๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Efendimiz => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 19 Nisan 2011, 11:10:08



Konu Başlığı: Semüd kavminin kalıntıları ve hicr
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 19 Nisan 2011, 11:10:08
Semüd Kavminin Kalıntıları ve Hıcr
Yine hareket başlayıp da Semüd kavminin kalıntılarının bulun­duğu Hıcr denilen mevkiye geldiklerinde ashab, Semüd halkının ka­lıntıları içine dalmış, kuyulanndan su çekip kırbalarını doldurmaya başlamışlardı. Halbuki Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), burayı görür görmez devesini hızlandırmış ve yüzünü de kapatarak hızla yol almaya başlamıştı! Ashabının bu halini görünce onlara seslendi ve:

- Kendilerine zulmedenlerin arkada bıraktıklan kalıntıları ara­sında gezinirken, onların başlarına gelenlerin sizin de başınıza gel­memesi için ibret nazarlarıyla ve hüzünle dolaşın; ayrıca onların ne suyundan için ne de namaz için buradan abdest alın! Yoğurduğunuz hamurları da develere verin, buyurdu. Sonra da, ashabım alıp Salih aleyhisselarnın devesinin çıktığı kayamn yanına geldi. Geçmişte ya­şanan olağanüstü bir hadiseyi onlarla paylaşarak ashabına nasihat ediyordu:

- Durup dururken mucize istemeyin, diyordu. 'Salih aleyhisse­larnın kavmi de ondan bunu istemişlerdi ama talep ettikleri mucize kendilerine verilip de buradan bir deve çıkınca, tavırları değişiverdi. Zira Allah (celle celaluhü) onlara, dişi bir deve ihsan etmişti. Bu deve de, her gün şu yoldan suya iner ve suyunu içtikten sonra da tekrar geri dönerdi! Onlar buna tahammül etmeyip Rablerine karşı isyanla gerildi ve bu deveyi boğazladılar! Halbuki o, bir gün bu sudan içiyor ve diğer gün hepsine yetecek miktarda süt veriyordu! Öyle olunca da Allah (celle celaluhü), gökkubbe altında ne kadar Sernüd halkı varsa hepsini şiddetli bir sayha ile cezalandırdı; Harem'e sığınan bir adam dışında onlardan geride kimse kalmamıştı!

Merak içinde bu adamın kimliğini soranlara da, Taif'e giderken mezarım göstererek:

- O, Ebu Riğal'di, buyuracak ve şöyle ilave edecekti:

Ancak, Harem'den çıkar çıkmaz ona da kavminin başına gelen­ler isabet edecekti; öyleyse sizler, gazab-ı ilahiye düçar olmuş bir kavmin yanına girmeyin!
Efendiler Efendisi bunları söylerken, aralarından biri Çıkıp da: - Ne kadar da ilginç, diye tepki verince Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem):

- Size bundan da ilginç olanı haber vereyim mi, diye sordu. 'Sizin içinizden bir Zat, sizden önceki devirlerde olanları da sizden sonrakilerin başına gelenleri de size haber veriyor; öyleyse sizler, dosdoğru insanlar olun ve en doğru olanın peşinden ayrılmayın! Zira siz istedikten sonra Allah (celle celaluhü), size de azap etmekten sakınmaz! Allah (celle celaluhü), başlarına gelebilecek sıkıntılar konu­sunda hiçbir şeyyapamayan bir topluluk da meydana getirecektirls>

Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), Hıcr'dan ayrılırken kuyu­lardan su alıp da onları yanlarında taşımamalarını ashabına tem­bihlemişti, fakat çok geçmeden yolun meşakkatiyle havanın sıcaklığı yine ashabı kasıp kavurmaya başlamıştı. İnsanlar susuzluktan kırı­lıyordu; susuzluklarını gidermek için develerini kesiyor ve hörgücü­nü sıkıp ihtiyaçlarını buradan karşılamak istiyorlardı! Nihayet Allah Resülü'nün yanına gelip de durumlarını arz etmeyi denediler; nebe­vi şefkatin kapısını çalan yine Hz. EbU Bekir'di:

- Ya Resülullah, diyordu. Allah (celle celaluhü) Sana, dua gibi bir bereket ihsan etmiş; bizim için O'na duada bulunmaz mısın!

