Konu Başlığı: Sakif heyeti Gönderen: Safiye Gül üzerinde 19 Nisan 2011, 10:21:11 Sakif Hey'eti Sakif kabilesinin reisi olan Urve İbn Mes'iid, Efendimiz'in Taif seferinden dönüşünde gelmiş ve Müslüman olmuştu. Büyük bir heyecan duyuyor ve bir an önce kavminin arasına dönüp onları da İslam'a davet etmek istediğini söylüyordu. Ancak Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellern), onun içinde bulunduğu ruh halini okumuş ve Sakif kabilesinin genel karakterini de nazara alarak ona: - Onlar seni öldürürler, diye ikazda bulunmuştu. Zira tebliğin de belli kuralları olmalıydı; yeni doğmuş bir çocuğa verilen gıdalar konusunda gösterilen hassasiyet ve duyarlılık kadar hassas davranılmalı ve insanları Allah'a davet ederken de belli kurallar uygulanmalı, muhatabın ihtiyacı mutlaka göz önüne alınmalıydı. Ancak Hz. Urve'nin heyecanı, muhtemel arızaları görmesine mani idi ve: - Ya Resülullah, diye seslendi. Onlar katında ben, insanların en sevimlisiyim ve kesinlikle onlar benim sözümden dışarı çıkmazlar! Konumundan dolayı kimsenin kendisine karşı çıkmayacağı ve davet ettiği İslam'a hepsinin müspet cevap vereceği düşünceleriyle memleketine dönen Hz. Urve, daha onlara ilk seslendiği andan itibaren tepki almaya başlayacak ve neticede kavminin hışmına uğrayıp şehit edilecekti. Üzücü bir durumdu; bunca yıldır el üstünde tutulan liderlerini, sırfMüslüman olduğu için hunharca öldürüyorlardı! Ancak gidiş at onlar açısından hiç de iyi gözükmüyordu; Mekke'rıin fethi ve Huneyn'den sonra şimdi de Müslümanlar, Bizans'a meydan okumuş ve Tebük'ten mutlak bir zaferle dönmüşlerdil Her geçen gün, etraf1arındaki çember daralıyordu ve mutlaka bir gün kendileri de bu çemberin içinde kalacaktı. Aradan birkaç ay geçtikten sonra bu düşüncelerle aralarında oturup durumu müzakere etmeye başladılar ve içlerinden birisini Resülullah'a gönderip kendileri adına bir anlaşma yapmasını kararlaştırdılar. Bunun için çalınan kapı, Abdiyaleyl İbn Amr'ın kapısıydı; durumu ona arz edip kendileri adına elçilik yapmasını istiyorlardı! Ancak Abdiyaleyl, Hz. Urve'nin başına gelenlerin kendi başına da geleceğinden endişe duyarak yalnız başına bu işi yapamayacağını beyan edecekti. Bunun üzerine onlar, yanına beş kişi daha katarak Ahdiyaleyl'i Medine'ye gönderme kararı aldılar. Bu sırada Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Tebük'ten yeni dönmüş, Ramazan orucunu tutuyordu. Onların Medine'ye gelişlerini gören ashab, müjdeli haberi Allah Resülü'ne ulaştırmak için birbirleriyle yarışıyorlardı; zira Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellern), Sakiflilerirı Müslüman olmasını çok arzuluyordu. Onları bir anda karşısında bulan Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem), Mescid-i Nebevi'nin bir köşesinde onlar için çadır kurduracak ve böylelikle onların, Allah kelamını duyup ibret almalarını, namaz vakitlerine muttali olup kulluktaki derinliği görmelerini hedefleyecekti. Nihayet bir gün Abdiyaleyl Efendimiz'e gelip: - Bize de bir emanname yazsan da memleketimize geri dönsek, diye talepte bulunmuştu. Bunun üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ona: - Evet, yazarım ama şu durumda olmaz; zira sizler hala Müslüman olduğunuzu beyan etmediniz! Bu durumda ne aramızda bir sulh olabilir ne de size bir emanname yazarım, dedi. Ancak onların birtakım takıntıları vardı; Müslüman oldukları zaman kendilerini bekleyen namaz gibi mükellefiyetler konusunda muafiyet beklentisi içindelerdi. Halbuki ibadet olmadan dindarlık da olamazdı. Kaldı ki onlar, kendi elleriyle inşa ettikleri putlara ta- pıyorlar, senenin belli günlerinde onun yanına gelip kurban kesiyorlardı! Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellern), onlara: - Bünyesinde namaz olmayan bir dinde hayır yoktur, buyuracak ve kapıyı kapatacaktı. İbadet konusundaki kapı kapanmıştı ama onlar, yasaklar konusunda da bir taviz peşine düşmüşlerdi; Allah Resülü'ne yaklaşan Abdiyaleyl: - Peki, zina konusunda ne diyorsun? Bizler, sıklıkla yolculuk yapan bir topluluğuz ki bunu yapmamız kaçınılmaz; bu uzun ayrılıklara dayanamayız, diyordu. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) ona: - O, Allah'ın mü'minlere haram kıldığı bir cürümdür; Allah (celle celaluhü) bu konuda, "Zinaya da yaklaşmayın; zira zina, apaçık bir kötülük, aynı zamanda da yolların en kötüsüdür!,,370 buyuruyor, cevabını verdi. Zina konusunda arzu ettiği tavizi koparamayan Abdiyaleyl bu sefer de: - Peki, faiz konusuna ne diyorsun, diyerek buradan bir pay koparmayı denedi. Efendimiz'in duruşundaki netlikte hiç değişiklik yoktu. Önce: - Faiz de haramdır, buyurdu. Abdiyaleyl: - Bizim mallanmızın hepsi de faizdir, diye tepki gösteriyor- du. Ancak hükm-ü ilahi, şahısların arzusuna göre şekil alamazdı ve Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem): - Sadece ana paranızı geri alabilirsiniz, buyurarak faiz alış verişlerindeki fazlalığın kendilerine de haram olduğunu hatırlatıyor ve onlara, "Ey iman edenler! Allah'a itaat konusunda daha titiz ve duyarlı olun ve şayet mii'min isenizfaizden arta kalan paraya el siirmeyin!"'371 ayetini okuyordu. Bu kapının da kendilerine kapalı olduğunu görmüştü; bu sefer yeni bir konu daha ortaya attı: - Öyleyse içki konusuna ne diyorsun? Bizler, üzümlerimizi sıkıp şırasını içiyoruz ve bizim için bundan kaçma imkanı da yok! Aynı temkinle yaklaşan Sultan-ı Rusül Efendimiz: 370 İsra, 17/32 371 Bakara, 2/278 - Şüphe yok ki Allah (celle celaluhü), Ey iman edenler! Şüphesiz ki içki, kumar,Jal oklarz ve Allah'tan başkasz adına kesilip de putlara adanan sunaklar, şeytan işi pisliklerdir; onlardan sakının ki kurtuluşa eresinizls?" demek suretiyle onu da haram kılmıştır! Bu kapı da kapalıydı ve attıkları her adımın kendilerini çıkmaz sokağa götürdüğünü gören Sakif heyeti, huzurdan kalkıp durumu kendi aralarında müzakere etmeyi denedi. Abdiyaleyl onlara: - Yazıklar olsun size, diye çıkışıyordu. Şu üç konudan da mahrum olarak memleketimize geri döneceğiz! Vallahi de, billahi de Sakifliler, ne içki içmeden durabilir ne de zinadan uzak kalabilirler! Süfyan İbn Abdullah onun gibi düşünmüyordu; ayağa kalktı ve: - Eyadam, diye başladı sözlerine. Şayet Allah onlar hakkında hayır murad etmişse, onlar da bu konularda sabreder ve el uzatmazlar! Baksana, O'nunla birlikte olanlar da farklı değiller ama onlar sabredip eski alışkanlıklarını bir kenara bırakabiliyorlar! Biz, bu adamdan çekinmeliyiz; baksanıza O, yeryüzünü bir baştan bir başa hükmü altına alırken bizler, dünyanın bir köşesinde kalemizin içinde sıkışıp kaldık ve her geçen gün İslam, etrafınızı kuşatıyor! Vallahi de şayet O, bir ay gelip bizi kalemizde kuşatıverse, hepimiz açlıktan ölürüz! Ben, Müslüman olmaktan başka bir yol görmüyorum. Aksi halde başımıza, Mekke günü gibi bir günün gelmesinden korkarım! Bu sırada Allah Resülü onları yemeğe davet etmişti; ancak onların, yemekten daha önemli bir işleri vardı ve her şeye rağmen kendilerine gösterilen bu civanmertlik karşısında gelip Müslüman oldular! Müslüman olmuşlardı olmasına ama bu sefer de, 'Rabbe' ismindeki meşhur putlarını dile getiriyor: - Rabbe konusunda ne düşünüyor ve ne yapmamızı istiyorsun, diye soruyorlardı. Efendimiz (sallallalıu aleyhi ve sellern), kesin korıuşuyordu: - Onu da yıkmalısınız! - İmkansız, diyorlardı. Arkada kalan Sakiflilerle kadın ve çocukların buna müsaade etmeyeceklerini düşünüyor ve böyle bir hareketin çok büyük problemleri beraberinde getireceğine inanıyorlardı. Onun için önce üç yıl, ardından iki yıl, daha sonra da bir yıl zaman isteyecek; bütün bunlara olumsuz cevap alınca da, en azından kendilerine bu konuda bir ay zaman tanınması talebinde bulunacaklardı. Ancak Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), bunların hiçbirine 'evet' demiyor ve O'na şerik koşulmasına razı olmuyordu! Hatta Abdiyaleyl'in bu ısrarları karşısında dayanamayan Hz. Ömer: - Yazıklar olsun sana ey Abdiyaleyl, diye çıkışacaktı. Rabbe dediğin bir taştan ibaret; kimin kendisine ibadet edip kimin etmediğini bile bilmekten aciz! Doğru söylüyordu ve bu kapının da kendilerine kapalı olduğunu görmüşlerdi; anlaşılan İslam, şek ve şüphesiz dupduru yaşanması gereken bir sistemdi. Artık namaz kılıp oruç tutmaya da başlamışlardı; yaklaşık on beş gün Medine'de kaldıktan sonra memleketlerine geri döneceklerdi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara, aralarında yaş itibariyle en küçükleri olan Osman İbn Ebi'l-As'ı imam tayin etti; zira Osman, İslam'ı anlayıp kavramada hepsinden daha titiz duruyor ve meseleleri özümsernede yürekten bir duruş sergiliyordu! Diğerlerinde olduğu gibi, memleketlerine geri dönen Sakif hey' eti de, kavimlerini İslam'a davetle işe başlayacak ve kısa zamanda bu kabileler de gelip Müslüman olacaklardı.v" Çok geçmeden Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara, Halid İbn Velid, Muğire İbn Şu'be, Ebu Süfyan gibi ashabından önemli isimleri göndererek putlarını da kırmalarını emredecek ve onlar için zor da olsa, böylelikle Sakifliler de şirkten temizlenmiş olacaklardı. 373 Memleketlerine geri geldiklerinde Sakif heyetinin, Müslüman olduklannı gizledikleri ve Efendimiz'e yaptıklan tekliflerden bahisler açarak onlan Allah Resülü'nün kabul etmediğini söyleyip neticede savaştan başka seçenek kalmadığını ifade etmeleri üzerine Sakiflilerin, savaş için hazırlıklara başladıklan da anlatılmaktadır. Üç gün sonra gelip de savaşmanın makulolmadığında karar kıldıklannda, kendilerine gerçek söylenecek ve onlar da bu durum karşısında Müslüman olacaklardı. Bkz. İbn Kayyim, Zadu'l-Mead, 3/521 vd; Zehebi, Tarihu'l-İslam, 1/350 Ve Diğerleri Elbette Medine'ye koşanlar, sadece bunlardan ibaret değildi; Abdikays, Uzre ve Beliyy hey'etleri de gelmiş ve Müslüman olarak geri dönmüşlerdi. Efendimiz'in dedelerinden Kusayy ile anne tarafından akraba olduklarını söyleyen on iki kişilik Uzre hey'eti ile konuşan Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), onlara yakında Şam cihetinin de fethedileceğinin müjdesini verecek ve onları kehanet parası yemekten menedip insanlara tazim için kestikleri etlerden de yemelerini yasaklayacaktı, Yine bugünlerde, on küsur insanla birlikte Medine'ye Fezôra hey'eti gelmiş ve yaşadıkları kuraklık ve kıtlıktan şikayette bulunarak Allah Resülü'nden yardım talebinde bulunmuşlardı. Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellern), onları da yanına alarak yağmur duasına çıkacak ve ihtiyaçları olan rahmeti o gün, can ii gönülden yöneldiği Cenab-ı Mevla'dan talep edecekti. O günlerde dikkat çeken bir başka hey'et ise, aralarında, daha sonraları yalancı peygamber olarak iştihar edecek olan Müseyleme İbn Sümame'nin de bulunduğu on yedi kişilik Beni Hanife hey'etiydi; Yername taraflarından gelmiş ve Müslüman olmuşlardı! Gelenlerin ardı arkası kesilmiyordu; Yemen, Ezd, Beni Sa'd, Beni Amir İbn Kays, Beni Esed, Behrô; Haolôn, Muhôrib, Beni Hôris İbn Ka'b, Gômid, Beni Miuıtafık, Selômôn, Beni Abes, Müzeyne, Murôd, Zübeyd, Kinde, zl Miirre, Oassôn ve Beni Jyş hey' etleri bunlardan belli başlı olanlarıydı. Efendimiz'e en son gelen hey'et, Neha'hey'etiydi; Yemen'de Hz. Muaz'a beyat etmişler ve Muharrem ayının ortalarında yaklaşık iki yüz kişiyle birlikte O'nun mü'minleri olarak Medine'ye gelmişlerdi! Peşi peşine Medine'ye akın eden bu insanlar, aynı zamanda İslam'a olan ihtiyacı da göstermiş oluyordu. Artık Medine, şek ve şüphesiz Ceziretii'l-Arap'ırı başkenti oluvermişti. Daha düne kadar nizam ve intizamı temin etmenin imkansız olarak görüldüğü, her kabilenin kendi başına hareket ettiği ve güçlünün zayıfı ezdiği Hicaz'da. bundan böyle Allah Resülü'nün hakimiyeti hükümferma olacak, insanlar güven ve emniyet içinde hayatlarını devam ettirecek ve bundan böyle dört bir yanda hep nizam ve intizamın sesi duyulacaktı. |