> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Diğer Yazılar > Fütuhat-ı Medeniyye yolculuğu
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Fütuhat-ı Medeniyye yolculuğu  (Okunma Sayısı 1202 defa)
15 Temmuz 2012, 15:10:35
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 15 Temmuz 2012, 15:10:35 »



Fütuhat-ı Medeniyye yolculuğu: Düşünce düş’e düşünce
Yusuf Kaplan • 74. Sayı / DİĞER YAZILAR


Çağımızın yaşayan en ilginç düşünürlerinden Gilles Deleuze, “felsefenin bittiğini, felsefenin yerini sinemanın aldığını” söylemişti. Bir yönüyle fena halde tedirgin edici; bir yönüyle de fena halde kışkırtıcı bir tespit bu.

Sinemanın, özelde felsefenin, genelde ise düşüncenin gördüğü işi ve işlevi görmeye başladığı anlamına geliyor Deleuze’ün tespiti çünkü.

Tedirgin edici; çünkü düşünce düşmüştür artık. Düşünce düşmüşse, insan, ne düşünsün; neyi, nasıl düşünsün ki? Nasıl düş görebilsin? Düş göremeyen insan, düşünebilir mi ki; düşünce yolculuğunda, varlığı ve hayatı, hakikati ve eşyayı düşünme yolculuğunda yollara düşebilir mi?

Kışkırtıcı; çünkü düşünce, düş’e düşmüştür artık: Düşüncenin düş’e düşmesi; Gönül’e iş düşmesi, Gönül’ün yeniden yollara düşmesi demek…

“Nasıl yani?” diye soruyor olmalısınız derin bir iç geçirerek, “düşünce nasıl düşer de, düşünmek düş’e düşer?” Evet, “nasıl bir şey bu?”

Düşünce düşünce… bir düş düşer gönül’e…
Büyük ölçekli medeniyet krizleri yaşanan çağ dönümü zamanlarında, düşüncenin ve düşünmenin kökleri de, ırmakları da kurur. Çünkü büyük ölçekli medeniyet krizleri yaşanan zamanlar, varoluşsal krizlerin yaşandığı zamanlardır; yalnızca hakikatin değil, aynı zamanda hakikatin hakikatinin de unutulduğu, yitirildiği yok oluş, düşüş zamanları…

İşte bu tür varoluşsal buhran zamanlarında, ilahi öz’ü, ilahi özün nebevî söz’ünü gür bir sesle bütün insanlığa hatırlatacak yüce kişilerin; kalpleri, yürekleri ve gönülleri aşk ateşiyle yanan kutlu, öncü, önaçıcı, bilge kişilerin; has sanat, hasbî sanat, sahici sanat, hakikatin hakikatlerini gün ışığına çıkararak insanlığa ölümsüz ışıklar saçabilecek derinlikte bir hakikat sanatı vasıtasıyla derûnî aşk ve engin bir muhabbetle insanlığa ulaştırabilecek öncü sanatçıların, hakikat sanatçılarının, insanlığa yeniden hayat üfleyecek, ruh üfleyecek engin pınarları, zengin kaynakları, ilahi rahmetin emri gereği, bütün insanlığı sulayacak şekilde harekete geçirmeleri zorunlu hale gelir. “Rahmetim gazabımı geçti” diye buyuran Zül’l-Cemâl, işte o zaman, insanı, varlığı, tabiatı yokoluşun eşiğine sürükleyen fırtınaları dindirir, eşyanın hakikatini kavrayabilen kutlu öncülerini devreye girdirir.

Bu tür varoluşsal buhran zamanlarında eşyanın hakikatini kavrayabilecek ve insana hakikati, hakikatin hakikatini hatırlatabilecek iki tür öncü insan tipi ortaya çıkar: Bütün insanlığın ve varlığın varoluş sorunlarını iliklerine kadar yaşayan “düşünür tipi” ile “sanatçı tipi” figürleridir bunlar. Daha doğrusu, bu iki öncü insan tipinin hususiyetlerini şahsında tecessüm ettirebilen “sanatçı-düşünür” figürüdür. “Sanatçı-düşünür” figürü, düşünce’nin düşmesini durdurarak, düşünce’yi düş’e, dolayısıyla dirilişe, meyveye ve yemişe durdurur.

Düşe gerek yollara, gönül ve ruh erleri düşe…

Büyük varoluşsal kriz zamanlarından birinden, birinci medeniyet krizini yaşadığımız 13 ve 14. yüzyıllardan bir örnek verelim: Doğu’dan, Horasan’dan kalkıp Anadolu’da iskân eden Hz. Mevlânâ ile Batı’dan, Kurtuba’dan kalkıp yine Anadolu’da iskân eden İbn Arabî Hazretleri. Bu sözünü ettiğim büyük kriz zamanlarının aşılmasına imkân tanıyan tohumları eken öncü, önaçıcı bilge “düşünür-sanatçı” tipinin misali olan timsal şahsiyetlerdir.

Çağımızda düşünen, insanlığın varoluşsal sorunlarının nasıl aşılabileceğine ilişkin derin düşler kuran bu “sanatçı-düşünür” tipinin iki önemli temsilcisi var: Biri, Bediüzzaman Hazretleri, diğeri üstad Sezai Karakoç.

Bir de bu görünen, bilinen “sanatçı-düşünür” figürlerinin dışında, görünmeyen, bunları da, bugün fikir beyan etme cehdi içinde olan öncü kişileri de manen besleyen, büyüten, terbiye eden gönül mimarları var. Tasavvufun bütün dünyada özellikle fikirle, sanatla, hayatın en temel meseleleriyle derinlemesine ilgilenen çevrelerde büyük ilgi görüyor olmasının nedenleri de burada gizli işte.

Özetle… Deleuze’ün “felsefenin bittiği, sinemanın felsefenin yerini aldığı” tespitini bu kriz zamanlarının sorunlarını ve geleceğin ufuklarını, derin düşünce, engin ufuk ve düş sahibi düşünce, sanat ve gönül mimarlarının tam olarak görebileceği, hakikat sineması olarak adlandırabileceğimiz ve Tarkovsky, Mecidi ve Semih Kaplanoğlu’nun en seçkin örneklerini verdikleri sinemanın tam da Deleuze’ün sözünü ettiği anlamda felsefenin/düşüncenin yerini alan bir sinema olduğunu düşünüyorum.

Düşüncenin düşüşü…

Felsefenin/düşüncenin bitişini ilk haber veren düşünür aslında Deleuze değil. Deleuze’den önce Wittgenstein da, ondan önce Nietzsche de, ikisinin arasındaki dönemde ise Heidegger de düşüncenin düşüşüne çeşitli şekillerde dikkat çekmişlerdi.

Wittgenstein, Batı düşüncesinin artık tarif yapamayacak kadar güdükleştiğini, tıkandığını, düştüğünü; o yüzden, haddini bilerek yalnızca tasvir yapmakla yetinmesi gerektiğini söylemişti.

Ondan önce Nietzsche, “Tanrı’nın öldü/rüldü/ğü”nden sözederken, Batı düşüncesinin 19. yüzyılın sonu itibariyle cenazesinin kaldırılması gerektiği çağrısını yapmış ve “İslam kültürünü yok etme saldırısı geliştirmek yerine, bizim bugünkü kültürümüzle karşılaştırıldığında, bizim kültürümüzden daha gelişkin ve daha derinlikli olduğu görülecek olan İslam’ın önünde diz çökmeliydik” diye haykırmıştı Deccal’de.

Öğrencisi Heidegger ise, Batı’da düşüncenin aslında 2400 yıl önce, Sokrates’le birlikte düştüğünü, bittiğini söyleyerek bizi hayretlere düşürmüştü…

Düş’e gerek gönül, düş’e…
Batı uygarlığının bütün insanlığın medeniyet birikimini elinin altında bulundurmasına rağmen, bu birikimi yeni ufuklara taşıyarak biriktirmek ve çoğaltmak yerine, bitirmesi ve sağaltmasının nedeni, bu medeniyet birikimlerini anlayabilecek derinliğe, çapa, ufka ve boyutlara sahip olamamasıdır. Batı uygarlığı, insanı ve hayatı, sadece bu dünyaya, yatay eksene (görünür’e, kabuktan, dış yüzeyden, hatta yalnızca yüzeyden ibaret olan boyutsuzluk boyutuna, tek boyuta) hapsetmiş, insanın ve hakikatin bütün diğer boyutlarının filizlendiği, yeşerdiği, yemiş verdiği ve meyveye durduğu, dikey ekseni (manevi/batınî, derûnî, iç katmanları) yerle bir etmiştir.

İnsanın varoluş serüvenini yer’le sınırlamakla, insanın Yaratıcı, Kâinat ve İnsan’dan oluşan büyük varlık zinciri ile ilişkisini yerle bir etmekle, insanı yere mahkûm etmiş, yersiz yurtsuzlaştırmıştır. Başka medeniyetlerin birikimlerini biriktirmek, yeşertmek ve çoğaltmak şöyle dursun; insanın ve içinde yaşadığı dünyanın geleceğini tehlikeye düşürmüş; insanlığı, insanlık tarihi boyunca tanık olmadığı büyük bir metafizik felâketin ortasına fırlatmıştır.

