Konu Başlığı: Has dairenin gözü yaşlı müdavimleri Gönderen: Safiye Gül üzerinde 19 Nisan 2011, 11:37:05 Has Dairenin Gözü Yaşlı Müdavimleri Ancak herkes, Sa'd İbn Ebi Vakkas kadaryakın değildi ve henüz işin gerçek boyutunu kavrayamamıştı; onun için aralarında oturmuş şunları konuşuyorlardı: - Allah (celle celaluhü), Resülullah'a mağfiret buyursun; gerçekten de bu garip bir iş! Baksanıza, henüz hürriyetlerini yeni kazanmışlarla muhacirine veriyor da, kılıçlarımızdan onların kanı damladığı halde bize bir şey vermiyor! Ortalıkta riskli bir durum olduğunda öne çıkarılanlar bizler iken sıra ganimetin paylaştırılmasına gelince onlar el üstünde tutulup onlara veriliyor! Keşke bu durumun kimden ve nereden kaynaklandığını bir bilebilseydik; şayet bu, Allah'ın emrettiği bir durum ise dişimizi sıkar ve sabreder, Resfılullah'ın şahsi bir görüşü ise durumu O'na arz edip hoşnutsuzluğurnuzu bildirirdik! Bu arada bilhassa gençlerden bazıları, işlerin yolunda gittiği dönemlerde kendilerinin göz ardı edilerek başkalarının tercih edildiğini söylemiş ve durumun Resfılullah'a arz edilerek hoşnutsuzluğun bildirilmesi gerektiğini söylemişlerdi. Zahire bakınca söylenilenlerin haklı olduğu zehabına kapılıyorlar ve mesele, Allah Resülü'nün icraatlarını tenkit noktasına doğru gidiyordu! Bütün bunlar birer fitneydi ve bünye içinde yaşanan bu hastalıktan Allah Resülü'nün haberdar edilmesi gerekiyordu. Gelişmelerden rahatsızlık duyan Sa'd İbn Ubade, soluğu Sultanlar Sultanı'nın yanında almıştı: - Ya Resfılullah, diyordu. Ensar içinde bir kısım insanlar, içle- rinde Sana karşı bir kırgınlık ve dargınlık duymaktadır! Hz. Sa'd'ı dinleyen Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellern): - Hangi konuda, diye sorunca da: - Şu ganimetleri taksim ederken, kendi kavmin ve diğer Arap kabileleri arasında onları dağıtıp da, onlara bundan hiçbir şey vermemen sebebiyle, diye cevapladı. Memnuniyetsizliğin gerekçesini öğrenir öğrenmez Efendiler Efendisi: - Peki bu konuda sen ne düşünüyorsun, diye sordu Hz. Sa'd'a, Mahcup bir eda ile: - Kavmim arasında ben, sadece bir insanım, diyordu Hz. Sa'd. Anlaşılan Hz. Sa'd'ın da anlayamadığı bir husustu bu ve o da farklı düşünmüyordu! Bunun üzerine Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellem) ona: - Öyleyse hemen kavmini şurada topla ve herkes gelince de Bana haber ver, diye emir buyurdu. Artık Hz. Sa'd dışarı çıkmış, gözüne ilişen her Ensar'ı tarif edilen yere toplamaya çalışıyordu. Nihayet herkes gelip de Ensar bir araya toplanınca, gidip durumu Allah Resülü'ne haber verdi. O da (sallallahu aleyhi ve sellem) gelmişti: - Aranızda sizden başkalan da var mı, diye sordu önce. - Hayır, ya Resülullahl Sadece kız kardeşimizin oğullan var, di- yorlardı. Bunun üzerine O (sallallahu aleyhi ve sellern): - Kız kardeşin oğlu, o kabileden sayılır, buyurdu. Çok doluydu; belli ki kulağına kadar ulaşanlara oldukça üzülmüştü! Sanki yüzünde, dizinin dibinde sekiz yıldır yetişen cemaatinden hiç beklemediği bir tepkiyi görmüş olmanın hüznü vardı! Bugüne kadar ölümüne kapılarım aralayıp O'nu korumak için seve seve canını veren bir cemaatin, dünya nimetlerinin paylaşımı söz konusu olduğu bir yerde verdiği bu tepkiye çok üzülmüştü! Hiç ummadığı bir tepkiydi bu! Davasını yannlara taşıyacak olanlarla özel görüşmeyi de zaten bunun için istemişti; şimdi ise onlarla aynı kubbenin altında buluşmuş, harimde olanlarla o ölçüde bir mükaleme yapmak üzereydi! Önce Allah'a hamd edip senada bulunduktan sonra: - Ey Ensar topluluğu, diye başladı sözlerine. Ben size geldiğimde her biriniz dalaletre bocalıyor iken Allah (celle celaluhü), Benim vesilemle sizi hidayete ulaştırmadı mı? Hepiniz fakr u zaruret içinde idiniz de Allah (celle celaluhü), Benim vesilemle sizi zengin kılmadı mı? Sizler birbirinize düşman iken Allah (celle celaluhü), kalplerinizi telif edip de aranızdaki düşmanlıklan yok etmedi mi?. Deri kubbenin altında bulunan kimseden çıt çıkmıyordu; minnet dolu bu sözlere verilebilecek bir cevap olabilir miydi hiç! Derin sessizliği yine Resülullah'ın şu sözleri bozdu: - Ey Erisar topluluğu! Bana cevap vermeyecek misiniz, diyordu. Cevap olarak: - Sana ne söyleyebiliriz ki ya Resülullah, diyorlardı. Sana nasıl cevap verelim? Bütün bu nimetler Allah'tandır ve hepsi de O'nun Resülü sayesindedir! Bu bir kabuldü ama Allah Resı11ü (sallallahu aleyhi ve sellem) için henüz yeterli bir cevap sayılmıyordu; onun için daha özele inecek ve onlara şunlan söyleyecekti: - Vallahi, isterseniz sizler, "Sen bize kovulmuş olarak geldin, biz Seni barındirdıkl Sen bize muhtaç olarak geldin, biz Sana yardzmcz olduk! Sen bize korku ve endişeyle geldin, bizler Sana sahip çıkıp güvenliğini sağladzk! Sen bize terk edilmiş olarak geldin, bizler Sana destek verdik ve yine Sen bize yalanlanmzş olarak geldin, bizler Seni tasdik ettik!" diye de söyleyebilirsiniz! Bu durumda hem doğruyu söylemiş, hem de Benim tarafımdan doğrulanmış olursunuz! Boyunlarını bükmüş: - Minnet Allah ve Resülü'ndendir, diyor başka bir şey söylemiyorlardı. Bu durumda Allah Resülü onlara: - Peki, öyleyse sizden Bana ulaşan sözler nedir, diye sordu. Yine süküt murakabesine dalmışlardı! Allah Resı1lü (sallallahu aleyhi ve sellem) ise, cevap bekliyordu ve aynı soruyu yeniden sordu: - Peki, öyleyse sizden Bana ulaşan sözler nedir? Durumun nezaketi adına yeni bir yanlışlık daha yapmaktan çekiniyorlardı; onun için gözler, önde gelenlere yöneldi; Resı11ullah'a onların cevap vermesini istiyorlardı. Bunun üzerine Ensar'ırı önde gelenleri ileri çıkarak şunlan söyleyebildiler: - Bizim ileri gelenlerimize gelince onlar, asla böyle bir şey söylemediler! Bunu söyleyenler, sadece bıyığı yeni terlemiş olan gençlerimizdir; onlar da, "Allah (celle celaluhü), Resülullah'a mağfiret buyursun; Kureyş'e veriyor da bizi kendi halimize bzrakzyor! Halbuki kzlzçlarzmızdan hQlQ onların kanı