๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => El-Akl ve Fehmül Kuran => Konuyu başlatan: Ekvan üzerinde 20 Haziran 2011, 16:10:09



Konu Başlığı: Akıl Kur ân dır
Gönderen: Ekvan üzerinde 20 Haziran 2011, 16:10:09
Akıl; Kur'ân'dır (Aksi Bir İddia Doğru Değildir)

 

Haris b. Esedi'l-Muhâsibî; "Akıl Kur'an'dır" ifadesini doğru­dan bu şekilde kullanmamıştır, ama kullanmış olsun ya da olmasın aklın mahiyeti ya da kendi ifadesi ile maiyetine ilişkin Fehmu'l-Kur'an’da yer alan bütün ifadeler bizi onun böyle bir yargıya ulaş­tığı kanaatine itmektedir. Bu yargı, aynı zamanda Hâris'in akılcı tasavvuf anlayışının da ulaştığı nihai noktadır.

Temel bir ilke olarak bu yargının, temel hareket noktası üç kay­nak eserdir:

1) Mes'eletun fi'I-Akl,

2) Maiyetu'l-Akl,

3) Akla ilişkin bütün tanım ve ayrıntılarda olduğu gibi Fehmu’l-Kur'an.

Birinci kaynak olan Mes'eletun fi'l-Akl'a nisbetle sorun Hâ­ris'in, aklın mahiyeti çerçevesinde iki ya da üç sayfada ele aldığı bir sorundur. Bizi burada ilgilendiren, aşağıda alıntıladığımız ve konuya giriş mahiyetindeki bir kaç ifadedir:

1) Görünür varlık alemi ve üstün haber olmak üzere kesin delil ikidir,

2) Akıl delili, delil de aklı karşılıklı olarak içerirler,

3) Akıl yürütmede; akıl delil isteyen görünür varlık alemi ve üstün haber de akıl yürütme için temel unsur ve sebep niteliğinde­dir,

4) Asıl unsurun olmaması durumunda, fer'i unsurun; delilin ol­maması durumunda da akıl yürütmenin varlığı imkansızdır,

5) Görünür varlık alemi, görünmeyen aleme ışık tutan bir kıla­vuzdur,

6) Üstün haber doğru ve gerçek olana tanıklık eder,

7) Asıl unsuru tahkim etmeksizin fer'i unsuru kullanan sefihtir.

Hâris'e göre bütünü ile akıl sorunu işte bu şekilde özetlenebilir. Bu bir kaç satır, aklın mahiyeti ve gerçek anlamı sorununu tam bir icaz ile özetlemektedir. Peki Hâris'in bu veciz girişte özetlediği "aklın mahiyeti ve gerçek anlamı sorunu" nedir? Hâris'in ilk cümlesi şöyledir:

Kesin dellil (hüccet) görünür varlık alemi ve üstün haber olmak üze­re ikiye eynlir. Kesin delil, Allah'ın bir seciye olarak kullarında ya­rattığı ve hilmde kemale erenlere delil olarak verdiği akıldır. Haris Maiyetu'l-Akl ve Fehmu'l-Kur'ân'da bir çok yerde, ifade­yi bu anlamda tekrar tekrar kullanmaktadır. O halde özü itibariyle akıl, Allah'ın kullan üzerindeki delilidir; kullarının büyük çoğun­luğu seciye olarak akıl sahibi olup sadece ahmaklar ve bunaklar akıl sahibi değildirler: Helak olanın açık bir delil ile helak olması, yaşayanın da açık bir delil ile yaşaması için.. [434] Akıl özü itibariyle Allah'ın kulları üzerindeki bir delili olduğu­na göre, Haris "delil ikidir” ifadesi ile, akıl sorunu ile görünür var­lık alemi ve üstün haber olmak üzere, aklın iki mahiyeti olduğunu anlatmak istemektedir. Bunlardan birincisi olan varlıklar alemine gelince: Bu insanın; denizlerde, dağlarda, nehirlerde, yerde ve göklerde kendi gözü ile gördüğü hakikatlerdir. Bütün bunlar, Al­lah'ın bir olduğu ve ortağı olmadığı gerçeğine tanıktır, her şey sanki ilahî tedbirin uzantıları ve ilahî sanatın belirtileridir. Sanki her şey bir gözdür ve insan bu göz sayesinde görüp duyduğundan ibret alır ve Allah'ı yüceltir. [435] İkinci delil olan üstün haber'e gelince; bu Allah'ın aciz bırakan bir belağat ile kullarına vahyettiği Kur'ân'dır. Buradaki üstünlük -aklî üstünlük- reddedilemez; önünden ve ar­dından batılın musallat olamadığı bir haberdir[436]; çünkü Kur'ân düşünmeye, iyice düşünmeye davet edip kesin ve somut deliller getirerek insan için ilahî sanatın sırlarını aralarken Allah'ın bir ve eşsiz yaratıcı olduğuna ilişkin kesin ve muhatabını çaresiz bırakan deliller vaz'etmektedir. Nitekim Haris: "O'nun bir ve benzersiz yaratıcı olduğuna delil olan Kur'ân ayetleri vardır" demektedir.

