๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Efendimiz => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 06 Mayıs 2011, 11:52:09



Konu Başlığı: Can düşmanlarının Efendimize bakışları
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 06 Mayıs 2011, 11:52:09
Can Düşmanlannın Efendimiz'e Bakışlan

Her ne kadar Efendimiz'e karşı böylesine olumsuz kam­panyalar yürütüIse ve bu kampanyalar, O'nun hayatına kas­tetme kertesine gelse bile, yine de düşmanlannın O'nun hak­kındaki fikirleri olumsuz değildi; zira, Efendimiz'in 'Emın' denilecek kadar dürüst bir hayatı vardı ve onlar, bir türlü bu güveni yok sayamıyorlardı.

Aynı zamanda, söyleyip durduğu şeyler, öyle yabana atı­lacak cinsten şeyler de değildi; adam öldürmernek, zina et­memek, hırsızlık yapmamak; başkasının malınına göz dikme­mek. .. Velhasıl bütün bunlar, toplum salahını isteyen herkesin sahip çıkması gereken değerlerdi.

Bunun yanında anne babaya ihsanda bulunup onlan hiç incitmemek, akrabalar arasındaki kaynaşmayı artırıcı ziyaret­ler yapmak, insanlara iyilikte bulunmak, bencilce davranışlar­dan uzak durup ihtiyaç sahiplerine yardım etmek gibi güzel­likler de, öyle yabana atılacak şeyler değildi.

Ancak, Allah'a iman ... Kur'an ... Ahiret hayatında karşıla­şılacak hesap ve kitap ve atılan her adımı kaydeden melekle­rin varlığı gibi konular, onlan rahatsız ediyordu. Canlannın istediği gibi yaşarnalarına engelolacak her türlü duruşa kar­şı çıkıyorlardı. Kolay değildi; bir ömür yaşadıklan hayatı bir kenarda bırakacak ve o güne kadarki her şeyi yalanlarcasına bugün yeni bir yola gireceklerdi! Bunu yapabilmek, fazilet is­terdi!

O gün için karşı cephenin en önde gelenlerinden Ebu Ce­hil, Ebu Süfyan ve Ahnes İbn Şerik, birbirlerinden gizlice ve

333 Bkz. Kafirfuı, 109/1-6. Bkz. İbn Hişdm, Sire, 2/208

bağımsız olarak gelmiş; namaz kılarken Kur'an okuyan Allah Resülü'nü daha yakından görüp okuduklannı dinlemek iste­mişlerdi. Merak ediyorlardı; ancak, yaptıklan bu işten bir baş­kasının haberdar olmasını da istemiyor ve bunun için gecenin karanlığından istifade etmeyi tercih ediyorlardı. Ne müthiş bir buluşmaydı; Allah'ın en sevgili kulu, Cenab-ı Hakk'la mülaki olmuş, seyrine doyum olmayan bir vuslat yaşıyordu. Hayran­lıkla ve uzun uzun dinlediler; yaz sıcağında inen rahmet dam­lalan gibiydi, kulaklanna çarpıp gelen nağmeler ... Kendilerini o kadar kaptırmışlardı ki, o geeeki son kelamını duyuncaya kadar vaktin nasıl geçtiğini fark edememişlerdi bile ...

Kur'an sesi kesilince, her biri evine dönmek için yola ko­yulmuştu; çok geçmeden yol, üçünü de bir noktada birleştiri­verdi. Mahcup olmuşlardı:

- Bir daha böyle bir şey yapmayalım! Zira, aramızda zayıf karakterli olanlanmız bizi bu halde görürlerse, onlann kalple­rine şüphe düşer ve onlar da gelip teslim olurlar, diyerek bir­birlerinden aynldılar.

Bunu demek kolaydı, ama akşam yaşadıklan o manzarayı unutmanın ve duyduklannı yok saymanın imkanı yoktu. Sü­rekli beyinlerini meşgul ediyordu. Bir defa daha gidip dinle­selerdi ne çıkardı? Hem, artık diğer arkadaşlan da gelmez ve yalnız başlanna bir kez daha Kur'an dinlemiş olurlardı!

