๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Efendimiz => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 02 Mayıs 2011, 16:04:42



Konu Başlığı: Medine anlaşması
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 02 Mayıs 2011, 16:04:42
Medine Anlaşması

Yeni gelinen hicret yurdunda problemler teker teker ele alınıyor ve birer birer çözüme kavuşturuluyordu. Çözüme ka­vuşturulması gereken bir konu da, Medine'nin nüfus yapısı, et­nik dağılımı ve din farklılıkları göz önünde bulundurularak, bu farklı unsurlarla birlikte müşterek bir hayat sürebilmenin şart­lannı oluşturmaktı. Zira, o gün için on bin civannda bir nüfusa sahip olan Medine'de, bin beş yüz kadar Müslüman nüfusun yanında, dört bin civannda Yahudi, dört bin beş yüz kadar da Arap müşrik bulunmaktaydı. Öyleyse, bu farklı unsurlar ara­sındaki ortak paydalar öne çıkanImalı ve Medine şehri, asgari müşterekler üzerinde ittifak edilerek müşterek paylaşılmalıydı.

Aynı zamanda Medine buna, şiddetle ihtiyaç duyuyordu; zira, yüzyıllarca devam edegelen savaşlarlass- sosyal bağlar zedelenmiş, yeni atkılarla toplumun yeniden örgülenmesine olan ihtiyaç, diğer yerlere nispetle daha belirgin bir şekilde açığa çıkmaktaydı.

Farklı unsurların birbirleriyle savaşlan olduğu gibi aynı unsurlar da kendi aralannda banşık değildi; Evs ve Hazreç arasında kavgalar yaşandığı gibi Yahudi kabileleri olan Beni Kaynuka, Beni Nadr ve Beni Kurayza arasında da benzeri problemler kendini gösteriyor ve sosyal hayat, tam bir güven­sizlik içinde yürüyordu.

Bu karmaşık ortam, bazen olmadık ittifaklar doğurabili­yor; mesela, Evs kabilesiyle, Beni Nadr ve Beni Kurayza ka­bileleri bir araya gelip Beni Kaynuka'ya karşı birleşebiliyor; aynı şekilde, Hazreçliler de, Beni Nadr ve Beni Kaynukalılara karşılık Beni Kurayza ile ittifak kurabiliyorlardı.

Medine' de görülemeyen bu bütünlük, şehrin yapısında da

592 Evs ve Hazreç arasında cereyan eden Buas Savaşlannın, yüz yirmi yıl devam ettiği bilinmektedir. Halbuki bu iki kabile, Benü Kayle kökeninde birleşiyor ve temelde birbirleriyle akraba oluyordu.

kendisini hissettirmişti; her bir kabile, kendi güvenliğini sağ­layabilmek için kendine mahsus surlar inşa etmişti ve ancak bu şekilde kendisini güvende hissedebiliyordu. Bunun için Medine' de o gün, tam on üç muhkem sur vardı.

Bu kadar problemin bir araya gelmesi, güven ortamını ortadan kaldırmış ve şehirde ticari hayat durma noktasına gelmişti. Bu durum, dışandan gelen tüccarlan da endişelen­diriyor ve mecbur kalmadıkça Medine'ye uğramıyorlardı.

Hatta denilebilir ki, Medine'de yaşayan unsurlar, bık­kınlık veren bu savaşlara son verip de kendilerini bir masa etrafında buluşturacak harici bir gücün gelmesini arzu eder olmuşlardı. İşte bu beklenti, Efendimiz için iyi bir zemin oluş­turuyordu. Bunu ifade ederken Hz . .Aişe validemiz de, benzeri olaylara dikkat çekecek ve hicret öncesinde Medine'de yaşa­nan kaos ortamının, Efendimiz'in gelişine zemin hazırladığını ifade edecekti.593 Ve Allah Resülü (sallallahu aleylıi ve sellem) de, iyi okuduğu bu zemini değerlendirecek; Medine'de ahenk ve uyumu temin adına taraftan bir araya getirerek asgari müşte­reklerde bir anlaşma gerçekleştirecekti.

Bunun için de, öncelikle Medine şehrinin sınırlannı tes­pit ettirdi; artık bu sınırlar içinde kalan bölge 'harem' olarak anılacaktı.

Bunun ardından Medine'de, ilk defa bir nüfus sayımı ger­çekleştirildi. Medine, yeniden yapılanıyordu.

Elbette bu yapılanmadan herkes memnun değildi; bilhassa müşrikAraplar, olabildiğince tedirginlik yaşıyor ve Mekke' deki müşriklerin, M uhacir ve Ensar'ı kolladıklan için kendilerine de zarar vereceklerini düşünüyorlardı. Zaten Mekkelilerin, yakın zamanda Medine'ye bir sefer düzenleyeceklerine ve ellerinden kaçırdıklan Müslümanlan burada kıstınp bozguna uğratacak­lanna dair haberler de duyulmaya başlanmşıtı.

593 Bkz. Buhari, Sahih, 3/1377 (3566)

Efendimiz'in tavrı ise, bütün bu endişeleri ortadan kal­dırmaya matuftu; Mekke'de olduğu gibi, "Sizin dininiz size, bizim dinimiz de bize." anlayışını hakim kılmaya çalışıyor ve kavga etmeden de Medine'yi müşterek paylaşabileceklerinin örneklerini ortaya koyuyordu. Buna göre herkes; dili, dini, ırkı ve milliyeti ne olursa olsun, karşı tarafın inanç ve anla­yışlarına saygılı olduğu sürece aynı havayı teneffüs edebilecek ve Medine'de, problemsiz bir hoşgörü ortamı kendiliğinden oluşacak; ne kimse din değiştirmek için zorda kalacak ne de dini anlayışını yaşarken baskı altında bırakılacaktı. Aynı za­manda bu, kendi düşüncesini özgürce ifade hürriyetini de içe­riyor ve düşüncesi ne olursa olsun, anlayışını tebliğ hakkım da beraberinde getiriyordu. Demek ki, kendilerine arz edilen mesele, hakimiyet değil; katılımı esas alan bir paylaşımı ön­görüyordu.

Daha, Medine'ye geldiğinden bu yana sayılı günler geç­mesine rağmen Efendiler Efendisi'nin güven ve huzur ortamı kendini hissettirmişti ve bütün taraflarıyla Medine sakinleri, aralannda çıkması muhtemel anlaşmazlıklarda, konuyu çözü­me kavuşturma mercii olarak Efendimiz'e müracaat edilmesi gerektiğini müşterek bir talep olarak ortaya koyuyordu.