Konu Başlığı: Dua boyutu Gönderen: Safiye Gül üzerinde 01 Mayıs 2011, 19:00:32 Dua Boyutu Sebepler açısmdan yerine getirilmesi gereken her şey tamamdı ve artık zaman, Müsebbibü'l-Esbab'a yönelme zamanıydı. Karşı tarafta biriken insanların sayısı Müslümanların üç katıydı ve o günkü savaşlar, doğrudan insan gücü üzerinden cereyan ediyordu. Sayıca az oldukları halde çokların üstesinden gelebilmek için Efendimiz (sal1allahu aleyhi ve sellern), önce kıbleye yönelip iki rekat namaz kıldı ve ardından da, mübarek ellerini açarak Rabb-i Rahim'ine şöyle yalvardı: - Allah'ım! Beni kendi halime terk edip yalnız bırakma! Allah'ım! Bana vaat ettiğin şeyleri gerçekleştirip lütfunla bizi kucakla! Allah'ım! Şayet İslam adına şu bir avuç insan bugün burada helak olursa, artık yeryüzünde Sana ibadet edecek kimse kalmaz! O anda muhatabı olan insanlar Kureyş uluları olsa bile aslında bu, imanla şirkin karşı karşıya gelmesinin bir adıydı. Öyleyse, burada bugün şirk adına bir üstünlük söz konusu olacaksa, bundan sonra dünyada iman adına bir emare kalmayacak demekti. Zira Efendimiz (sallallalıu aleyhi ve sellem) ve ashab-ı kirarn hazretleri, iman adına canlarını vermeden Bedir meydanından geri dönmeyi düşünmüyorlardı. Bunları söylerken o kadar içten ve adeta bütün hücreleriyle bu taleple öylesine bütünleşmiş ve semaya doğru mübarek ellerini o kadar kaldırmıştı ki üzerindeki ridası yere düşüyordu. Onu alıp da yeniden omuzlarına koyan Hz. Ebu Bekir, ridasının bir kenarından tutarak şefkat ve merhamet peygamberi Efendiler Efendisi'ne şöyle deyip O'nu teselli etmek isteyecekti: - Ya Resülullah! Rabbinden talepte bulunurken bu kadar kendini yorup helak etme! Hem, yeter ya Resülullah! Rabbine karşı bu kadar ısrarlı olma! Şüphe yok ki Allah (celle celaluhü), Sana olan vaadini mutlaka yerine getirecektir! Doğruydu; Allah (celle celaluhü) vaadinde hulfetmez ve mutlaka yerine getirirdi. Bedir'de zafer O'nun vaadettikleri arasındaydı. Ancak bu, Allah'a ait bir hususiyetti ve insanları gevşekliğe sevketmemeliydi. O (sallallahu aleyhi ve sellern), sadece beyanlarıyla değil, aynı zamanda hal ve hareketleriyle de ümmetine ders veriyordu. Anlaşılan, böylesi durumlarda bile rehavete girilmemeli ve sohbet-i canan konusundaki duyarlılık asla yitirilmemeliydi! Ümmeti için Efendimiz her şeyini ortaya koymuş öyle dua ediyordu. O kadar ki, İbn Mes'üd gibi sahabiler, Bedir günü Efendimiz'in Rabbiyle münasebetini yakından müşahede etmiş ve böyle bir kurbiyet anma bu zamana kadar rastlayamadıklarmı ifade etmişlerdi.vi Allah'ın vaadi vardı ve Allah Resülü (sallallahu aleyhi ve sellern), Abdullah İbn Revdha'ya dönerek: - Ey İbn Revahal Şüphesiz ki Ben, vaadini talep konusunda Allah'a niyazda bulunacağımı Çünkü O (celle celaluhü), asla vaadinden dönüp hulfetmez! Çok geçmemişti ki, mübarek yüzlerinde beliren beşaşetle etrafındakilere yöneldi; veeh-i nebevi, sürurdan ay parçası gibi parlıyordu ve - Müjdeler olsun ey Eba Bekir, dedi. İşte şu Cibril! Başında sarı bir sarıkla sema ile arz arasında atını mahmuzlamış bekliyor! Yeryüzüne inince bir aralık onu nazarımdan kaybetmiştim; daha sonra yeniden Bedir tepelerinde göründü ve Bana, "Senin dua ve tazarrularına mukabilAllah'ın nusreti geldi" deyip duruyor! Aynı zamanda Cibril, kıyamete kadar geleceklere rehberlik adına: - Hatırlayın o günü ki, hani sizler Rabbinize dua ve tazarru ile yardım istiyordunuz. O da, "Ben size, peşi peşine gelen bin melek ile yardım edeceğim" diyerek dua ve tazarrunuzu kabul buyurmuştu.v' mealindeki ayeti getirecek ve böylelikle, Bedir' deki ilahi inayeti herkese duyurmuş olacaktı. Çadınndan çıkarken, sevinçten zırhı içinde durmakta zorlanıyor ve bir taraftan da etrafındakilerle şu ayeti paylaşıyordu: - Bu topluluk şüphe yok ki bozguna uğrayacak ve arkalarını dönüp kaçacaklar! Esas hesaba çekilerek buluşacakları hesap günü ise kıyamet anındadır ve onlar için O zaman, daha çok acı verici ve perişan edicidir.e" Artık Bedir ovasında, olduğundan fazla at kişnemesi ve kılıç şakırtısı duyulmaya başlanmıştı. Kuvve-i maneviye takviye görmüş artık Müslümanlar, yere daha sağlam basıyorlardı. Bu hava içinde 44 Taberani, Mu'cemu'l-Kebir, 10/147 (10270); Beyhaki, Delail, 3/32 45 Enfal, 8/9; Miislim, Sahih, 3/1384 (1763); Ahmed İbn Hanbel, Müsned, 1/30 46 Kamer, 54/45, 46; Taberi, el-Carniu'l-Beyan, 27/109; İbn Kesir, Tefsir, 4/267 karşı tarafın gücü azaldıkça azalmış ve onlar açısından da Efendimiz ve ashab-ı kiramın gücü, arttıkça artmıştı.t? Kısa zamanda ashab arasında duyulan bu haberler, herkesin yüzünü güldürmüştü. Efendimiz'in bir müjdesi daha vardı; ashabına döndü ve şunlan söyledi: - Sanki, şu anda Ben, bugünün akşamında hangi müşrikin nerede öldürüleceğini görüyor gibiyim! O gün Efendimiz (saIlallahu aleyhi ve sellern), sadece müspeti talep etmiyordu; aynı zamanda menfiyi dayatanlar konusunda da dua ediyor ve dualarında, Kureyş'i kışkırtıp da kendi üzerlerine yürüten ktifrün elebaşıarını zikrederek onlan Allah'a havale ediyordu. Bunlar, EbU Cehil, Ümeyye İbn Halef, Rebia'nın oğlu Utbe ve Şeybe kardeşler ve Ukbe İbn Ebi Muayt olmak üzere yedi kişi idi. O kadar içtenlikle dua edip yalvarmıştı ki, sadece O'nun bu duası bile Bedir'i Müslümanların lehine çevirebilirdi. O kadar ki, aleyhinde beddua ettiği bu yedi kişinin, Bedir'de cansız yere düşecekleri yerleri bile ashabına gösteriyor ve böylelikle onlara, daha savaş başlamadan önce sonucu gösterip moral veriyordu. Bizzat kendileri de kılıcını kuşanmış ve düşmanla savaş vaziyeti almıştı. Düşmanla ilk randevu başlamak üzereydi. Bu arada, mübarek ellerine aldığı bir avuç toprağı düşman kuvvetlerin üzerine doğru savurmuş ve: - Yüzler kara olsun, buyurmuştu. Bunu yaparken de, avucunda kalan toz ve toprağı onlara karşı üflüyordu. Ardından da, ellerini açıp: - Allah'ım! Onların kalplerine korku sal ve ayaklarını kaydır, diye dua edecekti. Sonra da, son kez ashabına yönelecek ve: - Haydi, saflannızı daha sağlam tutup birbirinizle kenetlenin, diye emredecekti. |