๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Efendimiz => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 09 Mayıs 2011, 12:45:28



Konu Başlığı: Etrafa açılma dönemi
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 09 Mayıs 2011, 12:45:28
Etrafa Açılma Dönemi

Abdulmuttalip oğullanyla bu kadar yakından ilgilenen ve her fırsatta onlan Hakk'a davet eden Allah Resülü (sallallahu

aleyhi ve sellern), yavaş yavaş tebliğ halkasım daha da genişleti­yordu. Artık, açıktan Kabe'ye gidip namaz kılıyor; insanlan dine davet edip Kur'an okuyordu. Kendisinden önceki pey­gamberlerin dedikleri gibi O da:

- Ey kavmim! Gelin siz de, kendisinden başka ilah olma­yan tek Allah'a kulolun, diyor ve böylelikle, insanlarla Rableri arasındaki sun'} engelleri kaldırmak istiyordu.

ilk olarak, yakın çevredeki kabilelerle görüşmeye başla­yacaktı. Her türlü yola başvuruyordu Allah'ın Resülü; yeri ge­liyor kapı kapı dolaşıp gönlürıün zenginliklerini paylaşıyordu onlarla ... Bu meseleleri neden kendi kabilesiyle paylaşmadığı şeklinde akla gelebilecek sorulara karşılık da:

- Kureyş, Rabbimin kelamını tebliğ etmeme engeloluyor, cevabını veriyor ve tereddütsüz bir zeminde tebliğ vazifesini yerine getirmek istiyordu. Zaman zaman da kitleleri hedefli­yor, belli vesilelerle insanlan bir araya getirip umumuna bir­den sesleniyordu. Bunun için de, insanların kalabalık olarak bulunduklan zamanlan kolluyordu. işte böyle bir zaman di­liminde Efendiler Efendisi, Mina'da durmuş, insanlara şöyle hitap ediyordu:

- Ey insanlar! Şüphe yok ki Allah size, atalanmzın din diye ortaya koyduklan anlayışlardan vazgeçmenizi emredi­yor.

Daha O, ilk cümlesini tamamlamadan kalabalık arasında nefret yüklü bir ses duyuldu. Yüzler sesin geldiği tarafa dön­müştü, gözler de bu sesin sahibinin kim olduğunu anyordu; bulmakta gecikmediler. Bu, iş ve gücünü bırakıp kendini, öz yeğeninin taş üstüne taş koyarak inşa etmeye çalıştığı müspeti ikame işini bozmaya adamış Ebü Leheb'den başkası değildi. Bir anda hava, yine gerilmiş ve semayı yine kasvet bağlamıştı.

O (sallallahu aleyhi ve sellern), Resül-ü Kibriya idi ve ne Ebü Le­heb ne de Ebü Cehil'in inadı O'nu durdurabilirdi. Karşısına çıkan her engel, her defasında O'nun hızını bir kat daha artı

rıyor, onu eski muhataplarını ihmal etmeme yanında sürekli yeni yüzler arayışına sevkediyordu. Nihayet başka bir gün de, Zilmecaz denilen panayırda insanlara seslenecek ve:

- Ey insanlar! Gelin, "La ilôhe illallah" deyin ve siz de kurtuluşa erin, diyecekti. Ancak, bunları söylerken bile ra­hat görünmüyordu; zira, arkasında adım adım kendisini ta­kip eden, takip etmek bir tarafa avuçladığı taşlarla Efendiler Efendisi'ni taş yağmuruna tutan yine o tanıdık yüz; öz amca Ebu Leheb vardı. Bir fırsat bulup da insanlara bir cümle ha­kikat söylerim diye çıktığı yolda, mübarek ayakları kan içinde kalmış, ama O yine de yoluna devam edip vazifesini yerine ge­tirmek istiyordu. Henüz ilk cümlesini telaffuz etmişti ki, hızı­nı alamayan Ebu Leheb'in sesiyle bozuldu Zilmecaz'ın havası. Belli ki, can çıkmadan huy çıkmayacaktı. Şöyle sesleniyordu Efendiler Efendisi'nin muhataplarına:

- Ey insanlar! Sakın bu adama kulak vermeyin; çünkü o, yalancıdır! 235

İşte yalan buna denirdi; daha düne kadar 'Emin' diye baş üstünde taşıdıkları, en kıymetli eşyalarını götürüp de kendisi­ne teslim ettikleri bir şahsı, - hem de bu şahıs, Ebu Leheb'in öz yeğeniydi- sadece kendileri gibi düşünmediği için karalama kampanyası başlatmışlardı ve semtine uğraması bile düşünü­lemeyen eğreti etiketlerle etkisini azaltmaya çalışıyorlardı. Elbette bunlar tutmayacaktı; ama olan, o gün için muhatap olarak seçilen insanlara oluyor ve imanla tanışmaları bir gün daha gecikmiş bulunuyordu.