Belleyici kulaklar onu öğrensin diye... [437] buyuran Yü­ce Allah'ı işitmez misin? Yani Allah'ın söyleyip bildirdiği gerçek­lerin, kulaklar tarafından dinlenip anlaşılması, Allah'ın bir lutfudur. İşte akıl budur.

O halde Hâris'e göre aklın ikinci temel unsuru Allah (c) tarafın­dan Kur'ân ayetleri ile bildirilen haberlerdir. Bu konuda Hâris'in kendi ifadesi, son derece açık olup; ber hangi bir şüphe veya kapa­lılık söz konusu değildir.

Bu iki mahiyetin anlamlan, ikinci cümlede daha da açık ve son derece net bir şekilde karşımıza çıkmaktadır: "Akıl delili, delil de aklı içermektedir". Hâris'in sözünü ettiği bu delil acaba ne olabi­lir? Bir Önceki cümleden açıkça anlaşıldığına göre söz konusu de­lil ikidir:

a) Görünür varlıklar alemi,

b) Üstün Haber.

Bunlardan birincisini dikkate alırsak; akıl, delili içerdiğine gö­re, insanın gözleri önündeki denizler, dağlar, nehirler, yer ve gök­ler vs. bu akledilir alem de mahiyet itibariyle aklı içermelidir. Mutlak ve duyulur varlık alemi hissî bir varlık olduğu için değil, aksine açık bir amaca yönelmiş, kelimenin tam anlamı ile aklî bir varhk olduğu için; mahiyet olarak aklı içermekte ve bu varlık alemi akıl için, Allah'ın var ve bir, eşi ve benzeri olmayan bir varlık olduğuna delil teşkil etmektedir.

Akıl, bu varlık alemi'nde içerik olarak bulunduğuna göre, bir bakıma da bu varlıklarla mahiyet itibariyle uyuşuyor olmalıdır; çünkü "Akıl delili içerir" diyen Haris; aynı zamanda delilin de aklı içerdiğini söylemektedir ki bu ifade, varlık alemi ile aklın uyuş­makta olduğu anlamına gelmektedir. Nitekim Allah'ın kullarında yarattığı seciye halindeki akıl aynı zamanda "kevni akıl"dır, Allah'ın, özenle ve sapasağlam yarattığı bu varlık aynı zamanda aklî bir varlıktır. Akıl ile karşılıklı olarak birbirini içermektedir.

İkinci delile göre akıl delili içermektedir; öyleyse aklın mahi­yeti bu üstün haberde içerik olarak bulunmalıdır. Gördüğümüz gibi Muhâsibî üstün haber ifadesi ile Kur'an’ı kastetmektedir. Bütün Kur'ân ayetleri, akıl sahiplerinin düşünüp ibret alması için Al­lah'ın varlığını ve birliğini isbata yönelik varlık aleminden deliller serdetmektedirler. Yine bu ayetler akıl sahiplerine, hem bu alem hem de ahiret alemi ile ilgili deliller de sunmaktadır.

Hâris'in söylediği gibi bu deliller, aynı zamanda kendi yararına olanı tercih edebilmesi için insana, faydalı ile zararlı arasında ay­rım yapabilme yetisi kazandırmaktadır. Hâris'e göre akıl soyut bir nesne değil, Allah'ın kelamını anlayan bir seciyedir. Sana vahyedileni dinle [438] ayeti, "sana söylediklerimi anla" [439] anlamında­dır. Bu anlamda akıl, üstün haberde içerik olarak bulunduğuna gö­re söz konusu üstün haber, Kur'ândır ve akıl Kur'ân'ın içeriğidir. Söylediğimiz gibi içerme; ihtiva anlamına değil, uyuşma anlamınadir. Çünkü aklın delili içermekte olduğunu söyleyen Haris, öte yandan "delil de aklı içermektedir" diyor ki bu ifade "Kur'an; aklı içermektedir" anlamına gelir. Aynı şekilde, söz konusu olan; ihtiva anlamında değil, uyuşma anlamında bir içermedir. Kur'an; beyin, kalp, akıl ve fikir sahiplerine hitab ettiğine göre akıl, bu ayetlerle uyuşmalı, eksik ya da fazla olmamalıdır. Bu noktadan hareketle Kur'an ayetleri ile akıl veya akılla Kur'an ayetleri arasında karşı­lıklı uyuşma anlamında bir içerme söz konusudur. Aynı şekilde Al­lah'ın kullarına seciye olarak verdiği akıl da Kur'ânî bir akıldır; çünkü Kur'ân'ı Allah (c): önünden ve ardından batıl bulaşmayan [440] bir kitap olarak vahyetmiştir. [441] Kur'ân; "aklî bir kitaptır" ve Kur'ân ile akıl birbirini karşılıklı olarak içermektedir­ler.

Uyuşma anlamında bir içerme söz konusu olduğuna göre Kur'ân ile akıl arasındaki bu karşılıklı uyuşma, bir derece uyuşma­sı değildir; çünkü uyuşma anlamında içerme teriminde, bir derece ya da kademe uyuşması zorunlu değildir. "Akıl, akıl yürütme ile sonuca gider, üstün haber ise bir akıl yürütme aracı ve akıl yürüt­menin temel unsurudur" diyen Haris; üçüncü cümle ile bu noktaya açıklık getirmektedir.

Bu cümeden açıkça anlaşıldığına göre akıl yürütmede temel unsur akıl değil Allah'ın yarattığı akledilirler alemi, yani bir açıdan bu uçsuz bucaksız alem, bir açıdan da Kur'ân ayetleridir. Bu ikisi, neden akıl yürütmenin temel unsurunu oluşturmaktadır? sorusunu Haris: "Çünkü bu ikisi akıl yürütmenin illetidir" şeklinde cevaplı­yor. Hâris'e göre eğer akıl yürütme illeti olmasaydı, akıl yürütmeyi gerçekleştiren akıla ihtiyaç kalmazdı. O halde akıl derece ve tertib bakımından varlığa ve yine aynı şekilde Kur'ân'a bağımlıdır. Bu nedenle varlık ve yokluk olarak bir bakıma varlık bir bakıma da Kur'ân ile birlikte hareket eder. Buna göre akıl, bu ikisinden her birinin yan unsuru durumundadır. Aslın yokluğu durumunda yan unsurun varlığı ve delilin yokluğu durumunda da akıl yürütme im­kansızdır. Bu açıklamalar ışığında artık üçüncü cümle açık ve an­laşılır duruma gelmektedir.

Sınırsız varlık alemi ve Allah (c) katından indirilmiş olan Kur'ân Allah (c) katında, Allah'ın yaratıcılığı ve eşsiz sanatına de­lil niteliği taşıdıklarına göre, aklın kendi başına, mahiyetinden ba­ğımsız, soyut bir varlık olmamasını yani bir yandan bu sınırsız varlığın bir yandan da Kur'ân'ın akledilebilir olmasını gerektirir; çünkü aslı tahkim etmeksizin yan unsuru kullanalar sefihtir. Bu nedenle -Hâris'in de dediği gibi- gerçek bilgiyi elde edebilmek için akıl, önce bu sınırsız varlığın verilerine boyun eğmek zorundadır; çünkü bilinmeyen aleme ilişkin bilgilere ulaşabilmek için varlık alemi bir kılavuz niteliği de taşımaktadır. Haris beşinci cümlede "Varlıklar alemi, bilinmeyen aleme götüren bir delildir" derken işte bunu anlatmak istemektedir. Ayrıca akıl Kur'ân ayetle­rine ve bu ayetlerde verilen haberlere, vaad ve vaid ile ilgili ilahî bilgilere boyun eğmek zorundadır. Çünkü Hz. Peygamber (s.a), kendinden önceki habercileri doğrulamak [442]üze­re gelmiştir. O halde Hz. Peygamber'e, Allah (c) katından gelen haberler gerçeğin ifadesidir. İşte altıncı cümlede Hâris'in anlatmak istediği budur.

