๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dünya Hali => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 25 Ağustos 2011, 06:22:54



Konu Başlığı: Özgürlük Başka Bahara mı?
Gönderen: Zehibe üzerinde 25 Ağustos 2011, 06:22:54
Dünya Hali



Mart 2008 111.SAYI


Halil AKGÜN
kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı.


Özgürlük Başka Bahara mı?


Başörtüsü yasağını kaldırmak için yapılan Anayasa değişikliği Türkiye’de büyük bir tartışma başlattı. Yasağı hararetle savunan kesimler, bunun laik Cumhuriyete vurulmuş son darbe olduğuna inanıyor. Yasağın kalkmasını savunan muhafazakâr ve liberal kesimler ise bunun bir temel hak ve özgürlükler sorunu olduğunu söylüyor. Bütün temel konularda olduğu gibi burada da Türkiye ikiye bölünmüş durumda. Fakat bölünme iddia edildiği gibi ülkeyi ortasından falan bölmüyor. Bölünme, küçük ama sesi çok çıkan, bu ülkenin tek sahibinin kendisi olduğunu düşünen bir azınlık ile bu azınlığın tepeden inmeci yaklaşımlarına direnen büyük çoğunluk arasında.

Yasağı savunan kesimler, başörtüsünün laikliğe ve çağdaşlığa uymadığını ileri sürüyorlar. Onlara göre çağdaş bir Türkiye resminde dinî inanca ait hiç bir öğenin bulunmaması gerekiyor. Oysa bu yaklaşımın Soğuk Savaş döneminden kalma komünist doğu ülkelerinde bile müşterisi kalmadı. Bir kere çağdaşlığı kılık-kıyafetle tanımlamak anlamsız bir şey. Velev ki giyim-kuşamın bir çağdaşlık göstergesi olduğunu varsayalım. Başörtüsü dışındaki bütün kıyafetlerin çağdaş, başörtüsünün ise çağdışı olduğunu kim söylüyor? Modernitenin
hangi kanununda, kitabında böyle bir şey var?

Çağdaşlık, tek bir kesimin tanımlayıp başkalarına empoze edemeyeceği kadar geniş ve esnek bir kavram. Örnek aldıkları Avrupa ülkelerine baksınlar. Tek bir tanesinde bile Türkiye’dekine benzer bir yasak var mı?
Laiklik ilkesine gelince; başörtüsü yasağını savunanlar burada da bir mantık hatası yapıyorlar. Laiklik, devletin farklı dinî inançlara eşit mesafede olması demek. Bu manada laiklik, dinî inancın ve yaşamın garantisi olmak durumunda. Yani laikliği özgürlükleri teminat altına alan bir yönetim şekli olarak yorumlamak gerekiyor. Oysa yasakçı laikçiler buna da karşı çıkıyor ve devletin bireyin dinî inancının ve yaşamının nasıl olması gerektiğine karar verebileceğini söylüyor. Batıdaki laiklik uygulamalarında da böyle bir ilke yok.

Türkiye’nin özgürlükler sorunu bir bütün olarak görülmeli. Başörtüsü yasağının kaldırılması, bu bütünün unsurlarından biri. Başörtüsü yasağını savunanlar daha özgür ve müreffeh bir Türkiye görmek istemiyorlar. Çünkü onlar sadece başörtüsü değil, diğer bütün yasakların kaldırılmasına karşı çıkıyorlar. En temel gerekçeleri, devleti korumak. Oysa devlet, millete güvenilerek, onun inanç değerlerine itibar edilerek korunur. Milletinden korkan, ona güvenmeyen, onu aşağılayan bir devlet kendini güvende hissedebilir mi?

Türkiye’de özgürlük alanlarının genişletilmesi, devlet-millet bütünleşmesinin vazgeçilmez şartıdır. Osmanlı bu özgüvene sahip olduğu için farklı din ve etnik kökene sahip ulusları asırlarca idare edebildi. Türkiye’nin 21. yüzyılda bölgesinde etkin, özgüveni yüksek ve birlik-beraberlik içinde bir ülke olabilmesi için kafasındaki korkuları aşması gerekiyor. Bu yüzden dindar olsun olmasın, herkesin özgürlüklerin yaygınlaştırılmasını desteklemesi, yani başörtü yasağına karşı çıkması gerekiyor. Aksi halde kendi vatandaşından korkan bir Türkiye’nin büyük hamleler yapması mümkün olmayacak.

Amerikalılar Nasıl Aday Seçer?


Bu yılın Kasım ayında yapılacak olan Amerikan başkanlık seçimi, diğerlerinden farklı olacak görünüyor. Adayların seçiminde bile kıran kırana bir mücadele devam ediyor. Cumhuriyetçilerin adayı hemen hemen belli olmuş durumda. Eski bir Vietnam gazisi olan John McCain, Cumhuriyetçilerin çıkarabileceği en iyi adaylardan biri. Asker geçmişi, güvenilir bir insan profili çizmesi, tartışmalı konularda ortayolcu olması, McCain’e puan kazandırıyor. Fakat başkanlık seçimini kazanıp kazanamayacağı belli değil. George Bush’un bıraktığı enkazın arasından bir Cumhuriyetçi başkanın seçilmesi çok zor.

