caiz değildir. Ancak İbnu'z-Zib'arî, [1394] bundan önce Mesih, melek­ler ve Üzeyr'in ALLAH'ın dostları olduklarının Hz. Peygamber'e ha­ber verildiğini öğrenince, Hz. Peygamber'i yalanlamak ve bu ayet­ten önce Mesih, Üzeyr ve meleklerin ALLAH'ın dostları olduklarına ilişkin habarlerin varid olmadığını ortaya koymak istemiş, Hz. Peygamber (s.a) ile tartışmış ve ALLAH'ın onlara azab edeceğini ha­ber verdiğini, sonra da Daha önce tarafımızdan güzel akıbet takdir olunanlara gelince... [1395] ayeti ile bu haberi neshettiğini söylemiştir.

Daha önce bildirdiği bir haberi neshedebileceğini iddia eden kimse, ALLAH'ı yalancılık ile nitelemiş olur.

Onlar (melekler) yerdekiler için bağışlanma dilerler [1396] ayeti de böyledir. Bu ayet, Tevbe eden ve senin yolundan gidenleri bağışla! [1397]ayeti tarafından neshediImiştir. Meleklerin kafir­lerin bağışlanması için dua ettikleri iddiası bir yalandır; çünkü Cenab-ı Hak melekler hakkında, ALLAH'ın rızasına ulaşmış olanlardan başkasına şefaat etmezler[1398] buyurmaktadır. Melekler ALLAH’ın, bağışlamayacağını bildirdiği kimseler için asla dua et­mezler.

Buna karşılık bir ücret istemiyorum [1399] ve De ki: "Siz­den herhangi bir ücret istemedim" [1400] ayetleri, De ki: "Ben buna karşılık sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemi­yorum" [1401] ayetiyle neshedilmiştir. Bu ayette, akrabalık sevgisinin istisna edildiğini görüyoruz. Yoksa ALLAH'ın, Peygamber'in duasına karşılık ücret olarak akrabalık sevgisini murad etmiş olmasından ALLAH'a sığınırım. Fakat Sizden buna karşılık bir ücret istemiyorum [1402] ifadesi, istisna-i munkatıdır. Sonra [1403] "Ak­rabalık sevgisi" ile ifade devam etmektedir. Bu tür istisna Arab dilinde "istisnau'l-hulf' (istisna-i munkatı) diye isimlendirilir. İstisna edatı, burada yeni bir ifade için başlangıç edatıdır.[1404]

Bu ifadeyi, "akrabalık sevgisi" şeklinde yorumlayanlara göre ALLAH (c) burada, onlara akrabalık hakkını ve bu sebeple de Hz. Peygamber'i üzmemelerini hatırlatmıştır.[1405]

İfadeyi "dinde yakınlık" şeklinde anlayanlara göre ise ALLAH'a itaat görevlerini yerine getirmeleri murad edilmiştir. [1406]



[1317] Fe­tih: 48/2.

[1318] Bakara: 2/219.

[1319] Ni­sa: 4/43.

[1320] Maide: 5/91.

[1321] Bakara: 2/240.

[1322] Nisa: 4/12.

[1323] Bakara: 2/234.

[1324] el-Kurtubî, c. 3/174. Alimlerin çoğu bu ayetin, Sizden Ölüp de (dul) eşler bırakan­lar, zevcelerinin evlerinden çıkarılmadan bir yıla kadar yararlanmaları hususun­da vasiyyette bulunsunlar (Bakara: 2/240) ayetini neshettiğini söylemişlerdir; çünkü İslâm'dan önce Arablarda, ölüp de geride hamile bir eş bırakan kişinin, dul eşinin evden çıkarılmaksızın bir sene boyunca nafakasının temin edilmesi için vasiyyette bulunması bir gelenek idi. Bu bir yılın sonunda kadın evlenebilirdi. Daha sonra nazil olan "dört ay on gün bekleme" ile ilgili ayet ve miras ayeti, bu hükmü neshetnıiştir.

[1325] Müzzemmil: 73/1-2.

[1326] Müzzemmil: 73/20.

[1327] Mücadele: 58/12.

[1328] Mücadele: 58/13.

[1329] Bakara: 2/180.