İşin doğrusu bunu; sadece biri değil, her biri düşünmüş­tü. Ertesi akşam da gelmişlerdi; yine sonuna kadar dinlediler ve aynlık vakti gelince, yol yine aynı noktada birleştiriverdi üçünü de. Bu kadar da olmazdı! Hani dün söz vermişlerdi? Gecenin karanlığında kızaran yüzler gözükmese de ses tonla­n, mahcubiyetlerini ele veriyordu. Yine ilk geeeki gibi sözleşip ayrıldılar; artık bir daha gelip dinlemeyecek ve böyle bir şeyle, bir daha asla karşılaşmayacaklardı.

Nihayet üçüncü gece olmuş ve etraftan el-etek çekilin­ce, aynı üç şahıs yine yola koyulmuştu; Efendiler Efendisi'ni

dinlemeye geliyorlardı. Her biri de, bu sefer diğerlerinin gel­meyeceğinden emindi. Fecir vakti tulü' edince yine ayrılmış, evlerine doğru gidiyorlardı ki, yollan aynı noktada üçüncü kez birleşiverdi! Bu kadar olurdu! Hem, bayrak açıp karşı koya­caklar hem dinlemernek için aralannda anlaşıp söz verecekler hem de bütiin bunlara rağmen gelip yine O'nu dinlemek için can atacaklardı! Birbirlerini kınayarak konuşmaya başladılar ve artık, ne pahasına olursa olsun bir daha böyle bir hadise yaşamamak için ölümüne söz verdiler.

Ertesi sabah Ahnes İbn Şerik, asasını kaptığı gibi soluğu Ebu Süfyan'ın yanandı aldı:

- Söyle bana, ey Eba Hanzele! Muhammed'den dinledik­lerin konusundaki fikrin ne, diye sordu.

Ebu Süfyan, muhatabının niyetiniöğrenmeden renk ver­mek istemiyordu ve:

- Peki, sen ne düşünüyorsun, diye sorusuna soruyla mu­kabele etti. Kendini gizleme lüzumu hissetmeyen Ahnes:

- Ben O'nun hak üzere olduğunu sanıyorum, diye cevap­ladı Ebu Süfyan'ın sorusunu. O da rahatlamıştı;

- Allah'a yemin olsun ki ey Eba Sa'lebe! Bugüne kadar ben, çok şey işittim ve onlarla nelerin kastedildiği konusunda çok muarefe sahibi oldum; hangi kelamla neyin kastedildiğini iyi bilirim yani!

Daha cümlesini bitirmemişti ki, Ahnes araya girdi:

- Aynen, vallahi de ben de öyle, deyiverdi. Bununla onlar, hakikat nazannda Efendiler Efendisi'ni tasdik ediyor ve ge­tirdiklerinin de hak olduğunu ikrar etmiş oluyorlardı. Ancak, bunu dışan vurup ilan etmek öyle kolay değildi!

Bundan sonra Ahnes İbn Şerik, Ebu Süfyan'ın evinden ay­rıldı ve doğruca Ebu Cehil'in yanına geldi; aynı şeyleri onunla da konuşmak istiyordu:

- Ey Eba'l- Hakem, diye başladı sözlerine ve devam etti:
- Muhammed'den dinlediğin şeyler konusundaki fikrin ne?

- Ne duymuşum ki, diyerek pişkinliğe vurmak istiyordu Ebu CehiI. Ancak, Ahnes kararlı görünüyordu:

- Ey Eba'l-Hakeml Muhammed konusundaki gerçek fik­rin ne; o doğru birisi mi yoksa yalan mı söylüyor? Bak, burada seni duyacak benden başka da kimse yok!

Kaçamak bir cevapla başından savamayacağını anlamıştı Ebu CehiI. Kitabın ortasından konuşmak gerekiyordu. Önce derin bir iç geçirdi ve ardından, yelkenleri suya indirip şunlan söylemeye başladı:

- Allah'a yemin olsun ki, Muhammed doğru söylüyor; za­ten O, asla yalan söylemez! Fakat, Kusayoğullannın sancak­tarlık, zemzem suyundaki hizmetleri, perdedarlık ve dışandan gelen hacı adaylanna yemek verme hizmetlerine ilave olarak bir de peygamberlik meselesine sahip çıkmalannı düşününce kahroluyorum; onlar bütün bunlan tek ellerine alırken, Ku­reyş'in hali nice olur, bir düşünsene? Halbuki bizler ve Me­nafoğulları, bugüne kadar şeref konusunda hep, birbirimizle yanşıp durduk; onlar yemek ziyafetleri verdiler, biz de verdik! Onlar, bazı yüklerin altına girip insanlara hizmet ettiler, biz­ler de benzeri şeyler yaptık! Ellerindeki imkanlan başkalanna da açtılar, biz de malımızdan başkalanna vermeye başladık! N eticede, artık onlarla at başı gitmeye başlamıştık ki, şimdi onlar:

- Bizim aramızda, semadan haber getiren bir Nebi var, diyorlar. Söyler misin; bunun üstesinden biz nasıl gelebiliriz? Vallahi de, biz O'na asla inanmayacak ve hiçbir zaman da O'nu tasdik etmeyeceğiz!334

Kalplerini küfrün kalın perdeleri kaplamış olsa da, vic-

334 İbn Hişarn, Sire, 1/269; Süheyli, Ravdu1-Unuf, 1/280

danlanyla yalnız kaldıklannda, kendi yaptıklanndan rahatsız­lık duyuyor ve insafın kalıplanyla konuşmaya başlıyorlardı.

Belki de Ebu Cehil'in sağ tarafından kalktığı bir gündü; yürürken Efendimiz'le karşılaşmıştı. Mahzun Nebi'yi yine hü­zün içinde görünce insafa geldi ve O'nu teselli edebilmek için şunlan söylüyordu:

- Ey Muhammed! Biz, Seni yalanlamıyoruz; biz, Senin bize getirdiğin şeyleri tekzip edip onlann yalan olduğunu söy­lüyoruz!

Efendimiz (sallallalıu aleyhi ve sellern), durumdan zaten haber­dardı; adamların bugüne kadar verdikleri tepkiler bunu gös­terirken bir de Cibril gelmiş ve O'na:

- Ey Habibim! Onlann ileri sürüp de Sana söyleyegel­dikleri şeylerin Seni üzüp hüznünü artırdığını biliyoruz! Ama sakın endişe edip üzülme; çünkü şüpheyok ki onlar, asla Seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler, sadece Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar,335 mealindeki ayeti getirmişti. Çünkü bu ka­naatte olanlar, sadece Ebu Cehil'le sınırlı değildi; Haris İbn .Amir gibi bazı insanlar, açıktan Efendimiz'e karşı bayrak aç­tıklan halde, akşam evlerine girip yalnızlığın sessizliğinde vic­danıanna döndüklerinde:

- Muhammed, asla yalan söyleyecek biri değil; ben de O'nun, sadece doğru sözlü olduğu kanaatindeyim, demek zo­runda kalıyorlardı.s"

İşte, gerçek fazilet de zaten bu idi; öyle bir hayat yaşan­ması gerekiyordu ki, can düşmanlan bile faziletini kabullenip başkalanna anlatma lüzumu hissetsinler!

Zaten O'nun canına kasteden bu kişiler, hislerine kapıl­dıklannda ölümüne ferman kesseler bile vicdanlan devreye

335 Bkz. En'am, 6/33

336 Bkz. Vahidi, Esbabü Niizüli'l-Kur'arı, 218, 219

girdiğinde, asla O'nu gücendirrnek istemiyorlar; aleyhlerinde beddua etmesinden de şiddetle kaçınıyorlardı. Üzerine deve işkembesi atıp da karşısında gülerlerken, O'nun duaya dur­duğunu görünce bütün neşeleri kaçmıştı ve beddua eder diye ödleri kopmuştu. Onun için, O'na karşı savaşa giderken tit­reyerek adım atıyorlar; karşı karşıya geldiklerinde de, baştan aşağıya kendilerini ölüm korkusu sanyordu. Hatta, Ümeyye İbn Halef, sırf Efendimiz aleyhinde çevirdiği dolapların kendi başına dolanacağı korkusuyla Mekke dışına çıkamıyor; çıktı­ğı zamanlarda da Efendimiz' den olabildiğince uzak durmaya çalışıyordu. Yine Ebu Cehil'in baskısıyla Bedir'e gideceği gün hanımı karşısına dikilecek ve ona:

- Ey Eba Safvanl Medineli kardeşinin senin için söyledik­lerini337 unuttun herhalde, diyerek Efendimiz'in verdiği habe­ri hatırlattığında o:

- Hayır, asla unutmadım! Ben, Mekkelilerle birlikte gide­rek sadece vaziyeti kurtarmak istiyorum, cevabını verecekti. Zira onlar, Allah'ın matmah-ı nazan olan bir kalbi kırdıkla­nndan dolayı başlanna nelerin gelebileceğini biliyor ve helak olacaklanndan korkup tir tir titriyorlardı.