๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Efendimiz => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 05 Mayıs 2011, 12:16:36



Konu Başlığı: Cafer ibn Ebi Talib in çıkışı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 05 Mayıs 2011, 12:16:36
Ca'fer İbn Ebi Talib'in Çıkışı

Bu arada Necaşi, din adamlannı huzuruna çağırmış ve temel kitaplannı da önüne açıp serdirmişti. Belli ki, din adı­na İslam'ın getirdiği yeniliklerle kendi anlayışlannı muka­yese edecek ve bir sonuca gitmeye çalışacaklardı. Onun için, efradını cami, ağyanna mani bir cevap verilmeliydi. Kısa bir duraksamanın ardından, aralanndan Ca'fer İbn Ebi Talib öne atıldı ve önce:

- Ey Melik! Bizler seni, Resülullah'ın selamıyla selamladık ki bu selam, aynı zamanda cennet ehlinin selamıdır; onunla biz, iç dünyamızda yeni bir hayat buluruz. Secdeye gelince biz, sadece Allah'a secde eder, O'ndan başkasına secde etmekten

yine O'na sığınınz, diyerek iki temel meseleye açıklık getirdi. Ardından, sözün mecrasını değiştirerek Melik'ten:

- Şu elçilere üç soru sormanızı talep ediyorum, ricasında bulundu.

- Sor öyleyse, diyordu Necaşi,

- Bizler, efendilerinin elinden kaçmış köleler miyiz ki bun-

lar, bizi efendilerimize teslim etmek için gelmişler?

Hiç beklenmedik bir çıkıştı ve Necaşi elçilere yönelerek: - Bunlar, köleler miydi ya Amr, diye sordu. Öldürmek isteseler de yiğidin hakkını vermek gerekiyordu. istemeseler de:

- Hayır, bilakis onlar kerem sahibi insanlar, dediler. ilk raund tamamdı. ikinci soruyu yöneltti Hz. Ca'fer:

- Ona sorar mısın ey melik! Bizler, haksız yere kan akıtıp da kısastan kaçmış kimseler miyiz ki bunlar, adaleti temin için bizi geri istiyorlar?

Belli ki Hz. Ca'fer, er meydanında kelimelerin silaha dö­nüştüğü bir cenk ateşini tutuşturmuştu. Ne de olsa, sözün bü­yülü bir gücü vardı ve bundan istifade etmek istiyordu. Keli­meler, üstesinden gelinemez silaha dönüşüyor ve küfür adına dikilrnek istenilen kaleleri düşürüyordu teker teker! Necaşi yine elçilere dönüp sordu:

- Bunlar, haksız yere bir cana mı kıydılar?

- Hayır, bir damla bile kan akıtmadılar, diyordu Amr. Za-

ten, gerçek fazilet, düşmanın bile takdir etmek zorunda kaldı­ğı fazilet değil miydi? Şimdi sıra son sorudaydı:

- Bunlara söyler misin ey melik! Bizler, insanların malla­nnı batıl yolla almış insanlar mıyız ki bunlar, gelip de bizden bunların hesabını soruyor, gaspettiğimiz mal1an geri istiyor­lar?

Melikin gözü yine elçilere yönelmişti; kimseyi öldürme­miş, ırz ve namusa göz dikmemiş ve efendilerine isyan ederek

isyan etmemiş olan bu insanlardan o zaman ne istenebilirdi ki? Onun için Necaşi, Ca'fer'in son sorusunu Amr'a yöneltir­ken üslubunu değiştirecek ve şöyle diyecekti:

- Şayet bunların size bir borcu varsa onu ben tekeffiil edi­yorum!

Elçiler açısından iş, daha başlarken kontrolden çıkıyordu.

Onun için sadakatten ayrılmamak gerekliydi ve Amr:

- Bir kırat bile borçlu değiller, cevabını verdi. Bu sefer, soru sorma sırası melikteydi:

- Peki, öyleyse bu adamlardan siz ne istiyorsunuz? Huzurdaki sessizliği, daha da derinleştiren bir soruydu bu. Söyleyebileceği tek bir şey vardı ve onu ileri sürdü:

- Daha önceleri biz, aynı dine inanır ve bir inanç etrafın­da bütünleşirdik; şimdi ise bunlar, o birliği terk ettiler ve biz de onlann peşine takıldık!

Anlaşılan, esas meseleye sıra şimdi gelmişti. Kral, Hz.

Ca'fer' e döndü:

- Bugüne kadar üzerinde olduğunuz anlayış ne idi, şimdi nasıl bir din üzeresiniz, diye sordu. Hz. Cafer:

- Ey Melik! Daha önce biz, cahil ve şeytanın elinde oyuncak haline gelmiş bir topluluk idik; putlara tapar ve ölü eti yerdik! Fuhşiyatın her türlüsünü yapar, akrabalık bağlannı gözetmez ve komşuluk haklannı da hiçe sayardık. Doğrusu, aramızda kim güçlü ise o, zayıf ve güçsüz olanımızı ezer ve iflah etmezdi. Derken Allah, aramızdan nesebini, doğruluk ve güvenirliliğini bildiğimiz, emanete riayetteki hassasiyetini müşahede ettiği­miz ve iffeti dillere destan bir peygamber gönderdi; bizi Alla­h'a, O'nu tek ve yekta kabul edip bilmeye, O'ndan başkasına ibadet etmemeye ve atalanmızdan kalma bir alışkanlığı devam ettirerek taş ve toprak cinsinden kendi elimizle yapıp sonra da karşısına geçerek taptığımız putlara ibadetten vazgeçmeye ça­ğırdı. Aynı zamanda O bizi, sözün en doğru olanını söylemeye,

emanete riayet ederek verilen sözü yerine getirmeye, akraba­lar arasındaki bağları güçlü tutup birbirimizi ziyaret etmeye ve komşulanmızla iyi geçinip yakınlık kurmaya davet edip bun­ları emretti. Buna mukabil de, her türlü haramdan kaçınma­mızı, kan akıtmamızı, her türlü fuhşiyata bulaşmayı, dedikodu yapıp yalan söylemeyi, yetim malı yemeyi, namus ve iffetiyle yaşayan kadınlara iftira etmeyi de bize yasakladı. Ayrıca, tek ve yekta olan Allah'a ibadet etmemizi, O'na hiçbir şeyi şerik koşmamamızı, namaz kılıp oruç tutmamızı ve zekat vermemizi emretti. Bizler de, O'nun dediklerini kabul ederek O'na iman edip tasdikte bulunduk. O'nun Allah'tan bize getirdiklerinin peşinde olup bir olan Allah'a ibadet etmeye ve O'na hiçbir şeyi denk tutmamaya başladık. Artık, O'nun haram kıldığını haram görüyor, helal olarak ilan ettiğini de helal biliyorduk. Ta ki, işte bu kavmimiz, bize karşı büyük bir mücadele, arkası kesilmez bir düşmanlık başlattı; işkencenin her türlüsüne maruz bıra­kıp, bizi dinimizden döndürerek Allah'a yönelmemizi engel­leyip, her türlü harama yeniden bulaşmamızı istedi. Yeniden el yapımı putların peşinde sürükleyebilmek için de ellerinden gelen her türlü kötülüğü reva gördüler. Bunun için de üzerimi­ze gelip işkenceyi yoğunlaştırdıklannda, zulümle üzerimizde baskı kurup işin dozajını artırdıklarında ve dinimizle aramı­za girmeye çalıştıklannda biz de, senin memleketine sığındık. Seni, diğer ülkelere tercih ederek buraya geldik; senin iklimin­de kalmayı yeğledik ve senin huzurunda zulüm görmeyeceği­mizi umarak adaletinesığındık, ey Melik, dedi.

Hz. Ca'fer'in, süreci bir çırpıda özetleyen bu veciz beya­nından hemen sonra Necaşi:

- O'nun Allah'tan getirdiklerinden sizin yanınızda var mı, diye sordu. Anlaşılan maya tutmuş ve Necaşi ilk sinyali ver­mişti. Heyecanla Hz. Ca'fer, yeniden ileriye atılıp:

- Evet, var, dedi.

- Onu bana okur musun, deyince de, Meryem suresi­nin başından başlayarak okumaya başladı. Hücrelere kadar işleyen lahüti bir sesti bunlar ... O kadar ki, çok geçmeden Necaşi'nin yanaklarından süzülen damlalar çarptı gözlere ... Mecliste bulunan diğer insanlan taradı gözler; din adamlan da, Necaşi'yle birlikte gözyaşı döküyorlardı! Sakallar gözyaş­lanyla ıslanmış, önlerine açılan kitapların sayfalanna göz pı­narlanndan kutsi damlalar düşmeye başlamıştı. Bir noktaya gelince Necaşi müdahale etti:

- Vallahi de, İsa'ya gelenlerle bunlar, aynı aydınlıktan kaynaklanan nurun birer parçası ve belli ki aynı kandilden kaynaklanıyor! Söylediklerinizin hepsi de doğru; sizler de doğru söylüyorsunuz Nebi'niz de Sadıkıı'l-Emin.

Sonra da, Kureyş'in iki elçisine döndü ve:

- Haydi, sizler de geldiğiniz yere gidin; vallahi de bunla­n size, asla teslim edecek değilim, diye çıkıştı. Elçiler, büyük bir şok yaşıyorlardı; tabii ki, huzurdaki kıssis u ruhban, vezir ü viizera da! Çaresiz, boyunlarını bükerek çıktılar huzurdan. Ancak, öyle kolay pes edecek gibi gözükmüyorlardı. Kendile­rini destekleyecek gayr-i memnunlan bulmak da zor görün­müyordu. Ortamın havasını değerlendiren Amr İbnü'l-As, arkadaşına yöneldi ve:

- ValIahi de yarın ben, öyle şeyler ortaya koyacağım ki, onunla buradakilerin kökünü temizleyeceğim, dedi. Abdullah İbn Ebi Rebia, daha ihtiyatlıydı:

- Gerek yok! Öyle bir şey yapma! Her ne kadar bize muha­lefet etmişlerse de onlar, yine de bizim akrabalarımız, diye kar­şılık verdi. Bir miktar daha aralannda konuştular ve neticede, ertesi gün yeniden kralın huzuruna çıkmaya karar verdiler.

Ertesi sabah yine merasim başlamış ve iki elçi de huzura gelmişti. İlk fırsatta Amr İbnü'l-As ileri atıldı ve:

- Ey Melik! Şüphesiz onlar, Meryem oğlu İsa hakkında çok büyük laflar ediyorlar!

Ortaya atıları her şüphe yeni bir ümitti onlar için ... Hz. İsa, onlar için her şeydi. Bir anda zihinlerde sorular peş peşe sıra­lanıverdi; acaba ne diyorlardı? Herkesin huzurunda umuma mal edilen böyle bir bilgi, yine herkesin huzurunda tebeyyün etmeliydi. Onun için Necaşi, haber gönderip Müslümanlan da huzuruna davet etti ve gelir gelmez de hemen sordu:

- Sizler, Meryem oğlu İsa hakkında ne diyorsunuz? İş, yine Ca'fer İbn Ebi Talib'e düşmüştü. Öne çıktı ve:

- Resülullah'ın bize anlattıklannı söylüyoruz; şüphesiz O, Allah'ın kulu ve insanlara gönderdiği elçisi, kendi ruhun­dan bir parça, iffet ve haya sahibi Hz. Meryem'e ilka ettiği bir kelimesiydi, dedi. Zaten bu, Necaşi'nin de beklediği bir cevap­tı. Heyecanla yerinden kalktı; eline bir baston aldı ve onunla yerde bir çizgi çizdi. Ardından da:

- ValIahi de, Meryem oğlu İsa hakkında senin dedikle­rinle bizim bildiklerimiz arasında, bastonun çizdiği şu çizgi kadar bile fark yok, dedi. Bu sözü krallanndan duyan bazı din adamlan homurdanmaya ve rahatsızlıklannı dile getirmeye başlamışlardı. Buna rağmen Necaşi, Hz. Ca'fer ve arkadaşla­nna dönerek şunlan söyledi:

- Allah'a yemin olsun ki sizler, aleyhinizde tuzak kurup da size kötü muamele edenlerin şerrinden emin olarak ü1kem­de kalın. Size yan bakan, karşısında beni bulacaktır! Size yan bakan, karşısında beni bulacaktır! Size yan bakan, karşısında beni bulacaktır! Yemin olsun ki, sizden birisinin başı ağnya­caksa, dağlar dolusu altına bile malik olsam onu istemem!

Bunlan söyledikten sonra N ecaşi, etrafındaki vezirlerine döndü. Belli ki, daha diyeceği şeyler vardı. İstiğna duygulan içinde, "Bunlar burada olduğu sürece üzerimde baskz oluştu­rur ve adil karar veremem." dereesine şunlan söyledi:

- Şu adamlann getirdiği hediyeleri de kendilerine geri verin, onlara benim ihtiyacım yok! Vallahi de Allah, bana bu

saltanatı verirken rüşvet almadı ki, ben onlardan bu rüşveti kabul edeyim!

Bu, Kureyş adına büyük bir yıkımdı; huzurdan çıkarken elçilerin perişan hali yürüyüşlerine de yansımış; karşılaştıkla­n muamele adeta bellerini bükmüştü, Ne beklemişlerdi; şim­di ise ne ile karşılaşıyorlardı!

Bundan böyle, Müslümanlar için Habeşistan; namazların rahat kılındığı, Kur'an'ın açıktan okunduğıı ve İslam adına gelen yeni mesajların kendi aralannda rahatlıkla paylaşıla­bildiği emin bir beldeydi. Hatta, bir müddet sonra Necaşi'nin ülkesine bir saldın vukü bulacak ve bu hadise münasebetiyle Müslümanlarda büyük bir endişe baş gösterecekti. Bu süre içinde, dua adına eller Necaşi için kalkacak ve Necaşi'nin ye­niden galip gelip de huzur ortamını devam ettirebilmesi için manevi destek sağlanacaktı. Nihayetinde, savaşın galibinin de Necaşi olduğu haberini alan Habeşistan muhacirleri, büyük bir sevinç yaşayacak ve kendilerine bu imkanı yeniden nasip eden Allah' a hamd edeceklerdi.


Konu Başlığı: Ynt: Cafer ibn Ebi Talib in çıkışı
Gönderen: Ceren üzerinde 27 Nisan 2019, 14:51:13
Esselamu aleykum. Binler rahmet binler selam cafer bin ebi talibin üzerine olsun inşallah. Rabbim razı olsun bilgilerden kardeşim. ..


Konu Başlığı: Ynt: Cafer ibn Ebi Talib in çıkışı
Gönderen: Züleyha üzerinde 27 Nisan 2019, 15:47:23
Allah razı olsun hocam emeginize saglik dua ile


Konu Başlığı: Ynt: Cafer ibn Ebi Talib in çıkışı
Gönderen: Mehmed. üzerinde 28 Nisan 2019, 14:08:41
Ve Aleykümüsselam Rabbim bizleri doğruların yolundan ayırmasın Rabbim paylaşım için razı olsun