Konu Başlığı: Türkiye Sandığa Gidiyor Gönderen: Zehibe üzerinde 12 Temmuz 2011, 16:29:42 Dünya Hali Haziran 2011 150.SAYI Sadık ŞANLI kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı. Türkiye Sandığa Gidiyor Türkiye 12 Haziran’da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 24. dönem üyelerini seçmek üzere sandığa gidecek. 50 milyon 189 bin 930 seçmenin, 85 seçim bölgesinde 199 bin 207 sandıkta oy kullanacağı seçimlerde, 15 siyasi partinin yanı sıra 7492’si siyasi partilerden 203’ü de bağımsız olmak üzere toplam 7695 aday yarışacak. 550 yeni milletvekilinin belirleneceği seçimler sonrası, TBMM’ni ve kurulacak yeni hükümeti yoğun bir çalışma temposu bekliyor. Başta Türkiye’nin mevcut politik sorunlarının tamamına yakınını çözmeyi esas alacak sivil ve özgürlükçü yeni bir anayasanın yapılması çalışmaları,Kürt sorununun çözümü, Avrupa Birliği ile müzakerelerin hızlandırılması, Kıbrıs sorununun çözümü, işsizliğin azaltılması ve istihdamın artırılması gibi çeşitli konular yeni dönemin temel gündem maddeleri arasında olacak. Türkiye, genç nüfusu, üretim ve istihdam oranı her geçen gün artan bir ülke. Ülke olarak sahip olduğumuz bu nüfus ve üretim potansiyeli, büyük hedefler belirleme imkanını da beraberinde getiriyor. 2023 yılında dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri, uluslararası ilişkilerde saygın, söz sahibi bir ülke olmak düşüncesi bu hedeflerden bazıları. Bunlar bütün siyasi partilerin altına imza atacağı hedefler. Diğer yandan siyasi, ekonomik, diplomatik ve adlî pek çok büyük soruna sahip olduğumuz da bir gerçek. Son yıllarda başta ekonomi, sağlık ve dış politika gibi pek çok alanda atılımlar yapan bir ülke olsak da, pek çok temel sorunun kaynağı olan 1982 darbe anayasasını halen değiştirebilmiş değiliz. Bu durum kalıcı çözümler üretebilmemizin önündeki en büyük engel. İşin ilginç yanı ise, pek çok siyasi parti ve politikacının bu sorunlara net çözümler vaat eden projeler ortaya koymak yerine, günü kurtarmaktan öte gitmeyecek söylemlerle, eskimiş ya da gerçeklikten yoksun projelerle, seviyesiz üslupla, anlamsız tartışmalarla seçmenin karşısına çıktığına hayretle şahit oluyoruz. Oysa Türkiye toplumu artık iktidarıyla muhalefetiyle sorun değil çözüm üreten, Türkiye’nin sahip olduğu potansiyeli ve zamanın ruhunu doğru okuyabilen ve buna uygun politikalar üreten bir siyaset anlayışı görmek istiyor. Türkiye’nin çözüm bekleyen öncelikli sorunları ve bunların çözüm yolları belli. Mevcut duruma baktığımızda, siyasilerin vaatleri ile toplumun taleplerinin pek de örtüşmediğini, politikacı kaynaklı sığ ve değişime kapalı anlayışların toplumun oldukça gerisinde kaldığını görüyoruz. Bu acı tablodan ülke adına nasıl bir sonucun çıkacağı ve topluma ne kazandıracağı ise bir muamma. ABD’den Üsame bin Ladin’e Operasyon El Kaide lideri Üsame bin Ladin, Pakistan’ın Abbottabad kentinde yaşadığı eve ABD askerlerince düzenlenen bir operasyon sonucu öldürüldü. 2 Mayıs tarihinde gerçekleşen operasyon, Bin Ladin’in dış dünya ile bağlantı kurduğu kuryesinin uzun süre izlenmesi sonrası gerçekleşti. ABD makamları, kuryenin yüksek duvarlar, tel örgüler ve kameralarla korunan bir eve sıklıkla girip çıkmasının, Bin Ladin’in burada yaşadığı ihtimalini güçlendirince operasyon yapıldığı açıklandı. Bin Ladin’in ölümünden sonra, ağırlık bağlanmış naaşının Hint Okyanusu’na bırakıldığı belirtildi. 