๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Akl ve Fehmül Kuran => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 09 Temmuz 2011, 15:00:21



Konu Başlığı: Hanbeli Hadisciler İle
Gönderen: Ekvan üzerinde 09 Temmuz 2011, 15:00:21
Hanbeli Hadisciler İle


H. 207-232 yılları arasındaki dönem Mutezile'nin Bağdat'a ha­kim olduğu dönem olduğu için Hâris'in bu yıllarda Bağdat'ta bulunması ilginç karşılanabilir. Daha önce belirttiğimiz gibi zaaf noktalarını bildiği ve kendi yöntemleri ile onlara karşı çıktığı için o, Mutezile'nin en büyük düşmanıydı. Yine de Haris, Bağdat'tan çıkmaya zorlandığı el-Mütevekkil'in (H. 232-247) yönetime geçtiği döneme kadar Bağdat'ta oturmuştur. Şartlar düzeldiğinde hemen Bağdat'a dönüp orada vefat ettiğine göre Haris, Kufe'de geçirdiği yılları pek sevmemiş gibidir. Bütün bunları iyi anlamak için el-Vasık'ın ölümü ile patlak veren siyasî ve sosyal gelişmeleri göz önün­de bulundurmak gerekir.

Şüphesiz 'halk-ı Kur'ân' sorunu gönüllerdeki, özellikle halkın gönlündeki birçok duyguyu ortaya çıkarmıştı; halk içten içe hadisçileri yüceltiyor, Mutezile'nin bilgiçlik ve aklî soyutlamalarından nefret ediyordu. el-Vasık son dönemlerinde, başta halife olmak üzere Mutezile'yi ve devlet kademelerindeki yandaşlarını tehdit eden bu tehlikeli salgını görmüş, hadisçi Ahmed b. Nasr el-Huzaî'nin (H. 231) hunharca öldürülmesi ve eş-Şâfiî'nin de dostu olan Ebu Yakub İbn-î Yusuf b. Yahya el-Buveytî'nin katli ile tehlikeyi daha beşiğinde boğmak istemişti.[73] Bu ikisi kamuoyundaki isyan­dan cesaret alarak nerede ise kendilerini yok etmeye çalışan el-Vasık'a karşı isyan bayrağını açma noktasına gelmişlerdi. Halkın ha­lifelerden nefreti, sadece onların Mutezilî olmaları ile ilgili değil­di. El-Mansur'dan itibaren bütünü ile Şia karşıtı bir yapılanmaya dayanan Abbasî yönetiminin el-Vasık döneminden itibaren tekrar Şia'ya yönelmesi ile de ilgili idi.

Bu iki etkene bir üçüncüsünü de ilave etmemiz gerekirse o da, el-Mu'tasım döneminden itibaren devlet yönetimine hakim olma­ya başlayan Türk komutanlardır. Sonradan müslüman oldukları halde selefe ve selefin bıraktığı mirasa sıkı sıkıya bağlı olan Türk­ler her dönemde bu özellikleri ile tanınmışlardı ve bu arada Ah­med b. Hanbel ile de annesi tarafından akraba idiler. Bütün bunları bir arada değerlendirdiğimizde el-Mütevekkil'in Mutezile'den ayrı­lıp Ehl-i Sünnet hadisçilerine yönelme nedenini anlayabiliriz.

Mes'udî, Zehebî ve İbnu'l-Verdî'den yararlanarak, el-Mütevekkil’in hilafete gelişinden itibaren gelişen olayları kronolojik sıra ile izlemek; konuyu önemli ölçüde aydınlatabilir.

1. H. 232; el-Mütevekkil halife oldu. Tartışmalı konularda ko­nuşma ve yorum yapma yasağı getirdi. Yöneticilere halkın el-Mu'tasım ve el-Vasık döneminde bulunduğu konumda bırakılma­sını, halka teslim olmayı ve taklidi, ulema ve hadisçilere de hadis rivayet etmelerini ve Ehl-i Sünnet ve'l-Cemeat mezhebini halka öğretmelerini emretti. [74] Bu uygulamaların bir parçası da el-Mu'tasım'ın sünnete bağlılığını açıkça ortaya koyması, şiddeti kaldırma­sı, ilahî rü'yet ve sıfatlarla ilgili hadislerin neşrini emretmesidir.[75]

2. H. 235; Ebu Hüzeyl b. Allaf öldü. [76] Mes'udî ve İbnu'l-Verdî, Allaf’ın H. 227 tarihinde öldüğünü belirtmişlerdir. [77] El-Cahız bu konuda şunları söylemektedir:

Çocuklardan birinin eğitimi ile ilgili olarak halife el-Mütevekkil'e benim isimim verilmişti. Halife beni görüp kıyafetimi beğenmedi. Hemen 10.000 dirhem verilerek benim için sarfedilmesini emretti.[78]

Şüphesiz sorun kılık-kıyafet değil, el-Cahız'ın Mutezilî olarak şöhret kazanması idi.

3. H. 236; el-Mütevekkil, kesin bir ifade ile 'halk-ı Kur'ân' id­diasını ve Hz. Ali düşmanlığı [79] ile şöhret bulanların bir araya gel­melerini, bu arada Şiîlerin de Hz. Hüseyin'in kabrini ve Kufe top­rağı olan el-Ğurâ'yı ziyaretlerini, diğer Şii sempatizanların da aynı şekilde bu gruplara katılmalarını yasakladı. Bu emirlerin kaynağı bizzat el-Mütevekkil idi.[80]

4. H. 236; el-Mütevekkil, İbn-i Duad ve oğluna kızarak bu ikincisini yargı görevinden azledip yerine Yahya b. Ektem'i yakını­na aldı.

5. El-Mütevekkil, çevresine Şia ve Mutezile karşıtlarını topladı ve Sünnî bir gürüntü vermek amacı ile Şia'dan ayrılan bir şair olan Ali b. el-Cehm'i yakınına aldı. [81] Örneğin daha sonra el-Müste'in (H. -248) döneminde divan katibi olan Said b. Humeyd bunlardan­dır. Bu şahıs Sünnî görünerek devlette makam ve mevki sahibi ol­muştur.[82]

6. Bağdat'daki ilim çevrelerine Ahmed b. Hanbel'in düşüncesi hakim oldu. O ve Huşeyş b. Esrem, Abdülaziz el-Mekkî, Müsedded b. Müsrehid ve İbn-i Raheveyh gibi dostları Bağdat'taki ders halkalarına geri döndüler.

Biz çok sayıda hadis alimi ve Hanbelînin Hâris'e yetiştiğini bil­diğimiz için Ahmed b. Hanbel'in (H. 164-241) hayatına biraz ışık tutmamız gerektiğini düşünüyoruz. Ahmed b. Hanbel bu ilimde zirve bir çok alimden hadis rivayet etmiş ve Şafiî mezhebinde fı­kıh öğrenmiştir. O nasslara bağlı, tartışma ve kavgadan nefret eden bir yaratılışa sahipti. Uzleti ve takvayı itiyat edinmesi bakımından önceki kuşakların tasavvuf anlayışına bağlı kaldı; bu konuda o ka­dar kararlıydı ki Me'mun, Mu'tasım ve Vasık dönemlerinde kendi­sini zincire vuran, Bağdat'ı terketmesini isteyen, konuşmasını en­gelleyen ve bunlarla da yetinmeyip Vasık döneminde kırbaçlanma­sını emrederek, burnu havada Mutezilî yöneticilerden gelen baskı­lar karşısında bile o, tutumunu değiştirmemişti.

O dönemde bir çok alim tıpkı Ahmed b. Hanbel gibi Mutezile'nin ve halifeye yakın olan Mutezilîlerin gazabı ile karşılaşmış ama onun gösterdiği kahramanca direnci ortaya koyamamışlardı. Onun, Me'mun, Mu'tasım ve Vasık karşısında sergilediği kahramanca tu­tumun bir benzeri görülmemiştir. Bu tavrı ile o, -düşmanı olan Mutezilîler de dahil- ilim adamları nezdinde yücelmiş ve halk da kendisini gönülden desteklemiştir. Onun bu cesareti efsaneleşerek yüzyıllarca Bağdat halkının hafızasından silinmemiştir. Nitekim Haşaviyye ve tecsimi savunan mezheplerin ardılları tamamen sili­nip giderken, o hep hayırla yadedilmiştir.

Ahmed b. Hanbel kendi mezhebi için emin bîr şahsiyetti. Karşı düşünceler konusunda asla fanatik davranmamış ancak kelamla ilgilenmeyi yasaklamakla yetinmiştir. Kelamla uğraşanları kınamış ve bid'at çıkarmakla suçlamıştır. Selef alimleri bu konuda bir şey söylemedikleri için o da Allah (c) kelamının mahluk olmadığını söylemekle yetinmiş ve bu konudaki aşırı uçlardan herhangi birine katılmayı reddetmiştir. Annesinin Türk oluşu, yönetimdeki Türkle­rin Sünnî oluşu ve bütün halkın kendisini sevip sayması gibi se­beplerle, Mütevekkil fitnenin ortadan kalktığını ilan eder etmez Ahmed b. Hanbel, hadisçi dostları ve kırk bin civarındaki hadis hafızı ile uzun bir aradan sonra Bağdat'ta tekrar hadis derslerine başlamıştı. Vefatını Öğrenen (H. 241) Bağdat ve bütün Irak halkı cenazesine gelerek, sergilediği tutumu Hz. Peygamber'in hicreti ve Hz. Ebubekir'in dinden dönenler (ridde) karşısındaki tutumu ile mukayese etmişlerdi.

