Konu Başlığı: Şiddet manzaraları Gönderen: Safiye Gül üzerinde 07 Mayıs 2011, 12:45:43 ŞİDDET MANZARALARI ~ Bugüne kadar her türlü yönteme başvurmuş; ama bir türlü netice alamamışlardı. Belli ki bu savaşta, Müslümanların üstesinden gelmek için Söz'e sözle karşılık vermek yeterli değildi ve daha farklı yöntemlere müracaat edilmesi gerekiyordu. zaten kaba kuvvet, fikir planında yenik düşenlerin başvuracaklan bir yoldu ve o günün Mekke'si de, bu yolu tercih etmeye başlayacaktı. Gerçi, o güne kadar münferit olarak bu metodu uygulayanlar da yok değildi; amcasının Hz. Osman'ı bir hasınn içine bağlayıp mahzende hapsetmesi, annesinin Sa'd İbn Ebi Vakkds'a manevi baskı kurarak dininden döndürmeye çalışması, annesinin Mus'ab İbn Umeyr'i hapsederek dövmesi, günlerce aç ve susuz bırakarak evden kovup neticede mirastan mahrum etmesi ve Ümeyye İbn Halef ile Ebu Cehil'in Bilôl-i Habeşive yaptıkları zihinlerde hala canlılığını koruyordu. Ancak mesele, böyle münferit olaylarla çözülecek gibi değildi; daha köklü tedbirler alınmalıydı ve gelişen İslam'ın önünü alabilmek için daha kurumsal bir karşı hamle başlatılmalıydı. Bunun için ilk hedef, Allah'ın Resülü'ydü. Bir gün Kureyş ileri gelenleri, Kabe'nin Hıcr denilen mev kiinde bir araya gelmiş; Mekke'deki gelişmeleri konuşuyorlardı. Tabii olarak konu, o günün en önemli meselesine geldi: - Şu adama sabrettiğimiz kadar bir başkasına sabrettiğimizi hiç hatırlamıyorum, dedi aralanndan birisi ve ilave etti: - Büyüklerimizi sefahetle suçluyor ve ilahlanmız hakkında olumsuz şeyler konuşuyor da biz, h3.la O'na sabrediyoruz; gerçekten de bu, büyük bir iş! Tam bu esnada, üzerinde konuştuklan Allah Resülü de, Kabe'ye gelmekteydi. Yaklaştı ve önce Hacerü'l- Esved'i selamladı. Ardından da Kabe'yi tavafa başladı. Hıcr'da bulunan kin tüccarlanna yaklaştığında O'na sözle sataşmaya başladılar. Duyduklan karşısında belli ki çok rahatsız olmuştu; Kabe gibi kutsal bir mekanda ağza alınmayacak sözler sarfediyorlar, Allah'ın en sevgili kuluna olmadık hareketlerde bulunuyorlardı. İkinci tavafta aynı manzara ... Üçüncü tavafta da aynı manzara karşılayacaktı O'nu ... Derken işi o kadar ileri götürmüşlerdi ki, Resül-ü Kibriya'yı celallendirmişlerdi, kin kusan bu insanlara döndü ve Allah Resfılü: - İşitiyor musunuz ey Kureyş! Nefsim, yed-i kudretinde olana and olsun ki, akıbetiniz perişan olur, diye seslendi. Bakışı ve yönelişindeki heybeti o kadar ruhlanna işlemişti ki, bir anda ortalık buz kesilivermişti. Çok etkilenmişlerdi; başlannda kuş varmışçasına bir hassasiyet kesbetmiş, olduklan yerde kalakalmışlardı. Bir anda tavırlannı değiştirmiş, en katı olanı bile mülayemet kesbetmişti. Şöyle diyorlardı: - Sen yoluna git ey Eba Kasım! Zira, Sen cahil birisi değilsin! Bunun anlamı, "Biz Seni yine kendi haline bırakalım da ne olur Sen bize beddua etme. Sen kendi yoluna, biz de kendi yolumuza devam edelim." demekti. Resül-ü Kibriya da, oradan aynlıp yine bir başka muhtaç gönüle İslam'ı anlatmak üzere yola koyuldu. Ertesi gün yine aynı mekanda bir araya gelmişler, yine benzeri konulan görüşüyorlardı: - O'nun size yaptıklannı ve sizin de O'nun için yaptıklannızı bir hatırlayın! Adam, sizin için hoşunuza gitmeyecek her şeyi söylediği halde siz, korkup O'nu kendi haline bırakıyorsunuz! Olacak ya, yine tam bu sırada Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), Kabe'ye çıkageldi. Göz göze gelmişlerdi. Belli ki bir dümen çeviriyorlardı. Tam, istilamla tavafa başlayacaktı ki, birden etrafında halkalanıverdiler: - Sen miydin bizim ilahlanmız hakkında olumsuz beyanda bulunan, atalanmızı da dalaletle itham eden, diyor ve diş biliyorlardı. Bu durumda bile Efendiler Efendisi: - Evet, bütün bunlan söyleyen bendim, diyor ve tavnnı bile değiştirmeden doğruyu olduğu gibi söylüyordu. Ancak adamların niyeti kötüydü. Hep birden üzerine üşüşüverdiler Habib-i Zişôn'ın. Kimi cübbesinden tutmuş çekiştiriyor, kimi kolundan asılıyor, kimi de kınlası elleriyle vurmaya çalışıyordu. Bir anda hepsi, gözü dönmüş kurt sürüsüne inkılab edivermişti. Hatta, Ukbe İbn Ebi Muayt, İnsanlığın Emini'nin boynuna sanğını dolamış; sıkıştırdıkça sıkıştınyor ve böylelikle O'nu boğmak istiyordu. Bu esnada, hiç beklenmeyen bir şeyoldu; bütün kargaşaya inat Kabe'nin avlusunda, kulaklan yırtarcasına gür bir ses yükseliyordu: - Sadece, "Rabbim Allah'tır. " dediği için bir adamı öldürecek misiniz? Bu ses, yüzyıllar öncesinde Mısır'da yankılanan Mü'min-i AI-i Firavun'un sesi gibi gür bir sesti. Ve yine bu ses, hak davanın üstüne üşüşüldüğü her dönemde tekrarlanması gereken mukaddes bir sesti. Bütün yüzler birden sesin geldiği cihete dönüverdi. Bu ses, Ebu Bekir'in sesiydi. Mekke'yi titreten bu ses, misyonu- nu eda edecekti etmesine; ama bu sefer de Mekkeliler onun üzerine saldıracak ve hınçlanm ondan çıkarma yanşına gireceklerdi. Bu, o ana kadar Mekke'de yaşanan en çetin gündü. Akşam olup da Hz. Ebü Bekir (radıyallahu anh), kolu kanadı-kınk evine döndüğünde vücudunda ezilmedik yer kalmamıştı ve kıyafetleri de kanlar içindeydi. 311 |