Konu Başlığı: Kahramanlar geçidi ve yeniden toparlanma Gönderen: Safiye Gül üzerinde 29 Nisan 2011, 12:11:26 Kahramanlar Geçidi ve Yeniden Toparlanma Efendimiz'in öldüğü şayiasının çıktığı andan itibaren Uhud, O'nun dizinin dibinde yetişenlerin kahramanlıklarını sergileyecekleri bir alan haline dönüşüvermişti. Abdullah İbn Cahş ile Sa' d İbn Ebi Vakkas'ın ölümüne dua yanşına girdikleri bu demlerde Hayseme İbn Hayseme gibi daha nice yiğitler ölüme koşuyor, Hanzala İbn Ebi .Amir misali fütüvvet ruhlu insanların zifafa gidercesine şehadete uzandıklan bu akıl almaz badirede Amr İbn Cemüh gibi insanlar cennette reftare yürüyüşe çıkarcasına ön saflara doğru hücum ediyorlardı. Amr İbn Sabit gibi daha o gün gelip çok az bir gayretle ebedi kurtuluşun reçetesine ulaşanlara sahne oluyordu Uhud. Huseyl ve Sabit İbn Vakş gibi Medine'de ölümü beklemektense Uhud'a gidip son demde ebedi gençliğe talip olan pir-i fanilerin koşuştur- masına şahit oluyordu dağ taş. Bir kahramanlar geçidi vardı er meydanında ve aynı zamanda o gün Uhud, Nesibe Binti Malik'in aslanlar gibi kükreyip Efendimiz'i müdafaa yarışına giriştiğine, kadın erkek ashab arasından daha nice meçhul kahramanın da çıkıp Mekke ordusunun yüreğine korku saldığına şahitlik ediyordu. Neyse ki bu durum çok uzun sürmeyecekti; O'nun yeniden ashabı arasında olduğuna şahit olan Kays İbn Muharris'in125 kararan dünyası bir anda değişivermişti. Onun için bu ayrı bir moralolmuş ve kendisini yeniden düşman saflarının arasına bırakmıştı; artık ölse de gam yemezdi. Artık o, önünde durulmaz bir küheylandı. Önüne çıkanın kellesini alıyordu. Nihayet onu, uzaktan attıkları bir mızrakla durdurabileceklerdi. Çok geçmeden Uhud meydanında Hubôb İbn Münzir'in gür sesi duyulacaktı; insanları yeniden toparlanmaya çağırıyordu. Bu çağrının geldiği mekan yeniden toparlanmanın adresi olmuş ve Uhud'dan yükselen bu ses de, adeta Hakk'ın sesini ali kılmanın yeni hamlesi haline gelmişti. Mü'minlere yeniden hayat veren bir müjdeydi bu aynı zamanda ve bu sözü duyan herkes, bunu diğer arkadaşlarına da duyurmanın gayreti içine girmişti. Abbas İbn Ubôde, Harice İbn Zeyd ve Evs İbn Erkam'ın dilinde bu pelesenk haline gelmişti ve sürekli tekrar ediyorlardı. Şöyle diyordu Abbas İbn Ubade: - Ey Müslüman cemaati! Haydi, Allah'a ve Nebi'nize koşup gelin! Sizin başınıza gelen musibet elbette Nebi'nize de isabet etmiştir. Ancak O size, sabır kuvvetine istinad edip mukavemet gösterdiğiniz sürece nusret vadediyor. Hz. Abbas bir taraftan bunları söylerken diğer yandan da üzerindeki zırhını çıkarıp miğferini bir kenara atıyordu. Derken, yanındaki Hz. Harice İbn Zeyd'e döndü ve: - Bunlara senin ihtiyacın var mı, diye sordu. Anlaşılan birbirlerini çok iyi tanıyorlardı ve daha soruyu duyar duymaz Harice de ona: - Hayır, diye mukabelede bulundu. Ardından da, dünyayı istihkar eden bir mii'minin neler yapabileceğini gösteren niyetini şu cümlelerle ilan etti: 125 Bu sahabinin, Kays İbnü'l-Haris olduğu da söylenmektedir. - Ben de senin düşündüğünü düşünüyorum! Artık üçü de düşman saflarının içine dalmış kıyasıya savaşıyorlardı. Bir aralık Abbas İbn Ubade'nin şunları söylediği duyuldu: - Neler olup bittiğini gören bu gözler bizdeyken, Resülullah'a bir zarar gelirse yarın Rabbimizin huzurunda bizim elimizde hangi mazeret olabilir? Bir taraftan kılıç sallayan Hz. Harice yine mukabelede bulunuyordu: - Rabbimiz katında o zaman, ne bir delilirniz ne de bir özrümüz olabilir! Resul-ii Kibriya'yı sağ salim gören herkes derin bir nefes alıyor ve o ana kadar yaşanan sıkıntıları bütünüyle unutup sevince gark oluyordu. Belli ki artık Uhud'da yeni bir maya