๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Akl ve Fehmül Kuran => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 20 Haziran 2011, 16:07:19



Konu Başlığı: Akıl Ve Marifetullah
Gönderen: Ekvan üzerinde 20 Haziran 2011, 16:07:19
Akıl Ve Marifetullah

 

Bu fotoğrafın ilk parçası akıl ve marifetullahtır. Hâris'e göre Allah (c), zaman ve mekanda var olan bütün ölçülerin üzerinde, aşkın bir varlıktır.

Haris "Sayı anlamım yitirir... Akıllar O'nu anlamaktan aciz ka­lır" [455] diyor.

Hâris'e göre marifetullah, Kur'ân kaynaklı başka herhangi bir bilgi türüne önceliği olması gerekir anlamına, bilginin hemen he­men birinci önceliğe sahip bölümüdür. Allah (c) her tür bilginin başıdır. Çünkü her tür Kur'ân kaynaklı aklî bilgi bu bilgiden son­radır ve bu bilgi üzerinde temellenecektir.

Hâris'in Maiyetu'l-Akl'da, Allah'ı bilme noktasında en olgun akıl, Allah'ı bilmekten aciz olduğunu kabul eden akıldır tezi üze­rinde yoğunlaştığı açıkça görülmektedir. Hâris'e göre, Allah'ı kav­rama noktasında beşerî aklın aciz olması onun değerini düşünmez, aksine aklı olgunlaştırır ve aklın seçkin yerini gösterir. Hiç şüphe yok ki aklın değeri, kendi idrak sınırlarını bilmesi noktasında somutlaşır; bu bilincin zirvesi ise Allah'ı bilmekten aciz olduğunu itiraf etmesidir.

Marifetullah konusunda çaresiz olduğunu bilmesi, akılda ke­malin zirvesi olduğuna göre bu bilinç, aklın Allah'ı aramaktan ta­mamen vazgeçmesi anlamına gelir mi? Yaşadığı dönemde Haris, Allah'ın sıfatlarını kabul eden sufî kelamcıların en büyüğü idi. Da­hası sıfatların varlığını kabul eden kelamcıların çoğu Hâris'e nisbet edilirler. [456] O halde marifetullah konusunda, temel yöntem ilke olarak Allah'ın sıfatlarına yönelmek, -aralarında Hâris'in de bulundu­ğu- selefin öncelikle benimsediği eğilimlerden biridir. Bunlar Al­lah'ın sıfatlarını isbata yöneldikleri için Sıfatiye ismini aldılar. [457] Bu tutum aynı zamanda sıfatları inkar ederek Muattıla ismini alan Mutezile'ye de bir tepkidir.

Haris, Yüce Allah'ın sıfatlardan ayrı olmadığını savunan kelamcılardan biridir[458] Biz Fehmu'l-Kur'ân’dan hareketle bu konu­da net bir fikir edinebiliriz. Ne var ki Hâris'in varlığını kabul ettiği sıfatlar, soyut düşünce tarafından icad edilen sıfatlar olmayıp Kur'ân'da Allah'ın kendi zatını bizzat nitelediği sıfatlardır.

Haris şunları söylemektedir:

Allah kendi buyruğunu tebliğ etmek üzere peygamberler göndermiş ve onlara kendi kemal sıfatlarını, güzel isimlerini ve Allah'ı hoşnud edecek söz ve davranışları haber vermiştir.

Haris şöyle devam etmektedir:

Peygamberler, Allah'ın sıfatlarını, sevdiği ve sevmediği söz ve dav­ranışları, kendiliklerinden bilemezlerdi. Şeyet bilselerdi, Allah (c) onların sırlarını nasıl biliyor ise aynı şekilde onlar da Allah'ın sırla­rını bilirler ve (haşa) O'nun gibi ilah olurlardı.[459]

Hâris'e göre Allah (c), ancak sıfatlan ile bilinebilir. Allah'ın Kur'ân'da kendi zatından haber veren bu sıfatlar dışında kendileri ile Allah'ın bilinebileceği başka sıfatlar yoktur. Allah'ın kendi zatı­na ilişkin verdiği haberler dışında peygamberler sıfatları bilmedik­lerine göre, onlardan daha aşağı düzeyde olan insanlar kendi akıl­ları ile bu konuyu nasıl bilebilirler?!