damlıyor!" demişlerdi! Şimdi sıra, stratejiyi has dairede söylemeye gelmişti; Resülullah, ganimetler konusunda neden böyle davrandığını anlatacak ve onların da kalbini kazanacaktı! Ensar'ı kucaklayan bir tavırla hepsini süzen Resül-ü Kibriya Hazretleri şunlan söylüyordu: - Şüphesiz ki Kureyşliler, sıkıntılardan yeni kurtulmuş ve cahiliyye dönemini bırakıp da yeni gelmişlerdir; elbette Ben, onların içlerindeki kırgınlıklan düzeltip kalplerini İslam'a ısındırmak istedim! Yoksa ey Ensar topluluğu! Sizler, henüz yeni Müslüman olmuş bir kavme, kalplerini kazanmak için verdiğim dünyalıktan dolayı Bana kınlıp kötü duygular içine mi girdiniz? Halbuki Ben sizi, Al- lah'ın sizin için taksim buyurduğu İslam'la baş başa bırakarak bunu yapmak istemiştim! Ey Ensar topluluğu! İnsanlar yurtlanna davar ve deve sürüleriyle dönerken sizler, evlerinize Resülullah ile gitmeye ve yurdunuza O'nunla dönmeye razı değil misiniz? Vallahi de sizin kendisiyle birlikte geri döndüğünüz şey, onlann birlikte gittiklerinden çok daha hayırlıdır! Nefsim yed-i kudretinde olana yemin ederim ki, bütün insanlar bir yola girse ve Erisar da başka bir yol tutsa muhakkak ki Ben, hiç şüphesiz Ensar'ın tuttuğu yolu tercih ederim! Zira sizler, has dairenin insanlansınız; onlar ise henüz bu konumu ihraz edememiş kimseler! Benim için Ensar, en seçkin ve en has insanlardır! Şayet hicret olmasaydı Ben de Erisar'dan bir fert olurdum! Allah'ım! Sen Ensar'a merhamet buyur; onların evlatlanna da rahmetinle muamele et! Bu kadar içten ve yüreklerini eriten cümleleri dinledikçe kalpleri rikkate gelip gözyaşı döken Ensar: - Bizler, taksim ve hisse olarak payımıza Allah ve Resülü'niin düşmesine gönülden razıyız, diyorlardı. Üç kuruşluk dünya malı için Resülullah'ı bu denli üzmüş olmaktan o kadar üzüntü duymuşlardı ki, ağlamaktan sakallan ıslanmış ve gözleri de kan çanağına dönmüştü! Hatta o gün Efendimiz onlara, Bahreyn tarafından elde edilen bir ganimeti tahsis etmek isteyince tepki göstermiş ve: - Senden sonra bizim, dünya nimetine ihtiyacımız yok, demişlerdi! Bunun üzerine Allah Resülii (sallallahu aleyhi ve sellem) onlara: - Muhakkak ki sizler, Benden sonra da mal konusunda başkalarının size üstün tutulduğuna şahit olacaksınız; ancak sizler, havzımın başında Benimle buluşacağınız ana kadar dişinizi sıkıp sabredin, tavsiyesinde bulunacaktı! GanimetIerin miiellefe-i kulüba dağıtılmasından sonra sıra, başlangıçtan beri Efendimiz'le birlikte omuz omuza çarpışan samimi insanların hisselerinin dağrtılmasına gelmişti. Eldeki koyun ve develerle askerlerin sayısı ortaya konulmuş ve neticede her bir piyadeye dört deve ile kırk koyun, süvari olanlara da on iki deve ile yüz yirmi koyun hisse düşmüştü. Savaşa birden fazla at ile katılanlar için aynca bir hisse hesap edilmemiş ve böylelikle ashab-ı kiram hazretleri, uzun bir bekleme döneminin ardından birer servet değerindeki mallarla geri dönmenin heyecanını yaşamaya başlamışlardı! |