tutmuş ve Resülullah'ın etrafında yeniden bir toparlanma yaşanmaya başlanmıştı. Moraller yeniden yerine gelmişti ve dünyayı ayaklar altına alıp da istihkar edenlerin omuzlarında yeni bir zafer daha kazanmanın temelleri atılıyordu. Bedir sonrasında esir alınan Übeyy İbn Halej, savaş sonrasında fidye verip de esaretten kurtulurken kendi kendine ahdetmiş ve Mekke'ye döner dönmez en iyisinden bir at alıp en kaliteli yemlerle onu besleyeceğine dair sözler vermişti. Gerçekten dediğini de yapmış ve Resülullah'ı öldürme planlarıyla yatıp kalkarak Uhud'a hazırlanmıştı. Onun bu niyetini Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) de biliyordu ve Uhud eteklerine çekildiği bu sıralarda ashabına şöyle dedi: - Ben, Übeyy İbn Halefin arkadan saldıracağından endişe ediyorum; şayet onun geldiğini görürseniz mutlaka Bana haber verin! Gerçekten de çok geçmeden Übeyy, yanında bir grup adamla birlikte ve demir zırhları içinde atına binmiş olarak arkada beliriverdi: - Muhammed nerede? Bugün O kurtulacaksa ben yaşamayayım, diyor ve açıktan meydan okuyordu. Ashabdan biri hemen ileri atılıp onun hakkından gelmek istedi; ancak buna güç yetirmeye takati yetmemişti. Onun arkasından başkaları da gitmek isteyince Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem): - Bırakın onu! Yolunu açın da gelsin, buyurdu. Hayasız bir adamdı ve ağzını da bozarak Efendimiz'i yalanla itham ediyor ve sözde, savaş meydanından kaçtığını söylüyordu. Haddini çoktan aşmıştı; bizzat mübaşeret etmek gerekiyordu ve Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) de, Hôris İbn Szmme'nin elindeki mızrağı alarak ona karşılık vermek istedi. Efendimiz'in bütün heybetiyle üzerlerine geldiğini gören Übeyy'in yanındakiler, çoktan sağa-sola kaçışmaya başlamışlardı! Her işi zirvede temsil eden Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem), belli ki iş başa düşünce savaşın hakkını vermenin en zirve örneğini ortaya koyacaktı. Bir mızrak darbesi yetmişti; atından düşen Übeyy, daha ne olduğunu anlamadan yerde yuvarlanmaya başlamış, feryad ü figanı basmıştı: - ValIahi de beni Muhammed öldürdü, diye bağırıyordu. Resülullah'ın bir darbesi, Übeyy'in ödünü koparmış, yıllar öncesinde Mekke'de duyduğu sözler aklında şimşeklerin çakmasına sebep olmuştu. Halini ayıplayıp da bu kadar bir hamleyle pes edip geri durmasını ayıplayanlara karşılık şöyle diyordu: - Lat ve Uzza'ya yemin olsun ki benim başıma gelen bu hadise Zü'l-Mecaz ehlinin tamamına bile isabet etmiş olsaydı, mutlaka onların hepsini de öldürmeye yeterdi! Çünkü O Mekke'de iken bana, "Seni Ben öldüreceğim." demişti. ValIahi de O, şayet benim üzerime tükürse bile mutlaka beni öldürür! Haksız da sayılmazdı; zira müşrik ordusuyla birlikte geri dönerken Serif denilen yerde Übeyy ruhunu teslim edecek ve bir daha Mekke'ye dönmek ona nasip olmayacaktı. Efendimiz'i öldürme rüyaları gören bir diğer müşrik de Osman İbn Abdullah idi. O da Bedir esirleri arasındaydı ve fidye verip de Mekke'ye dönünce, Mekke'nin en iyi bineğini bu iş için hazırlamış ve tam tekmil zırhları içinde Resülullah'ı öldürmek için fırsat kollamaya başlamıştı. Şimdi bu fırsatı yakaladığını düşünüyordu. Übeyy gibi o da: - Şayet bugün Sen kurtulursan bana yaşamak haram olsun, diyor ve atını mahmuzlamış Resülullah'ın üzerine doğru geliyordu. Osman'ın karşısına da Allah Resülii (sallallahu aleyhi ve sellem) dikilecekti. Herkes, bu gelişin sonunu merak ediyordu. Atıyla birlikte doludizgin gelen Osman, hiç beklenmedik bir anda gözden kayboluverdi. Herkes şaşırmıştı; sanki yer yarılmış da Osman içine girmişti. Meğer Osman'ın atı bir çukura düşmüştü. Bunu gören Hôris İbn Sımme, kılıcını kaptığı gibi Osman'ın karşısına dikildi ve bir müddet çarpıştıktan sonra da Osman'ın işini bitiriverdi. Onun da yıkılışını haber alan Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), hamd makamında şunları söyleyecekti: - Onun şerrini de bertaraf eden Allah'a hamd olsun! Sa'd İbn Ebi Vakkas'a seslenen Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem): - Onları geri çevir, diyerek az da olsa Uhud'un eteklerine doğru tırmanarak üzerlerine gelmek isteyen müşriklere karşı onun ok atmasını söylüyordu. Bunun üzerine önce Hz. Sa' d: - Tek başıma onları nasıl geri çevirebilirim ki, diyecekti. Hatta bu sözünü üç kere tekrarladı; zahir itibarıyla bir insanın üstesinden gelemeyeceği büyüklükte bir güç vardı karşısında. Ancak bunu söyleyen Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) olunca iş değişirdi. Hemen sadağına yöneldi ve eline aldığı bir oku yayına koyarak hedeflediği bir müşrikin üstüne doğru attı. Ok hedeflenen noktaya tam isabet kaydetmiş ve adam oracıkta düşüp ölüvermişti! Arkasından bir diğerini fırlattı; o da isabet etmiş ve bir müşriki de o ok öldürmüştü. Üçüncüsünü de atıp bir adamı daha yere devirince, Allah Resülünün bulunduğu yere doğru gelmek isteyenler bu manzaradan ürkmüş ve geri çekilmek zorunda kalmışlardı. Demek ki geri durmamak, yaşanılan olumsuzluklar karşısında yılmadan daima iman ve azimle hamle üstüne hamle yapmak gerekiyordu. Zaten gelen ayette Cenab-ı Mevla, bu durumu nazara verecek ve şunları söyleyecekti: - Sakın yılmayın, üzüntüye kapılmayın, eğer iman ediyorsanız mutlaka üstün gelirsiniz. Şayet siz yara aldı iseniz, karşınızdaki düşman topluluğu da benzeri bir yara aldı. İşte Biz, Allah'ın gerçek mürninleri meydana çıkarması, sizden şehitler edinmesi, miiminleri tertemiz yapıp kafirleri imha etmesi için, zafer günlerini insanlar arasında nöbetleşe döndürür dururuz. Allah zalimleri sevrnez.F" Demek ki, hakiki manada imanı elde eden mii'min, dünya bomba olup patlasa bile endişeye kapılmaz ve yapılması gerekenler konusunda asla geri durmazdı, durmamalıydı. Mii'min olanın hedefi hep ilerisi olmalıydı. Elde iman gibi bir hakikat var iken başkalarının yaptıkları karşısında endişeye kapılmak hiçbir mü'mine yakışmazdı. Çünkü o, Allah rızası gibi yüce bir gaye ile ve O'nun dinini yüceltmek için mücadele veriyordu. Karşı cephede yerini alanlar ise şeytan yolunda savaşıyordu. Kendi benliklerini konuşturarak dünya menfaati adına şahsi çıkar peşinde idiler. Demek ki gerçek mü'rnin, ancak böylesine çetin imtihanlardan geçerken belli olurdu. Rıza mertebesini hedefleyip de yoluna devam ederken mü'minin önüne çıkması muhtemel bu türlü engeller, aynı zamanda onun temizlenip arınmasını netice verir ve dünyada adım atıp yürürken Allah'ı hatırlatan beliğ birer lisan haline getirirdi. Anlaşılan, Uhud günündeki bu gidiş geliş de, böyle bir faydayı temin içindi. Daha sonraki zafer günlerinde ayakların yere daha sağlam basabilmesi için bugün, mutlak bir zaferin arkasından geçici de olsa bir sarsılma yaşanmış ve gelecek günlerde daha büyüklerinin yaşanmamısı için Allah (celle celaluhü), ashab-ı kirarn arasından bazılarını şehit olarak huzuruna almıştı. Meselenin dikkat çekici bir tarafı da, gelecekte huzura gelip de teslim olacak olan Ebu Süfyan, Halid İbn Velid ve İkrime İbn Ebi Cehil gibi istikbalin sahabilerine, Allah'ın Uhud'da avans veriyor olmasıydı. Zira bunlar bugün, Mekke ordusunun en üst komuta kademesini oluşturuyordu. Böylelikle onların, onurlarını kırmıyor ve mağlubiyet psikolojisi altında ürettikleri komplikasyonlarla geleceklerini karartmalarına da müsaade etmiyordu. |