Konu Başlığı: İki kervanın şehadeti Gönderen: Safiye Gül üzerinde 04 Mayıs 2011, 16:04:13 İki Kervanın Şehadeti Halbuki Allah, her şeye kadirdi ve risaletle görevlendirdiği en sevgili kuluna böyle bir yolculuk yaşatarak, hem bu kudretini insanlara da gösteriyor hem de iç içe geçmiş alernlerin arasında aslında çok ince bir perdenin olduğunu ortaya koyuyordu. O istedikten sonra, olmayacak hiçbir mesele yoktu ve Allah (celle celaluhü), alernlere rahmet olarak gönderdiği Son Nebi'sini, bütün olumsuzluklara rağmen muzaffer kılmak istiyordu. Böylelikle hem Nebi'sine, önceki hiçbir peygambere nasip olmayan nice turfanda ve doyumsuz haz yaşatmış hem de ümmeti için O'nun, Hakk katındaki konumunu anlatmış oluyordu. - Peki, bunun alameti ne ey Muhammed, diye sordular. "Bugüne kadar biz böyle bir şeyle hiç karşılaşmadık." diyorlardı. Gerçi bu, bir ikram-ı ilahi idi ve meseleyi bütünüyle kavrayabilmek için güçlü bir iman lazımdı; Allah'a olan itimat ve güven tam olmadan bu anlaşılamazdı. Ancak, gördüğünün dışında bir başka meseleye şüphe ve kuşkuyla bakan kimselerin, anlayacaklan dilden de konuşmak gerekiyordu. Bunun için Allah Res-mü (sallalIalıu aleyhi ve sellem): - Bunun alameti, falan kabilenin filan vadideki kervanıdır, buyurdu. Arkasından da şu aynntıyı anlattı onlara: - Beni görünce kervandaki devenin birisi ürktü ve kervanı terk ederek kaçmaya başladı; ben de, gittiği yeri onlara göstererek develerini bulma konusunda yardımcı oldum. Yönüm, Şam cihetine idi ve sonra döndüm, Dacinan tarafına yöneldim. Burada, filanlara ait başka bir kervana rastladım; mola vermiş uyuyorlardı. Hatta, üzerini bir bezle örtlükleri kırbalanndan SU içtim ve yeniden üstünü kapatarak olduğu yere koydum. Bunun ispatı da, o kervan. Şu anda Tenım'deki Beudô. denilen yerden Mekke'ye şu an girmek üzere; en önde de boz bir deve var. Devenin üzerinde ise, birisi siyah diğeri de alaca iki çuval var. Gerçekten de bunlar, şaşılacak şeylerdi! Bu kadar detay, göz alıcı ve bakış bulandıncı bu kadar sırlarla dolu bir yolculukta nasıl fark edilir ve unutulmadan gelinip muhataplanna anlatılabilirdi? Acaba, gerçekten bütün bunlar doğru muydu? Yok, yok. .. Bu kadar da olamazdı! Bu sefer Muhammedü'lEmin'in anlattıklan, kesinlikle doğru çıkmayacak ve mahcup olacaktı. Kendileri ise, büyük bir fırsat yakalamış ve Muhammed'in anlattıklanna bir daha muhatap olmamak üzere bu defteri kapatacaklardı! Heyecanla tarifi verilen yere yönelip beklerneye durdular; acaba, Beyda tepesinden ilk gelen devenin rengi ne olacaktı ve üzerindeki yük de gerçekten Muharnmedü'l-Emin'in anlattığı gibi miydi? Çok geçmeden Ten'im'deki bu tepenin üzerinde, yavaş yavaş bir kervan beliriverdi; en önde ise, gerçekten anlatıldığı gibi boz bir deve vardı. Büyük bir şaşkınlık yaşıyorlardı. Ancak, henüz pes etmiş değillerdi; çünkü, bu bir raslantı olabilirdi. Onun için, kervanın yaklaşmasını beklediler. Devenin üzerindeki yükle çuvallann rengini de görmek istiyorlardı. Aman Allah'ıml Gerçekten de, en öndeki boz devenin üzerinde iki tane çuval vardı ve bunlardan birisinin rengi siyah, diğerinin rengi ise de alaca idi. Mekkeliler, büyük bir bozgun yaşıyorlardı! Ancak, yine de pes etme niyetinde değillerdi; ikinci bir kervandan daha bahsedilmişti ve Muhammedü'l-Emin'in anlattıklanna inanabilmeleri için bunu da test etmeleri gerekiyordu. Hemen Mekke'ye inip kervanı bularak, yabancı bir bineğin hızından ürküp de kaçan devenin halini ve su kırbasının akıbetini sordular: - Gerçekten de doğru; biz yolda giderken bir aralık, devenin birisi ürktü ve kervandan aynlarak uzaklaşıp gözden kayboldu. Sonra da, devemizin olduğu yeri haber veren bu adamın sesini duyduk ve devemizi bulup bağladık. Su kırbasına gelince onu, uyumadan önce ağzını kapatıp koymuştuk; uyandığımızda suyundan içmek istedik. Ancak, üzeri açılmadığı halde kırbamn içinde su yoktu; gerçekten buna bir anlam veremedik, diyorlardı. 447 Kureyşlilerin Meseld-i Aksi'yı Tarif Talepleri Kureyş adına, tutunulabilecek en küçük bir dal kalmamıştı; bir ümit deyip üzerine gittikleri kapılar teker teker yüzlerine kapanmış ve kabulle inkar arasında bir tercih yapmak zorunda kalmışlardı. Bu tercihi yapmamak için makül bahaneler bulmalan gerekiyordu. Çünkü, zaten kabullenmek istemiyorlardı; bu kadar açık emareler varken inkar etmek de makül değildi. Onun için aralanndan birisi ileri atıldı: - Mescid-i Aksa'ya gittiğini söylüyorsun; madem onu bize bir anlatıversen! Mescidin kaç kapısı, ne kadar penceresi var, deyiverdi. Rahat bir nefes almışlardı. Evet ya, madem gittiğini söylüyordu, öyleyse pencere ve kapılanm da anlatmalıydı. Kendilerince haklıydı; zira maneviyata kapalı kalpleri maddenin ötesindeki bir delile itibar etmiyordu. Ancak Efendiler Efendisi, işin mekan boyutunu nazara alan bir seyahat yapmamıştı; onun için de pencere ve kapılanyla ilgili istatistiki herhangi bir bilgiye sahip değildi. Her türlü delili gördükleri halde bir türlü inanmayan ve hala yeni yeni deliller talep edip zorluk çıkarma peşinde koşan bu inatçı insanların tavn karşısında büyük bir sıkıntı yaşamaya başlamış, mahz-ı küfür kokantavırlanndan da oldukça bunalmıştı. 447 Bkz. İbn Hişam, Sire, 2/248, 249 Ancak, O'nun Rabb-i Rahim'i vardı ve böyle bir durumda da imdadına koşacak ve Mescid-i Aksa'yı getirip karşısına dikiverecekti. Sanki Kabe'ye dev bir ekran kurulmuş ve Mescid-i Aksa'nın her bir köşesi de bu ekrana yansıtılıvermişti. O kadar ki Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), müşriklerin sorduklan her bir soruya Mescid-i Aksa'ya bakarak cevap veriyor ve böylelikle gelebilecek bütün itiraz noktalannı kapatmış oluyordu.ss" Küfrün kin ve nefretini zirveye çıkaran bir manzaraydı bu ... Tam, şimdi işini bitirdik, dedikleri yerde Efendimiz hiç ihtimal vermedikleri bir hamle yapıyor ve yine müşrikler işin en gerisinde kalıveriyorlardı! Zaten imana niyetleri yoktu; bütün bunlan, bir açığını çıkarır da önünü kesebilir miyiz diye yapıyor ve akla gelmedik entrikalarla etrafındaki insanlan uzaklaştırmanın planlannı kuruyorlardı. Bu sırada, Ebu Cehil'in yolu da Kabe'den geçiyordu. Kalabalığı görünce o da yaklaştı; kendince bir laf daha sokuşturacak ve Allah'ın Resülü ile alayedecekti. Yaklaştı ve alayvari bir eda ile: - Bu gece yine ne var? Yeni bir şey mi var, diye sordu. Efendiler Efendisi, yüzünü ona doğru çevirdi ve olanca vakanyla: - Evet, dedi önce ve arkasından ilave etti: - Allah (celle celaluhü) Beni, gecenin bir anında Beyt-i Mak- dis'e götürdü. Ebu Cehil'in de kafası kanşmıştı ve: - Sonra da aramıza geri geldin, öyle mi, diye tepkisini dile getirdi. Zira onlar bu yolculuğu, aylar süren yorucu ve meşakkatli seferler sonucu yapabiliyorlardı. Efendimiz (sallallalıu aleyhi ve sellern), tereddütsüz cevap verdi: - Evet, hem de, diğer peygamber kardeşlerimle namaz kıldım. 448 İbn Sa'd, Tabakat. 1/215 Duyduklan karşısında önce, sevinçten bir çığlık kopardı Ebu Cehil. Onun için bu, bulunmaz bir fırsattı. Kendince bu işin sonu gelmişti. Alttan alan bir ses tonuyla Efendimiz' e yöneldi ve: - Kavmini toplasam, bana anlattıklannı onlara da anlatır mısın, dedi. Bunda gizlenecek bir durum yoktu ki!.. Zaten, anlatıyordu; zira, Allah'ın lutfettiği bir ikrarnı, insanlara anlatmamak olmazdı. Bunun için: - Evet, dedi. Bu garantiyi de almıştı ya, Ebu Cehil'in keyfine diyecek yoktu. İnsanlan toplamak için avazı çıktığı kadar bağınyordu: - Ey Ka'boğullarıl Hemen buraya gelin! |