1957 yılında Suudi Arabistan’da 54 çocuklu Yemenli bir babanın oğlu olarak doğan Üsame bin Ladin, 1968’de babasının ölümü üzerine babasından kalan 11 milyar dolarlık mal varlığının başına geçmişti. Çocukluğundan itibaren Suudi Arabistan prensleriyle büyüyen, iyi eğitim gören Bin Ladin, 1979 yılında gittiği Pakistan’ın Peşaver kentindeki bir kampta askerî eğitim almış ve yöneticilik yapmıştı. 1986’da kendi kamplarını, 1988’de ise El Kaide’yi kurarak İslâm düşmanı devletlerle ve yönetimlerle mücadele için “küresel cihat” ilan etmişti. Başta 11 Eylül 2001’de ABD New York’ta bulunan Dünya Ticaret Merkezi’ne yapılan saldırı olmak üzere dünya genelinde pek çok büyük bombalı saldırı ve binlerce insanın ölümünden sorumlu tutulan Bin Ladin, doğrudan ya da dolaylı olarak hiçbir saldırıyı üstlenmemişti. ABD’nin başını çektiği NATO ülkeleri, 11 Eylül saldırılarından sorumlu tuttukları Bin Ladin’in Afganistan’da bulunduğu gerekçesiyle 2003 yılında bu ülkeyi işgal etmişti. Dünyanın en çok aranan ismi olan Bin Ladin’in ölümü sonrası, ABD’nin Afganistan işgaline son verip vermeyeceği ve El Kaide’nin geleceğinin ne olacağı merak edilse de, ABD ve Batılı ülkelerin İslâm ülkelerinden el çekmemek için yeni düşmanlar oluşturacağı genel kanaat. Her türlü iletişim imkanının kontrolü ellerinde olduğu sürece bahane bulmak zor değil. Yani şartlar değişmediği sürece huylu huyundan vazgeçmeyecek. Filistin’de Çift Başlılık Sona Erdi Filistin, 2007 yılında bu yana Hamas ve El Fetih tarafından kurulmuş iki ayrı hükümet tarafından yönetiliyordu. Ülke yönetimindeki bu çift başlılık, iç ve dış politikayı ilgilendiren her konuda iki farklı sesin çıkmasına sebep oluyordu. Filistin’in sorunlarını çözmesi ve istikrarlı bir yönetime kavuşmasının önündeki en önemli engellerden biri olan bu sorun, 28 Nisan’da sona erdirildi. Mısır’ın gözcülüğünde Kahire’de bir araya gelen Hamas ve El Fetih yetkilileri ortak bir anlaşmaya vardılar. Mayıs ayı içerisinde anlaşmanın detaylarına yer veren Filistin Enformasyon Merkezi, tarafların geçici ortak bir hükümet kurmak ve bir yıl içerisinde seçime gitmek üzere anlaşmaya vardıklarını duyurdu. Ülkede başkanlık ve milletvekili seçimleri için ortamı hazırlamak, iç bölünme nedeniyle oluşan idarî sorunları gidermek, Gazze’nin imarını ve bölgede süregelen İsrail ablukasının kaldırılmasını takip etmek, Batı Şeria, Gazze ve Kudüs’teki ulusal yönetimin kurumlarını birleştirmek, sivil toplum kuruluşları ve hayır kurumlarının sorunlarını çözüme kavuşturmak da yine anlaşmaya varılan konular arasında. Tarafların anlaştıklarını duyurmaları üzerine, birçok ülke anlaşmadan doğan memnuniyetini dile getirdi.Türkiye, uzun süredir Filistin’de iki tarafla da temas kurmuş ve taraflara uzlaşma tavsiyesinde bulunmuştu. Tarafların Kahire’de el sıkışması üzerine Filistin Devlet Başkanı Mahmut Abbas’la telefonda görüşen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, tarafların anlaşmaya varmasından duyduğu memnuniyeti iletti. Filistin’de süregelen iç savaşı sonlandıran anlaşma İsrail’in tepkisini çekerken, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, “Filistin yönetimi, Hamas’la mı yoksa İsrail’le mi barış