Konu Başlığı: Ümmü Mabed Gönderen: Safiye Gül üzerinde 04 Mayıs 2011, 11:08:01 Ümmü Ma'bed Ümmü Ma'bed, yaşlı ve iri yapılı bir kadındı; Huzaaoğullan yurdunda bulunan çadınnın önünde oturur ve yoldan geçenlere yemek ikram ederdi. Efendiler Efendisi ve yol arkadaşlannın yolu da buradan geçiyordu. Yaklaşık yüz otuz kilometre mesafe aldıktan sonra onun çadınnın bulunduğu yere gelmişlerdi ve Ümmü Ma'bed'den, satın almak için yiyecek bir şeyler istediler. Ancak, olacak ya, o gün için kadının yanında satın alınabilecek bir şey yoktu; zira, uzun zamandır yağmur yağmamış ve bu sebeple de yeşillikler kuruyup yok olmuştu, büyük bir kıtlık yaşıyorlardı. Bu arada Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern), çadınn kenannda duran koyunu göstererek: - Ey Ümmü Ma'bed! Şu koyunun hali ne, burada niye duruyor, diye sordu. - Açlıktan takati kalmadığı için sürüyle birlikte gidemedi zavallı, diyordu acıyarak. - Onun sütü var mıdır, diye ikinci kez sordu Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern). - O, ayakta zor duruyor; sütü nasıl olsun, diye garipsiyordu kadın. Bunun üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): - Onu sağmama izin verir misin, dedi. İnıkansızı istiyordu. Derisi sırtına yapışmış ve gününün çoğunu yatarak geçiren bir koyundan hiç süt çıkar mıydı? Onun için: - Anam-babam Sana kurban olsun; şayet onda bir damla süt bulabilirsen sağ tabii ki, diyordu, gülerek! 507 Hakim, Müstedrek, 3/8, 9 (4273) Efendimiz (sallallalıu aleyhi ve sellern), artık koyunun sahibinden de izin de almış; yanına giderek dua etmeye başlamıştı. Allah'ın adını veriyor ve sütsüz memelere süt vermesi için Rabbine yalvanyor, bunu yaparken bir taraftan da, büzüşen memelerini sıvazlıyordu. Bu arada Ümmü Mabed, beyhüde çaba olarak gördüğü bu hareketlere bir anlam verememesine rağmen olacaklan uzaktan seyrediyordu. Birdenbire, koyun canlanmaya başlamış ve ayağa kalkmıştı; o da ne, memeler süt doluyordu! Bunu gören Efendimiz de, hemen bir kap istemiş ve süt taşan memeleri mübarek elleriyle tutarak bu kaba sütü sağmaya başlamıştı. Sanki, az önceki o kuru memeler, bitip tükenme bilmeyen bir süt pınanna bağlanmıştı ve onlardan bol süt geliyordu. Kovadaki sütten, önce şaşkın bakışlarla meseleyi çözmeye çalışan Ü mmü Ma'bed' e takdim etti Allah Resülü (sallallalıu aleyhi ve sellern). Belki de, gördüklerinin birer hayal değil, gerçeğin ta kendisi olduğunu göstermek istiyordu. Aldı ve kana kana içti Ümmü Ma'bed. Ardından, aylardır kannlan doymayan çoluk-çocuğuna da verdi ve onlar da içtiler doyuncaya kadar. Evdeki en son kişi de içip süte doyunca Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern), sağma işine yeniden döndü ve kovayı dolduruncaya kadar da devam etti bu işleme. Artık herkes doymuş ve üstüne üstlük bir kova süt de artmıştı. Vakit, aynlık vaktiydi. Aslında onun gibi birisine başka bir şeyanlatmaya gerek yoktu. Kısa bir davetin ardından Ümmü Ma'bed, oracıkta Müslüman oluverdi. Akşam olup da kocası Ebü Ma'bed, bütün gün otlatmaya çalıştığı halde bir türlü kannlannı doyuramadığı koyunlanyla birlikte eve gelince, kovadaki sütü görecek ve: - Ey Ümmü Ma'bed! Bu süt dolu kova da neyin nesi? Koyunlar burada değildi; kaldı ki, burada olsalar da hiçbirinde süt yok, diyecekti. Gözü önünde yaşanılanlara şahit olan büyük kadın, tane tane konuşuyordu ve: - Allah'a yemin olsun ki bugün, buraya çok mübarek birileri geldiler, diye başladı ve yaşadıklannı anlattı teker teker ... Ebu Ma'bed de heyecanlanmıştı: - Bana biraz tarif edebilir misin, diyordu. Belli ki, bir yerlerle bağlantı kurmuştu. Efendimiz'in fotoğrafını çekmişçesine anlatmaya başladı Ümmü Ma'bed: - Nuryüzlü bir adamdı; güzel ve parlak biryüzü vardı. Yaratılışı güzel ve şekil itibariyle de vücudu düzdü, Ne göbeği öne çıkmış ve karnı büyümüştü ne de başı küçük ve kusurluydu; orta büyüklükte, güzel mi güzel ve mutedil bir vücut yapısı vardı. Gözleri siyah, göz kenarlan da uzundu. Sesinde kadife gibi bir yumuşaklık vardı. Omuzlan geniş, sakalı da sıktı. Kaşlan, uzaktan dikkat çekecek kadar belirgin duruyordu. Süküt buyurduğunda üzerinde bir vakar, konuştuğunda ise meslisinde insibağ hakimdi; Allah'ın adını anarak konuşmasına başlıyor ve hep O'nu yücelterek devam ediyordu. Uzaktan bakıldığında, insanlann en güzel ve alımlısıydı; yakınına yaklaşıldığında ise cemal ve ihsanın kemalini temsil ediyordu. Konuşmalan, tane tane ve kulak tırmalamayacak şekilde, ne az ne de çoktu. Mantığı, şiir gibi akıp gidiyordu. Ne, herkesten üstte kalacak kadar çok uzun boylu ne de insanlar arasında seçilmeyecek kadar kısa idi; görünüş itibariyle sanki O, iki dal arasında duran üçüncü bir dal gibiydi. Üç kişi arasında altın gibi parlıyordu ve görünüş itibariyle onlann en güzeli idi. Arkadaşlan, etrafında pervane gibi dönüyorlar; bir beyanı olduğunda ona kulak veriyor, O'ndan bir emir sudür edince de koşarak bu emrini yerine getiriyorlardı. Etrafında dört dönüyor ve her arzusunu yerine getirmek için de, hiçbir isteksizlik emaresi göstermeden ve gönülden isteyerek koşturuyor, adeta birbirleriyle yanşıyorlardı. Ebü Ma'bed'in gözleri dört açılmış, sanki yuvasından çıkacak gibi olmuştu; meğer evde yokken hanesine saadet gü neşi gelip konmuş da haberi yoktu. Sanki oturup Efendimiz'in fotoğrafım çekrnişçesine bunlan anlatan ve hanesine teşrif eden misafirini bu kadar tafsille ve detaylı bir tarifle kendisine aktaran hammına heyecanla önce: - Vanahi de bu, şu bize bahsedilen Kureyş'in adamı olmasın, dedi ve arkasından da şunlan söylemeye başladı: - Ne kadar isterdim, ben de O'na yetişeyim ve O'nunla arkadaş olayım! Şayet bir gün buna muktedir olursam, Mekke' de duracak ve avazım çıktığı kadar bağınp dünyaya O'nun faziletini anlatacağım! Önemli değil; insanlar bu sesin nereden geldiğini bilmesinler. Çünkü, önemli olan sesin sahibi değil, sesin anlattıklandır. Bunu dedikten sonra Ebu Ma'bed duracak ve duygulanm şiirin kalıplanna dökerek Efendimiz'i anlatmaya başlayacaktı. Çok geçmeden de, Kaba'de yankılanan bir ses duyulacaktı; bu ses, Ümmü Ma'bed'in çadınna uğrayan iki arkadaştan bahsediyor ve onlann, bu çadıra nasıl bir bereket getirdiklerini anlatarak Ümmü Ma'bed'in nasıl Müslüman olduğundan bahsediyordu. Bütün dikkatler, bu iki arkadaşın kimliğine çevrilmişti; adam, Muhammed ve Ebu Bekir diyor ve memeleri kurumuş koyunlanmn nasıl süt verdiğini nazara vererek bu iki ismin faziletini öve öve bitirerniyordu.s'" Hz. Ebu Bekir'in kızı Hz. Esmii, haberi alır almaz bir çırpı da bu sesin geldiği yere gitti. Zira, o ana kadar ne Efendimiz'den ne de babası Hz. Ebu Bekir'den bir haber alabilmişlerdi; sadece Mekke'den çıktıklanm biliyorlar, ama nereye gittiklerini ve bu yolculuk esnasında başlarına nelerin geldiğini bilmiyorlardı. Bu adamın sözlerine kulak verdikten sonra anlamışlardı ki, Efendiler Efendisi ve sadık yari Hz. Ebu Bekir, Medine istikametinde yol alıyorlardı.s''? 508 Bkz. Hakim, Müstedrek, 3/10; Mahmüd el-Mısri, Siratii'r-Resül, s. zoz vd, 509 Bkz. Mübarekfüri, er-Rahiku'l-Mahtüm, s. 159 |