๑۩۞۩๑ Kitap Dünyası - İlim Dünyası Kütüphanesi ๑۩۞۩๑ => Efendimiz => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 07 Mayıs 2011, 14:01:36



Konu Başlığı: Aleyhteki kampanya genişliyor
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 07 Mayıs 2011, 14:01:36
Aleyhteki Kampanya Genişliyor

Artık Kureyş, işin dozunu her geçen gün daha da artın­yor ve insanlan Allah Resülü'nden uzaklaştırabilmek için her türlü yola başvuruyordu. Ağza alınmadık sözler sarfediyor­lar, gün yüzü görmemiş yalanlara tevessü1 ediyorlardı! Bütün bunlarla onlar, Müslümanların kuvve-i maneviyelerini sars­mak; hakaret ve karalamalarla küçük düşürmek ve Müslüman olmayanlan da korkutarak O'na ulaşmalanm engellemek isti­yorlardı.

238 Bkz. Müddessir, 74/11-30. Velid İbn Muğire'nin on oğlu vardı. Hudeybiye'den sonra Müslüman olacak olan Halid bin Velid de bunlardan birisiydi.

Velid İbn Muğire'nin evindeki plan, istedikleri gibi netice vermeyince artık akıllarına geleni yakıştınr olmuşlardı. Önle­rine gelene istedikleri cümleleri savuruyorlardı. Topyekün bir karalama kampanyasıydı bu. Ağzılafyapan hemen her Mek­keli, etrafına topladığı kalabalıklara hitap ediyor ve böylelikle aleyhte bir kamuoyu oluşturmaya çalışıyordu.

Bunun için de, öncelikle Allah Resülü'nün şahsını hedef al­mışlardı; bir gün 'mecniin', başka bir zaman 'sihirbaz', bir baş­ka gün 'yalancı' ve akıllanna estiği diğer bir gün de 'şair' diyor ve kendilerince Efendiler Efendisi'ni alaya alıyorlardı. Bazen:

- Bu nasıl peygamber ki, çarşı-pazarda yürüyüp yemek yiyor,239 diyerek burun kıvınyor, zaman zaman da:

- Bu Kur'an, şu iki beldede bulunan büyük şahsa gelme­li değil miydi,240 gibi kuruntulanyla, sanki Allah'ın rahmeti­ni kendileri taksim ediyormuşçasına bu konudaki tercihi de kendileri yapmak istiyorlardı. Halbuki, bu işin yegane sahibi de Allah'tı ve O (celle celaluhü), risalet vazifesiyle kimi serfiraz kılacağını da çok iyi bilirdi.r"

- Siz de bizim gibi bir beşersiniz, diye de Resülün, kendi cinslerinden bir varlık olmasını garipsiyorlardı. Halbuki risa­letin kemali için, gelen peygamberin de muhataplar cinsinden olması gerekiyordu ve Allah (celle celaluhü) da, risalet vazifesini kullan arasından dilediğine verir ve böylelikle ona ihsanda bulunurdu.v"

Gün geliyor, hevalarına tabi akıllanna başka bir düşünce hakim oluyor ve peygamberin yalnızlığını gündeme getirerek: - O'nunla birlikte bir melek indirilseydi de yanında ken­disine yardımcı olsaydı ya! Yahut büyük bir servete konsaydı

239 Bkz. Purkan, 25/7 240 Bkz. Zuhruf, 43/31 241 Bkz. En'am, 6/124

242 Bkz. İbrahim, 14/10, 11

da içinde her türlü yiyeceğin olduğu cennet gibi bir bahçesi olsaydı,243 diyorlardı.

Bütün bunlann temelinde, risalet gibi önemli bir vazife için Allah Resülü'nün tercih edilişini kabullenememe, top­lumsal baskı, taassup, haset, inat, korku, gurur ve kibir gibi şahsi problemleri yatıyordu.

Küfrün kuralı yoktu ve çok geçmeden yönlerini Kur'an'a çevirdiler. Kimi zaman 'eskilerin masalları', bazen 'faydasız ve süslü söz', akıllanna estiğinde 'şeytan veya cin sözü' ve zaman zaman da 'beşer sözü' yakıştırmasında bulunuyor ve böylelikle, Allah kelamının insanlar üzerindeki tesirini kır­mak istiyorlardı. 244

Mekke'de kılıçlar çekilmeden önce, kelimelerin savaşı olan­ca hızıyla devam ediyordu. Bir taraftan kendi yandaşlanna:

- Şu Kur'an'a kulak asmayın! Onun karşısında bir üstün­lük sağlayabilmeniz için sürekli kanşıklık meydana getirin, 245 diyerek anarşiyi körüklüyor, diğer yandan da suret-i haktan gözükebilmek için akla gelmedik hilelere tevessül ediyorlar­dı. Kelime oyunlannın her türlüsüne başvuruyor ve karşıla­nndakileri devre dışı bırakabilmek için akla hayale gelmedik oyunlar oynuyorlardı. O kadar ki, belli bir dönem iman etmiş gibi görünmeyi yeğliyor, ancak aradan biraz zaman geçtikten sonra yeniden küfrünü ilan ederek, sanki aradığını bulama­mış bir insan rolü oynamaya çalışıyor; kendi saflanndakilere moralolmaya çalışırken Efendiler Efendisi ve O'nunla birlikte olanların kuvve-i maneviyelerini çökertmek istiyorlardı. 246 Bu ne gariplik ki, üstlerinde dalalet ve küfrün en koyu tonunu ta-

243 Bkz. Furkan, 25/8

244 Konuyla ilgili detay bilgi için bkz. Haylamaz, Reşit, Güller ve Dikenler, 1/206 vd.

245 Bkz. Fussılet, 41/26

246 Zerkani. Menahilu'l-İrfan, 2/296

şıdıkları halde Müslümanlara aynı sıfatları yakıştırmaya çalı­şıyor, en masum insanlan dalaletle itham etmek istiyorlardı.

İşi daha da ileri götürenler vardı; Kureyş'in şeytanı olarak da bilinen Nadr İbn Haris, Hire'den yeni gelmişti. Bu adam, zaman zaman uzak ülkelere gider, melik ve krallarla aynı mec­lisleri paylaşır ve böylelikle farklı kültürlere ait bazı bilgilere sahip olurdu. O günkü Mekke düşünüldüğünde kısaca Nadr, genel kültürün çok üzerinde bir bilgiye sahipti. Onun için, Restıl-ii Ekrem Efendimiz ne zaman İslam'ı anlatmak için bir meclise gelse, hemen arkasından o da gelir ve insanlara:

- Vallahi de ey Kureyş topluluğu! Ben, O'ndan daha güzel konuşuyorum! Hem, hangi özelliği var ki Muhammed, benden daha iyi konuşsun, diyerek böylelikle, Efendiler Efendisi'nin etkinliğini kırmaya çalışırdı.w

Aynı Nadr bir gün, bir cariye satın almış ve bu cariyeyi, İslam'ı tercih etme kertesine gelenleri yolundan çevirme mak­satlı kullanıyordu. Allah Resülü'nün hanesine yönelen herke­sin yolunu kesip bu cariyesine teslim ediyor ve izzet ü ikramın en güzeliyle kendisine iltifatta bulunmasını tenbihleyerek İn­sanlığın İftiharı ile görüşmesine engelolmaya çalışıyordu.s-"

Küfür bu ya, akla hayale gelmedik ve kapağı açılmadık yeni yeni yöntemlerle, her gün yeni bir yüzle kendini göste­riyor ve bütün bunlar, o günün gündemini oluşturuyordu. Efendiler Efendisi'yle karşılaştıklarında olmadık isteklerde bulunuyor ve sanki iman edeceklermiş gibi rol yaparak kafa kanştırmak istiyorlardı. Peygamberliğini ispat edebilmesi için bazen merdiven dayayıp gökyüzüne tırmanması gerekti­ğini ileri sürüyor, bazen de cennete uzanıp da onun meyve­lerinden kendilerine mükellef bir sofra kurması gerektiğini söylüyorlardı. Hoş, bütün bunları yerine getirse de inanacak

247 Kıırtubi, Tefsir, ı4/47

248 Şevkani. Fethu'l-Kadir, 4/335

değillerdi; bütün bunlan, sadece diyalektik malzemesi olarak kullanıyor, kendilerince gönül eğlendiriyorlardı!

İnançlan sarsık, varlığa bakışlan miyop, karekterleri kay­pak, ufuklan çıkmaz ve akıllan da nefislerinde tutsaktı. Bile bile imandan kaçıyorlardı! Büyük çoğunlukla, kendilerini ilah görüyor, yaptıklan her yanlışı birer fazilet eseri olarak gös­termeye çalışıyorlardı. Velhasıl, bugüne kadar içinde bulun­duklan durumun yanlışlığını bir türlü kabullenemiyor ve "Biz yanlış yapıyormuşuz!" deme faziletini gösteremiyorlardı. Ta­bii ki bu, büyük bir fazilet nişanesiydi ve o gün için onların çoğu, bu fazileti ortaya koyacak konumda değillerdi. Onun için de, yanlışlıklannı dile getirenleri en büyükdüşmanlan olarak niteliyor ve kendilerine topyekun savaş ilan ediyorlardı.

Neyse ki, mü'minlerin Allah'ı, inananların yanında Re­sülullah vardı. .. Müşriklerin olabildiğince yaygın ve kuralsız yüklenmelerine karşılık Kur'an, gelen her yeni ayetiyle mü'­minleri kuşatıyor ve hakkı temsil eden duruşlarında sebat et­meleri gerektiğini hatırlatıyor; Resül-ü Kibriya da, her fırsatta ashabıyla bunlan paylaşıp imanlannı takviye ediyordu. Hayır­lı işlerin çok muzır manilerinin bulunduğu, şeytan ve şeytani düşüncenin, hayır yolunu tercih edenlerle sürekli uğraşacağı haber veriliyor ve böylelikle, daha onlar planlannı ortaya koy­madan mü' minl erin mevzi almalan temin ediliyordu. Sıklıkla, önceki ümmetlerden misaller veriliyor ve Hak adına yol alma­nın kolayolmadığı vurgulandıktan sonra neticenin, mutlaka inanan ve hayatını takva ölçülerine göre şekillendirenler lehi­ne gelişeceği ortaya konuluyordu.

Bazen de gelen ayetler, öncelikleve bizzatAllah Resülii'nii teselli ediyor ve:

- Onların iddia olarak ortaya koyup söyleyegeldiklerin­den dolayı Senin sadr u sinenin daralıp canının sıkıldığını biliyoruz; ama Sen, Rabbini hamd ile tenzih etmekten geri
durma ve hep, yüzünü yere koyup secde edenlerle beraber ol! Sana ölüm gelip çatıncaya kadar da, Rabbine ibadetten ayrıl­ma,249 şeklindeki emirlerle sükunet telkininde bulunuyordu. Başka bir zaman:

- Seninle alayedip duran o kiistahların hakkından Biz geliriz! Onlar ki, Allah yanında başka ilahların peşinden git­meyi tercih ediyorlar; halbuki yann, her şeyi ayan-beyan gö­rüp bilecekler/So diyor ve son gülenin, kendileri olacağının müjdesini veriyordu. Muştuyu veren Allah olduktan sonra O'na güvenmemek olur muydu! Zaten yaşadıklan her hadi­se, kendilerini bir adım daha Allah'a yaklaştırıyordu. O da, adeta başlarını okşayıp sırtlannı sıvazlarcasına merhametini hissettiriyor ve:

- Senden önce de nice peygamberler böyle alaya alındı­lar; ama unutma ki çok geçmeden, o alayedip durduklan hu­suslar, birer re alite olarak kendi başlanna gelip dört bir yan­dan kuşatıverdi de perişan oldular.s" diyerek bunu, okunan Kur'an ayeti olarak önlerine koyuyordu. Zira bu türlü karşı çıkmalar, aslında şahıslara değildi; müşrik ve kafirlerin asıl derdi, Allah davasını etkisiz hale getirmek ve yeryüzünden Al­lah'ın adını silmekti, Sebep planında önde göründükleri için onlann hışmından mü'minler nasibini alıyorlardı; ama O'nun için çekilen bu sıkıntıların mükafatı da büyük olacaktı. Ha­bib-i Ekrem'ini teselli ederken Yüce Mevla:

- Onlann, Senin hakkında ileri geri konuşup da Seni ya­lanlamalannın Seni ne kadar üzdüğünü elbette biliyoruz; as­lında onlann hedefi Sen değilsin; onlar Seni yalanlamıyorlar; o zalimler, bile bile Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlar. Senden önce de nice peygambere aynı yaftalar takılmak istendi de

249 Bkz. Hicr, 15/97, 98, 99 250 Bkz. Hicr, 15/95, 96

251 Bkz. En'am, 6/10

onlann hepsi, aleyhlerinde çevrilen bütün tuzaklara rağmen Allah'ın inayeti yetişip onlan kucaklayacağı ana kadar dişi­ni sıkıp sabretti,252 ifadelerini kullanacak ve bütün bunlann ardında, nusret-i ilahi olduğunu ortaya kayacaktı. Ne büyük şefkat! Ne büyük iltifat! Ve ne büyük teselli!