Demokratlar tarafında ise Hilary Clinton ile Barack Obama arasında kıyasıya bir mücadele devam ediyor. Biz bu satırları yazarken Obama 3 eyalette daha ön seçimi kazanmıştı. Büyük bir sürpriz olmazsa Obama, Demokratların başkan adayı olacak. Bu, hem Hilary hem de kocası Bill Clinton için hiç beklenmedik bir sonuç.
Öte yandan Obama’nın babasının Kenyalı bir müslüman olması, Kenya’daki müslüman akrabalarıyla ilişkilerini sürdürmesi, herkesin merak ettiği “magazin” konuları. Obama hakkında, lehte ve aleyhte hikâyeler anlatılıyor. Bunların çoğu doğru değil. Fakat bu tür hikâye ve söylentilerin Obama hakkında çıkartılması dahi Obama’nın kampanyasına destek veriyor. Malum, reklamın kötüsü olmaz. Demokrat parti adaylığı kesinleşirse bakalım Barack Obama nasıl bir profil çizecek.

Kosova Artık Bağımsız


17 Şubat 2008 günü tarihe Kosova’nın bağımsızlığını ilan ettiği gün olarak geçti. Yugoslavya’nın dağılmasından sonra Kosova’nın statüsü büyük bir tartışma konusu olmuştu. Yeni kurulan Sırbistan Cumhuriyetinin içinde kalan Kosova, 1999’daki savaştan bu yana Bağımsızlık hazırlıkları yapıyordu. Kosova’nın nüfusu 2 milyonun biraz üstünde. Nüfusun yaklaşık yüzde 95’i müslüman. Kosova’da 100 bin civarında Sırp yaşıyor. Nüfusun yaklaşık yüzde 92’sini oluşturan Arnavutların yanı sıra Kosova’da Boşnaklar, Goranlar, Romanlar ve Türkler de var. Balkanların bu yeni devleti, aynı zamanda Avrupa’nın en fakir ülkelerinden biri.

Kosova’nın bağımsızlığı ABD ve bazı Avrupa ülkeleri tarafından hemen tanındı. Türkiye de tanıyan ilk ülkeler arasında. Karşı çıkan cephede ise Rusya, Sırbistan, Çin, İspanya ve Kıbrıs Rum kesimi yer alıyor. Karşı çıkanlar, Kosova’nın bağımsızlık ilanının başka ayrılıkçı hareketleri cesaretlendireceğini ileri sürüyor. Oysa Müslüman Arnavutların/Kosovalıların, Sırbistan gibi bir devletin yönetimi altında kalması mümkün değil. Sırplarla aynı dili, kültürü ve dini paylaşan Karadağ’ın (Batıda Montenegro olarak biliniyor) 3 Haziran 2006’da Bağımsızlığını ilan ederek Sırbistan’dan ayrılmasından sonra ne Sırpların ne de Rusların yapabileceği fazla bir şey yok. Ahlâki olarak hiç birisi çıkıp “Karadağ bağımsız olabilir ama Kosova farklı” diyemez.

Şimdi Kosova halkına Türkiye başta olmak üzere bütün müslüman ülkelerin ve sivil toplum kuruluşlarının destek olması gerekiyor. Yeni doğmuş bu bebeği, her tür hastalık, fitne ve saldırıdan korumak, tarihimizin bize yüklediği bir görev.

Türkiye ve Dünya Markaları


“Türkiye bir dünya markası oluyor” denilirken, birden Türk firmalarının dünya markalarını satın almaya başladığını gördük. Son olarak çukulata devi Ülker’in Belçika’nın dünyaca ünlü Godiva çukulatasını satın almasının etkileri, iş dünyasının ve piyasaların ötesine taştı. Magazinden siyasete her yerde konuşulur hale geldi. Neden? Bir Türk şirketinin bir yabancı çukulata markasını ve firmasını satın alması neden bu kadar önemli?

Bu, her şeyden önce Türk ekonomisinin hızla büyüdüğünü gösteriyor. Türk müteşebbisi, devletin sırtından para kazanma alışkanlığından sıyrılıp, artık dünyayla rekabet etmeyi hedefliyor. Doğru olan da bu zaten. Bizde kapitalizm Batıdaki gibi gelişmediği için bizim hiçbir zaman “doğal burjuva” diyebileceğimiz bir sınıfımız olmadı. Bu sınıf, Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren devlet eliyle ihdas edildi. Genç Cumhuriyetin ekonomisini geliştirmesi beklenen bu yapay burjuva sınıfı, üretim yapmak yerine devletin sırtından kolay para kazanmayı tercih etti. Bu yüzden de bizde ekonomik bir düzen olarak serbest piyasa ve rekabete dayalı bir kapitalizm türü ortaya çıkmadı. Tersine, devleti en büyük işveren ve müşteri olarak gören, üretmekten çok mevcut serveti ele geçirmeye çalışan bir burjuva sınıfı doğdu.

