๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Edebiyat => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 23 Haziran 2012, 12:51:57



Konu Başlığı: Derrida ve Edebiyat
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 23 Haziran 2012, 12:51:57
Derrida ve Edebiyat
Celil CİVAN • 68. Sayı / EDEBİYAT GÜNDEMİ


Derrida’nın edebiyat ve felsefe arasındaki ilişkiye dair serüveni, ergenlik dönemindeki okumalarıyla başlar. Bir yandan Fransız düşünce hayatında önemli bir yeri olan varoluşçu yazarların (Sartre, Camus gibi), diğer yandan da Nietzsche’nin edebiyatla felsefeyi içiçe taşıyan kitapları Derrida’nın daha sonraki felsefe hayatına da yansır. Ergenlik döneminden itibaren felsefenin ve edebiyatın ne olduğunu sorgulayan Derrida’ya göre, mevcut akademik felsefe edebiyatı felsefe karşısında ikincil bir konuma taşımak istese de felsefe edebiyattan etkilenmekten kurtulamaz. Zira felsefe daima metafora, edebiyata ve estetiğe yakalanır. Derrida bu yakalanmayı ötekine açılmak olarak görür. Felsefe edebiyatta ötekine açılır ve bu açılım, felsefenin gelecek imkânının varolmasını sağlar. Bu gelecek imkânının varlığını tercümanlar aşağıdaki gibi yorumlar:

“Hakikat, anlam ve imlem çabası devamlı ertelenmek ve ‘gelecek’ halinde kalmak zorundayken ve böylece olumsuz ve eleştirel projeler sunuyor görünürken, edebi metin okunamaz olarak, anlamı indirgenemez olarak ve somutlaştırılamayan, çevrilemeyen ya da anlaşılamayan bir ötekiliğe açık olarak kalır.”

Bu ötekine açılma vurgusu, sadece felsefe-edebiyat ilişkisinin bir boyutu değildir. Derrida’nın ahlâk ve siyasetle ilgili görüşlerine de uygundur.

Derrida’ya göre edebiyat bir “tekillik deneyimi”ne yol açar. Bu anlamda her eser, edebiyata dahil olduğu gibi ondan farklı olma özelliğiyle de ayrılır. Her edebi eser hem kendi türüne özgü bir örnektir hem de bu genel türden başka bir tekilliğe sahiptir. Derrida’nın verdiği örneği kullanırsak Joyce’un Ulysses’i hem tekil bir roman örneğidir hem de genel roman kategorisine örnek teşkil eder. Böylesi bir tekillik, edebiyatın teoriyi sürekli aşmasını, dahası sürekli “kenarda” durmasını sağlar. Ancak edebiyatın bu tekilliği onun bir kurum olmasına engel teşkil etmez. Derrida’nın tabiriyle “edebiyat denilen şu tuhaf kurum” bu tekillik deneyimi dolayısıyla kendi varlığını sürekli aşma eğilimi gösterir:

“Edebiyatın yasası, ilkece, bu yasaya başkaldırmaya ya da onu yükseltmeye eğilim gösterir. Bu yüzden “söylenecek her şey”in deneyimiyle bu yasanın özünün düşünülmesine olanak tanır. O, kurumun dışına taşma eğilimi gösteren bir kurumdur.” (s. 38)

Kendi dışına taşma eğilimi, Derrida’nın belki de keskin bir ifadeyle “edebiyat yoktur –ya da neredeyse hiç yoktur, yok denecek kadar azdır” demesine imkân sağlar. Derrida’nın bu ifadesi edebiyatın yokluğunu değil ama “edebiyat nedir” sorusuna özcü yaklaşımla verebileceğimiz bir cevabın yokluğunu işaret eder:

“Edebiyatın güvence altına alınmış hiçbir özü ya da varlığı yoktur, edebi bir eserin bütün unsurlarını çözümlemeyi sürdürürseniz, asla edebiyatın kendisiyle karşılaşmazsınız; paylaştığı ya da ödünç aldığı, diğer metinlerde başka yerlerde de bulabileceğiniz, ister dile, anlamlara isterse göndergelere ilişkin (“öznel” ya da “nesnel”) bir mesele olsun, bazı özelliklerle karşılaşırsınız yalnızca.” (s. 76-77)

Edebiyatın bu “yokluğu”, edebiyatın sürekli bir tekillik deneyimi olarak, ötekine açılma olarak, başka bir ifadeyle geleceğe doğru hareket etmesine imkân sağlayan bir belirsizliğe sahip olarak indirgenemez olduğunu gösterir.

Derrida, edebiyattan söz ederken “yazılı edebiyat”a (literatür) vurgu yaptığını özellikle belirtir. Böylece onun sözmerkezci felsefeyi eleştirirken bir fikir silahı olarak neden edebiyatı kullandığı da açık hale gelir. Çünkü sözmerkezci felsefe yazı karşısında söze üstünlük verirken Derrida’nın yapıbozumcu yaklaşımı yazıya vurgu yapar. Dolayısıyla yazılı edebiyat, yazı-söz-dil arasındaki konumlamaları irdelemek açısından verimli bir zemin sağlar. Yazılı edebiyatın tekillik deneyimi, ötekine açılma imkânını taşıması, ne kadar anlaşılırsa anlaşılsın her zaman indirgenmeye ve açıklanmaya direnen bir gediğe sahip olması, sözkonusu edebiyatın sadece sözmerkezci metafiziği eleştirmesini sağlamaz, siyasi ve ahlâki olarak geleceğe dair bir tasavvuru da potansiyel olarak içinde taşır.