> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Düşünce > Mesafe Kaybı ve Mesele’nin Yitirilmesi
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Mesafe Kaybı ve Mesele’nin Yitirilmesi  (Okunma Sayısı 1414 defa)
25 Temmuz 2012, 14:19:07
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 25 Temmuz 2012, 14:19:07 »



[Fütûhât-ı Medeniyye Yolculuğu] Mesafe Kaybı ve Mesele’nin Yitirilmesi
Yusuf Kaplan • 79. Sayı / DÜŞÜNCE


İnsanlık tarihinde, ilk kez, her şeyin küre üzerinde cereyan ettiği bir çağda yaşıyoruz. Dünya, McLuhan’ın öngörüsünü doğrularcasına tam anlamıyla bir “küresel köy”e dönüştü. Zaman ve mekân mesafesi, ilk kez ortadan kalktı.

Zaman ve mekân mesafesinin ortadan kalkması, münhasıran medyanın marifetiyle olmadı. Elbette ki, medya burada belli bir rol oynadı. Eğer zaman ve mekân mesafesinin ortadan kalkmasını sadece medyanın bu kadar yaygınlaşmasına indirgersek, o zaman hem içinde yaşadığımız çağın nasıl bir çağ olduğunu, bu çağın nasıl oluştuğunu ve hangi temel kurucu ve temel koyucu entelektüel ilkeler üzerine kurulduğunu, en önemlisi de bizim Müslümanlar olarak bu çağda ne durumda olduğumuzu anlamakta zorlanırız.

İlk bakışta, zaman-mekân mesafesinin ortadan kalkmasının medyanın marifetiyle gerçekleştiği gibi bir izlenim oluşabilir ama bunun büyük bir yanılgı olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum.

Çünkü medya, hem temel kurucu ve temel koyucu dinamikler/paradigmalar değil; hem de yine bununla ilintili olarak, medya neden değil, sonuç.

O yüzden zaman-mekân mesafesini ortadan kaldıran ve medyayı da doğuran daha esaslı, daha belirleyici, daha köklü felsefî/fikrî temeller üzerinde kafa yormamız gerekiyor.

Ama medya faslında burada dikkat çekilmesi gereken çok çarpıcı bir ayrıntı var: Zaman-mekân mesafesini ortadan kaldıran dinamikler medya olmasa da, zaman-mekân mesafesinin hem neden ortadan kalktığını, hem de medyanın bu bağlamda, semiyolojik olarak zaman-mekân mesafesinin ortadan kalktığını bizzat gösteren önemli bir gösterge olduğunu hatırlatmak isterim.

Şunu söylemek istiyorum: Sadece doyurucu bir entelektüel birikimle medyaya, medyanın doğasına ve diline derinlemesine baktığımız zaman, zaman-mekân mesafesinin neden ortadan kalktığını da, ne anlam ifade ettiğini de sarahaten tahlil ve tarif etmemiz mümkün olabilir.

Zaman-mekân mesafesinin ortadan kalkışını, dolayısıyla her şeyin yalnızca tek bir coğrafya, yalnızca küre üzerinde cereyan ettiğini en iyi ve en somut olarak medyaya baktığımızda görebiliriz. Yazıya medya üzerinden giriş yapmamın en temel gerekçesi de bu zaten.

Tam bu noktada sorulması ve izi sürülmesi gereken soru şu: Peki, medyada gördüğümüz zaman-mekân mesafesinin ortadan kalkması ne anlam ifade ediyor?

Mesafe kaybı
İnsanlığın ama bütün insanlığın hem tek bir duyuş, düşünüş, varoluş ve yaşayış biçimine mahkûm edildiğini, daha da önemlisi, medya bütün mesafeleri ortadan kaldırdığı için, medya üzerinden üretilen algılama biçimlerinin yalnızca ayartıcı, simülatifleştirici/sahte algılama düzleminin eşiğine bütün insanlığın fırlatıldığı gerçeğini ifade ediyor zaman-mekân mesafesinin ortadan kalkması fenomeni.

Yani özetle, hem mesafenin ortadan kalkması, hem de bunun kaçınılmaz sonucu olarak meselenin ortadan kalkması, insanların meselesizleşmeleri, dolayısıyla yalnızca ayartıyla, hazların ve arzuların ertelenemezliğiyle, hıza ve hazza teslim olarak kendilerini fiilen, varoluşsal olarak “öldürmeleriyle” sonuçlanan köklü bir metafizik açmazla karşı karşıya insanlık.

Özlü bir şekilde söylemek gerekirse: Mesafenin yitirilmesi, zorunlu olarak, insanın meselesizleşmesini doğuruyor.

Mesafe kaybı ve hakikatin yitirilmesi
Mesafenin yitirilmesi, ardından da mesafenin yitirilmesiyle birlikte meselenin yitirilmesi üzerinde biraz kafa yormamız gerekiyor.

Mesafenin yitirilmesinden insanın ilâhî olan ile beşerî olan arasındaki mesafeyi kaldırmasını ve her şeyi beşerî düzleme indirmesini ve indirgemesini kastediyorum. Dolayısıyla mesafenin yitirilmesi, insanın ilâhî olanla irtibatlarının kopması ve insanın her şeyin ölçüsü ve ölçütü katına yükseltilmesi, yani insanın bir anlamda tanrılaşması sonucunu doğuruyor.

İlahî olanla beşeri olan arasındaki mutlak mesafenin kaldırılması, kaçınılmaz olarak, insanın hakikati yitirmesi anlamına geliyor. Başka bir ifadeyle, mesafenin yitirilmesi, kaçınılmaz olarak hakikatin yitirilmesiyle sonuçlanıyor.

Buradan şuraya geliyoruz: Hakikatin yitirilmesi, insanın meselesini yitirmesiyle sonuçlanıyor.

Meselenin yitirilmesi: Hakikatin yitirildiği hakikatinin yitirilmesi
Meselenin yitirilmesi ise, yalnızca hakikatin yitirilmesiyle değil, aynı zamanda, hakikatin yitirildiği hakikatinin de yitirilmesiyle sonuçlanıyor. Bugün insanlığın geldiği nokta burası. İçinde yaşadığımız postmodern zamanlar, “anything goes/her şey mübah” mottosunun hayatımızı, hattı harekâtımızı belirlediği tek ölçü ve ölçüt olduğu, ayartıcı ve estetize yöntemlerle bizi yokoluş mevsiminin ortasına fırlattığı zamanlar.

Başka türlü ve daha somut bir şekilde şöyle özetleyebiliriz buraya kadar geliştirdiğimiz fikirleri: Modernlik, insanın Yaratıcı ile olan mesafesini ortadan kaldırmıştı. Postmodernlik ise, insanlığın meselesinin kalmamasıyla sonuçlandı.

Bu belirlemeyi bir başka düzlemde şöyle de formülleştirebiliriz: İlâhî olanla mesafenin yitirilmesiyle sonuçlanan modernlik, insanın hakikati yitirmesine, yani dünyevî ve beşerî olanı mutlaklaştırmasına ve ilâhî olanın, dolayısıyla dinin hayattan uzaklaştırılmasına yol açtı. Postmodernlik ise, insanın meselesini yitirmesine, her şeyin izafileşmesine, dolayısıyla dünyevî olanın dinselleştirilmesine yol açtı. Modernlik sürecini, paganizm süreci; postmodern süreci ise medya, kültür, müzik, spor ve eğlence endüstrisinde adeta mantar gibi din-dışı kutsalların ve sahte-ikonların icat edildiği neo-paganizm süreci olarak adlandırabiliriz.

Burada dikkat çekmek istediğim ve ne yazık ki, sürekli olarak gözden kaçırdığımız en yakıcı açmazlarımızdan biri de şu: Hakikatin yitirildiği modern (seküler-kapitalist) süreç de, hakikatin hakikatinin yitirildiği postmodern (neoseküler-neoliberal) süreç de, Batı’da üretilmiş olmasına rağmen, bütün insanlığa dayatılan, bütün insanlığın “seküler din”leri haline getirilen ve sadece Batılıların değil, bütün insanlığın duyuş, düşünüş, varoluş ve yaşayış biçimlerini doğrudan belirleyen tecrübelerdir. Sadece Batı’da yaşanan değil, Batı’da üretilen ama bütün dünyaya dayatılan ve bütün dünyanın algıma, duyma, varolma ve davranış kalıplarını şekillendiren, dolayısıyla bütün dünyada da yaşanan tecrübelerdir.

