Konu Başlığı: Medine ye kor düşmüştü Gönderen: Safiye Gül üzerinde 04 Mayıs 2011, 15:58:53 Medine'ye Kor Düşmüştü Gerçi, Mus'ab için bu, acı bir aynlıktı; Habib-i Ekrem'inden ayrı kalacaktı. Ancak, vazife her şeyden ali idi ve Medine'ye yürüyen heyecan tufanı ile birlikte tereddütsüz yola koyuldu. Orada Resülüllah'ı o temsil edecek, Medine'nin yeni tanıştığı dini, ahaliye o öğretecekti. Ne şerefli birvazife idi ki, hicret öncesi Medine'yi, 'mukaddes göç'e Mus'ab hazır hale getirecek; böylelikle medeni Medine'nin temellerini atmış olacaktı. Yalnızdı; ama temsil ettiği davanın gücüyle birlikte gidiyordu. Es'ad İbn Zürare kapılannı açtı ona Medine'de. Evine aldı ve gönüllerindeki güzellikleri Medine'ye aktarabilmenin derdine düştüler beraberce. Beş vakit namazlannı burada kılıyor, her gün yeni bir sima ile Allah'ın ayetlerini okuyup din adına derinleşmenin mücadelesini veriyorlardı. Artık Medine'ye, Allah adına bir kor düşmüş ve iman adına yeni bir ocak tutuşturulmuştu. Öyle güzel bir temsili vardı ki Mus'ab'ın ... Gören hayran kalıyordu. İhlası, samimiyeti, alçakgönüllülüğü ve güzel ahlakıyla kısa sürede dikkatini çekmişti Medine'nin!.. Her gün, ileri gelenlerden birileri yamna uğruyor, o da onlara dinin inceliklerini anlatıyordu. Himmetini Medine'ye adamış, adeta tek başına bir ümmet haline gelmişti. Elbette zorluklarla da karşılaştı bunun için!.. Bunlar, onun için tanıdık hadiselerdi; Mekke'de en büyük sıkıntıyı bizzat çeken Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) değil miydi? Kimse kolay kolay teslim olmak istemiyordu zira! .. Bir farkla ki, yanına gelirken ellerinde kılıçla karşısına dikilenler, ayrılırken kalbierinde imanla dönüyorlardı. Hışım içinde gelen bu istikbalin büyük sahabelerine Hz. Mus'ab, öyle yumuşak davranıp alttan alıyordu ki, en haşin insan bile, onun bu yumuşaklardan yumuşak davranışlanna uzun süre karşı koyamıyor; çok geçmeden gelip teslim oluyordu: - Arkadaş, önce beni dinle. Sonra da istersen boynumu vur. ValIahi sana mukabele edecek değilim, diyordu Mus'ab. Evet, bu kadar hayatı hafife alan ve bütün gayreti, insanlara hakikati anlatmak olan bir şahsiyet karşısında yavaş yavaş buzlar eriyor ve Hz. Mus'ab'ın etrafındaki iman halesi her geçen gün genişliyordu. Es'ad İbn Zürare, onu akrabalanmn bulunduğu mahalleye götürdü bir gün. Bir kuyunun başına kadar gelip konakladılar orada. Onlann geldiğini duyan eşraftan Sa'd İbn Muôz ve Üseyd İbn Hudayr, gelişmelerden rahatsız olmuş ve aralannda konuşmaya başlamışlardı. Sa'd, Üseyd'i yanına çekecek ve bir an önce her ikisini de beldelerinden kovmasını isteyecekti. Mızrağını aldı Üseyd ve doğruca yanlanna geldi. Onun geldiğini gören Es'ad'la Mus'ab, olacaklan tahmin edebiliyorlardı. Ancak onlann derdi, daha başkaydı; zira, bir gönle iman otağ kurmuşsa o insan, kendini öldürmek isteyenlere bile hayat suyu vermeli, imanının farklılığını ortaya koymalıydı. Kulağına eğildi ve Üseyd'i tanıttı ona. Zira, tebliğde muhatabı tanımak çok önemliydi. Üseyd, kavmin efendisiydi ve Mus'ab da ona göre konuşmalıydı. Gelir gelmez çıkıştı Üseyd ... Çok kızgındı: - Ne diye buraya gelip zayıflanmızın aklını çeliyorsunuz. Eğer sağ kalmak istiyorsanız buradan çekilip gidin, diyordu. Mus'ab alttan aldı: - Biraz oturup dinler misin? Şayet hoşuna giderse kabul edersin. Hoşlanmazsan, o zaman biz senin istediğini yapanz, dedi. Akıllıca bir cevaptı ... Buna karşı insaflı davranmak gerekliydi. Zira Üseyd, muhakemesi yerinde bir insandı. Sonucu belli olan bir durum vardı ortada; dinlese de değişen bir şey olmayacaktı. Öyleyse ne zarar gelirdi ki? Hoşlanırsa ne ala .. Hoşlanmazsa zaten bırakıp gideceklerdi. Mızrağını bıraktı ve oturup Mus'ab'ı dinlemeye başladı. Hikmet çağlıyordu Mus'ab'ın dudaklanndan. Çok etkilenmişti. Üseyd de teslim olmak üzereydi. Gönlündeki feyezana engel olamıyordu. Yüzündeki ifadeler, kalbindeki değişimin müjdelerini çoktan vermişti. Daha Mus'ab, sözünü bitirmeden araya girdi ve konuşmaya başladı: - Ne müthiş şey bu ... Ne güzel sözler bunlar ... Ardından da ilave etti: - Bu dine girmek isteyen ne yapmalı? Guslü anlattı Mus'ab. Elbiselerinin temiz olmasından, kelime-i tevhidden, namazdan bahsetti. Kayboldu bir ara ortadan Üseyd!.. Biraz sonra gelirken yeniden meclise, ıslak saçlanndan damlalar dökülüyordu. İnanmıştı Üseyd ve gönlünden gele gele kelime-i tevhidi de söyledi orada. İman onu o denli ve hızlı değiştirmişti ki, daha oracıkta Mus'ab'ın telaşını o da yaşamaya başlamıştı: - Birisi var ki, şayet o da iman ederse arkasında inanmayan kimse kalmaz. Bekleyin ben size onu göndereceğim, dedi. Doğruca Sa'd İbn Mudz'ın yanına gitti. Onlar da, toplanmış zaten onun gelmesini bekliyorlardı. Gelişini görünce: - Yemin olsun ki, gittiği gibi gelmiyor, dedi Sa'd. Anlamıştı. Gelir gelmez telaşla, "Ne yaptın" diye sordu. Önce herhangi bir problem olmadığını vurguladı: - Vallahi, o iki adamla konuştum. Problem edilecek hiçbir yanlan yok. Önce onlan kovdum. "İstediqini yaparız, dediler." diye de ilave etti. Maksadı, Sa'd ile Mus'ab'ı aynı mecliste buluşturmaktı ya, "İpler bİZİm elimizde, istersen bir de sen dinle." demek istiyordu. Zira, güzelliği bütün berraklığıyla görebilmek için vasıtasız vuslata ihtiyaç vardı. Ortamın bu kadar yumuşaması, elbette herkesin işine gelmiyordu. Arayı kızıştırmak isteyenler de vardı ortada. Daha oracıkta Sa'd'ın damanna dokunacak sözler sarf edilmeye başlandı. Sözde iş, çığınndan çıkıyordu ve olanlara mutlaka müdahale edilmeli, 'dur' denilmeliydi. Sa' d, kavmin efendisiydi. Böyle bir kargaşaya müsaade edemezdi. Sinirden damarlan şişmiş, patlayacak gibi olmuştu. Üseyd'e de çok kızmıştı. Onu, meseleyi kökünden halletmesi için göndermişti; ama o teslim olup geri dönüyor; bir de gelmiş; dinlediklerinin güzelliğinden bahsediyordu. Problemi kendisi çözmeliydi. Mızrağını aldı ve doğruca Mus'ab'ın yanına gitti. Burnundan soluyordu. O kadar kızgındı ki, sözünü esirgemeden ağzına geleni söylüyordu. Önce Mus'ab'ı aralanna getiren teyzeoğlu Es'ad'a çıkıştı: - Aramızda akrabalık olmasaydı elimden kurtulamazdın, diyordu. Mus'ab'a da tehditler yağdırıp etrafına haykırdı bir müddet. Tufanlar kopan dünyasında dalgalar durulacak gibi değildi. Muş'ab'ın tavnnda ise, hiçbir değişiklik yoktu ... Yine aynı olgunluğu sergiliyordu. Zira, ölümün telaşında değildi ol., Kendisini öldürmeye gelenlere bile hayat vermenin fırsatını yakalamaya çalışıyordu: Akabe Beyatları - Ne olur bir dinle! Şayet hoşuna giderse kabul edersin. Hoşlanmazsan, işte o zaman istediğini yaparsın, dedi aynı tatlı1ıkla. Doğru ya, değişen bir şeyolmayacaktı. Karar, yine Sa' d'ın kendisine aitti: - Haklısın, dedi. Zira istemediği bir şeyi, ona zorla kabul ettirecek insan henüz dünyaya gelmemişti. Mızrağını bir kenara bırakıp oturdu O da ve Mus'ab'ı dinlemeye başladı. Daha Mus'ab'ın 'besmele'sine vurulmuş, sözün başında çarpılmıştı! Yüzünde, nur üstüne nur doğuyordu. Söz bitip nihayete ermeden o da Üseyd gibi sormaya başlamıştı: - Bu dine girip teslim olmak istediğiniz zaman ne yapıyorsunuz? Aynı şeyleri ona da anlattı Musab: Gusül, temizlik, kelime-i tevhid ve namaz!.. İşte hakperestlik buydu. Her şeyortadaydı ve doğruyu bulduğu yerde almak, onun için de ayrı bir meziyetti. Zira küfrün mazeret üretecek bir mantığı yoktu ... Kalmamıştı, olamazdı da!.. Artık o da, Mus'ab'ın dizinin dibinde, kavminin kalbini çözecek anahtan arama peşine düşecekti. O da, kavminin arasına dönerken gittiği gibi gelmiyordu ... çoktan anlamışlardı halinil.. Ardından aynı telaşı o da yaşamaya başlamıştı. O güne kadar farkına varamadıklan bir kıymeti bulmuşlardı ya, paylaşmalan gerekiyordu onu bütün pınıdıklanyla! .. Meraklı bakışlara bir şeyler denilmeliydi. Kabilesinden bir tek fire bile vermeye niyeti yoktu. Önce sordu onlara: - Beni aranızda nasıl bilirsiniz? . Hep bir ağızdan tezkiye ediyorlardı. Konumunu, yeni tanıştığı iman adına bir krediye çevirecekti Sa'd. Kaynaktan aldıklarını paylaştı onlarla ve ardından imana davet etti oradakileri, her şeyini koydu ortaya ve arkasından ekledi: - Şayet Allah ve Resülü'ne inanmazsanız, kadın-erkek hepinizle konuşmak bana haram olsun. Üseyd gibi, Sa'd gibi en öndekiler kabullenir de arkadakiler geri durur muydu hiç? Zaten Medine ehli birbirine bakıyordu. Bugüne kadar önlerinde rehberlik yapanlar gidip teslim olmuşlarsa, onlara da arkada kalmak yakışmazdı: - Haydi gidelim Mus'ab'a ... Biz de teslim olalım, sesleri yükseliyordu artık Medine'de!453 Medine çok bereketliydi. Her günleri bugünkü gibi semereli bir hal almıştı. Mus'ab'm haberi ışık hızıyla yayılıyordu. Kısa süre içinde, birkaç kabile dışında Medine'de, içinde Müslüman olmayan ev kalmamıştı. Teker teker ziyaretlere gidiyor ve gönlünün zenginliklerini onlarla paylaşıp insanlan 'Etısôr' olmaya hazırlıyordu. Bir, iki derken Medine hızla medeni bir havaya bürünmüştü. Nur, artık Medine'nin dışına da taşmaya başlamıştı. Etraftaki kabilelere de gidiyor ve onlara da aynı güzellikleri taşıyordu. Zira, Efendiler Efendisi de aynısını yapmış, bir taraftan Mekke'ye hitap ederken diğer yandan da etraftaki kabilelere açılıp onlara da İslam'ı anlatmayı ihmal etmemişti. O'nu temsil eden Hz. Mus'ab da farklı davranmamalıydı ve zaten o da bunu yapıyordu. Allah Resülü'ne mektup yazdı bir gün Mus'ab ... Ortada bir talep vardı ve nasıl davranması gerektiğini soruyordu. Cevabında Efendimiz, 'Cuma'yı tarif etmişti ve onlar da, Sa'd İbn Hayseme'nin hanesinde bir araya gelip ilk defa cuma namazı kılacaklardı. Medine' de kılınan ilk Cuma idi bu. Resı1l-ü Kibriya Hazretlerine Akabe'de söz vermelerinin üzerinden yaklaşık bir yıl geçmişti. Bir araya geldiklerinde artık kalabalık bir cemaat oluşturuyorlardı. Gelişmeler gü- 453 Bkz. İbn Hişam, Sire, 2/283 vd. zeldi; ama firakın acısı dayanılacak gibi değildi. Resülullah'ırı Mekke'de çektiklerini de biliyorlar ve: - Mekke dağlan arasında daha ne kadar zulüm içinde bırakacak, ne zamana kadar sıkıntı çekmesine göz yumacağız, diyorlardı. Halbuki Medine.daha münis, daha candan ve kucaklayıcı idi. Böyle olmuyordu; ne yapıp edip yollar birleşmeli ve bu aynlığa artık bir nokta konulmalıydı. Bunun için ortada iki alternatifvardı; ya kendileri de gidip Mekke'de O'na cemaat olacaklar ya da O'nu Medine'ye davet edip başlanna taç yapacaklardı. Her ikisi de, kendi içinde birçok sıkıntıyı banndınyordu. Ancak, her türlü sıkıntı göz önüne alınarak konuya bir açıklık getirilmeli ve mutlaka bu aynlığa bir son verilmeliydi. |