ARABAMIZ KADAR KARİZMATİK, BLUZUMUZ KADAR ZARİFİZ
Şubat 2011 65.SAYI
Türk Dil Kurumu’nun “Bir ticari malı, herhangi bir nesneyi tanıtmaya, benzerinden ayırmaya yarayan özel ad veya işaret” şeklinde tanımladığı marka kavramı, bu tanımın çok ötesinde anlamlar taşıyor. Marka konumlandırıcıları ürünlerine biçtikleri rollerin tüketicide nasıl bir eki oluşturması gerektiğini en ince detaylarına kadar hesaplıyor ve öyle de başarılı oluyorlar ki; birçoğumuz için marka, kişiliğimizle paralel bir değer haline geliyor. Arabamız kadar karizmatik, çantamız kadar değerli, bluzumuz kadar zarif bir insan oluveriyoruz bir anda. İşin en acı tarafı ise üzerimizde taşıdığımız marka simgeleriyle dışarıya vermek istediğimiz bu mesajlara önce kendimizin inanıyor olması ve alışverişe o refleksle çıkmamız. Yani aslında bir mağazaya girerken sadece saat, ayakkabı vs. almaya değil “karizma, statü” gibi özellikler almaya gidiyor olmamız… Bu ay marka tutkusunun bizleri -şimdilik- getirdiği son noktaya değindik kapak dosyamızda. Ümmühan Atak’ın hazırladığı “Markan Kadar Konuş” başlıklı yazı her şeyin sanallığa evrildiği bu çağda önemli bir hastalığımıza işaret ediyor. Kendini markası kadar “adam” sanan insanın içinde kaybolduğu sanrıyı irdeliyor.
Bu ay hem gençleri hem de anne babaları ilgilendiren bir yazı var gençlik sayfalarımızda. Odasından çıkmayan gençlerin hangi ruh hali ile böyle davrandıkları onların dünyasından yola çıkılarak dile getiriliyor. Anne babaların böyle durumlarda nasıl davranması gerektiğine yer verilen dosyada gençlere de birkaç öneri var tabii. İki tarafın da faydalanmasına ve birbirini anlamasına vesile olmasını dileriz. Mizah sayfalarımızda ise özellikle beylerin ilgisini çekecek bir konuya değindi Ayşenur Uslu. “Yurdum Erkeklerinin Futbol Sevdası” başlığıyla kaleme aldığı yazı yine biribirinden enteresan tespitlerle dolu.
Önümüzdeki ay görüşünceye dek hoşça kalın.
Derya COMBA[
Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın