๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Efendimiz => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 18 Nisan 2011, 16:58:54



Konu Başlığı: Diğer gelişmeler
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 18 Nisan 2011, 16:58:54
Diğer Gelişmeler

Bir tarafta bunlar olurken diğer yandan da beşer yolculuğu devam ediyor; doğumlan ölümler, ölümleri de doğumlar takip ede­rek dünyanın yüzü sürekli değişiyordu.

Habeşistan'dan bir haber vardı; yıllarca mü'rninlere imkan ta­nıyıp da onlan kabul eden Necaşi dünyaya gözlerini kapamıştı. Vefa insanı Efendiler Efendisi (sallallahu aleyhi ve sellem) bu haberi önce asha­bıyla paylaştı. Ardından da onlan, gıyab! mü'min Necaşi için namaz kılmaya çağırdı:

- Bugün sizin salih bir kardeşiniz vefat etti; kalkıp onun cena­ze namazını kılın, diyecek ve Medine'de durup Habeşistan'daki Ne­caşi'nin cenaze namazını kılacaklardı! Bu salih kardeş, Mekke'nin şiddetinden bunalan muhacirleri sinesine basan Habeşistan kralı Ashama'dan başkası değildi ve Resülullah (sallallahu aleyhi ve sellern), aradaki bunca mesafeye rağmen farklı bir vefa örneği sergileyecek, gıyabında ona dua edecekti!

Rebiiilevvel ayının bir salı günüydü; Efendimiz (sallallahu aley­hi ve sellern), hasta olan süt yavrusunu ziyarete gitmişti. Tam da onu kucağına aldığında Hz. İbrahim son nefesini veriyordu! Kalp mah-

zun olmuş, göz de yaş döküyordu! Resülullah'ın gözlerinden süzülen yaşlara muttali olan biri:

- Ya Resülullah, diye seslenecekti. Sen de mi ağlıyorsun; halbu­ki Sen, ölünün arkasından ağlamayı yasaklamamış mıydın?

Döndü ve şunlan söyledi:

- Şüphesiz ki göz, yaş döker ve kalp de mahzün olur; biz, Yüce Rabbimizin razı olacağından başka bir şey söylemeyiz! Benim ya­sakladığım şey ise, üst baş yırtarak ve cahiliyede olduğu gibi feryad ü figan ederek ölünün arkasından ortalığı velveleye vermektir!

Yıkanıp kefenlenen yavruyu, namazı da kılındıktan sonra ala­cak ve Baki Kabristanı'na götürüp Osman İbn Maz'ün'un yanına gö­meceklerdi! İlk defa ashabından su istiyor ve onu, oğlu İbrahim'in mezan üzerine serpiyordu!

Aynı gün Medine'de güneş tutulması olmuştu:

- İbrahim'in vefatından dolayı güneş tutuldu, diyenler çıkmıştı, Kulağına ulaşır ulaşmaz hemen minbere çıktı ve:

- Ey insanlar, diye seslendi. Şüphe yok ki güneş ve ay, Allah'­ın ayetlerinden iki ayetlir; bunlar, ne birisinin doğumu ne de ölü­münden dolayı tutulurlar! Güneş ve ay tutulmasına şahit olduğunuz zaman hemen mescidlere koşun ve bu hal geçip de açılıncaya kadar Allalı'a dua edip namaz kılın!

Son dönemlerde Allah Resülii'niin yanına Cibril-i Emin'in gelişi artmıştı; bu yılın Ramazan ayında Kur'an'ı iki kez mukabele edecek ve böylelikle, hangi ayetin hangi surenin neresine yerleştirileceğiyle, sıralamada hangi surenin nerede yer alacağı da kesinlik kazanmış olacaktı!

Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) yine bu sıralarda kendini yal­nızlığa vermiş ve bir ay süresince hanımlanndan da iradi olarak ayn kalmıştı. Hatta onlara bu şartlarda, kendisiyle beraber devam edip etmeme tercihinde bulunabileceklerini söylüyordu. Zira onlardan bazılan, içinde bulunduklan şartlan nazara alarak dünyalık talebin­de bulunmuşlardı; adeta bu halleriyle Resülullah'ın tavnnı netleş­tirmek istiyorlardı! Ufkunu, insanların elinden tutma dışında başka bir şeyin doldurmadığı Resülullah'ı üzen bir talepti bu ve onlara, dünya ve dünyevi olanla ukba ve uhrevi olanlardan birini tercih ede­bileceklerini söylüyordu.

Belli ki, her haliyle insanları bir çizgiye getirmek istiyordu; yeri geldiğinde gürül gürül konuşarak, zaman zaman da sessizlik mura­kabesine dalarak insanlara bir şeyler demek istiyor ve böylelikle her­kesin, kendi iradesiyle gelip teslim olmasını bekliyordu.

Yine bu dönemlerde Cibril-i Emin, bir insan suretinde gelerek dizini dizine vermiş, O'na İslam, iman ve ihsanın ne olduğunu ve kı­yametin de ne zaman kopacağını soruyordu. Bu vesileyle Allah Resü­lü (sallallahu aleyhi ve sellern), İslam'ı, imanı ve ihsanı anlattı teker teker; kıyametin ne zaman kopacağını kimsenin bilemeyeceğini ifade edi­yor ve emarelerini haber veriyordu! Aldığı her cevabın arkasından:

- Doğru söyledin, diyen bu yabancının tavırları, ashab arasında da şaşkınlık meydana getirmişti; hem soruyor, hem de aldığı cevap­lar karşısında söyleyeni tasdik ediyordu!

Maksat hasıl olup da yanından ayrılıp giderken arkasından as­habına dönecek ve:

- Bunun kim olduğunu biliyor musunuz, diye soracaktı. Belli ki bilmedikleri bir durum vardı ortada ve sözü yine kendisine havale etmişlerdi. Bunun üzerine o:

- O, Cibril'di; size dininizi öğretmek için geldi, buyuracaktı.