[1330] el-Cessas, Ahkamu'l-Kur'an, c. 1/165. İbn-i Abbas'tan bu ayete ilişkin şöyle bir nakilde bulunmaktadır: Şayet bir iyilikle bulunacaklarsa (Bakara: 2/180) ayeti; Anne-babanın ve yakınların bıraktıklarından erkeklere bîr hisse vardır, Anne-babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da bir hisse vardır. Gerek azından ve gerekse çoğundan belli bir hisse ayrılmıştır (Nisa: 4/7) ayeti tarafından neshedilmiş­tir. Diğerleri bu ayetin "Varise vasiyet yoktur" hadisi tarafından neshedildiğini söy­lemişlerdir. Bize göre bu haberin bir kaç kanaldan nakledilmesi ve müslümanlar arasında yaygınlık ve şöhret kazanması fıkıhçılar tarafından kullanılmasına yol açmış, ilim ve amel gerektirdiği için ayet mesabesinde olan benzer rivayetlerin Kur'an'ı neshetmesi caizdir.

[1331] Hadis, Ebu Davud ve ed-Darimî tarafından rivayet edilmiştir.

[1332] Bakara: 2/180.

[1333] el-Kurtubî, c. 2/262 "Bu ayetin muhkem olduğu, zahirî anlamın amm, içeriğinin ise kafir ve köle olanlar gibi, mirastan pay almayan anne-baba için özel anlam ifa­de ettiği söylenmiştir. ed-Dahhak. Tavus ve el-Hasen bu görüşü savunmuş, et-Taberî de bu görüşli tercih etmiştir" demektedir.

[1334] el-Cessas, Ahkamu'l-Kur'an, c. 1/165. Bir zümre; anne-baba ve akrabaya vasiyye­tin önceleri vacibken, mirastan pay alanlara ilişkin hükmün neshedildiğini ve mi­rastan pay almayan anne-baba ve akrabaya tahsis edildiğini, söylemişlerdir.

[1335] Bakara: 2/219.

[1336] Nisa: 4/43.

[1337] Maide: 5/90.

[1338] Bakara: 2/144,149-150.

[1339] Enfal: 8/65.

[1340] Enfal: 8/66.

[1341] Enfal: 8/61.

[1342] Tevbe: 9/29.

[1343] Baka­ra: 2/221.

[1344] Maide: 5/5.

[1345] Ömer ve İbn-i Ömer müslümanların ehli kitap kadınları ile evlenmesini mekruh görmüşler; ne var ki bunun nedeni konusunda farklı düşünmektedirler; Ömer ayet­teki "muhsenat" ifadesini, iffetli kadınlar olarak tefsir etmiştir (Ahkamu'l'Kur'an, c. 2/324). Huzeyfe ise "Onlar sebebi ile mümin kadınlarla kavga etmenizden endi­şe ederim" demiştir.

İbn-i Ömer ise ehl-i kitap kadınların müşrik olduğunu, Meryem oğlu İsa'yı rab ka­bul etmelerinden daha büyük bir şirk olmadığını düşünüyordu; O Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar (Maide: 5/5) ve iman etmedikleri sürece müşrik kadınlarla evlenmeyin (Bakara: 2/221) ayetlerini okur ve bu ayetlerden biri­nin müşriklerle evlenmeyi helal, birinin de haram kıldığını söyler, bu noktada du­rur ve onlarla evlenmenin mubah olduğuna ilişkin hiç bir şey söylemezdi. el-Kurtubî, c. 3/68.

[1346] Maide: 5/2.

[1347] Tevbe: 9/28.

[1348] Tevbe: 9/17.

[1349] Tevbe: 9/2.

[1350] Tevbe: 9/17.

[1351] Tevbe: 9/2.

[1352] Tevbe: 9/5.

[1353] Tevbe: 9/7.

[1354] Nisa: 4/90.

[1355] Mümtehine: 60/8.

[1356] Tevbe: 9/41.

[1357] Tevbe: 9/122.

[1358] Enfal: 8/1.

[1359] Enfal: 8/41.

[1360] Nisa: 4/33.

[1361] Ahzab: 33/6.

[1362] Nisa: 4/10.

[1363] Bakara: 2/220.

[1364] Nur: 24/4.

[1365] Tevbe: 9/45.

[1366] Nur: 24/62.

[1367] Nur: 24/61.

[1368] Nisa: 4/29.

[1369] Nur: 24/61.

[1370] Abdullah b. Ubeydullah (H. 118) İbn-i Zübeyr'in kadısı ve müezzini idi, sika bir ravi olup çok sayıda rivayeti bulunmaktadır; daha önce biyografisini vermiştik. Yazma nüshada ismi, Abdullah b. Abdullah şeklindedir.