Aslında bunu söylerken Hz. Ebu Bekir, Iisan-ı haliyle bir dua haline gelmişti. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ona:

- Bunu gerçekten istiyor musun, diye sordu.

- Evet, diyordu Hz. Ebu Bekir. Bunun üzerine Efendiler Efen-

disi, önce iki rekat namaz kıldı ve ardından da, ellerini kaldırıp dua etmeye başladı. O ne dua idi ki, daha mübarek eller semaya kal­kıp da dudaklar kıpırdar kıpırdamaz semada bir gürültü koptu. Bu arada bulutlar da belirmeye başlamıştı; şakır şakır yağmur yağıyer­du! Gözlerin içi gülmüş ve insanlar, ikram-ı ilahı olarak kendilerine bahşedilen bu yağmurdan kana kana içiyor ve kırbalarını dolduru­yorlardı. Bu lütfu münafıklara da hissettirmek gerekiyordu ve as-

352 Bunları söyledikten sonra Efendimiz (s.a.s.), o gece şiddetli bir rüzgar eseceğinin haberini vermiş ve çok geçmeden söylediği husus aynen çıkmıştı. Aynı zamanda gidiş ve dönüş itibariyle Tebük yolu, yiyecek ve içecekler konusunda defalarca yaşanacak farklı mucizelere gebeydi. Bkz. Buhari, Sahih, 2/539 (1411); Müslim, Sahih, 4/1785 (1392); Ahmed b. Hanbel, Müsned, 5/424 (23652)

habdan bazıları onların yanına giderek, bütün bunlara rağmen hillil tereddütlerinin devam edip etmediğini öğrenmek istemişti; ancak iman bambaşka bir hadiseydi! Zira o şahıs, sanki az önceki sıkıntı­ları hiç yaşamamışçasına bu ihsanın, her zaman olabilecek tabii bir olayolduğunu söylemeye çalışıyor ve:

- Bize bu yağmuru, gelip geçen filan bulut indirdi, diyerek Mü­sebbibü'l-Esbabı görüp de O'na şiikredeceği yerde sebeplere takılıp yollarda kalıyordu!

Yine hareket edip de azıcık ınesafe aldıklarında, az önce nebevi duanın neticesinde başlarından aşağıya inen yağmurun, sadece as­kerin bulunduğu yere iridiğine şahit olacak ve imanları bir kat daha güçlenerek Rablerine yürekten hamdedeceklerdi.

Bir taraftan da hayat devam ediyordu; insanlar arasında zaman zaman ihtilaflar da yaşanıyor ve insanlar bu ilitilaftan kurtulmak için soluğu Efendimiz'in huzurunda alıyorlardı! Askerler arasında bulu­nan bir adamla kölesi arasında anlaşmazlık çıkmış ve bu anlaşmaz­lık sırasında adam, kölenin elini ısırmıştı; ısırmıştı ısırmasına ama acının şiddetiyle elini çeken kölenin parmaklarıyla birlikte adamın ön dişleri de dökülmüş ve bu, yeni bir kavga sebebi olmuştu. Neti­cede mesele Allah Resülü'niin huzuruna getirildi; ihtilafı çözmesi ve aralarında hüküm vermesi isteniyordu. Tarafları dinledikten sonra Efendiler Efendisi, önce:

- Sizden birisi, devenin ısırdığı gibi kardeşini mi ısırmaya baş­ladı, diye tepki gösterecek ve:

- Elini senin ağzına, devenin ısırması gibi ısırasın diye mi bı­raktı ki, buyurarak, beklentilerin aksine düşen dişler konusunda herhangi bir diyet takdir etmeyecekti!

Artık Tebük'e yaklaşılmıştı; ashabına dönerek:

- inşallah yarın Tebük pınarlarının olduğu yere ulaşmış oluruz:

Yarın ancak kuşluk vakti orada olursunuz! Sizlerden herhangi biri oraya Benden önce ulaşırsa, sakın ola ki o sulardan içmesin, diye­cekti. Çünkü yine su sıkıntısı baş göstermişti; Efendiler Efendisi de, orada bulunan suları azami derecede değerlendirmek, ashabı ara­sında berekete vesile kılmak istiyordu! Onun için münadiler vası­tasıyla ashabına da seslenmiş ve bu konuda titizlik göstermelerini talep etmişti.