istediğine karar vermeli!” yorumunda bulundu. ABD Dışişleri Bakanlığı da “Eğer herhangi bir Filistin hükümeti yapıcı rol oynamak istiyorsa şiddeti kınamalı, mevcut barış anlaşmalarına sadık kalmalı ve İsrail’in var olma hakkını tanımalı.” açıklamasına yer verdi. ABD Başkanı Barack Obama ise Mayıs ayı içerisinde yaptığı başka bir açıklamada “İsrail’i 1967 öncesi sınırlarına çekilmeye ve çift devletli çözüme razı olmaya” davet etti. Avrupa Birliği ülkelerinin de destek olduğu açıklamaya İsrail Başbakanı Netanyahu “ret” cevabı verdi. Son gelişmelerden yola çıkarak, iç barışını sağlamış ve dünya kamuoyunun desteğini de kazanmış Filistin yönetiminin, Filistin sorununun çözümünde daha büyük inisiyatifler alacağı bir sürecin ortaya çıkacağını ifade edebiliriz. İsrail ise mevcut tutumuyla çözüme direneceğini gösteriyor. Ve bu durum, uluslararası arenada sabıkası hayli kabarık olan İsrail’in daha da yalnızlaşacağı bir sürece girildiğini gösteriyor. Teknolojiye Yenilen Zaman ve Mekân Cep telefonu, bilgisayar ve internet teknolojilerindeki ilerlemenin en büyük getirilerinden biri, insanoğlunun zamana ve mekâna bağlılığını büyük oranda ortadan kaldırması oldu. Çok değil, bu teknolojilerden yoksun olduğumuz 90’lı yıllar hatırlanacak olursa, iletişimimizin büyük bir kısmı ev ve iş yerlerimizde gerçekleşiyordu. İşlerimizi ancak belli saatlerde ve ancak bu mekânlarda bulunan telefonlar yoluyla görebiliyor, bu yolla uzaktakilerle iletişim kurabiliyorduk. Şimdilerde ise her nerede olursak olalım birbirimizle anlık iletişim kurabiliyor, bilgi ediniyor, paylaşımda bulunuyor, işlerimizi yürütebiliyoruz. Bir cep telefonu ya da internete uyumlu herhangi bir teknolojik aygıt sayesinde zaman ve mekân fark etmeksizin ülkede ve dünyada yaşanan gelişmelerden gazete, televizyon ve radyoya bağımlı kalmaksızın anında haberdar olabiliyor, fatura ödemelerimizi yapabiliyor, sevdiklerimize hediyeler, çiçekler gönderebiliyoruz. Hatta bir kitabevine uğramaksızın dilediğimiz kitapları hem de oldukça ucuza elektronik ortamdan temin edip okuyabiliyoruz. Değişim bununla da sınırlı değil şüphesiz. Yeni teknolojiler yeni sektörler, yeni uzmanlık alanları ve mesleklerin doğmasına neden oluyor, mevcut mesleklerin içeriklerini dönüşüme uğratabiliyor. Örneğin geleneksel medyanın yerini internet medyası alıyor, kağıt ve ekranın egemenliğine son veriyor, tamamen dijital ortama uygun hazırlanmış gazete ve dergiler ortaya çıkıyor. İşyeri kavramının yerini evden de iş görebilmemiz anlamı taşıyan “home office”kavramı alıyor. Daha pek çok örnek verebiliriz. Gerçekleşen bu değişimi ise birkaç teknoloji şirketine borçlu olduğumuz bir gerçek. Bunların en başında ise Apple isimli bilişim ve teknoloji şirketi geliyor. Mayıs ayında yayımlanan ‘en değerli 100 marka’ araştırması sonuçlarına göre, bilgisayar ve cep telefonu üreticisi Apple 1. sıraya yükseldi. Şirketin tahmini değeri ise 153 milyar dolara ulaştı. Apple’a bu başarıyı getiren ise hiç kuşkusuz iPhone ve iPad isimli cihazları üretmesi oldu. En değerli markalar listesine baktığımızda, listenin önemli bir kısmını bilişim ve teknoloji içerikli üretim yapan markaların oluşturduğunu görüyoruz. Daha birkaç yıl önce çoğunlukla petrol ve silah markalarını sıkça gördüğümüz listenin önemli bir değişime