Hâris'in sıfatlar konusundaki temel değerlendirmesi şudur:

Sıfatlar, -Kur'ân'da da belirtildiği gibi- kesin olarak vardır ve değiş­mezler. Bu temel prensibe göre, sıfatlar konusunda nesh caiz değildir. Aksi durumda Allah'a kusur izafe edilmiş olur ki, mükemmellik dışında böyle bir şey -izafesi caiz olmayan- Allah'a ve sıfatlarına kusur izafe edilmesi anlamına gelir. Bu noktada sıfatların varlığını kabul eden Hâris'in, sıfatları isbat için kelama ve kelamı yöntemlere başvur­duğunu görmekteyiz. Allah (c), hiç bir varlığın kendi zatına önceliği söz konusu olmayan ezelî bir varlıktır. Aksi takdirde O, sonradan meydana gelmiş (muhdes) ve yaratılmış bir varlık olurdu. Allah (c), ezelî bir varlık olup kendisinden sonra da hiç bir varlık yoktur, aksi takdirde, fanî ve mevrus bir varlık olurdu. Allah (c), mutlak irade sahi­bidir, aksi takdirde Allah'ın zatında iradelerin hudusu, gelecekte ola­cakları bilememesi veya iradesini değiştirmesi söz konusu olurdu ki iradesinden rucu edenler, gelecekte olanlar konusunda bilgisizdirler.[460]

Sem ve basar gibi Allah'ın Kur'ân'da kendisine izafe ettiği di­ğer sıfatları bunlara kıyaslamaksın. Allah'ın sıfatları sonradan yara­tılmış (hadis) sıfatlar değildir. Allah (c) yaptığı her şeyi fiil önce­sinde ve bu fiile ait bir irade ile yapar; çünkü Yüce Allah gelecekte olacak olan olaylar konusunda bilgisiz olmaktan münezzehtir.

Bizim, Allah'ın zatına ilişkin bilgilerimiz, Kur'ân'da geçen ila­hî sıfatlara ilişkin bilgilerden ibarettir; başka bir deyişle, bu konu­ya ilişkin bilgileri biz olmuş ve olacak olanlara ilişkin Kur'ân'da geçen haberlerden öğreniriz.

Allah'ın sıfatlan konusundaki haberlerde olduğu gibi; yaratış kıssasına, peygamberlere, vaad ve vaide, insana, bütün bu varlık ve başka varlıklara ait haberler de bize yine marifetullaha ilişkin aklî bir perspektif kazandırmaktadır.

Neshin caiz olmaması noktasında, Allah'ın kendi zatı ile ilgili bu haberler de tamamen sıfatlar gibidirler. Aksi takdirde Allah'ın bu konularda verdiği haberler; şaka veya oyun, bilgisizlik ya da sözünden cayma veya geri adım (nukus) anlamına gelirdi ki Allah (c) bu gibi hallerden münezzehtir. Çünkü Allah'ın zatına bir kusur ve irade eksikliği isnad edilmiş olur. Halbuki "var olan her şeyi yüce Allah (c) yaratır ve O'nun önceden bilgisi olmaksızın hiç bir şey meydana gelmez".[461]

Aklın kendi başına marifetullah konusunda bilgi sahibi olması imkansız ve Allah'ın sıfatları ve marifetullah konusundaki bilgiler bu konudaki Kur'ânî haberlerden elde edilebildiğine göre; marife­tullah konusundaki deliller, bu bilgiyi zorunlu kılar. İnsan, kendi­sindeki ve çevresindeki bu varlık ve nesnelerdeki ilahî kudretin belirtilerini düşünmeli, kusursuz sanat ve mükemmel iradeyi gör­meli, bu konuda kendisine yapılan uyarılara kulak vermeli, bütün bunları Allah'ın zatında ve sıfatlarında bir olduğunun delilleri ola­rak kabul etmeli, sonra bu varlıktaki bilinçli gayeyi idrak etmeli ve Allah'ın amaçsız bir şey yaratmadığına kesin olarak inanmalıdır.