Özetle söylemek gerekirse Hâris'e göre, bir açıdan sınırsız var­lık alemi, bir açıdan da Kur'ân olmak üzere aklın iki mahiyeti bu­lunduğuna göre;

1) Bu ikisi birbirinden bağımsız iki mahiyet mi­dirler?

2) Bu iki mahiyetten biri diğerine alternatif oluşturabilir mi?

Bunlar ve benzer sorulara verilebilecek en iyi cevap: Görüldü­ğü gibi açıkça iki mahiyetin varlığını savunan Haris ima yoluyla bile "bu iki mahiyet bir birinden bağımsızdır" dememiştir. İkincisi; bunlardan birinin diğerine alternatif teşkil etmesi sahihtir. Buradan hareketle şunları söyleyebiliriz: Bu ikisinin birbirinden ayrılmaz iki mahiyet olduğunu ve bu kevnî aklın, Kur'ânî aklı; Kur'ânî ak­lın da kevnî aklı gerektirdiğini, her ikisinin de Allah (c) tarafından yaratıldığını, her ikisinin de beşerî akılla uyumlu olduğunu ve her ikisinin de Allah'ın bir ve benzersiz olduğuna delil teşkil ettiğini söyleyebiliriz. Bu durumda bu mahiyetlerden her ikisi de gerçek­tir. Bunlardan her hangi biri, beşerî aklın öncelikle kendisine yö­nelmesini gerektirecek bir hakka sahip midir?

Bu konuda öncelik Allah'ın birliğine delalet eden sınırsız varlı­ğa mi, yoksa en doğru yolu gösteren [443] Kur'ân'a mı ait­tir? Mes'elettin fi'l-Akl’da Haris, bir kaç satırlık bir girişten sonra doğrudan bu sorulara cevap vermekte ve şunları söylemektedir:

Nice gerçek vardır ki diğerinden daha gerçektir, nice iyi başka iyiye göre daha iyidir, nice yükümlülük başka yükümlülüklerden daha ön­celiklidir ve nice erdem başka erdemden daha erdemdir. Hak her alanda apaçıktır. Batıl da her durumda geçersizdir. Ancak insanların çoğu nereye gitmek istediğini bilmez. Bir kısmı bilir sonra unutur.

Bir kısmı gideceği yönün, çoğu kısmını bilir ama en kolay ve en ya­kınını bilmez.

O halde şayet aklın iki mahiyeti, yani varlık ve Kur'ân arasında gerçekten daha gerçek, iyiden daha iyi, erdemden daha erdem olan biri varsa biı ikisinden hangisi daha gerçek, daha iyi ve daha üs­tündür?

Şüphesiz bu Kur'ân'dır. Muhâsibî'ye göre Kur'ân, insanın yö­nelmesi ve amel etmesi açısından daha layık ve daha üstündür. O Mes'eletun fi'l-Akl’da şunları söylemektedir:

Bütün gerçek itaat sanat(Iar)ındadır... Kur'ân'ı bilen bütün dikkatini ona vermek ister.

Kur'ân'ın güzel, kapsamlı ve aydınlık ifade ve yorumunu anlayan, uyku ve sarhoşluktan uyanır ve ayılır.

Haris kendisine yönelme noktasında Kur'ân'ı neden varlıktan daha gerçek ve aklın en erdemli mahiyeti olarak düşünür ve be­nimser? Elbette bu Kur'ân'ın doğrudan Allah (c) kelamı olması ile ilgilidir. Kur'ân fasıllar (ayet ve sureler) halinde [444] nazil olmuş Allah (c) kelamıdır. Allah (c), Kur'ân'da kendi zatı ve sıfatları ile ilgili haberler vermektedir. Kur'ân, Hâris'in Fehmu'l-Kur'ân'da ele aldığı gerçekleri, her tür ifadeyi aciz bırakan bir üs­lupla açıklayan Allah (c) kelamıdır. Bu nedenle aklî yönelişte öncelik, varlığa değil Kur'ân'a ait olmalıdır. İşte "Akıl Allah'tandır" şeklindeki meşhur ifadesi ile Hâris'in ifade ettiği gerçek budur. Haris, Maiyetu'l-Akl ve Hakikatu Ma'nahu isimli eserinde bu ifa­deyi sık sık tekrarlamaktadır ki bu eser daha önce de söylediğimiz gibi Hâris'in "Akıl Kur'ân'dır" şeklindeki görüşünün yer aldığı ikinci kaynaktır.

Haris bu anlamda düşünen ve düşünmeyenler, yani Allah'ı dü­şünen ve düşünmeyenler arasında ayrım yapmaktadır. Allah'ı düşü­nenler aklı kusursuz olanlardır. Çünkü onların akılları mahiyetini Kur'ân'da bulur. Beyan'ı ve Beyan'ın kaynağını düşünmeyenler ise Hayır onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan daha da şaşkındırlar [445] ayeti gereği Arab müşrikleri gibidirler. Kendileri için faydalı ve zararlı olanı düşünüp anlamaksızın, kibirle, kendilerini beğenerek ve kendilerinden öncekileri taklid ederek hayatlarını sürdürürler. Düşündükleri halde Allah'ı düşünmeyenler ise, kesin delil olması sebebi ile kabul ettikleri kesin bilgiye uygun hareket eder ama Allah'tan gelene uygun hareket etmezler; -Yahudi ve Hristiyanlardan bazı inkarcılar gibi- delil edinmeleri gerekirken, an­layıp sonra bilerek tahrif ettikleri beyana uygun hareket ettiklerini söylerler. Allah'ı düşünenlere gelince; onlar, dünya ve ahirete, vaad ve vaide, Allah'ın sevdiği ve sevmediği davranışlar konusunda ila­hî emirlere göre hareket eder ve Allah'ın belirlediği sınırda durur­lar. Bunlara göre akll Allah'tandır ve bu anlamda aklın durması ge­reken bir sınır yoktur. Allah'ın, Elçisine hitabı olan: De ki: "Rabbim ilmimi artır" [446] ve Onların bilgisi bunu kavrayamaz [447] ayetlerine göre bu böyledir. Ariflere göre; ilim sahipleri arasında en üstünü, akıl ve marifet yolu ile Allah'ı tam anlamı ile kavramanın mümkün olmadığını kabul edenlerdir. [448] O halde Allah'ı düşünen akıl, sınırsız bilgiye açıktır. İşte bundan dolayı akıl bir seciyedir, insan bu seciye ile doğar ve akledilir olan varlığa gö­türen sebeplere sarılarak bilgisini aşama aşama artırır.[449] Aklın bu devamlı yeni anlamlar öğrenerek öğrenim sürecini devam ettirme­sine bir sınır ve ulaşabileceği bir son nokta yoktur.

Akıl sınırsız bilgiye açıksa ve bu bilginin bulunabileceği her açıdan sınırsız varlık olan Allah'tan başka bir kaynak yoksa, bu bilgi nerede olabilir? Allah (c): Her ilim sahibinin üzerinde daha iyi bilen biri vardır [450] buyurmaktadır. Bize göre bu konu­ya değindiği üçüncü ve son kaynak olan ve bizim "akıl Kur'ân'dır" tezini temellendirdiğimiz Fehmu'l-Kur'ân'da Haris şunları söylemektedir:

İlim, sahibinin gücü oranındadır... Yüce Allah (c): Her ilim sahibinin üzerinde daha iyi hilen biri vardır [451] buyurmaktadır. Her hangi birinin, söyleyen ve haber verenden daha iyi bilmesi mümkün mü? Hiç kimse için, alemlerin rabbi olan ve bu bilgiyi vahyeden Al­lah'tan başka bir bilgi öğrenme kaynağı ve şansı yoktur.[452]

Bu durumda, Allah'ı ve Allah (c) kelamı olması hasebi ile Kur'ân'ı düşünen akıl için çare nedir?

