๑۩۞۩๑ Bilim Dunyası ๑۩۞۩๑ => Eğitim Dünyası => Konuyu başlatan: Sefil üzerinde 17 Haziran 2012, 14:50:19



Konu Başlığı: Okullarda ‘vicdan eğitimi’
Gönderen: Sefil üzerinde 17 Haziran 2012, 14:50:19



Sebahattin Yaşar

Okullarda ‘vicdan eğitimi’ ne zaman başlayacak?


Ateş bacayı sarmadan, gelin bir şeyler yapalım. İhmaller de, imhalar da devam ediyor. Elif yazılarımızdan birinde, ‘Bu gençlerin günahı ne?’ diye başlık atmıştık. Yaşanan hadiseler gösteriyor ki, ‘Bu anne babaların günahı ne?’ diye de bir başlık atmak gerekiyor.
Aslında ne anne babalar, ne evlâtlar böyle bir yıkım manzarası ile karşılaşmak istemezler. Ancak öyle durumlar yaşanıyor ki, öyle ihmaller yaşanıyor ki, zaten böyle bir ihmalden imha haberlerinin gelmemesi pek de mümkün olmuyor.
   
Bir de ilginç olan, hayatın bir döneminde yaşanmış bir ihmal, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin ve yeni zamanlar ne getirirse getirsin, o potansiyel problemin kaynağına inilip çözülmediği müddetçe, bir şekilde bir yerlerde patlama yapıyor.
Tabiî önceki yazılarımızda dikkatlere sunduğumuz konulardan birisi de, ‘Eğitim, eğitmiyor mu?’ şeklinde idi.
Yaşanan aile içi dramlara bakıldığında, Amerika’da tahsil yapmış hanımefendi, profesör olan annesini boğazlıyor.
Yine çok güzel ve popüler bir mesleği olan mimar beyefendi, anne babasının hayatına son veriyor.
Örnekleri onlarca sıralamak mümkün, ama bu sadece moral bozukluğunu arttırıyor.
İşte konu dönüp dolaşıp, ‘Maneviyat eğitimi’ dediğimiz, yeri başka bir şekilde doldurulamayan hakikatler eğitim sistemimizin en çok muhtaç olduğu şeylerdir.
Yani bir mimar, bir doktor, bir mühendis, bir avukat edindiği pozitif bilimlerin yanında eğer bahsedilen din eğitimini de almazsa, o iç duyguları frenleyecek bir mekanizmayı başka bir yerde alması pek mümkün olmuyor.
Tabiî bu göz ardı edilemez gerçekleri aile de ıskalamışsa, artık o ortamlardan her şeyi bekler hale geliyoruz.
Yani daha kaç profesör eşini, daha kaç mimar profesör anne babasını, yine daha kaç eğitimli hanımefendi eğitimli anne babasını öldürsün? İllâ ki, istatistikler belli bir aşamaya gelince mi ilgili kurumlarımız harekete geçecek? O zaman mı tedbirler alınmaya başlanacak?
Yazık değil mi?
***
Dehşet haberlerine gözlerimizi kapatıyoruz, ama hayat da acı gerçeğini göz önüne sermeye devam ediyor.
İhmaller, imha ediyor.
Eşini ihmal eden eşinden, çocuğunu ihmal eden çocuğundan, gencini ihmal eden gencinden, çırağını, kalfasını, komşusunu ihmal eden komşusundan imhalar yaşıyor.
Canından, kanından, hayatından can kattığı evlâdından anne baba imha görüyor. Dünyaya getirdiği, büyüttüğü, okuttuğu evlâdından dünyada görülebilecek en ağır davranışı, yıkımı görüyor anne babalar. Yine anne babalar belki de çocuk ve genç ihmallerinin en ağır faturasını ödüyorlar.
Bu gerçekten tüyler ürperten bir hadisedir?
Bu gerçekten bir an evvel belli, ilgili kurumları harekete geçirmesi gereken bir hadisedir.
Buna daha fazla seyirci olmak, bireysel, ailevî ve toplumsal dramlara seyirci olmak demektir.
Nedir burada okunması gereken hikmet?
Aynı yastığa baş koymuş hayat arkadaşından imha görüyorsa insan, ne yapması gerekiyor? Komşu komşuya hayat hakkı tanımıyorsa, ‘komşuluk hakkı’ denen şeyler nerelerde kalmış oluyor? Yoksa kaybettiğimiz değerlerin mi tokatlarına muhatap oluyoruz?
Yani Allah korusun, bir kaç siyasî, bir kaç etkili, yetkili beyefendi, hanımefendi daha gidince mi, ‘Eyvah biz nerede hata yaptık?’ diyeceğiz.
