๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dünya Hali => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 23 Ağustos 2011, 13:36:49



Konu Başlığı: Yeni Bir Yıla Adım Atarken
Gönderen: Zehibe üzerinde 23 Ağustos 2011, 13:36:49
Dünya Hali


Ocak 2009 121.SAYI


Halil AKGÜN kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı.

Yeni Bir Yıla Adım Atarken

Bir yılı daha geride bıraktık. 21. yüzyılın sekizinci yılı diğer yıllara göre daha iyi geçmedi. Savaş, işgal, çatışma, açlık, haksızlık, kriz… Her yerde... Rutin çatışmaların dışında dünyamız bir de ekonomik krizle karşı karşıya. Amerika’da başlayan, Amerikan kapitalizminin ve sınırsız kazanma arzusunun sebep olduğu finansal kriz bütün dünya ekonomilerini tehdit ediyor. Yanı başımızdaki Irak’ta kan durmuyor. Afganistan ve Pakistan’da ne olacağını kimse kestiremiyor. Herkes 2009’un daha zorlu geçeceğinden endişeli.

Bütün dünya gibi Türkiye de 2009 yılına umut ve kaygıyla giriyor. Kaygılanmak için de ümitvar olmak için de sebep çok. Önemli olan bizim bu süreci nasıl yönettiğimiz. Türkiye kendini bir aktör olarak gördüğü ve dünya olaylarına müdahil olma bilincine ve özgüvenine sahip olduğu müddetçe her tür sorunun üstesinden gelebilir. “Dış tehdit” diye sunulan unsurların hepsi aslında içerdeki zafiyetimizin başkaları tarafından manipüle edilmesinden ibaret.

Türkiye’nin sorunu da buradan kaynaklanıyor. Herkes birbirine el uzatıp ayağa kaldırmaya çalışırken, biz birbirimize çelme takmaya çalışıyoruz. İslâm gibi şerefli bir dinin asırlarca bayraktarlığını yapmış, Osmanlı gibi muhteşem bir medeniyeti inşa etmiş bir milletin nasıl bu hale geldiğini çözmek kolay değil. Amerika’sından Asya’sına pek çok ülke bilerek ya da bilmeyerek Osmanlı modeline dönmeye çalışırken, biz adeta o tarihten kaçıyoruz. 2008 olaylarına baktığınızda maalesef bu karamsar tabloyu haklı çıkartacak pek çok hadise yaşadık.

Fakat zaman izafi olduğu için hayat düzenimizdeki ve yaşam kalitemizdeki gidişatı ölçmek için bir yılın bitip diğerinin başlamasını beklemek zorunda değiliz. Önemli olan saatlerin, günlerin, haftaların, ayların ve yılların ötesindeki zaman-üstü hakikatle irtibatımızı muhafaza edebilmek. Bu toprakların insanları bu irtibatı muhafaza ettikleri müddetçe hem maneviyat aleminde yükseldiler, hem de maddi aleme hükmettiler. O irtibatı sağlayan mürşitler, kâmiller, salihler, muhlisler var olduğu müddetçe hayatın anlamı yerini buldu. İnsanlar başsız kalmadı. Bu dünyadaki kısa ömürlerini heba etmediler. Tersine, hangi amaç için bu dünyaya gönderildiklerini hep hatırladılar.

2009 yılına girerken bizim ekonomik, siyasi, vs. hesaplardan önce böyle bir muhasebeye ihtiyacımız var. Maddi alem, tabiatı gereği, oluş ve bozuluş alemidir. Bir günü diğerini tutmaz. Bugün zengin olan yarın fakir olur. Bugün hakim olan yarın mahkum olur. Bu, hem bireyler hem de toplumlar için konulmuş bir sünnetullahtır. Şüphesiz mümin kişi bu dünyada hem manen hem de maddeten asil ve yüksek bir hayat yaşamalıdır. Ama zahir alemin başarısı tek başına bir ölçü olamaz.

Maddi alemin zorluklarını, imtihanlarını, belalarını aşmak için maneviyat aleminde ayaklarımızın sağlam durması gerekiyor. O yüzden biz yıllık değerlendirme yaparken, ekonomik göstergelerden, siyasi gelişmelerden, sosyal hadiselerden daha çok maneviyat alemindeki durumumuza ilişkin bir muhasebenin yapılmasının daha isabetli olacağını düşünüyoruz. Bunun için de miladi bir yılın bitip bir yenisinin başlamasını beklemeye gerek yok.

Yeni Eksen Arayışları

Hindistan’ın Mumbay (eski adıyla Bombay) şehrindeki Tac Mahal oteline yapılan saldırı, Hindistan-Pakistan ilişkilerini yeniden gerdi. İki ülkenin birbirinden ayrıldığı 1947 yılından bu yana bölgede istikrar ve huzur arayışı son bulmuyor.