Sanki "akıl Allah'tandır" ilkesini pratiğe aktarmak ister gibi Haris, hata yapmamamız için aklı öğrenmeye motive etmeden ön­ce yapmamız gerekenler olduğunu belirtmekte ve şöyle devam etmektedir:

Kur'ân'da hüküm itibariyle bazı ayetler nasih, bazıları mensuh, bazı­ları muhkem ve diğer bazıları ise müteşabihtir. Müteşabih ayetleri bir kaç kısma ayırmak mümkündür: Bir kısmı; başka bir kısım ayetlerce neshedilmedikleri halde tilavet itibariyle müteşabihtir; bazıları Allah'ın varlığından haber verdikleri, varlık ve yaratıcı nezdinde farklı zamanlara tekabül ettikleri için; bir kısmı da çeşitli anlamlara geldikleri için müte sabi hürler.

Zihnen Kur'ân üzerinde yoğunlaşmadan önce insanın, Hâris'in Fehmu'l-Kur'ân'da sözünü ettiği bu gibi zorunlu bilgileri bilmesi ve aynı zamanda olmuş ve olacak olan olaylara ilişkin ilahî haber­ler ve ilahî sıfatlar konusunda neshin caiz olmadığını kabul etmesi gerekir.

Artık insan, ilme ve ilim ehline yaraşır bir şekilde zihnini öğrenme­ye motive etmelidir. Yüce Allah'ın kelamını bilenler, her tür lekeden temizlenmiş ve Allah (c) tarafından seçilmiş kimselerdir. Kur'ân'ı anladıklarında, onların kalpleri ürperir ve okurken okudukları ayet­leri beyinleri ile düşünürler.[453]

İnsan, Hâris'e göre seciye nuru olan aklını Kur'ân'ı anlamaya motive ederse Kur'ân'da var olan ışık, rahmet, mev'iza (nasihat), kesin ve apaçık bilgi, gerçek ve delilleri öğrenebilir. Belki "İnsan Kur'ân'ı anladığı oranda kurtulur ve yüz çevirdiği oranda da mah­volur" ifadesinde, Hâris'in de dediği gibi; insan gerekli saygıyı göstermedikçe aklını Kur'ân'ı anlamaya motive edemez. Akıl mo­tive edildikten sonra da başka hiçbir şeyle ilgilenmemek üzere dik­katin sadece Allah (c) kelamı yani Kur'ân üzerinde yoğunlaşması gerekir. Hâris'in dediği gibi böyle bir motivasyon ise ancak uzuv­ların akla paralel hareket etmesi, sadece Kur'ân'ı düşünmesi, başka seslere kulak vermemesi ve başka konularla ilgilenmemesi ile mümkün olabilir.

Kur'ân teorik aklın mahiyetini oluşturduğuna göre Kur'ân'ın anlaşılması da bu teorinin pratiğe uygulanmasıdır. Eser parçalana­maz bir bütünlük arzetmesine rağmen Fehmu'I-Kur'ân'daki bazı pratik anlamlar üzerinde durmamızda sakınca olmasa gerektir. Bu tahlil bize bu çalışmanın ana konusu olan Fehmu'l-Kur'ân'a göre Hâris'teki aklî eğilimlerin bir fotoğrafını verecektir. [454]


[435] Maiyetu'l-Akl (yazma nüsha).

[436] FussiIet: 41/42.

[437] Hakka: 69/12.

[438] Taha: 20/13.

[439] Maiyetu'l-Akl (yazma nüsha).

[440] Fussilet: 41/42.

[441] Bkz. Muhâsibî, Fehmu'l-Kur'ân; "Halku'l-Kur'ân" bölümü.

[442] Âl-i İmran: 3/3

[443] İsra: 17/9.

[444] En'am: 6/114.

[445] Furkan: 25/44.

[446] Taha: 20/114.

[447] Taha: 20/110.

[448] Maiyetu'l-Akl (yazma nüsha).

[449] Aynı eser.

[450] Yusuf: 12/76.

[451] Yusuf: 12/76.

[452] Aynı eser.

[453] Avın eser.

[454] Haris El- Muhasibi, El- Akl Ve Fehmü’l Kur’an, İşaret Yayınları, İstanbul, 2003: 169-178.