Başka bir deyişle, bütün insanlık, ilk kez bir uygarlığın, yani Batı uygarlığının geliştirdiği modern ve postmodern akidevî, zihnî, fikrî, rûhî ve kültürel taarruza maruz durumda.

İşte hem bu çok yönlü taarruzu püskürtebilecek, hem de ardından, insanlığa yeniden hakikati hatırlatacak medeniyet fikrinin yalnızca Müslümanlarda olduğunu Batılılar, bizden çok daha iyi kavradılar ve o yüzden İslâm’ı küresel tehdit olarak konumlandırdılar. Müslümanların vahye dayalı, bütün insanlığı kucaklayabilecek, bütün insanlığın medeniyet birikimini yeniden hayata ve harekete geçirmesine imkân tanıyabilecek, yeryüzünde yeniden hakikatin, hakkaniyetin, sulhün, selâmetin, adaletin ve insanlık kardeşliğinin hâkim olmasını sağlayabilecek çok katmanlı, çok boyutlu, kanatlandırıcı, ufuk ve çığır açıcı medeniyet tasavvuruna yalnızca Müslümanların sahip olduklarını bildikleri için, önce İslam’ı hedef tahtasına yatırdılar. Sonra bütün insanlığın İslam’dan uzaklaştırılması stratejisini, İslâm dünyasında İslâm’ı Protestanlaştıracak/sekülerleştirecek, İslâm’ın insanlığın önündeki tek seçenek olma imkânını içeriden yok edecek yokoluş projesini hayata geçirmek için var güçleriyle mücadele ediyorlar.

Asıl: Vahiy; Usûl: Hz. Peygamber (s.a.v)
Onun için de Müslümanların Hz. Peygamber’le (s.a.v), hadisle ve sünnet-i seniyye ile ilişkilerini önce problemli hale getirmeye, sonra da koparmaya çalışıyorlar. Önümüzdeki süreçte, İslam dünyasının köklü ve kuşatıcı bir medeniyet meydan okuması geliştirmesini önleyebilmenin birincil şartının Hz. Peygamber’i (s.a.v) ve sünnetini devre dışı bırakarak tıpkı Avrupa tarihinde yaşanan ve Avrupa’nın tam ortadan ikiye bölünmesine ve doludizgin sekülerleşme projesine soyunmasına yol açan Protestanlaşma projesinin İslam dünyasında da uygulanmasının ancak Hz. Peygamber’in (sav), asıl’ı/vahyi hayata geçiren yegâne usûl olduğu gerçeğini unutturacak kapsamlı bir projeyi hayata geçirmekle mümkün olabileceğini çok iyi gördükleri için, son çeyrek yüzyıldan bu yana bu projeyi uygulamaya koymuş durumdalar.

Batılılar, eğer asıl’ı hayata geçiren usûl olarak Hz. Peygamber’i (s.a.v) devre dışı bırakmayı başarırlarsa, Müslümanların hem küresel seküler-kapitalist sistemin taarruzlarına karşı çıkan, hem de yepyeni, vahye dayalı küresel bir medeniyet fikrini hayata geçirmeye soyunan girişimlerinin suya düşürülebileceğini hesap ediyorlar.

İşte Müslümanların tam bu noktada topyekûn benimsemeleri gereken yegâne meseleleri, mesuliyetleri ve yükümlülükleri, Hz. Peygamber’i (s.a.v) asıl’ı/vahyi hayata geçiren bir usûl olarak bütün yönleriyle, boyutlarıyla ve katmanlarıyla nasıl anlayabilecekleri ve bu “usûl”ü nasıl hayata ve harekete geçirebilecekleri hayatî meselesidir.

‘Âlemlere rahmet olarak gönderilen’ ne demek?
Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v), yalnızca Müslümanların değil, bütün insanlığın hakikatle yeniden buluşabilmesinin yegâne anahtarı. Kâinatın övüncü, kıvancı olarak tavsif ve tarif ettiğimiz Efendimiz (s.a.v), bizatihi vahyin tarifiyle “âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir.”

Peygamberimizin (s.a.v) âlemlere rahmet olarak gönderilmesi, Peygamberimizin (s.a.v) bütün âlemlerin meselelerini mesele edindiği ve münhasıran da bütün insanlığın karşı karşıya kaldığı temel varoluşsal meseleleri nasıl hâl yoluna koyabileceğin...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Mesafe Kaybı ve Mesele’nin Yitirilmesi
« Posted on: 23 Nisan 2024, 20:39:03 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Mesafe Kaybı ve Mesele’nin Yitirilmesi rüya tabiri,Mesafe Kaybı ve Mesele’nin Yitirilmesi mekke canlı, Mesafe Kaybı ve Mesele’nin Yitirilmesi kabe canlı yayın, Mesafe Kaybı ve Mesele’nin Yitirilmesi Üç boyutlu kuran oku Mesafe Kaybı ve Mesele’nin Yitirilmesi kuran ı kerim, Mesafe Kaybı ve Mesele’nin Yitirilmesi peygamber kıssaları,Mesafe Kaybı ve Mesele’nin Yitirilmesi ilitam ders soruları, Mesafe Kaybı ve Mesele’nin Yitirilmesiönlisans arapça,
Logged
10 Ocak 2014, 15:20:31
Kader 7/C

Çevrimdışı Çevrimdışı

Cinsiyet: Bayan
Mesaj Sayısı: 1.088



« Yanıtla #1 : 10 Ocak 2014, 15:20:31 »

Peygamberimizin (s.a.v) âlemlere rahmet olarak gönderilmesi, Peygamberimizin (s.a.v) bütün âlemlerin meselelerini mesele edindiği ve münhasıran da bütün insanlığın karşı karşıya kaldığı temel varoluşsal meseleleri nasıl hâl yoluna koyabileceğinin anahtarının kendisinde bulunduğu anlamına geliyor. Bizatihi Efendimiz’in (s.a.v) kendisinin sünnet-i seniyye tarifi, bu gerçeği göstermeye kâfi: Efendimiz (s.a.v), sünnet-i seniyyeyi kavl/söz, fiil ve ikrar/hâl olarak tarif ediyor.

Efendimiz’in (s.a.v) tarif ve tatbik ettiği bu “övülmüş yol”, bütün insanlık için, hakikatin ne olduğunun, hakikate nasıl vâsıl olunabileceğinin güzergâhlarını veriyor bize: Söz/kavl aşaması, doğrudan ilme’l-yakîn sürecidir. Fiil aşaması, ayne’l-yakîn sürecidir; ikrar/hâl aşaması ise, hakka’l-yakîn sürecidir. Tasavvufun diliyle, bunlar, sırasıyla şeriat, tarikat ve hakikat süreçlerine denk gelir.

Bugün Batı uygarlığının insanlığa sadece mesafe kaybı yaşatmasının değil, meselesini yitirmesi gibi bir metafizik felâketin eşiğine sürüklemesinin ne anlama geldiğini ve buradan nasıl esaslı bir çıkış yolu geliştirebileceğimizi doğrudan sünnet-i seniyyeye baktığımızda net bir şekilde görebiliyoruz.

Batı uygarlığı, sadece epistemoloji/yani ilme’l-yakîn düzlemde varolan, hakikati tek bir boyuta indirgeyen bir uygarlıktır. Çin, Hint, Tao, Budizm, Hinduizm, Konfüçyanizm ve Zen gibi Doğu gelenekleri, hakikati, sadece ayne’l-yakîn yani fenomenolojik düzleme indirgeyen yine tek boyutlu geleneklerdir. Hakikati, öğrenerek/ilme’l-yakîn, görerek/ayne’l-yakîn ve yaşayarak/hakka’l-yakîn düzlemlerinin üçünü de harekete geçiren yegâne kaynak vahiydir. Bu kaynağı hayat haline getiren, bu hayata hayatiyet kazandıran yegâne usûl de, Efendimiz’in (s.a.v) Sünnet-i Seniyye’leridir. Sonraki yazıda hakikatin bu üç temel kaynağının Sünneti Seniyye’de nasıl tezahür ettiğini ve bu üç sütundan biri eksik olduğu zaman, insanın kaçınılmaz olarak neden ve nasıl büyük yokoluş felâketlerinin eşiğine sürüklenmekten kurtulamayacağını mercek altına alacağımı hatırlatarak yazıya noktayı koyuyorum. :)  :)  :) :)
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Dünya güzel olsaydı,doğarken ağlamazdık...

Yaşarken temiz olsaydık,ölünce yıkanmazdık.
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes