๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Efendimiz => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 06 Mayıs 2011, 11:44:16



Konu Başlığı: Hz Ömer in gelişi ve İbn Erkam ın evinden çıkışı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 06 Mayıs 2011, 11:44:16
HZ. ÖMER'İN GELİŞİ VE İBN ERKAM'IN EVİNDEN ÇIKIŞ

~

Bir Çarşamba akşamıydı. Efendiler Efendisi, İbn Erkanı'ın evinde bir akşam ellerini kaldırmış; dua dua yalvanyordu. O kadar içten ve ısrarcıydı ki, bu durum yanındakilerin gözün­den kaçmadı. Kanncalanmış avuçlannı semaya kaldınp göz­lerini semaya dikmiş, içtenlikle şöyle dua ediyordu:

- Allah'ım! Şu, iki adamda dinini aziz kıl: Ömer İbn Hat­tab ve Amr İbn Hişam!347

Ömer İbn Hattab. sert yapılı bir adamdı; gözü pekti ve kimseden çekinmezdi. Bu tavır, adeta ona babasından kalan bir mirastı. Onun için eniştesiyle kız kardeşi, Müslüman ol­duklannı Ömer'den gizlemişlerdi, kimseye fark ettirmeden namaz kılıp Kur'an okuyor; gizliden gizliye de tebliğde bulu­nuyorlardı.

Aslına bakılırsa Hz. Ömer, gelişmeleri uzaktan izliyor; üzerindeki baskılan bir türlü atıp da Müslüman olamasa da, en azından bu dini tercih edenlerdeki fazileti görüp takdir edi­yordu. Bir akşam, Kabe'ye gelmiş ve orada geeelemeye karar vermişti. Bu sırada Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) buraya

347 Hakim, Müstedrek, 3/574 (6129)

geldi ve Kur'an okumaya başladı; Hakka suresini okuyordu. Hz. Ömer, ilk defa duyuyordu ve sözdeki cezbe çok hoşuna gitmişti. Etkisinden kurtulmak için bir kulp takması gereki­yordu ve tepki olarak Kureyş'in dediği gibi:

- Şair, deyiverdi. Ancak gelen ses devam ediyordu:

- Şüphesiz ki o, kerim bir elçi olan Cibril'in sözüdür; asla

bir şairin kavli değildir. İnanmamak için ne kadar da ayak di­retiyorsunuz!

Olacak şey değildi! Aklından geçirdiği yakıştırmaya he­men cevap gelmişti. Bu sefer:

- Kahin, diye geçiştirmeye çalıştı. Ses gelmeye devam ediyordu:

- O, bir kahin sözü de değil; siz ne kadar da az zikredi­yorsunuz! O, alemlerin Rabbi tarafından indirilen ulvi bir ke­lamdır.348

Bu şekilde Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), sureyi so­nuna kadar okumuş ve Ömer de bunu, büyük bir şaşkınlık ve merak içinde dinlemişti. O gece bir hayli ve uzun uzun dü­şündü. Zihnen gelgitler yaşıyordu. Ama bunlar, henüz Ömer'i harekete geçirip saf değiştirecek güçte değildi. Onun için er­tesi sabah, yeniden eski arkadaşlannın arasına dalmış, eski alışkanlıklanna geri dönmüştü.

Amr İbn Hişam (Ebu Cehil) ise, her fırsatta Allah Resü­lü'ne karşı çıkan ve din adına her gelişmeyi engelleme yanşı­na girişen ve bundan da haz duyan bir adamdı. Bugüne kadar Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern), onun da Müslüman olması için çok uğraşmış, ama ona bu, bir türlü nasip olmamıştı. De­falarca kapısına kadar gitmiş; fakat her defasında hakaretle karşılaşıp mübarek yüzünde tükürükle geri dönmüştü. Buna rağmen Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), Ebu Cehil'in pe­şini bırakmıyor ve bir de dualanna alarak, her şeye rağmen

348 Bkz. Hakka, 69/42

onun da kalbine iman koyması için Allah'a dua ediyordu. An­cak bu dua, Ömer için kabul görecek ve kaybeden Ebu Cehil olacaktı.

Efendimiz'in dua ettiği günün ertesi sabahında Ömer, Safa tepesine yönelmiş; İbn Erkam'ın evinde buluşan mü'minlere kötülük yapma niyetiyle yola düşmüş; kılıcı belinde, tam tek­mil yürüyordu. Yolda giderken karşısına, Müslüman olduğu halde imanını giZıeyen bir başka sahabe Nuaym İbn Abdullah çıkıverdi. Gördüğü manzara Nuaym'ı endişelendirmişti; zira Ömer, o kadar öfkeliydi ki, burnundan soluyordu. Ne yapıp edip onu yolundan çevirmeli ve böylelikle şerrinden emin ol­malıydı. Onun için:

- Nereye gidiyorsun ey Ömer, diye sordu.

- Şu Kureyş'in arasına iftirak salan, atalan ve ilahlan hak-

kında kötü sözler söyleyen ve onlan ayıplayan sabi Muham­med'i öldürmeye gidiyorum, cevabını verdi.

Zannında isabet etmişti; Ömer gerçekten çok kötü bir ni­yet taşıyor ve bu niyetini icra etmek için de yola koyulmuş, İbn Erkam'ın evine gidiyordu. Ne yapıp edip onu bu yolda çevir­.meliydi. Aklına ilk gelen şey, Ömer'in eniştesiyle kız kardeşi oldu.

- Vallahi de nefsin seni aldatmış ey Ömer! Abdimenafo­ğullannı kendi halinde bırakıp da gidiyor; Muhammed'i öl­dürmek için yol alıyorsun? Bari, kendi evine dön de, önce on­ların işini hallet!

Ömer, büyük bir şok geçirmişti. Olamazdı; onun haberi olmadan kendi ailesinden birisi gidip de Müslüman olamazdı! Onun için hemen sordu:

- Kendi evimde ne var ki? Yoksa? ..

Evet... Kendi ailesinden de bu tatlı su kaynağına uğra­yan ve o pınardan doya doya içmeye başlayanlar vardı. Ancak Ömer bunlardan habersizdi ve çabuk söylemesi için Nuaym'ı sıkıştınyordu. Nihayet Nuaym, en azından hedef değiştirmiş
ve bir müddetliğine de olsa zaman kazanmıştı. Şimdi ise, ger­çeği söylemek durumundaydı:

- Enişten ve amcaoğlun Said İbn Zeyd349 ile kız karde­şin Fatıma Binti Hattab. ValIahi onlar da Müslüman olup Muhammed'e tabi oldu, O'nun dinine girdiler; sen önce kendi meseleni hallet, dedi Ömer'e.

Ömer'in beyninde ardı ardına şimşekler çakmıştı. Nasıl olur da, haberi olmadan kendi hanesinden birileri gider ve bu akıntıya kapılabilirdi? Meseleye hemen müdahil olmalı ve el koymalıydı. Onun için, anında yön değiştirdi. Adeta uçarak gidiyordu. Ancak, bu seferki hedefi, Allah Resülü değil; eniş­tesiyle kız kardeşiydi.

Tam kapıya yaklaşmıştı ki, içeriden yürek yakan bir ses duydu. Kabe'de geçirdiği geceyi hatırlatan bir sesti bu. Her ne kadar bu sesin sahibi farklı olsa da, kaynağı aynıydı. Habbab İbn Erett'in sesiydi bu:

- Ta-ha. Biz Sana bu Kur'an'ı sana güçlük çekesin diye indirmedik. ..

Henüz farkında olmasa da koca Ömer erimeye başlamıştı.

Ancak o, bir anda teslim olacak gibi gözükmüyordu. Kendini toparlayıp şiddetle kapının tokmağını dövmeye başladı. Bir taraftan da gür sesiyle bağınyor, bir an önce kapıyı açmalarını istiyordu.

Ömer'in sesini kapıda duyan ev halkında büyük bir telaş başlamıştı. Zira niçin geldiği belli olmuştu. Evde kendileri­ne Kur'an öğreten Habbab'ı bir kenara gizlediler ilk olarak. Ardından da, ellerindeki Kur'an ayetlerini dizinin altına aldı kardeşi Fatıma. Evin hali, Ömer'in gelişine müsait hale gelir gelmez de kapıyı açtılar, ürpererek.

Ömer çok zeki bir insandı; kapının geç açılması da onu iyice işkillendirmişti. Hemen sordu:

349 Said İbn Zeyd, aynı zamanda Hz. Ömer'in amcaoğlu oluyordu.

- Biraz önce duyduğum o ses ne idi? "Sesfalan duymadzn Id" manasında: - Ne sesi duydun ki, demeye çalıştılar.

- Hayır, duydum, dedi ve ardından; hiddetle üzerlerine

yöneldi. Bir taraftan söyleniyor, diğer yandan da ateş püskü­rüyordu:

- Duydum ki, sizler de Muhammed'in dinine girmiş, O'na tabi olmuşsunuz, dedi ve hızını alamayıp eniştesi Said İbn Zeyd'e şiddetle vurdu. Kız kardeşi Fatıma, Ömer'e engel olmak isteyince bir darbe de ona indirdi. Ömer gibi birinin sillesine dayanmak zordu ve Hz. Fatıma, kanlar içinde kala­kalmıştı. Ancak bu, onun için yeni bir hamlenin başlangıcıydı. Zira, artık kaybedeceği bir şeyi kalmamıştı. Nasılolsa ağabeyi her şeyden haberdardı. Hem, Hz. Fatıma da aynı toprağın se­meresi, Hattab ailesinin bir kızıydı. Öyleyse hala gizlemenin bir anlamı olamazdı ve yiğitçe bir tavırla dikildi ağabeyinin karşısına:

- Evet, biz de Müslüman olduk! Ne var bunda! Allah ve Resülü'ne iman ettik biz. Haydi şimdi istediğini yap bakalım!

Ömer, üçüncü vurgununu yemişti. Normal şartlarda bir insanın kendisine böyle tavır takınmasının imkanı olamazdı. Hele bir kadın çıkacak ve Ömer'e karşı koyacakh! Nasılolu­yordu da kız kardeşi, Ömer'e cevap yetiştiriyor ve meydan okurcasına bir tavır sergileyebiliyordu? Ortalığı derin bir ses­sizlik bürümüştü. Uzun uzun kardeşinebaktı Ömer; kanlar içinde kalmıştı; ama duruşunda ayn bir asalet vardı. Yaralı aslan gibi bir duruşu vardı; her şeye rağmen onurunun peşin­deydi. Bakışlannda, hayatı istihkar vardı: "Öldürsen ne çıkar, biz, gerçek huzuru Muhammed'in yanında bulduk." mesaj­lan gizliydi. Belli ki bu vurgun, koca Ömer'i dize getirmişti. Demek ki bunun için, enişte ve kız kardeşin Ömer' den şiddet görmesi gerekiyordu. Anlaşılan kader, o güne kadar karşı cep­he adına kök söktüren bir gücü, enişte evinde eritrneyi takdir

buyurmuştu. Yaptıklanna bin pişman olmuştu. Ömer'deki de­ğişim, gün yüzüne çıkmak üzereydi; ses tonunu kontrol altına almış bir şekilde kız kardeşine seslendi:

- Ben buraya gelirken okuduğunuz şu sayfayı bana ver de, Muhammed'e gelen şey ne imiş bir bakayım.

Onlar da şaşırmışlardı. Bir aralık, vermekle vermemek arasında tereddüt yaşadılar. Çünkü Ömer, sayfayı alıp yırta­bilir, ağzını bozup Kur'an ve Efendileri hakkında uygunsuz sözler sarfedebilirdi. Onun için Hz. Fatıma:

- Ona bir kötülük yapmandan endişe ediyoruz, diye ce­vapladı.

- Korkma, diyordu Ömer, alttan alarak. Ardından da, hiç­bir zarar vermeden, okuduktan sonra geri vereceği hususunda yemin ederek güvence verecekti.

Biraz önce kanlar içinde kalan kız kardeşin sevincine di­yecek yoktu; ağabeyinin gelişini sezmişti artık. Tanıyordu onu zira ... Ömer çözülmüştü. Onun için bir adım daha attı:

- Ey kardeşim! Sen, hma şirkin kirliliği içindesin; halbuki bu Kur'an'a necis olanlar el süremez!

Peki, o zaman ne yapmak gerekiyordu?

Hemen guslü anlattı Hz. Fatıma ... Zira bu, Allah kelamıy­dı ve Allah'ın razı olacağı şekilde ele alınmalıydı.

Ömer için bu, büyük bir imtihandı. Ancak, bu büyük vur­gunun ardından o, kesin karannı vermiş ve son tercihini yap­mıştı. Gitti ve kardeşinin anlattığı şekilde abdest aldı. Biraz önceki kasvet, yerini cennet bağlanndaki huzura bırakmış, yüzlerden mutluluk akıyordu.

Bu arada Hz. Fatıma, Ta-ha suresinin yazılı olduğu say­falan Hz. Ömer'e vermiş; o da okuyordu. Bir noktaya gelince kendini tutamadı ve:

- Ne güzel kelam ... Ne tatlı ifadeler bunlar, dedi.

Beri tarafta; gizlendiği yerden Hz. Ömer'in Kur'an okuyu­şunu dinleyen ve okuduktan sonra da kanaatini izhar eden, yo­rumuna şahit olan Habbab İbn Erett, tekbir getirip haykırma­mak için kendini zor tutuyordu. Daha dün akşam İbn Erkam'ın evinden yükselen dua, bütün canlılığıyla zihninde duruyordu. Bir dua, bu kadar kısa sürede icabet görür ve iki Ömer' den biri bu kadar kısa sürede huzura gelir miydi! İşte şimdi Habbab, gizlendiği yerden buna şahit oluyordu. Çok geçmeden de, he­yecanını yenemeyip saklandığı yerden çıktı ve Hz. Ömer'e:

- Ey Ömer! ValIahi de ben senin, Allah'ın Nebisi'nin dua­sına mazhar olduğunu umuyorum! Daha ben dün, O'nu, "Al­lah'ım! Ne olur, dinini şu iki Ömer'den birisiyle te'yid buyur. Ömer İbn Hattab ve Amr İbn Hişam!" diye dua ederken duy­dum. Allah'a yemin olsun ki işte bu o, ya Ömer, diye seslendi.

Hz. Ömer, iki sürprizi birden yaşıyordu; öncelikle Hab­bab'ın burada ne işi vardı ve şimdiye kadar neredeydi? Niye saklanmış ve şimdi niçin gelip de kendisine bunlan söylüyor­du?

Onun için ikinci sürpriz, öldürmek için kılıcını kuşanıp da yanına gitmeye çalıştığı Allah Resülü'nün büyüklüğüydü.

Arada ancak bu kadar fark olabilirdi. Sen O'nu öldürmek is­teyecek ve yola koyulacaksın, O ise, senin imanını kurtarmak için vakit ayıracak ve dua dua Rabbine yalvaracak! Aman Al­lah'ım, bu ne azamet ... Bu ne büyüklüktü!

Artık o heybetli Ömer'i büyük bir mahcubiyet bürümüştü.

Habbab'a döndü ve:

- Ey Habbabl Bana Muhammed'in yerini gösterebilir mi­sin? Hemen yanına gitmek istiyorum, dedi.

- Şimdi 0, Safa tepesinde arkadaşlanyla beraber bir evde bulunuyor.

Artık Hz. Ömer'in hedefi belliydi. Gerçi bu hedef, sabah

evinden çıktığı zamanki hedefle aynıydı; ama bu sefer niyet farklıydı.

Çok geçmeden İbn Erkam'ın kapısını çalıyordu Hz. Ömer.

Delikten dışarıya bakan sahabe, kapıdakinin Ömer olduğunu görünce heyecan ve korku ile hemen Resül-ü Kibriya'nın ya­nına koşmuştu:

- Ya Resülallah! Kapıdaki Ömer! Kılıcını da kuşanmış ka­pıda bekliyor, diyordu. Hz. Hamza ileri atıldı:

- İzin ver, gelsin ya Resülallahl Şayet, gelişiyle hayır mu­rad ediyorsa biz de onu alır bağnmıza basanz. Ancak kötü bir niyet besliyorsa işte o zaman biz, kılıcını alır ve kendi kılıcıyla onu öldürürüz!

Zaten, Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellem) da farklı düşün­müyordu. Duanın ne büyük bir silah olduğunu söyleyen de, ellerini açıp Ömer için dua eden de zaten O değil miydi? El­bette bu sıkıntılar içinde Allah (celle celaluhü), Habibi'ni yalnız bırakmayacak ve isteklerine cevap verecekti. Talebinin kabul görmesinin şükrü içindeki Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem):

- İzin verin gelsin, buyurdu. Kendileri de, oturduklan yerden kalktı. Belli ki, Ömer'in gelişini ayakta karşılamak is­tiyordu.

Kapı açılmış ve dev cüsseli Ömer de içeri girmişti. Kar­şısında, şefkatle kendisine kucak açan Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) duruyordu. Bu sıcaklığın bir benzeri, ancak cen­netlerde bulunabilirdi. Allah Resülü önce, şiddetle kavrayıp sinesine sardı Hz. Ömer'i ve ardından da:

- Şimdiye kadar neredeydin ey Hattaboğlul Allah'a ye­min olsun ki neredeyse, Allah başına bir musibet getirinceye kadar gelmeyeceğini düşünür olmuştum, buyurdu.

- İşte; geldim ya Resülallah! Allah'a, Resülü'ne ve O'nun katından gelenlere iman etmek için geldim!

İbn Erkam'ın evinden Safa tepesine doğru coşkulu bir

tekbir yankılanıyordu; zira, Hz. Ömer'in gelişini duyan ve ak­şamki duaya muttali olan -Resülullah dahil- herkes, heyecan­dan kendini tutamamış ve bir ağızdan tekbir getirmeye dur­muştu. Zaten, Ömer'in gelişi de ancak böyle karşılanırdı!