Her şeyden önce şu: Felsefe bitmişse, bilin ki, düşünce de büsbütün bitmiş, yitmiş, arkasına bakmadan çekip gitmiş demektir zaten.

Batı uygarlığı, bütün insanlığın birikimi üzerine oturuyor. Evet, görünüşte gerçek bu. Peki, gerçekte de bu mu gerçek?

Ne yazık ki, değil. Keşke öyle olsaydı. Keşke Batı uygarlığının çocukları, başka medeniyetlerin birikimlerini hakkıyla tevarüs edip de temellük edebilmiş ve bütün insanlığa hayat bahşedici bir varoluş imkânı armağan edebilmiş, engin yemişler sunabilmiş olsalardı.

Batı uygarlığının diğer medeniyetlerle kurduğu ilişkiyi, o medeniyetlere hem kendileri olarak, hem de diğer medeniyetlerle imaginatif ilişkiler kurarak varolma, derinleşebilme ve yeni ufuklara, düşlere açılabilme imkânları vermiyor; aksine bu imkânların handiyse hepsini iptal ediyor.

Dolayısıyla Batı uygarlığının bütün insanlığın medeniyet birikimi üzerine oturması, bu birikimi yeni aşılarla filizlendirmesi, çiçeklendirmesi ve zenginleştirmesi ve çoğaltarak biriktirmesi şeklinde tezahür etmiyor; bilakis bitirmesi şeklinde tezahür ediyor. Dolayısıyla Batı uygarlığının diğer medeniyetlerle kurduğu ilişki, biriktirici, çoğaltıcı ve varedici hayat bahşedici bir ilişki değil; bitirici, sağaltıcı, hayat emarelerini bile kurutucu, düşlerini bile yıkıcı, yok edici bir ilişki olarak kendini gösteriyor.

Bu durum, Batı uygarlığının yalnızca diğer medeniyetlerle kurduğu ilişkide böyle değil; aynı zamanda Batı uygarlığı içindeki uygarlık içi havzaların birbirleriyle kurdukları ilişkilerde de az çok böyle gerçekleşiyor.

Sözgelimi, Batı uygarlığının kurucu-eski havzasını oluşturan Avrupa tecrübesinin entelektüel birikimi Amerika’ya taşındığında handiyse tanınamayacak kadar başkalaşıyor, dönüşüyor.

Bunu sinemadan çarpıcı bir örnekle açıklayalım: Çağımızın en büyük düşünürlerinden, en cins kafalarından Jean Baudrillard, bir defasında Amerika’ya gittiğinde, havaalanında Matrix filmini çeken sinemacılar tarafından karşılanıyor. Baudrillard’a iltifat olsun diye, “üstad, sizin fikirlerinizi filme aktarıyoruz” diyorlar. Ama üstad Amerikalı sinema ekibine öyle bir cevap veriyor ki, geldiklerine de geleceklerine de, dediklerine de diyeceklerine de bin pişman oluyorlar. Baudrillard, Matrix ekibine aynen şöyle diyor: “Hadi oradan! Siz benim ne dediğimi zırnık kadar anlamamışsınız bile!”

Buradan gelmek istediğim nokta şu: Aynı uygarlığın farklı havzaları bile birbirlerinin birikimlerini tam olarak anlayamıyorsa, örneğimizden devam edecek olursak, Amerika’nın çocukları, Avrupa’nın entelektüel birikimini kendilerine göre formatlayarak bambaşka bir şeye dönüştürüyorlarsa, Batı uygarlığının başka medeniyetlerin birikimlerini hakkıyla tevarüs etmesi, temellük etmesi ve insanlığa çoğaltarak sunması, herhalde hayal etmesi bile muhal olsa gerek.

Şimdi asıl yakıcı soruyu soruyorum: Özelde, Batı uygarlığını her bakımdan temsil ettiğini söyleyebileceğimiz Amerikan tecrübesi, Avrupa’nın ente...
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Fütuhat-ı Medeniyye yolculuğu
« Posted on: 19 Nisan 2024, 07:28:52 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Fütuhat-ı Medeniyye yolculuğu rüya tabiri,Fütuhat-ı Medeniyye yolculuğu mekke canlı, Fütuhat-ı Medeniyye yolculuğu kabe canlı yayın, Fütuhat-ı Medeniyye yolculuğu Üç boyutlu kuran oku Fütuhat-ı Medeniyye yolculuğu kuran ı kerim, Fütuhat-ı Medeniyye yolculuğu peygamber kıssaları,Fütuhat-ı Medeniyye yolculuğu ilitam ders soruları, Fütuhat-ı Medeniyye yolculuğuönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes