Konu Başlığı: Geçmş Ve Gelceğe İlşkn Hberler Gönderen: Ekvan üzerinde 16 Haziran 2011, 17:27:13 Geçmiş Ve Geleceğe İlişkin Haberler Olmuş ve olacak olan olaylara ilişkin haberlerde de nesih caiz değildir. Aksi takdirde Allah doğru ve gerçekten rücu edip yalan, ciddiyetsizlik ve şakaya yönelmiş olur ki ancak yalan ve tahminî bilgiye dayanan biri daha önce verdiği bir haberi, söylediği bir sözü değiştirerek kendi kendisini yalanlayabilir ve verdiği sözden rücu edebilir. Böyle bir durum herhangi birinin, "Ben bunu bu şekilde duydum ve gördüm" deyip daha sonra "Benim gördüğüm ve duyduğumu haber verdiğim olmadı” demesi gibidir. Bizim olmuş olarak bildiğimiz bir şeyin, daha sonra olmadığını haber vererek kendi bildirdiği bir konuda kendisini yalanlar. Bu onun bilmediği bir konudan söz etmesi veya kendisini yalanlaması ve daha önce olduğunu haber verdiği bir olayın, daha sonra meydana geleceğini haber vermesi anlamına gelir. Böyle biri ya bilerek yalan söylemiş veya iyi bilmediği bir konuda tahmini konuşmuş ve sonra da bu iddiasından vazgeçmiş olur ki bu, yalancıların niteliğidir. Rafizîlerden bir fırka Allah'ın verdiği haberlerde neshin caiz olduğunu iddia etmiştir, ancak böyle bir iddia küfürdür. [845] Allah'ın, Adem'i yarattığı, cennette iskan ettiği, meleklere Adem'e secde etmelerini emrettiği ve İblis dışında meleklerin tamamının secde ettiğine ilişkin ilahî haberlerde ve benzeri haberlerde de nesh caiz değildir. Yine Allah'ın daha önce gelmiş olan peygamberlere, tarih öncesi dönemlerde meydana gelen olayları haber vermesi ve bizim bu olayları gerçekleşmemiş olarak bulmamız caiz değildir. Allah kıyamet hayatını hazırlayacağını, kabirlerdekileri dirilteceğini, bir kısmını cennete bir kısmını cehenneme göndereceğini, cennetlik ve cehennemliklerin ahirette söyleşeceklerini, cennetliklerin cennette, cehennemliklerin de elem verici bir azab içinde cehennemde ebedî kalacaklarını haber vermiştir. Daha sonra bütün bunlara aykırı haberler vermesi söz konusu değildir; çünkü böyle bir durumda kaçınılmaz olarak ikinci haber birinci haberi yalanlamış, Allah bir şey murad etmiş, sonra bundan vaz geçerek başka bir şey murad etmiş olur ki Allah bütün bunlardan beridir. Allah'ın sözünden rücu etmesi, O'nun için bir yalandır. Beda, (sonradan bilgi sahibi olmak) işlerin akıbetini bilmemekten kaynaklanır. Bundan, diğer varlıklarla birlikte, Allah'ın zatına da sonradan meydana gelmiş irade izafe edilmesi gibi bir sonuç ortaya çıkar ki ancak beda sahipleri ilerde olacaklar konusunda cahildirler. [846] Yüce Allah'ın geçmişle ilgili bir olgunun, önce olduğunu sonra olmadığını veya gelecekle ilgili bir olgunun, önce olacağını sonra olmayacağını veya bir şeyi önce yaratacağını sonra yaratmayacağını haber verdiği(ni iddia etmek) caiz değildir. Örneğin: Hz. Peygamber'in, peygamberlerin sonuncusu olduğunu haber verdiği halde, daha sonra başka peygamberler göndereceğini haber verir veya göndereceği peygamberlerin sonuncusunu gönderdiğini haber verdikten sonra başka bir peygamber gönderebilir anlamına gelir ki; böyle bir şey iddia etmek caiz değildir. Nitekim Allah (c), Hz. Peygamber'e Arablara, "Benimle beraber asla çıkmayacaksınız" de [847] buyurduğu halde onlar, Bırakın biz de arkanıza düşelim [848] dediklerinde Cenab-ı Hak, Onlar Allah'ın sözünü değiştirmek istiyorlar. De ki: "Siz asla bizim peşimize düşmeyeceksiniz. Daha önce Allah sizin için böyle buyurmuştur" [849] ve O'nun sözlerini değiştirecek yoktur [850] buyurmuştur. Allah (c), bilgisizlikten ve bedadan (sonradan bilgi sahibi olmaktan) berî ve münezzehtir. Aynı şekilde Allah'ın, kendi zatını en yüce ve güzel sıfatlarla veya gaybın sırlarına vakıf olmakla niteledikten sonra, bunlar bayağı ve sıradan niteliklerdir demesi, gaybı bilmediğini, olup bitenleri görmediğini, sesleri işitmediğini, varlıklar üzerinde hiç bir güç ve tasarruf yetkisi bulunmadığını, ilahî kelam ve yaratma gücünün kendisine ait olmadığını, herhangi bir söz söylemediğini, yaratmadığını ve emretmediğini, arş üzerinde değil de yerin altında bulunduğunu söylemesi de caiz değildir. Ve Allah, bütün bu saydıklarımızdan da berî ve münezzehtir. O halde bu gerçeği anlamış ve yakînen inanmış olmalısın. Ta ki boğulacak duruma gelince..[851] [852] Bugün senin bedenini kurtaracağız...[853] Kıyamet günü kavminin önüne geçip onları ateşe sürükleyecektir [854] Bu ayetlerde olduğu gibi bir ayeti zahirine göre okuyup Kur'ân'ın bazı haberleri neshettiğini düşünebilirsin. Bu ayetlerde Allah, Firavun'u bu dünyada boğulmaktan ahirette de azaptan kurtarmayı murad etmemiştir. Bazı müfessirler, te'vile yönelerek, boğulurken İman ittiği için Allah'ın Firavun'un bedenim ateşten kurtarmayı kast ettiğini düşünmüş ve "Allah, Firavun kavminin cehenneme gireceğini haber vediği ve Kıyamet günü Firavun kavminin önüne geçecek ve onları cehenneme sürükleyecektir [855] buyurduğu halde kendisinin cehenneme gireceğini bildirmemiştir" demişlerdir. Allah, Kötü bir azab Firavun kavmini kuşatıverdi Gafir: /45. [856] [857] ve Allah onu (herkese örnek olacak şekilde) dünya ve ahiret ezabı ile cezalandırdı [858] buyurmaktadır. Senin bedenini kurtaracağız [859] ayeti şu şekilde anlaşılmalıdır: Firavun ve kavmi suda boğulurken İsrailoğulları bu durumu bilmiyorlardı. Onlar "Firavun boğulmadı, bizi yakalayıp öldürmesinden korkuyoruz" dediler. Allah denize emretti de deniz Firavun'un boğulduğunu onlara göstermek için Firavun'un ruhsuz bedenini karşı sahile attı. Deniz, bedeni sahile atınca onlar bu cesede bakıp Firavun'un bu durumunu birbirlerine anlatmaya başladılar. [860] Yine zahiri anlamlarını dikkate alarak, Elbette Allah doğru söyleyenleri ortaya çıkaracaktır [861] ve Henüz Allah içinizden cihad edenleri ortaya çıkarmamışken [862] ayetlerini okuyunca insan; mücahidlerin cihadı, doğruların doğruluğu ve yalancıların yalancılığı konusunda Allah'ın sonradan bilgi sahibi olduğu (beda) yanılgısına düşecektir. Halbuki Allah böyle bir şeyden münezzehtir. Var olar her şeyi yaratan Allah için böyle bîr şey nasıl düşünülebilir ki? Hiç bir varlık yoktur ki var olmadan önce, ezelde; Allah (c) o varlığı bilmesin. Zaten böyle bir şey nasıl mümkün olabilir? ki? Şayet Allah nasıl olacağını önceden bilmiyor olsaydı, varlığı, iradesi doğrultusunda en güzel şekilde yaratamazdı. Çünkü yaratmak istediği varlığı bilmeyen biri, nasıl olur da en güzel şekilde yaratabilir? Nasıl yaratacağını bilmeyen, yarattığını en güzel şekilde yaratamaz. Biz fıtrat gereği zorunlu olarak biliriz ki şayet hiç bir kitap görmemişsek ve yazmayı iyi bilmiyorsak, zannî bilgilere dayanarak anlaşılır, anlamlı bir eser telif