Hz. Ömer'in gelişi, artık yeni bir dönemin başladığını gösteriyordu. Hz. Hamza'dan sonra Ömer gibi bir gücü daha yanlannda gören ashab-ı Resülullah, birer ikişer İbn Erkarn'ın evinden çıkmış; Safa tepesindeki tekbiri Mekke'ye yaymanın yanşına girişmişlerdi.s'? Zira Hz. Ömer'in gelişi, herkese ayn bir güç vermiş; o Müslüman olduktan sonra daha bir izzetle dolaşır olmuşlardı; namaz kılarken daha rahat hareket ediyor, Kur'an okurken de başkalannın musallat olmasından o kadar endişe duymuyorlardı. İbn Mes'üd hazretlerinin dediği gibi Hz. Ömer'in Müslüman oluşu, din adınabir fetih anlamına geliyordu.s"

Hz. Ömer Müslüman olmuştu olmasına, ama içinde yaşa­dığı değişimi herkese haykırmadan rahat edecek gibi görün­müyordu. Onun için Efendimiz'e döndü ve:

- Ya Resülallahl Biz hak üzere olduğumuz halde neden dinimizi gizliyoruz ki? Halbuki onlar, batıl üzere olduklan halde anlayışlannı açıktan dile getiriyorlar, dedi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern), sabır ve temkin insanıydı. Daha önce Ebu Bekir'e seslendiği gibi seslendi ona da:

- Ey Ömer! Zaten yaşadıklanmızı görüyorsun ... Bizler henüz bunu yapacak sayıda değiliz.

- Seni hak ile gönderen Allah' a yemin olsun ki, daha önce hangi meclislerde dolaşmışsam gidip hepsinde imanımı hay­kıracağım, dedi ve İbn Erkam'ın evinden çıktı. ilk uğradığı yer, Kabe idi. Önce, yılların yanlışlığına inat göstere göstere

350 Bkz. İbn Hişam, Sire, 2/187 vd. 351 Bkz. İbn Sa'd, Tabakat. 3/270

tavaf etti onu. Sonra da Kureyş'in yanına gitti. Anlaşılan, za­ten onlar da bu gelişi bekliyorlardı. Ebu Cehil öne atıldı:

- Herhalde sen de sabi olmuşsun.w dedi alaylı bir üslup­la. Ömer, kendince kükredi:

- Ben şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilah yoktur ve Muhammed de, O'nun hem kulu hem de Resülü'dür.

Bunu söyleyen dünkü arkadaşlan Ömer bile olsa, müşrik­lerin buna tahammülleri yoktu ve hep birden üzerine üşüşü­verdiler. Ancak, ortada bir Ömer gerçeği vardı. Üzerine ilk ge­len Utbe'yi kaptığı gibi altına almış, güzelce hırpalayıvermişti. Parmağı gözüne batan Utbe, feryad ü figan içinde çırpınıyor ve ıstıraptan Mekke'yi inletiyordu. Kolay lokma olmadığı zaten belliydi; ama Ömer sanki eski Ömer' den daha güçlü ve çevik çıkmıştı. Etrafındaki kalabalık bir anda dağılıverdi. İslam'ın iz­zetini Mekke sokaklannda temsil ederek yürüyen Ömer' e artık kimse karşı koyamıyordu. O da, Resühıllah'ın yanmda verdiği sözü yerine getirmek için bütün meclisleri dolaştı ve duyma­yan sağırlara da duyurdu adını ve İslam'ın güzelliklerini.

Yine de Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) endişelenmiş­ti. Nihayet gelişini görünce de, üzerine titrercesine neler oldu­ğunu sordu. Vazifesini kusursuz yerine getirmenin huzuroyla Hz. Ömer anlatmaya başladı:

- Anam-babam Sana feda olsun ya Resülallahl Endişe edeceğiniz hiçbir şey yok! Allah'a yemin olsun ki, İslam'la şereflenmeden önce uğradığım her bir meclise uğradım ve içimden geldiği gibi kimseden korkup çekinmeden imanımı haykırdım.353

352 Yıldızlara kutsiyet atfederek onlara ibadet eden bir düşünce biçimi. Semadan vahiy geldiği için Kureyş ileri gelenleri Müslümanlık hakkında bu ifadeyi kul­lanarak onu hafife almaya çalışıyorlardı.

353 İbn Kesir, el-Bidaye ve'n-Nihaye, 1/439