Şiî bir tarihçi olan Mes'udî onun cenazesine ilişkin şunları söy­lemektedir:

Namazını İbn-i Tahir kıldırdı. Bir insan seli cenazesine akın akın geldi. Benzer bir gün ve geçmişte benzer bir kalabalık asla görülme­miş olup oradaki kalabalık için çok şey söylenmiştir... Cenazeye katılan büyük alimlerden biri, belki de en büyükleri cenaze imamının arkasında saf tutmuş;

Karanlığa gömüldü dünya çünkü Muhammed'i yitirdi Dünya yine gömüldü karanlığa İbn-i Hanbel'i yitirdi diye haykırıyordu.

Bu çığlıklarla o, Hz. Peygamber'in vefatı ile dünyanın karanlığa gö­müldüğünü; tıpkı Hz. Peygamber'in vefatı gibi Ahmed b. Hanbel'in vefatı ile de karanlığın her yanı kapladığını anlatmak istiyordu". [83] Ahmed b. Hanbel, kelama karşı tutumunda yalnız değildi. Az önce belirttiğimiz gibi bütün hadis alimleri cenazesinde idi. Hâ­ris'in hadis üstadlarından biri olan Huşeym de: "Kur'ân'ın mahluk olduğunu savunanların boyunlarının vurulması gerektiğini" [84] dü­şünüyordu.

Bir başka üstadı, Nuh b. Ebi Meryem: "Yüce Allah (c) semada­dır. Bu şekilde kabul etmeyen mümin değildir"[85] diyordu.

Yine Hâris'in hocalarından biri olan Abbad b. el-Avam: "Bişr b. Müreysî ve yandaşları ile konuştum. Hepsi de 'Semada bir şey yok' diye bitiriyorlardı. Ben onların müslüman biri ile nikahlanamayacakları ve miras alamayacakları düşüncesindeyim" [86] demiştir.

Ali b. Asım el-Vasıtî'nin Bişr el-Müreysî ile bir araya gelmek istemediğini daha önce kaydetmiştik ki el-Vasıtî de Muhâsibî'nin hocasıdır.[87]

Hadis ve Kur'ân ilimleri alanında Hâris'in en büyük üstadı olan Yezid b. Harun el-Vasıtî de istivayı kabul etmedikleri için Mutezile'nin Cehmiyye ile aynı olduğunu [88] söylemektedir.

Yine Hâris'in üstadlarından olan Veki' b. el-Cerrah da nerede ise tecsime varan bir ifade ile istiva'yı isbata çalışmaktadır.[89]

Muhâsibî'nin et-Akl'dâ. kendisinden rivayette bulunduğu Affanu'l-Basrî; Me'mun'un polis müdürü olan İshak b, İbrahim'in ken­disini Kur'ân'ın mahluk olduğunu söylemeye zorladığı zaman rız­kının kesilmesinden endişe ederek Allah'a sığınmıştır.[90]

Hâris'in en büyük hocalarından biri olan Süneyd b. Davud: "Allah'ın yarattığı varlıklardan uzak, arşı üzerinde bulunduğunu" [91] söylemektedir.

Yine onun bir üstadı olan Ebu Ubeyd; ısrarla Allah'ın görülme­si ile ilgili hadisler rivayet etmiştir.[92]

İmam Ahmed b. Hanbel'in kendisinden, Allah'ın görülmesi, sı­fatlar, Allah'ın arşa istivası, Ebubekir ve Ömer'in üstünlükleri ve imanın artıp eksilmesi gibi konularda tevatür düzeyinde rivayetler vardır. Aynı şekilde ona ait, Kur'ân'ın mahluk olduğunu iddia edenlere küfür isnad eden çok sayıda rivayet bulunmaktadır.[93]

Hadisçilerin çoğunlukla Mutezile'nin konumunu iyi tesbit ede­mediklerini tesbit edersek; kelam tartışmalarının haram olduğu id­diasında ısrar ettikleri sürece onlardan; Mutezile'ye karşı çıkmak için kelamdan yararlananlar ile, bir Mutezilî olarak kelam ile ilgi­lenenler arasında ayrım yapmaları beklenemezdi; Hz. Peygamber (s) ve ashabı kelam ile ilgili hiçbir şeyi kabul etmemişlerdi, tam aksine kader konusunda konuşmayı kesin bir ifade İle yasaklayan bir de hadis-i şerif bulunmaktaydı.

Hanbelîlerin sufîler karşısındaki tutumları ise yaygın olarak bi­linen, meşhur bir tutumdur; onlar sufîlerin kullandığı üslubu eleş­tirmekte ve söylediklerinin uydurma olduğunu savunmaktaydılar. Hanbelîlerin en büyük müelliflerinden biri olan İbnu'l-Cevzî'nin Telbisu'l-İblis'i hemen hemen sufîleri hedef alan tek eser gibidir. Bunun dışında er-Resail ve'l-Mesail ve el-Hırfe gibi Îbn-i Teymiye de aynı konuda bir kaç risale kaleme almıştır; daha sonra modern çağlarda aynı şeyi Muhammed b. Abdulvehhab yapmıştır.

Hanbelî hadisçilerin yöntemleri ile sufîlerin kullandığı yöntem­lerin çelişik olduğunun bir delili de Hâris'in bu aşırı endişe ve has­sasiyetidir ki bir yandan Ahmed b. Hanbel ve öğrencileri ile Haris, diğer yandan da Haris ve sufîler arasındaki ilişkileri bozmuştur. İmam Ahmed b. Hanbel sufîler konusunda öğrencilerini uyarmış olmasına rağmen, takva ve şüpheli şeylerden kaçınma hususunda­ki itinaları nedeni ile el-Muhâsibî ve Bişru'l-Hafî ile ilgili övgü do­lu ifadeler kullanmaktan kendisini alamamıştır. [94] Nitekim Ahmed b. Hanbel'in bulunduğu bir mecliste tanınmış sufî Sirru's-Sekatî'nin ismi geçtiğinde: "Bu şahıs yediklerinin helal olmasına, gös­terdiği itina ile meşhurdur" [95] ifadesini kullanmıştır. Ayrıca tanın­mış sufî Ebu't-Turab en-Nahşebî'den (H. 245) hadis rivayet etmiş ve yine tanınmış sufî İsmail b. Necid (H. 266) Ahmed b. Hanbel'in öğrencilerindendir. Ancak Almed b. Hanbel'in sufîlerle ilgili övgü­leri sadece kişilerle sınırlıdır. Sevmediği ve kabul etmediği pren­sipleri asla kapsamaz.

Buna karşılık sufîler ise Ahmed b. Hanbel'in 'halk-ı Kur'ân' meselesi karşısındaki tutumu -ki bu konuda onlardan biri gibidir— ile bazı konularda kendilerini kötüleyen tutumu arasında; saygı duyup takdir etmek, ya da kendileri için söylediklerini sineye çek­mek arasında tereddüd ediyorlardı.

Onlar Ahmed b. Hanbel'in sufîyane bir ifade ile zühdü, 'kasr-ı emel' [96] diye tanımlayıp üçe ayırdığını ve: "Bunlardan biri haram olanı terketmektir, bu sıradan insanların zühd anlayışıdır. İkincisi; helal ve ihtiyaçtan fazla olanı terketmektir; bu seçkinlerin zühd an­layışıdır. Üçüncüsü de kulu Allah'tan uzaklaştıran her şeyi terket­mektir; bu da ariflerin zühd anlayışıdır" dediğini tasavvur etmek­tedirler. [97] Daha sonra bize Ahmed b. Hanbel'in 'korku felsefesi'nden söz etmektedirler ki bu felsefe katıksız bir tasavvuf felsefesi­dir. Rivayete göre Ahmed b. Hanbel bu konuda şunları söylemiş­tir: "Beni korkudan kurtaracak bir kapı aralaması için Allah'a ya­kardım... Bana aklımı gösterdi. Rabbim bana katlanabileceğim ka­darını nasib et diye dua ettim ve korkudan kurtuldum".[98] Sufîler Ahmed b. Hanbel'den söz ederken onun sıddîklardan olduğunu be­lirterek söze başlarlar. [99] Hemen ardından da sözü onun korkuya, sufîlerin katlandığı gibi katlanamayacağı ifadesine getirirler. Daha sonra bir de bakarız ki, kendi durumlarını göz ardı edip zahirî ilimlere bağlılığına atıfda bulunarak Ahmed b. Hanbel'i sufîleri anlamamakla itham ediyorlar. Şüphesiz bu itham doğruluktan uzak bir ithamdır. İşte örneği:

Ahmed b. Hanbel, Şafii'nin yanında bulunduğu bir sırada Şeybanu'r-Raî gelir.

Ahmed b. Hanbel: "Ebu Abdullah! Ben bu şahsı bazı ilimlere yönel­mesi sebebi ile amel eksikliği noktasında uyarmak istiyorum" der. Şafii: "Yapma" der ama ikna edemez.

Ahmed b. Hanbel Seyban'a: "Bir gün ve bir gecede kılınması gereken beş vakit namazdan birini unutup hangisini unuttuğunu bilmeyen biri için ne diyorsun? Bu adama ne yapılmalıdır?" diye sorar. Şeyban: "Ahmed! Bu kalp Allah'tan gafildir. Rabbinden bir daha asla gafil olmaması için terbiye edilmesi gerekir" ifadesi ile cevap verir. Ahmed b. Hanbel bu sözleri duyar duymaz kendinden geçer. Tekrar kendine geldiğinde Şâfii: "Sana bu adamı asla tahrik etme dememiş miydim?" der.

Şeyban okuma-yazması olmayan cahil sufilerden biridir. Cahili böy­le olursa şeyhleri nasıldır Allah bilir!.[100]

Bütün bu alıntılarda, İmam Ahmed b. Hanbel’in, öğrenci ve ta­raftarlarının Haris el-Muhâsibî karşısındaki tutumlarına ilişkin bir takım ipuçları olduğunu görüyoruz.

İbn-i Hacer bir rivayetinde: "Dost oldukları halde İmam Ah­med b. Hanbel, Haris ile bütün ilişkilerini koparmıştır" derken, di­ğer bir rivayetinde ise: "İmam Ahmed b. Hanbel, bir yandan: 'Gerçeklerle ilgili bu şahsın söylediklerinin bir benzerini asla işit­medim' derken bir yandan da öğrenci ve taraftarlarının Hâris'le dosluk kurmalarını yasaklamıştır” demektedir.[101]

İbnu'l-Esir ise: "İmam Ahmed b. Hanbel, Haris b. Esedi'l-Muhâsibî ile ilişkilerini tamamen koparmıştı" [102]demektedir.

Zehebî, el-Mizan'da: "Ahmed b. Hanbel onu terketmiş ve giz­lenmişti" [103] demektedir.

El-Hatib: "İmam Ahmed b. Hanbel, insanların onunla görüşme­sini engellerdi" [104] diyor.

Zehebî, İsmail b. İshak hakkındaki iddianın ayrıntılarına giri­yor ve şunları zikrediyor:

Ahmed b. Hanbel bana: 'Öğrendiğime göre bu Haris sana çok gelir­miş. Sen Hâris'i getirsen de ben de onu dinleyebileceğim bir yerde bulunsam ne iyi olur' dedi. Ben de dediği gibi yaptım. Haris ve beraberindekiler bana gelerek yemek yeyip yatsı namazı kıldılar. Son­ra Hâris'in karşısına halka olup oturdular. Gece geç saatlere kadar hiç kimse konuşmadı. Neden sonra biri konuşmaya başladı. Ardından başını kaldırıp Haris sözü aldı; sanki başında bir kuş vardı. O konuşurken dinleyenlerden bazıları ağlıyor, bazıları inliyor, bir kıs­mı ise çığlık atıyordu. Yukarı çıktığımda Ahmed b. Hanbel'in bayılırcasına ağladığım gördüm.

Sonra anlatmaya şöyle devam etti:

Diğerleri ayrılınca Ahmed b. Hanbel bana: 'Daha önce bu şahsın sözlerinin ne bir benzerini ne de daha gerçeğini asla işitmedim. Ben senin onlarla dost olmanı istemiyorum' dedi.[105]

Bütün bu rivayetler; Ahmed b. Hanbel'in Hâris'le ilişkilerini kestiği ve öğrencilerine de onunla görüşmemelerini emrettiği nok­tasında birleşiyorlar.

Sufî tabakat kitapları ise bu konuya farklı bir yorum getirerek; Ahmed b. Hanbel'in öğrencilerine Hâris'i terketmelerini emretme­sini, Hâris'in sözlerini anlayamayacaklarına bağlıyorlar. Bununla onlar; Ahmed b. Hanbel hakkındaki yaygın kanıdan hoşnud ve Hâris'in tasavvuf anlayışını savunuyor gibidirler. Onlara göre Ha­ris büyük bir sufî ekolünün lideridir ve gönüller ondan ayrı kala­mazlar. Bu büyük değişimin onları üzdüğünde hiç şüphe yoktur.

Şaranî'nin et-Tabakâtu'l-Kübrâ'sında da benzer bir rivayet bul­maktayız: Bu rivayete göre Ahmed b. Hanbel, sabaha kadar Haris ve öğrencilerini izlemiş, onların söz ve davranışlarında sünnetin dı­şına çıkmadıklarını görünce üstünlüklerini kabul ederek: "Sufîler hakkında farklı şeyler işitmiştim. Allah beni affetsin" demiştir.[106]

Bir sufî olan Şaranî'ye ait bu rivayetin gerçeği tam olarak yan­sıtmadığı açıktır. Bununla birlikte yine de İbnu'l-Cevzî gibi; İmam Ahmed b. Hanbel, nerede ise Hâris'in küfrüne, ya da daha doğru bir ifade ile fıskına kani olacaktı diyemeyiz. Her ne kadar rivayet­lerin geneli bunu söylemese de; Ahmed b. Hanbel'in Hâris'ten çe­kinmiş olması gerçeğe daha akla yakındır. Yalnızca ve özellikle neden Hâris'ten çekindiği ve onunla ilgisini kestiği sorusuna gelin­ce; bu noktada rivayetler çelişiktir. Bu rivayetleri karşılaştırdığı­mızda şu sonuçlara ulaşabiliriz:

1. Hâris'in kelam'a ilgilenmesi ve kelamın bir dalında özgün görüşlere sahip olması.

Haris el-Muhâsibî ve eserleri hakkında bir soru ile karşılaşan Ebu Zür'a er-Razî böyle düşünmektedir ve soru sahibine: "Bu eserlerden sakınmalısın. Bunlar bid'at ve dalalet dolu eserlerdir. Sen hadis öğren. Hadis sana yeter" demiştir.

Kendisine: "Bu eserlerde ibret var denildiğinde" ise "Allah'ın kitabında kendisi için ibret bulamayanlar için bu eserlerde ibret yoktur" dedi ve "Size bu eserleri Süfyan, Mâlik ve Evzaî'nin tasnif ettiği bildirildi" diye ilave etti.

Buna karşılık Zehebî,"[107] İbnu'l- Esir, [108] el-Hatib [109] ve Ahmed b. Hanbel'den, Hâris'in Cehmî olduğunu rivayet eden İbnu'l-Cevzî [110] bu görüşü savunmaktadır.

2. Hâris'in sufî olması ve genel anlamda Ahmed b. Hanbel'in ise sufîlerin yöntem ve düşüncelerine karşı bir bakış açısına sahip olması.

Er-Risale müellifi şunları söylemektedir:

Sonra mürid bir şeyh tarafından eğitilmelidir. Şayet müridin şeyhi yoksa asla iflah olmaz.

Ebu Yezid ise: "Üstadı olmayanın imamı şeytandır" demiş­tir.[111]

Ahmed b. Hanbel'in Hâris'le ilişkisini kesmesine ilişkin İbn-i Haldun'un görüşü de budur. O şunları söylemektedir:

Hâris'le Ahmed b. Hanbel arasında geçen hikayenin temel unsuru; şe­riatı öğrenme sürecinde bir insanın bir şeyhe ihtiyacı yoktur ve inanıl­ması gerekli olan her ilkenin Kitap ve Sünnet'i esas alması gerekir bi­çiminde özetlenebilecek olan Ahmed b. Hanbel'in kesin tavrıdır. [112] Hemen belirtmek gerekir ki Ahmed b. Hanbel bir takım şeyh ve tarikatlerden ibaret olarak kabul ettiği tasavvufu reddediyordu.

3. Hâris'in vesvese ve hatarata ilişkin sözleridir. Ahmed b. Hanbel ile arasında geçen olay bu görüşü destekler niteliktedir. Hâris'in sohbetine geldiğinde Ahmed b. Hanbel söyle­diklerinden etkilenmiş ne var ki nasslar ve önceki kuşaklardan (se­lef) gelen rivayetlerin ötesine geçmenin caiz olmadığına ilişkin tu­tumu değişmemiştir. Önceki kuşaklardan gelen rivayetlerde nefsi hesaba çekme (muhasebe), konrol (murakabe), gösteriş, hatarat, vesvese ve israf hakkında bizim el-Yasaya, Adabu'n-Nufus ve er-Riaye'de okuduğumuz ifadeler yoktur. Her ikisi de Şafii'nin öğren­cileri olduklan için aralarını bulmaya çalışan es-Subkî'nin görüşü de buna yakındır. O şunları söylemektedir:

Ahmed b. Hanbel öğrencilerine Hâris'i dinlemelerini yasaklamıştır. Çünkü herkes Haris düzeyinde ya da söylediklerini anlayabilecek düzeyde değildi.[113]

Muhtemelen Ahmed b. Hanbel'in kendisi de Hâris'in söyledik­lerini anlamamıştı.

Er-Risale'âe şu ifadeler bulunmaktadır:

Fakih Ebu'l-Abbas İbn-i Şureyh, el-Cüneyd'in meclisine gider. An­lattıklarını dinler, kendisine: "Bu söylenenlere ne diyorsun?" diye sorulur.

"Söylediklerini anlamıyorum, ama bu ifadelerde bir savaşçının kar­şısındaki düşmana yaptığı hamlelerden daha etkili bir tahrik olduğu­nu düşünüyorum" [114] diye cevap verir.

Daha sonra: "İkisi arasındaki anlaşmazlık, iki çağdaş düşünürün an­laşmazlığıdır ki olağandır" der.

"Çağdaş olmak anlamaya engeldir, cerh ve tadil bilginleri ara­sında da bu tür anlaşmazlıklar olagelmiştir" diyen es-Subkî, anlaş­mazlığın boyutlarını küçültmeye çalışmıştır. Bu görüşe göre anlaşmazlık kişisel olup akideye müteallik değildir.

Es-Subkî'nin bu görüşü müteahhir alimleri için temel hareket noktası olmuştur. el-Konevî şöyle demektedir:

Cerh (rivayetin reddi) eğer taassub, düşmanlık, tarafların birbirlerine karşı kin beslemesi gibi nedenlerden kaynaklanıyorsa bu cerh kabul edilemez... Bu nedenle İmam Mâlik'in Megazî sahibi Muhammed b. İshak hakkındaki: 'O yalancının (deccal) biridir' ifadesi kabul gör­memiştir. Yine en-Neseî'nin Ahmed b. Salih ef-Misrî, es-Sevrî'nin Ebu Hanife, İbn Main'in Şafii ve Ahmed b. Hanbel'in Haris hakkın­daki iddiaları da kabul görmemiştir. Ebu Hanife ile Süfyan ya da Ahmed b. Hanbel ile Haris arasında geçenlere ilişkin rivayetleri ka­bul etmekten kaçınmalısın.

Ahmed b. Hanbel ve öğrencilerinin Hâris'e hücumlarının yan­kıları Hâris'in eserlerinde açıkça görülmemektedir. Muhtemelen Haris, şayet bu konuda bir şeyler yazacak olursa kendisine yönelik kinin artacağından ya da bu konuda söylediklerinin iyi anlaşılma­yacağından endişe etmiş olmalıdır. Bazı eserlerinde o, rivayet ve ezber düşkünlerinden birinin, Allah'a ait olan bir hakkı gasbederek haksızlık yaptığını, çünkü halkın alim ve imamlarından, müslümanların dînini muhafaza eden hafızlardan birinin; hafızlar hafızı olduğunu iddia ettiğini belirtmiş ve bunu kınamıştır. Ayrıca Süfyanu's-Sevrî'nin görüşlerini din telakki edenler için de ağır ifadeler kullanmıştır.'[115]

Haris eserlerinde kendi tavrını devamlı savunmuş ve Allah (c) için yapılan tartışma ile, dünyada şöhret kazanmak ya da karşısın­dakine üstünlük sağlamak için yapılan tartışma arasında ayrım yapmış, bunlardan birini överken diğerini yermiştir. [116] Bu ifadeleri ile o sanki kelamla ilgisinin Allah ve Rasûlü'nün rızasına yönelik, övgü ve mükâfaatı hak eden bir ilgi olduğunu savunmaktadır.

Haris, Bağdat'taki kültürel ortamın kendisi için uygun bir or­tam olmadığını düşünerek Mutezile'nin saldırgan olduğu dönem­lerde sufî eğilimlerini gizlemiştir. Zaten Mutezile de tasavvufu ha­fife aldığı için Hâris'i önemsememiştir. Hanbelîler Bağdat'ta haki­miyeti ele geçirip, sünneti üstün tutan kelam ile, bid'atçı kelam arasında ayrım yapmaksızın kelamcılara topyekün hücuma başla­yınca Hâris'in canı sıkılmış, hatta belki biraz üzülmüş olmalıdır. Daha sonra Ahmed b. Hanbel'in kendisine kin beslediğini öğrenin­ce iç rahatlığı ile: "Ebu Abdullah'ı kızdıracak söz ve davranışlardan tevbe ediyorum" demekle yetinmiş ve ortalık duruluncaya ka­dar Bağdat'tan ayrılmayı uygun bulmuş, Hanbelîler Mutezile'ye üstünlük sağlayıp, kelamcıları kontrol altına alınca da yeniden Bağdat'a dönmüştür.

Biz Massignon gibi Hâris'in Bağdat'tan ne zaman ayrıldığını kesin olarak ifade edemiyoruz. Massignon'a göre bu tarih H. 232 yılıdır. Çünkü H. 236 yılında el-Mütevekkil tarafından kelamcılar aleyhine başlatılan uygulamalar ciddiyet ve aleniyet kazanmıştı. Bu dönemde hadis üstadlarınca oluşturulan ders halkalarından bi­rine Hâris'in de katılmış ve sünneti izhara çalışmış olması daha ak­la yatkındır. Ne de olsa Haris de onlardan biri gibiydi. Biz Hâris'in Bağdat'ı sevdiğini ve orada yaşamak istediğini kesin olarak biliyo­ruz. Bu nedenle rahatı kaçmadıkça Bağdat'ı terketmeyeceğini ve (şayet terketmîş ise) Ahmed b. Hanbel ölmeden geri dönmediğini söyleyebiliriz.

Ahmed b. Hanbel'in öğrencilerinin son derece cahil ve Hâris'e karşı tutucu oldukları dikkate alınırsa Hâris'in vefatına kadar de­vamlı gizlenmiş olması gerekir. Vefatında ise cenazesinde sadece dört kişi hazır bulunmuştur.[117] Tarihu Bağdat'ta, bu konuya ilişkin şu bilgiler kayıtlıdır:

Kelam konulu eserleri ve fikirleri nedeni ile Ahmed b. Hanbel, Hâris'ten hoşlanmaz ve insanların Hâris'i dinlemesine engel olurdu. Ahmed b. Hanbel kelamcıların ilgi alanına giren bir konuyu ele aldı­ğı esnada Hâris'i terketmiş, bunun üzerine Haris de Bağdat'taki evi­ne gizlenerek bu evde vefat etmiş, cenazesine de sadece dört kişi ka­tılmıştır.[118]