etmemiz mümkün olamaz. Bütün sanatlar böyledir, hiç kimse görmediği ve niteliklerini bilmediği bir mesleği icra edemez. Allah, yaratmadan önce neyi yaratacağını bilmeye, herkesten daha layıktır. İşitmez misin Yüce Allah, Hiç yaratan yarattığını bilmez mi? O en ince ayrıntıları bilmektedir ve her şeyden haberdardır [863] buyurmaktadır. Biz, hikmet sahibi birinin, yapmadan önce bilgi sahibi olmadıkça hikmetli bir iş yapamayacağını kendi kendimize de delillendirebiliriz. Allah, sonunun nasıl geleceğini önceden bilerek olmasını arzu ettiği şekilde yaratmıştır. Allah kendi zatını; olanı, olacak ya da olmayacak olanı, neyin nasılken nasıl olacağını, gayba ilişkin bütün sırları en ince ayrıntılarına kadar bilmekle övmekte ve buyurmaktadır ki: Göklerdeki ve yerdekileri çok iyi bilen rabbin... [864] O, göklerde ve yerde tek Allah'tır, sizin sakladıklarınızı da açığa vurduklarınızı da çok iyi bilmektedir. [865] Gizli olanı da açık olanı da bilen O'dur.[866]. Allah bilir ki siz onları anacaksınız. [867] O sizden bir kısım hastaların bulunacağını bilmektedir. [868] Allah olmayanları ve olanların nasıl olduğunu haber vermekte ve buyurmaktadır ki: Şayet (dünyaya) geri döndürülecek olsalar, yine kendilerine yasak olan şeylere döneceklerdir.. [869] Andolsun şayet onlar çıkarılsalar, onlarla beraber çıkmazlar, savaşa tutuşmuş olsalar onlara yardım etmezler.. [870] Allah'ın 'kesinkes bilmek için', 'bilmek için' ve 'ki bilsin' gibi ifadeler kullanması, sadece var ve bilinir olarak görmeyi murad etmesindendir. Çünkü bir şeyi olmadan önce, yok olduğu halde biliyor olması caiz değildir, O, varlığı var ve mevcud olarak bilir. O, imkansız olduğu halde, aynı anda bir ma'dum (yokluk) bir mevcud (varlık), yani hem olmuş hem de henüz olmamış olduğunu bilir. Ancak henüz olmamış olduğu için, Allah bir şeyin olmuş olduğunu bilir demek caiz değildir; o şeyin olacağı konusunda Allah'ın cahil olması da caiz değiidir. Biz cahil olduğumuz ve bilgimiz sonradan meydana gelmiş olduğu için bizim hakkımızda böyle bir durum sözkonusudur. Biz biliriz ki, her insan ölümlüdür, ölmeden önce onun öleceği konusunda cahil olmadığımız halde, bir insan öldüğünde her defa biz, kendisine bakıp onun düşünmediğini ve kalbinin hareket etmediğini görürüz, onun ölmüş olduğuna ilişkin bilgi bizde o anda hasıl olur ve "onun öldüğünü öğrendik" deriz. Sonradan meydana gelmiş olan varlıklar (havadis), Allah'ın zatında sonradan meydana gelmiş değildirler. Çünkü biz ölen birinin ölümünün gerçekleşeceği konusunda büsbütün bilgisiz değiliz. Ayrıca biz gecelerimizin sabahında gündüzlerin bulunduğunu biliriz, sonra da bunlar olur. Biz gündüzün bizim öncesindeki bilgisizliğimize bağlı olmaksızın meydana geldiğini biliriz. Biz hiçbir şeyi yaratamadığımız halde (bütün bunları biliyorken), gündüz, ölüm ve başka bütün varlıkları yaratan ezelî varlık Allah için bilgisizlik nasıl (söz konusu) olabilir? Allah'ın izni ile siz tam bir güven içinde Mescid-i Haram'a gireceksiniz [871] Biz bir beldeyi helak etmek istersek oradaki şımarık elebaşılarına emrederiz [872] ve Biz bir şeyin olmasını istediğimizde sadece ona ol deriz, o da oluverir [873] ayetleri bu şekilde anlaşılmalıdır. Bu, sonradan ortaya çıkan bir irade sebebi ile O'nun zatında sonradan oluşmuş bir bilgi (beda) olmadığı gibi, kendisine ait daha önce bulunmayan bîr iradenin devreye girmesi de değildir. Bu durum ancak, sonuçları bilmediği halde bir şey isteyen, sonuçlar konusunda bilgisiz olan birinin eylemi için geçerli olabilir. Bunlar o olaya yönelik olarak ortaya çıkan bir iradenin meydana gelmesinden dolayı Allah'a ait sonradan edinilmiş bir bilgi ve olmayan bir iradenin ortaya çıkması da değildir. [874] [845] Ebu Ubeyde, Mecazu'l-Kur'ân, c. 1/82. Diğerleri müteşabihlerdir (Âl-i İmran: 3/7); bir kısmı bir kısmına benzerler. [846] el-Eş'arî, Makalatu'l-İslâmiyyin, c. 2/153. Rafıziler bu konuda şer'î çizgiyi aşmış ve "Allah bir konuda bir haber vermiş, daha sonra da gerçeği anlamıştır" diyecek kadar ileri gitmişlerdir. Allah böyle bir şeyden münezzeh, akıl ve hayallerin erişemiyeceği kadar yücedir. el-Makalat, c. 2/253. İnsanların çoğunluğu bu düşünceyi yalanlamışlar ve ilahî haberlerde, Allah'ın zatına ilişkin övgülerde, Allah'ın isimleri ve Allah'ın zatına ilişkin övgü ifadelerinde neshin caiz olmadığını savunmuşlardır. el-Amidî, İhkamu'I-Ahkam, e. 3/131'de bizzat haberin kendisinde nesh sorunu ile haberin getirdiği hükümlerde nesh sorunu arasında ayrım yapmış, ilkini kabul etmezken ikincisini caiz görmüştür. el-Eş'arî'nin sözlerinden de anlaşıldığı gibi Muhâsibî bu konuda Mutezile ile aynı çizgidedir, c. 1/256. Mutezile, Allah'ın ilminin hadis olmadığı... ve ilahî haberlerde neshin caiz olmadığı noktasında ittifak halindedirler. Çünkü sayet haberlerde nesh caiz olacak olsa bize gerçekleştiğini bildirdiği bir haberi daha sonra neshederek onun gerçekleşmediğini haber vermiş olması durumu hasıl olur ki bu iki haberden birinin yalan olması gerekir; onlar şöyle demektedirler: "Nasih ve mensuh ancak emir ve yasaklar konusunda caizdir". Muhâsibî ileriki sayfalarda nesh konusunda Mutezile ile aynı çizgide olacağını belirtmiştir. [847] Tevbe: 9/83. [848] Fetih: 48/15. [849] Fetih: 48/15. [850] Kehf: 18/27. [851] Yunus: 10/90. [852] Makalatu'l-İslâmiyyin, c, M 109. Rafizîler Allah bir şey istediğinde o konuda Allah için beda'nın söz konusu olup olmadığı konusunda üç farklı görüş ileri sürmekledirler; 1) Rafizilerden bir zümre, Allah için beda'nın caiz olduğunu ve Allah'ın her hangi bir zamanda bir şey yaratmak istediğini, daha sonra o konuda sahip olduğu yeni bilgiler nedeni ile o şeyi yaratmadığını söylemişlerdir; 2) Allah için beda'nın caiz olduğunu ileri sürerler: 3} Allah için beda'nın caiz olmadığını savunur ve Allah'ı bilgisizlikle nitelemeyi kabul etmezler. [853] Yunus: 10/92 [854] Hud: 11/98. [855] Hud: 11/98. [856] Hud: 11/98. [857] Yazma nüshada hatta ha yerine felemma ifadesi yer almakladır, [858] Naziat: 79/25. [859] Yunus: 10/92. [860] Burada Firavun'un cezalandırılmayacağını, kavminin cezalandırılacağını savunanlara karşı Allah onu (herkese örnek olacak şekilde) dünya ve ahiret ezabı ile cezalandırdı (Naziat: 79/25) ayeti ile Muhâsibî'nin öne sürdüğü delil eksiktir; daha sonra kendi dayandığı görüşü zikretmiştir. [861] Ankebut: 29/3. [862] Âl-i İmran: 3/142. [863] Mülk: 67/14. [864] İsra: 17/155. [865] En'am: 6/3. [866] En'am: 6/73 [867] Bakara: 2/237. [868] Müzzemmil: 73/20. [869] En'am: 6/28. [870] Haşr: 59/12. [871] Feth: 48/27. [872] İsra: 17/16. [873] Nahl: 16/40. [874] Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 304-309. |