uğraması ise olanın bitenin bir özeti olması ve dünyanın gittiği yeri göstermesi açısından önemli. Kısa Kısa Mayıs ayı içerisinde Tunceli’de 7 PKK’lının öldürülmesi ve sonrasında Kastamonu Ilgaz’da Başbakan’ın konvoyuna saldırı düzenlenmesi sonucu 1 polisin şehit olması gerilimi yeniden artırdı. Bu olayı Şırnak’ta 2 polisin şehit edilmesi ve 12 PKK’lının öldürülmesi izleyince, “Yine neler oluyor?” sorusu akıllara düştü. Tüm bu olaylarla ilgili basına yansıyan bilgiler ise birtakım derin odakların, Kürt sorununun çözümüne engel olmak ve seçim sürecini baltalamak üzere girişimde bulunduğu yönünde. Şu net ki, Türkiye kritik bir süreçten geçiyor ve birtakım karanlık odaklar sorunun çözüme kavuşmaması için çabalamaya devam edeceğe benziyor. *** Mart ayında yapılan Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) sonrası gündeme gelen şifre iddiaları üzerine inceleme başlatan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, yapılan inceleme sonrası “YGS’deki şifre” iddialarına ilişkin soruşturmada takipsizlik kararı verdi. Kararda, bilirkişi raporundaki şu ifadelere de yer verildi:“YGS-2011’de kamuoyunda şifre olarak adlandırılan uygulama vardır. Şifre olarak bilinen uygulama, kullanılan programın eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Bahse konu formülasyon ile 40 soruluk matematik testinde bulunan 29 sorudan 15-25 net elde etme imkanı bulunmaktadır. Ancak YGS-2011’de hiçbir adayın yukarıdaki formülasyondan istifade ederek haksız avantaj sağladığına dair bulguya rastlanmamıştır.” Savcılığın bu kararına rağmen, özellikle anaakım medyada halen aksi iddialarda bulunan haber ve yorumlara rastlıyoruz. Bunun, öğrencilerin psikolojisini bozmak, ÖSYM’ye duyulan güveni azaltmak ve bu kurumun itibarını zedelemekten öte bir sonuç vermeyeceği açık. *** 12 Eylül darbesi sonrası gözaltında “intihar ettiği” söylenen ancak ailesinin işkence sonucu öldürüldüğünü belirttiği öğretmen Ali Ekber Yürek’in Tunceli Ovacık’taki mezarı savcılık kararıyla açıldı. Cenaze işkence izlerinin tespiti için Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Böylece 12 Eylül’e dair bir işkence iddiası incelemeye alınarak önemli bir süreç başlatılmış oldu. Diğer yandan Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekili Hüseyin Görüşen, 12 Eylül darbesini soruşturmak üzere özel yetkili savcılar Mustafa Bilgili ile Kemal Çetin’i görevlendirdi. Bu görevlendirmeyle birlikte Türkiye’de bir ilk gerçekleşti ve 12 Eylül darbesi ve darbecileri ile hesaplaşma yolunda önemli bir adım atıldı. *** Uzun bir süredir Libya ve Suriye’de devam eden halk ayaklanmaları halen sonuçlanmış değil. Çatışmaların durmak bilmediği iki ülkede sivil kayıplar her geçen gün artıyor. Libya’da Kaddafi uluslararası camianın istifa et çağrılarına direnirken, ABD ve Türkiye’nin reform yap çağrısında bulunduğu Suriye lideri Esad ise taleplere halen olumlu bir yanıt vermiş değil. Suların durulmak bilmediği iki ülkeden muhaliflerin kaçışları sürerken, bu durum en çok içlerinde Türkiye’nin de bulunduğu Libya ve Suriye’ye komşu ülkeleri etkiliyor. Bu iki ülkenin yeniden huzur ve istikrara kavuşması adına iktidar ve muhalefetlerin yapıcı ilişkilerde bulunması ve uluslararası baskıların artırılmasından başka bir seçenek şimdilik ufukta görünmüyor. |