Hâris'in vefatı üzerinden henüz bir kaç yıl geçmemişti ki hadis ve fıkıh alimi, Hanbelî Ğulam el-Halil isyanı başgösterdi. Asıl adı Ahmed b. Muhammed b. Galib (H. 262) olan bu şahıs vera ve tak­vası ile meşhurdu. Ne var ki sufîlerin savundukları, ilahî aşk, rabı­ta (el-ittisal billah) gibi H. üçüncü yüzyılda yaygınlık kazanan tasavvufî iddiaları kabul etmiyordu. İşte böyle bir ortamda Ğulam el-Halil -ki halifeye yakın bir isimdir- aralarında Bağdatlı sufîlerin şeyhi el-Cüneyd'in de bulunduğu 70 sufîyi zındıklıkla suçlayıp idamlarına hükmetmişti. Bunlar daha sonra serbest bırakıldılar.'[119]

Ahmed b. Hanbel sufîlere buğzederdi ama daha sonra öğrenci­leri daha da ileri gidip onlara göz açtırmadılar. Kendi görüşlerine karşı çıkan alimleri kaba ve tutucu olmakla itham ediyorlardı. So­nunda yalnız sufîlerle de sınırlı kalmayıp Hanbelî olmayan herkesi itham eder hale geldiler. Bu tutumun bir sonucu olarak; İhtilafu'l-Fukaha isimli eserinde "Ahmed b. Hanbel fakih değil hadis alimi­dir" dediği için az kalsın İmam Taberî'yi (H. 225-310) öldürüyor­lardı. Zaten öldüğü zaman da Hanbelîlerin naaşına saldırmaların­dan endişe edilerek gizlice defnedilmiştir. Halbuki, bir Şafiî ve son derece titiz bir müellif olan es-Subkî, et-Taberî için: 'Alem fakihi' ifadesini kullanmaktadır.[120]


[73] Îbnu'l-Verdî, s. 223; el-Bidaye ve'n-Nihaye, c. 10/306-308.

[74] el-Muruc, c. 2/369.

[75] ez-Zehebî; el-İber, c. 1/413.

[76] el-İber,c. 1/413.

[77] Tetimmetu'l-Muhtasar, s. 222.

[78] el-Muruc, c. 2/378.

[79] Tetimmetu'l-Muhtasar, s. 225.

[80] el-Muruc, c. 2/401.

[81] el-Mes'udî, c. 2/386.

[82] el-Mes'udî, c. 2/408.

[83] Murucu'z-Zeheb, c.2/380.

[84] el-Uluvv, s. 186.

[85] el-Uluvv,s. 187.

[86] el-Uluvv, s. 187.

[87] el-Uluvv,s. 196.

[88] el-Uluvv. s. 197.

[89] el-Uluvv,s. 196.

[90] el-Uluvv, s. 206

[91] el-Uluvv, s. 214.

[92] el-Uluvv, s. 217.

[93] el-Uluvv, s. 231.

[94] er-Risale, c. 1/286.

[95] Telbisu'l-İblis, s. 180.

[96] er-Risaletu'l-Kuşeyriye, c. 1/194.

[97] er-Risaletu'l-Kuşeyriye, c. 1/294-297.

[98] er-Risaletu'l-Kuşeyriye, c. 1/297.

[99] er-Risalelu'l-Kuşeyriye, c. 1/229.

[100] er-Risaletu'l-Kuşeyriye, c. 2) 733.

[101] Tehsibu't-Tehzib,c. 2/135,

[102] el-Kamil fi't-Tarih, c.7/33.

[103] Mizan’ül-İtidal,c. 1/199-200.

[104] Tarihli Bağdat, c. 8/224.

[105] Mizanu'l-İtidal, c. 1/199.

[106] et-Tabakatu'l-Kübra, c. 1/60.

[107] Mîzanu'l-İtidal, c. i/199.

[108] el-Kamil fi't'Tarih, c. 7/32. "İmam Ahmed b. Hanbel kelamla ilgisi sebebi ile onu terketmişti".

[109] TarihuBağdat, e.2/214.

[110] Telbisu'l-İblis, s. 198.

[111] er-Risale,c.2P.35.

[112] İbn-i Haldun; Şifaun fi's-Sail, s. 64. İgnatyus Elyesuui tahkiki.

[113] er-Risaletu'l-Kuşeyriye, c. 1/73.

[114] Abdülhayy el-Konevî; er-Raf’u ve't-Tekmil, s. 259, 261, 263,271-272.

[115] el-Mesail, s. 212; el-Vasaya, s. 185, 384.

[116] el-Mesail.s. 140-141.

[117] Tarihu Bağdat, c. 8/214.

[118] Tarihu Bağdat, c. 8/214.

[119] Dr. Ebu'l-A'la el-Afifî; et-Tasavvuf: Sevratu'r-Ruhiye fi'l-İslâm, s. 1)3- 114.

[120] Hadisçilere tutku derecesînde bağlı olan Taberî hakkında el-Hatib'in söyledikleri için bkz. Tarihu Bağdat, c. 2/162. Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 40-54.