Kur'ân'da, bu şekilde düşünmeye, iyi düşünmeye ve akıl yürüt­meye teşvik eden davet, hatta davetler olduğunda şüphe yoktur. Ay­rıca marifetullah konusundaki bilgi düzeyini artırmasına yardımcı olmak üzere insan için iki temel unsur yaratılmıştır ki bunlar;

1) Hüküm ve idaresinden yansıyan belirti ve ilahî hikmetleri düşünmesi için Allah'ın, insana lufetmiş olduğu seciye halindeki akıl,

2) Varlık aleminden yansıyan, bu apaçık delil ve ayetlere insan dikkatini çekmek üzere peygamberler tarafından insana getirilen mesajdır.

Allah (c), peygamberlerle bizzat konuşmuş ve insan üzerindeki delilini teyid etmiştir. Artık insanın Allah'a karşı herhangi bir ba­hanesi kalmamıştır. Bu nokta, hem sorumluluğun hem de özgürlü­ğün zirvesidir: Helak olanların açık bir delil ile helak olması, ya­şayanların da açık bir delil ile yaşaması için... [462] Son tahlilde marifetullah konusunda aklın şu üç merhaleden geçmesi muhtemeldir:

1) Delillere dayalı bir iman: Bu, aklın bir yandan varlık bir yandan da Kur'ân'dan hareketle, eserden müessire doğru bir man­tık süreci izleyerek Allah'a iman etmesi anlamına gelir.

2) Aklî şüpheye karşı muhalefet: Görüldüğü gibi ilahî sanatın belirti ve delilleri doğrultusunda Allah'a iman eden akıl, soyut aklî verilerden hareketle Allah'a yöneldiğinde; imanı ifsad eden şüphe ile yüz yüze gelir.

Hâris'in ifadesi ile bu noktada "şüphe yolunu kesmiştir". An­cak bu kendi yapısını gözeten insanî akıl, marifetullahı tam anlamı ile kavrayamıyacağına ilişkin bilinç sayesinde bu şüpheden kurtu­lup sakınarak Allah'ı tanıma imkanı bulur. Bu bilinci elde ettiği za­man üçüncü merhaleye ulaşır:

3) Bu aşama, marifetullahın gerçekleştiği son aşamadır. Bu aşamada yakînî bilgi ve basiret yardımı ile akıllar hidayete erer. Bu noktadan sonra ilahî gerçek, gözle görülüyormuşçasına aklın karşısındadır. Bu gerçek karşısında artık akıl inkar ve şüpheden kurtulur.

Aklî anlamda bir görme ya da basiret sayesinde meydana gelen bu kesin inanç, artık soyut bir aklî gerçek değildir. Hâris'e göre ba­siret, katıksız İslâmî bir kavramdır. Bu kavramı açıklıklama sade­dinde o şöyle diyor:

Kur'ân ve sünnet doğrultusunda açık bir basiretle dosdoğru gerçeğe yöneldiler. Yani basiret, düşünerek, tekrar tekrar, devamlı ve önünü sonunu düşünerek Allah'ın emirierini anlamaktır. Çünkü Allah (c), Kur'ân'ı; mecid (soylu), basair (feraset) ve huda (hidayet) diye isim­lendirmiştir. Bu nedenle Kur'ân kılavuzluğunda Allah'ı düşünenler, basiret sahibidirler. İnsanlar bu şekilde hareket ederlerse, akıllan ru­hanî aleme hayran olur, bu onların kendi tercihleri ve kazanından olan bir meziyet değil, Allah'ın onları seçmesi sayesinde elde ettik­leri bir meziyettir. [463]


[455] Fehmu'l-Kur' ân (yazma nüsha).

[456] Fehmu'l-Kur'ân (yazma nüsha).

[457] el-Askalani, Tehzibu't-Tehzib, c. 2/34-136.

[458] eş-Şerhistani, el-Milel ve'n-Nihal, c. 1/49-50.

[459] el-Eş'ari, Makalatu'l-İslâmiyyin, s. 546.

[460] Fehmu'l-Kur'ân (yazma nüsha).

[461] Fehmu'l-Kur'ân (yazma nüsha).

[462] Enfal: 8/42.

[463] Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 178-182.