[1371] el-Kurtuhî, c. 5/152; Ebu Davud'da yer alan bir rivayete göre İbn-i Abbas, Aranız­da mallarınızı batıl (haram) yollarla yemeyin (Nisa: 4/29) ayetine ilişkin şunları söy­lemiştir: Bu ayet nazil olduktan sonra insanlar birinin yanında yemek yemekten rahatsız olmaya başladılar; Amaya güçlük yoktur, topala güçlük yoktur, hastaya güçlük yoktur (bunlara yapamayacakları bir yükümlülük yüklenmez). Sizin için de gerek kendi evlerinizden yemenizde bir sakınca yoktur... (ayrı ayrı) ifadesine ka­dar Nur: 24/61 ayeti, bu ayeti neshetmiştir. Zengin bir şahıs yakınlarından birini ye­meğe davet ettiği zaman davet edilen; "Ben bu yemekleri yemekten endişe ediyo­rum -burada tecennuh ifadesi rahatsızlık anlamınadır- yoksullar benden daha la­yıktır" derdi.

Yazma nüshada "izin verildikten sonra bize bir sınırlama getirilmedi" şeklindedir ve qalû yerine mâ bulunmaktadır ve tehıdde fiili tehıddü şeklindedir.

[1372] Yakub b. İbrahim b. Abdullah b. Utbe tanınmıyor.

[1373] Nur: 24/61.

[1374] Nisa: 4/29.

[1375] Yunus b. Bişr. Şeyban'ın bu isimle herhangi bir rivayetine rastlamadık, bunun da ötesinde hadis ravileri arasında Yunus b. Bişr isminde birine rastlamadık; iki isim var, bunlardan biri Yunus b. Meysere'dir (H. 132) ki H. 2O6'da vefat etmiş olan Şeyban'ın öğrencisi olma imkanı yoktur, ikincisi ise Yunus b. Bukeyr'dir (H. 199) ki Şeyban'ın öğrencisi olma ihtimali kuvvetlidir.

[1376] Nur: 24/61.

[1377] Nur: 24/61.

[1378] Nisa. 4/29.

[1379] Nisa: 4/10.

[1380] Bakara: 2/220.

[1381] Tegabün: 64/16.

[1382] ÂI-i İmran: 3/102.

[1383] Tegabün: 64/16.

[1384] Âl-i İmran: 3/102.

[1385] Âl-i İmran: 3/102.

[1386] Âl-i İmran: 3/102.

[1387] Nisa: 4/18

[1388] Ni­sa: 4/48.

[1389] Nisa: 4/48.

[1390] Taha: 20/82.

[1391] En'am: 6/158.

[1392] Enbiya: 21/98.

[1393] Enbiya: 21/101.

[1394] Abdullah İbnu'z-Ziba'rî; İbn-i Kays h. Adiyy Sa'd es-Sehmî el-Kuraşî; Kureyş'in sayılı şairlerinden olup, müslümanları hicvediyor; şiirleri ile Kureyş'i müslümanlara karşı kışkırtıyordu; daha sonra müslüman olmuş, fetih günü müslümanlığı Hz. Peygamber'e bildirilmiş, Hz. Peygamber de kendisine eman vermiştir, el-Eğanî. c. 15/5484; el-Mu'telif ve'l-Muhtelif, s. 194; el-İstiab, c. 3/901.

[1395] Enbiya: 21/101.

[1396] Şura: 42/5.

[1397] Gafir: /7.

[1398] Enbiya: 21/28.

[1399] En'am: 6/90.

[1400] Sebe: 34/47.

[1401] Şura: 42/23

[1402] Şura: 42/23.

[1403] el-Kurtubî, c. 16/21; ez-Zeccac; "el-meveddete=yakınlık" ifadesi "illâ" birincisi ile aynı türden olmayan bir istisna çeşididir. Yani, benim akrabalığıma bağlı kal­malı ve beni korumalısınız, anlamınadır. "Ben ;sizden herhangi bir ücret istemiyo­rum. Ancak siz akrabalık bağlarını gözetmeli ve beni korumalısınız". Bu da bîr ücret değildir.

 [1404] Sibeveyh, c. 2/319. Bu tür istisnada nasb tercih edilir, çünkü istisna sonrası istisna öncesi ile aynı türden değildir.

[1405] Sahih-i Buharı, c, 6/162. Bize Muhammed b. Beşşar rivayet etti; kendisine Mühammed b. Ca'fer'in rivayet ettiğini söyledi; o, bize Şube b. Abdülmelik b. Meserre rivayet etti ve İbn-i Abbas'tan dinledim; kendisine Ancak akrabalık sevgisi müstesna (Şura: 42/23) ifadesi soruldu; Said b. Cübeyr; "Akraba, Muhammed'in ailesidir" dedi. İbn-i Abbas "Acele ettin, Peygamberle akrabalığı olmayan hiç bir Kureyş kabilesi yoktur" dedi ve "Ancak aramızdaki akrabalığın gereğini yerine getir­melisiniz" diye ilave etti.

[1406] Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 340-393.