Kimilerine göre iki ülkenin ayrılması ve müslüman ve Hindu milletlerinin birbirlerine düşman gibi sunulması büyük hataydı. 60 yıl sonra aynı gerginlikler devam ediyor. Nükleer güç olan Hindistan ve Pakistan’ın bir gün bu silahları kullanmasından ya da başkalarına vermesinden korkuluyor. Keşmir üzerindeki siyasi kavga da bir türlü bitmiyor.

Mumbay saldırısı bu kırılgan tabloyu daha da karmaşık hale getirdi. Pakistan’daki zayıf hükümet, iç muhalefetin yanı sıra bundan sonra Hindistan-Amerika ekseninden gelecek baskılara da maruz kalacak. Pakistan’ı üçe bölme planlarının konuşulduğu şu günlerde bu gelişmeleri endişeyle ve yakından izlemek gerekiyor. Tel Aviv ve Washington kökenli bazı senaryolara göre İsrail-Hindistan hattı, bölgedeki en önemli güvenlik koridoru. Bunu korumak için Pakistan’ın aradan çıkartılması gerekiyor.

Eğer bu senaryolarda biraz doğruluk payı varsa, o zaman Mumbay saldırısının kim adına ve ne için yapıldığını anlamak daha kolay hale geliyor. Önümüzdeki Irak örneğini unutmayın: Irak’ın sınırları değişmedi. Ama Irak’ın üçe bölündüğünü, hem de derinlemesine bölündüğünü sağır sultan dahi biliyor artık.

Çarşaf Kavgası

Dinî inancın her tür tezahürüne muhalefetiyle bilinen Cumhuriyet Halk Partisi, çarşafa sahip çıkınca ortalık toz duman oldu. Damardan CHP’liler buna şiddetle karşı çıktılar. Muhalifler bunun bir seçim yatırımı olduğunu söylediler. Kimileri CHP liderini pragmatizmle, kimisi din istismarıyla, kimisi de samimiyetsizlikle suçladı.

Çarşaf açılımı CHP’nin geleneksel siyasi çizgisiyle paralel gözükmüyor. Bu açılımın yerel seçimlere 4 ay kala yapılması da yatırım şüphesini uyandırıyor. CHP’nin alışılagelmiş tutumu göz önüne alındığında, bu açılımın siyasi rantla da, samimiyetsizlikle de ilgisi olduğu öne sürülebilir. Fakat kimse “nasıl oldu da çarşaf böyle bir siyasi kavganın malzemesi haline geldi” diye sormuyor.

Türkiye’de din konusunu o kadar sığ, o kadar irrasyonel ve anlamsız bir şekilde ele alıyoruz ki, bu tür tartışmalara artık kimse taaccüp etmiyor. Dini öcü gibi gösteren ideoloji, onun her tür tezahürüne de devletin önündeki en büyük tehlike olarak bakıyor. CHP liderinin rozet taktığı 60-70 yaşındaki çarşaflı teyze, bir gün devletin en büyük düşmanı oluyor, diğer gün can simidi. Burada bir gariplik olduğunu görmek için kâhin olmaya gerek var mi?

Özür Dileyenler, Dilemeyenler

“1915’te Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı Büyük Felaket’e duyarsız kalınmasını, bunun inkâr edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum...” Bu iki cümlelik özür bildirisi, Türkiye’yi böldü.

Özür dileyenler “madem bu acıları Ermenilere biz yaşattık, özür dilemeliyiz” diyor. Karşı çıkanlar “özür dilenecek bir durum yok; üstelik devleti yöneten bir grubun (İttihat ve Terakki yönetiminin) bir kararı yüzünden bütün Türk milleti suçlu gösterilemez.” diyor. Fakat bizce asıl sorun, bu bildirinin zamanlaması.

Türkiye geçtiğimiz yazdan bu yana Ermeni meselesinde bir açılım yapmaya çalışıyor. Sorunu soykırım ve tarih tartışmalarından reel-politiğe, yani Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin geliştirilmesine kaydırmaya çalışıyor. Böyle bir açılımın Türkiye’den çok Ermenistan’ın menfaatine olduğu ortada. Ermenistan gibi küçük bir ülke Türkiye’nin ekonomisinden ve bölgesel işbirliğinden çok faydalanabilir. Bu yüzden bazı Ermeni çevreleri bu açılımı destekliyor.

Şimdi bu bildiri öylesine gereksiz bir psikolojik baskı doğurdu ki Ankara-Erivan arasındaki hatta adım atmak oldukça zorlaştı. Ne diyelim, biz birbirimizi yemeyi fazlasıyla seven bir milletiz.

Bir Ayakkabı ki…

Muntazar ez-Zeyd’in dünyanın en meşhur Arap gazetecisi haline gelmesi için birkaç saniye yeterli oldu. Amerikan başkanı Bush’a Bağdat’ta Irak Başbakanı Maliki ile yaptığı basın toplantısı sırasında, dünya kameralarının gözü önünde çıkartıp ayakkabılarını fırlatan Iraklı muhabir, Irak halkı kadar Arap ve İslâm dünyasının da öfkesini, bir o kadar da ümitsizliğini ifade ediyordu.

Eylemin kendisi son derece sembolik. Irak’ı kana bulayan Amerikan başkanına “Defol git…” diyor. Öfkenin dışa vurumundan öte bir anlamı yahut işlevi de yok. Eylem, savaş ve Bush karşıtı izleyicilerin “yüreğine su serpiyor”. Ama Irak halkının hayatında bir iyileşmeye neden olmuyor. Bir duygu boşalması; daha ötesi yok. Ama bu bile binleri sokağa dökmek için yeterli.

Amerikalıların ve Batılıların bu kıssadan alması gereken hisse de bu: İzlenen politikalar öylesine tek yanlı, acımasız ve saçma ki, iyi eğitim almış bir gazeteci bile böyle ümitsiz ama son derece sembolik eylemlere başvurabiliyor. Ve bir anda yüz binlerin gönlünde taht kurabiliyor. Küresel politikalar değişmediği müddetçe ayakkabılar fırlatılmaya devam edecek. Bugün fırlatılan şey ayakkabı iken, yarın mermi olacak, füze olacak, bomba olacak. Nitekim oluyor da. Bu gerçekleri görmeden “İslâmî terörizm yükseliyor” demek sadece bir düşmanlığı değil, aynı zamanda bir akıl tutulmasını ele veriyor.

Hamiş: Zeyd’in attığı ayakkabı İstanbul’da bir ayakkabıcı tarafından üretilmiş. Bizim ayakkabıcı Ramazan Efendi ayakkabı yetiştiremiyormuş…

Kısa Kısa

“Ucuz doğalgaz dönemi sona eriyor”. Rusya Başbakanı (gerçek Başkanı!) Putin geçtiğimiz ay baklayı ağzından çıkardı. Putin bu sözleri doğalgaz ihraç eden ülkeler toplantısında sarfetti. Ve tabi Putin’in enerji merkezli dış politikasını yakından takip edenler hiç şaşırmadılar. Bizim hissemize düşen şu: Enerji bağımlısı Türkiye, bir an önce alternatif enerji kaynakları üretmek zorunda. Güneş, rüzgâr, nükleer, her ne varsa yeni enerji kaynaklarına yönelmek zorundayız. Yoksa Putin’in sözlerinin ilk yaktığı (daha doğrusu üşüttüğü) ülke biz olabiliriz.

***

Büyük tartışmalardan sonra Irak Meclisi, Amerikan askerlerinin Irak’ta 2011 yılına kadar kalmasına izin veren anlaşmayı imzaladı. Anlaşmanın detayları, Amerika’ya Irak’ta fiilen istediği kadar ve istediği süreyle asker bulundurmasına imkan veriyor. Zira anlaşma yenilenebilir türden. Ama yenilir türden mi bilinmez. Irak halkının bir Amerikan askerini dahi kendi sokaklarında görmeye tahammülü olduğunu zannetmiyoruz. “Kalsın” diyenler de başka siyasi hesapların içindeler. Bu yüzden “Amerikan askerleri giderse Irak iç savaşa sürüklenir” senaryoları sürekli sıcak tutuluyor. 2003’ten beri yaşanan trajedi iç savaş değilse, iç savaş nedir acaba?

***

Ocak ve Şubat ayları, Filistin için kritik gelişmelere gebe. Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’ın görev süresi bitiyor. Fetih ile Hamas arasındaki gerginliğin ne olacağını kimse bilmiyor. Şubat’ta İsrail’de seçim olacak ve barış karşıtı (hangi parti barış yanlısı ki!) Likud Partisi ve lideri Netenyahu’nun seçimleri kazanmasına kuvvetle ihtimal veriliyor. Bu gelişmeler ışığında Filistin’de işler muhtemelen iyiye değil, kötüye gidecek. Çünkü Filistin’deki iç çatışma ve gerginlik, Likud iktidarıyla birleştiğinde ortaya bir saatli bomba çıkacak. Hoş, Filistin halkı hep bu şartlar altında yaşadığı için bunda belki şaşılacak bir şey yok. Ama önümüzdeki günlerin zorlu geçeceği aşikâr.

***

Ergenekon davası kapsamında yargılananlardan biri, evinde bulunan havan ve top mermilerini çiçek yetiştirmek için kullandığını söylemiş. Doğrudur. Bush da Irak’a gönderdiği top ve füzelerle aslında koleksiyon yapıyordu ama son anda fikrini değiştirip “bari şu ülkeyi bir işgal edivereyim” demişti. Böyle bir savunmayı da ilk defa duyuyoruz. Hani, yalanın da bir adabı var! Ergenekon davası evlere şenlik devam ediyor. Ama bir o kadar da trajik bir durum var ortada. Zira örgütün katmanları, ilişkileri, suçları ortaya çıktıkça insan ürküyor.