Konu Başlığı: Haşeviye ve Haberlerin Neshi Gönderen: Ekvan üzerinde 16 Haziran 2011, 17:16:37 Haşeviye Ve Haberlerin Neshi Haberlerde nesh konusuna gelince: Bazı Rafizîler, Allah'ın geçmiş ve geleceğe ilişkin ilahî haberleri neshettiğini söylemişlerdir. Kasten değil ama gaflet ve dalgınlık sonucu Ehl-i Sünnet'ten bazıları da Allah'ın geçmiş ve geleceğe ilişkin ilahî haberleri neshettiğini savunmuşlardır. el-Kelbî [932] şunları söylemektedir: Cenab-ı Hak, Siz ve Allah'ın dışında tapındığınız şeyler cehennem yakıtısınız [933] ayetini, Tarafımızdan kendilerine güzel akıbet takdir edilmiş olanlara gelince... [934] ayeti ile neshetmiştir. Şayet neshedilmiş ise bu ayet şu anlama gelir: Allah, Üzeyr'e, meleklere ve Mesih'e azab etmeyi murad etmiş ve Siz ve Allah dışında ibadet ettikleriniz cehennem yakıtısınız [935] buyurarak onlar üzerine azabı vacib kılmış, sonra da neshetmiş olur. Aynı şekilde Allah (c), gece namazını önce emretmiş, sonra neshetmiştir. Yine, Peygamber (s.a) ile gizli bir şey konuşmadan önce, sadaka verilmesini önce emretmiş, sonra neshetmiştir. Yine, Beyt-i Makdis'e yönelip namaz kılmayı önce emretmiş, sonra neshetmiştir ki ben; Üzeyr, melekler ve Mesih gibi kendi dostlarına azabı murad etmiş olmasını düşünmekten Allah'a sığınırım. İlahların azaba duçar olacağına İlişkin ayet nazil olmadan önce onların, Allah dostları olduklarına ilişkin bîr takım haberler vahyedilmişti. Bu ayetle, dostlukları daha önce bildirilmiş olanlara değil, onlar dışında Allah'tan başkasına ibadet edenlere azab etmeyi murad etmiştir. İçerik itibariyle bu ayet amm değil hasstır. Allah, Doğrusu insanlar kötülük ettikleri halde Rabbin onlar için mağfiret sahibidir [936] buyurmaktadır. Bu ayette tevbe etmemeleri sebebi ile kafirleri bağışlamayı murad etmemiştir. Çünkü; şayet tevbe etmezlerse, kafirleri asla bağışlamayacağını ifade eden başka ilahî haberler varittir. Kelbî ve taraftarları, Melekler de Rablerini hamd ile teşbih ederler ve yerdekiler için mağfiret dilerler [937] ayetinin, O halde tevbe eden ve senin yolunda gidenleri bağışla [938] ayeti tarafından neshedildiğini söylemişlerdir. Eğer onların tezleri doğru olsaydı, Yerdekiler için de mağfiret diliyorlar [939] ifadesinin, haber olması ve tevbe etmiş olsun veya olmasın yerdekilerin hepsi için mağfiret dilemiş, sonra bu haberden rücu ederek onların, tevbe edenler için mağfiret dilediklerini bildirmiş olması gerekirdi. Halbuki durum böyle değildir; Allah zahirde amm, gerçekte hass içerikli bir haber vermiştir. Bu durumda Allah, onların, bütün yeryüzü ehlinin bağışlanması için mağfiret dilediklerini murad etmemiş ve bu ifadeden rücu ederek başkaları için değil sadece tevbe edenlerin bağışlanmaları için dua ettiklerini, tevbe etmeyenler için asla bağışlanma dilemediklerini haber vermiştir. Bu ikinci haberde tevbe edenler dışında hiç kimse yer almamıştır, ne var ki; ilk haberin zahiri genel anlam (amm) içermektedir. Allah, Yeryüzündekiler için [940] ayeti ile, "tevbe edenleri" murad etmiş, sonra da ikinci bir haberle (yani Mümin/7 ayetiyle) kimi murad ettiğine açıklık getirmiştir. Çünkü Allah daha önce asla bağışlanmayacaklarını haber verdiği için meleklerin kafirlerin bağışlanmasını istemelerine ilişkin haberi neshetmiş olması caiz değildir. Aksi takdirde önce onların bağışlanması için dua ettiklerini haber vermiş, sonra bağışlanmaları için dua etmelerini nehyetmek sureti ile bu haberi neshetmiş olur ve bu nedenle de melekler, daha sonra herkes için dua etmekten nehyedilerek yalnızca müminlerin bağışlanması için dua etmekle emronulmuş olurlardı. Çünkü Cenab-ı Hak melekler için, Allah'ın rızasına kavuşmuş olanlardan başkasına şefaat etmezler [941] buyurmuştur. Onlar nehyolundukları bir taleple Allah'ın huzuruna gelerek, Allah'ın rızasına muhalif bir iş yapmaz ve daha önce asla bağışlanmayacakları hükme bağlandığı halde kafirlerin de müminlerle birlikte bağışlanmaları için dua etmezler. Allah daha önce meleklerin, şefaat dilemelerinden razı olmadığı kulları için şefaat taleb etmeyeceklerini bildirmiş ve bu meziyetleri dolayısı ile de onları övmüştür. Biri kalkıp "İbrahim babası için, nehyedilinceye kadar da Hz. Peygamber (s.a) amcası için mağfiret dilemişlerdir" diyerek bu söylediklerimize karşı çıkacak olursa, Allah tarafından böyle yapmaktan nehyolununcaya kadar sadece Muhammed (s.a) böyle bir şeyle imtihan edilmiştir. Allah ona müşriklerin bağışlanması için dua etmesini emredip sonra da bu emrini neshetmiş değildir. Meleklerin ise emrolunmadıkları bir şey yapmaları caiz değildir. Çünkü Hak Teala onlar hakkında, Allah'ın rızasına kavuşmuş olanlardan başkasına şefeat etmezler [942] buyurmaktadır. Emir, nehiy ve hadleri kapsayan ilahî hükümler ve dünya ile ilgili şer'î cezalar dışında nasih ve mensuh caiz değildir. Bu konulardaki neshin de beda, bir şeyi sonradan öğrenme, bir haberi neshetmek sureti ile doğrudan rücu veya önce yalanla başlayıp sonra doğruya rücu ile ilgisi yoktur. Allah bu tür kusurlardan beri ve münezzehtir. Fakat Allah, bir süre yerine getirilmek ve bu sürenin bitiminde terkedilmek üzere bir şey emretmiş ya da bir hüküm vermiş, neshetmeyi murad ettiği zamana kadar ilk emr ya da hüküm ile, neshettikten sonra ise vaz'edeceği yeni emr ya da hüküm ile amel edilmesini ezelde murad etmiştir. Nesh emirde değil, emrolunan ve hükmolunan konuda gerçekleşmektedir. Allah, hem nasihi hem de mensuhu ezelde hükme bağlamış olup ikinci hükümde beda sebebi ile bir değişiklik söz konusu değildir. Bu, Allah'ın kendi emrini neshetmesi anlamına da gelmez ama emre konu olan bir şeyin, emre konu olan başka bir şey ile neshi söz konusudur. Her ikisinde de söz konusu olan emre konu olan bir şeyin emre konu olan başka bir şey ile değiştirilmesidir. Her iki ayet de Allah'ın kelamı olup, Allah doğruya, gerçeğe, hikmete ve her iki emir için geçerli olan sürede Allah'ın emrine teslim olmaları gerektiği sonucunu çıkaran kulların çıkarlarına uygun olmadığı için, ilk emrinden rücu etmiş değildir. İbrahim (a.s), Allah'ın emrine teslim olmak amacıyla oğlunu boğazlamaya yeltenir, yan üstü yatırır ve bıçağı boynuna koyar. İshak (a.s), Allah'ın rızasına kavuşmak umudu ile ilahî emre boyun eğer. Sonra İbrahim, onun yerine bir koç alır. Bunların her ikisini de Allah murad etmiştir. İki farklı zaman için her iki emir de geçerlidir. Allah (c), İshak'ın yere yatırılarak bıçakla kurban edilmeye niyet edilmesini, onların de bu emre teslim olmalarını murad etmiştir. Şayet Allah (c), çocuğun kurban edilmesini murad etmiş olsaydı İbrahim (a.s), onu mutlaka yerine getirirdi. Çünkü eğer Allah bir şey emrederse o mutlaka yerine getirilir ve kesin olarak onu boğazladığını haber verirdi. Çünkü o, daha sonra olmayacak olan bir şeyin olduğunu haber vermez. Bir şeyin olacağını haber verirse o mutlaka olur; aksine bir haber caiz değildir. Nitekim Allah, İslâm güçlenip müslümanlar Medine'ye hicret edinceye kadar müşriklerden yüz çevirmelerini murad ederek Muhammed'e ve müminlere, müşriklerden uzak durmalarını, onlarla savaşmamalarını, onlardan gelecek işkencelere karşı sabırlı olmalarını emretmiştir. Müslümanlar hicret edip güçlenince, bu kez onlarla savaşmalarını emretmiştir ve her iki emir de ezelde Allah tarafından murad edilmiştir. Müslümanları, bir süre bu iki emirden biri ile yükümlü tutmuş, daha sonra da bunun yerine başka bir emir ikame ederek birincisinin terkedilmesini emretmiştir. Aynı şekilde müslümanların önce Mescid-i Aksa'ya daha sonra da Mescid-i Haram'a yönelerek namaz kılmalarını emretmiştir ve şer'î hükümlerde bu duruma sıklıkla rastlanmaktadır. Allah farklı iki zaman için, birinin yerine diğeri geçmek üzere bu iki hükümden birincisini iptal etmiştir ve bu iki hükümden her biri Allah'ın iradesidir. Her hangi bir beda ve bilgisizlik söz konusu olmaksızın bu iki emirden birini, bir süreye kadar geçerli olmak üzere emretmeyi murad etmiş, bu süre dolduktan sonra da birincisine karşılık diğerini emrederek, birinci emrin terkini murad etmiştir. Allah'ın başka bir hükümle neshederek, ikincisini birincisi yerine ikame ettiği bütün hükümler böyledir. Daha önceki bir irade gereği, önce bir şeyle emrolunup sonra bundan nehyedilerek başka bir şeyle emrolunmaları insanlar arasında da vakidir. Nitekim kişi çocuğuna tarlada çalışmasını emreder, onun, ekim zamanı tarlada çalışmasını arzu etmektedir. Daha sonra vazgeçer ve evinde, kendi hizmetinde çalışmaya sevkeder ki; bu her iki arzunun öncesinde, kendisine ait bir irade bulunmaktadır. Veya kişi, oğluna kendisi ile beraber köye çıkmasını emreder. Köye vardığında, ailesine dönmesini ve onların hizmetine koşmasını emretmeyi arzu ettiği halde köyünde kendi hizmetini görmesini istemekle yetinir. Veya (belki) onu köyüne veya kentine döndürmek ve kendisi için bina yapımına veya kazanç sağlayabileceği herhangi bir işe veya bunun dışında başka bir işe göndermek istemektedir. Hatta belki de ona, öğleye veya ay başına ya da sonuna kadar, şunu bıraktıktan sonra da şunu yap, demiş olabilir. İki işi birlikte ve iki farklı zaman için önceden emretmiş durumdadır. Aynı şekilde, sözkonusu zaman sona erdikten sonra, başka bir iş emretmeyi arzu etmekle birlikte, bir süre için bu iki işten yalnızca birini emreder. Sonuçta diğeri birincisine karşılıktır. Söz konusu vakit gelinceye kadar önce biri ile başlar, herhangi bir beda, bilgisizlik ve yalan sözkonusu olmaksızın, belirtilen zaman geldiğinde birincisinin terkedilmesini ve karşılığında diğerinin yapılmasını emreder. Sıradan biri için geçerli olan bütün bunlar, bütünü ile işlerin akıbetini bilen bir ve kahhar Allah için nasıl imkansız olabilir ki? O'na asla beda arız olmaz, sonradan meydana gelen olaylar O'nun iradesini etkilemez ve O'nun takdir ettiği sonuçlar fazla ya da eksik gerçekleşmez. [943] [932] el-Kelbî Muhammed b. es-Saib (H. 147). Künyesi Ebu'n-Nadr olup tefsir, ensab (Arab kabileleri ve kökenleri) ve mitolojisi konusunda geniş bilgi sahibi idi; aşırı Şia'dan (gulat) ve Abdullah b. Sebe taraftarlarından olduğu söylenmiştir. Hadis rivayeti açısından zayıf bir ravi olarak kabul edilmektedir; burada Muhasibi onun Ehl-i Sünnet'ten olduğunu kabul etmektedir. İbn-i İshak ve es-Sevrî önceleri rivayetlerini kabul etmiş daha sonra ise kabul etmemişlerdir. Kendisinden en çok rivayette bulunan ise İbn-i Hişam'dır. Tabakatu İbn-i Sa'd, c. 6/249; Vefayatu'l-A'yan, c. 3/436; Nuru'l-Kabas, s. 256; el-Mizan, c. 3/556. [933] Enbiya: 21/98. [934] Enbiya: 21/103. [935] Enbiya: 21/98. [936] Ra'd: 13/6. [937] Şura: 26/5. [938] Gafir: /7. [939] Şura: 26/5. [940] Şura: 26/5. [941] Enbiya: 21/28. [942] Enbiya: 21/28. [943] Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 319-323. |