Yaşananların mahiyeti ne olursa olsun, ortada hemen adım atılması gereken bir mesele var. O da, insan ihmale gelmiyor. İhmal ettiğimiz insan imha ediyor. Ne yapıp edip, bu ihmal manzaralarını ortadan kaldırmak toplumsal bir gereklilik olarak karşımızda duruyor.
Doğrusu kim, neyi ihmal etmişse, onun tarafından imha ediliyor.
O zaman ‘ihmal’ ettiklerimizi ‘ihya’ gerekiyor.
Ne kadar acı bir haberle irkildi Türkiye.
Profesör anne baba, mimar oğulları tarafından öldürüldü.
Tabiî ki, psikolojik problemleri olabilir, ancak öyleyse ve belli bir hastalık düzeyi de varsa, o zaman yine duygusal bağ taşıyan anne babanın yaklaşımlarında eksiklik kendini gösteriyor. Ama ben şuna inanıyorum, bu çağda, yaşanan ihmaller içerisinde düzeyi değişebilir, ama ‘hasta’ olmamak mümkün değil.
İşte burada eğitimin devreye girip, bu hastalık kaynaklarını bulup, yok etmesi gerekiyor. Ama peki ya ‘Eğitim hasta ediyorsa….’ burada işler sarpa sarıyor.
Durum apaçık ki, eğitimin içi boşalmış gözüküyor. Eğitimi sadece modern bilgilerden ibaret görmemek gerekiyor. Yoksa, işte durum ortada hayatı yaşanmaz hale getiriyor.
İnsan neyi okuyor, neden okuyor ve bu okunanlar insanda nasıl bir boşluğu dolduruyor? Eğitim, insanda neyi değiştiriyor?
İşler dönüp dolaşıyor, ‘vicdan eğitimi’ne olan ihtiyacı gösteriyor.
İnsan neyi okursa okusun, eğer vicdanı eğitmiyorsa; o diğer okunanların hayata çok da olumlu bir katkısı olmuyor. Yarım kalıyor. Bediüzzaman Said Nursî’nin, din ilimleri ile mezc olmuş modern ilimler sisteminin gerekliliği bugün daha bir kendini gösteriyor.
‘Aklın nuru fünun-u medeniye, vicdanın ziyası ulum-u diniyedir, bu ikisinin imtizacıyla hakikat tecelli eder, talebenin himmeti pervaz eder.’ özet olarak aldığım bu cümleler ne diyor diye bir yetkili, bir akl-ı selîm, bir ilgili bakmadıkça, yaşananların tekrarlarını izlemek kaçınılmaz olacaktır.
Meselâ, sayın aile ve sosyal politikalar bakanımıza duyurulur. Çünkü konu bir aile dramıdır. Aile henüz daha elden gitmeden adımlar atmak kaçınılmazdır.
Aynı zamanda konu millî eğitim bakanımıza da duyurulur. Bakanlık, eğitim sistemimize ne yapıp edip, ‘vicdan eğitimi’ni müfredatına koymak zorundadır.
YÖK başkanı ne güne duruyor. Bir profesörün, bir mimarın neyi eksik ki canavarcasına bir ruh hali taşıyabiliyor? Bu gündem YÖK başkanını ilgilendirmez mi?
Tıp fakülteleri, ‘vicdan eğitimi’ dersleri almak zorundadır. Mühendislikler, ‘vicdan eğitimi’ almak zorundadır. Hâsılı branşı ne olursa, olsun insanın olduğu her yerde ‘vicdan eğitimi’ yapılmak zorundadır. Yoksa, her türlü fedakârlığı yaptığın eş, çocuk, genç ihanet eder hale geliyor.
Her türlü yatırım yaptığın, dişinden-tırnağından arttırdığın evlâdın hayatına kastediyor. Bu nasıl bir şeydir? Psikiyatrlar, sosyologlar, psikologlar ne güne duruyor? Neden konu gündeme oturmuyor?
Biz yine de, bireysel, ailevî ve toplumsal aşamaları olan konunun kendimizi, nefsimizi ilgilendiren boyutuna gelelim. Evlerimizi birer ‘vicdanları eğiten kurumlar’ haline getirecek adımlar atmaya gayret gösterelim. Devletin adım atması, bireyden daha kolay olmuyor.
Devletlular, “Acaba ne derler?” tasası çekerken ve böyle bir adım atamazken; onlarca, yüzlerce insan yine ihmallerin imhasına uğrayacak. Ne acı!
Onun için devletlulardan beklemektense, her aile vicdan eğitimi ocağı olsun. Duygularımızı eğitecek adımlar atmadığımız sürece, eğitilmemiş duyguların hışmına uğrayacağımız kaçınılmaz.
Gelin başlayalım bu işe.
Ateş bacayı sarmadan…