Türkiye’deki ideolojik kırılmanın arkasında da bu ekonomik çıkar çatışması var. O yüzden dünyayla rekabet etme yönünde atılan her adım, Türk ekonomisi ve toplumu için hayırlı bir gelişmedir.

Malcolm’u Hatırlamak

21 Şubat, Malcolm X’in şehit edilişinin 43. yıldönümüydü. Malcolm 21 Şubat 1965 günü, daha 39 yaşındayken öldürüldü. New York’un Harlem bölgesinde verdiği bir konferansta, salondaki silahlı kişiler tarafından tarandı. Malcolm’un ölümü, onu seven sevmeyen herkeste büyük bir şok etkisi yapmıştı.

Neredeyse yarım asır sonra Malcolm’un adalet ve özgürlük mücadelesi milyonlarca insana ilham kaynağı olmaya devam ediyor. Gençliğini bir sokak serserisi olarak geçiren ve hırsızlık yüzünden hapse düşen Malcolm, buradayken “The Nation of Islam” grubuyla tanışmış ve İslâm’a girmişti. Daha sonra müslüman siyah milliyetçiliğinin en ateşli sözcülerinden biri oldu. Yıllar sonra mutlak lider kabul ettiği Elijah Muhammed’le yollarını ayırınca, Afrika’ya ve oradan Hacc’a gitti. Hac’da zenci olmayan, her ırk ve milletten müslümanların kendisine gösterdiği ilgi, ırk ve milliyet konusundaki fikirlerini baştan sona değiştirmesine neden oldu. Amerika’ya döndüğünde Hacı Malcolm X, artık ırkçılığın her türünü geride bırakmış, yepyeni bir insandı. Fakat adalet, eşitlik ve özgürlük mücadelesi aynı azim ve kararlılıkla devam etti.

Malcolm X’in ölümünden kısa bir süre önce tamamladığı otobiyografisi, bu mücadeleyi, Malcolm’un güçlü karakterini, ahlâkını, zulüm karşısındaki asaletini, kısacası 20. yüzyılın en büyük kahramanlarından birinin ibret dolu hikâyesini çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Eğer bu otobiyografiyi henüz okumadıysanız, ilk fırsatta okumaya başlayın. Emin olun yüzlerce sayfalık kitabı elinizden bırakamayacaksınız.

Kısa Kısa
 
Almanya’da Türklerin oturduğu binalarda ardı ardına çıkan yangınlar, bu ülkedeki ırkçılığın yeniden hortladığı yönünde şüphelere yol açtı. Alman yetkililer, olayın araştırıldığını ve en kısa sürede açıklığa kavuşturulacağını söylediler. Fakat şu ana kadar ne failler bulundu, ne de yangınların sebebi açıklanabildi. Irkçılık maalesef Avrupa’nın en temel sorunlarından biri. Hükümetlerin iyi niyet gösterisinde bulunması sorunu çözmüyor. Irkçılığa karşı mücadelede kesin kararlı olmadan sonuç almak mümkün değil. Bu yüzden Türkiye’nin bu işin takipçisi olması ve ölen vatandaşlarının haklarını mutlaka araması gerekiyor.



Türkiye’de çetelerin ardı arkası kesilmiyor. Siyasi çeteler darbe planları yaparken, adi suç çeteleri çek, senet, arsa işleri yaparak kanunsuz yolla para kazanıyor. Son 10 yılda binlerce çete ortaya çıkartıldı. Hukuk devleti olan Türkiye’de çetelerin önüne neden geçilemiyor? Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları, hukuku, kanunu, adaleti, helal yoldan para kazanmayı içine sindiremiyor mu? Bu konuda hepimizin kafa yorması gerekiyor. Çete kültürü sistem tarafından korunup kollanıyor, yer yer teşvik ediliyor. Oysa kanunsuzluğa karşı mücadele devletten vatandaşa herkesin görevi. Devletin kararlılığı ve becerisi, vatandaşın bilinciyle birleşmek zorunda.



Fidel Castro, Küba devlet başkanlığından ayrıldı. Kırk yıldır Küba’nın tartışmasız tek lideri olan 82 yaşındaki Castro, Küba’nın modern tarihine damgasını vurmuş bir isim. Castro, Küba tarihi için olduğu kadar, dünya sol hareketleri için de sembol isimlerden biri. Amerika’nın ise sürekli uykusunu kaçıran bir küçük dev. Amerikalıların rüşvet teklifleri Kübalıların ulusal gururunu ve şerefini alt edemedi. Castro yarım asırlık siyasi başarısını biraz da buna borçlu. Ciddi sağlık sorunları olan Castro, bakalım “emekli bir devrimci” olarak neler yapacak.



Filistin topraklarındaki yerleşimcilerin yani Yahudi işgalcilerin toprak çalarak ev yapmasına karşı çıkan İsrailli bir grubun son araştırması, İsrail’in zulüm ve yalan tablosunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Araştırmaya göre İsrail 2000-2007 yılları arasında Batı Şeria’da sadece 91 Filistinlinin ev yapmasına izin verirken, aynı dönemde, o topraklara Yahudi yerleşimci/işgalciler 18.472 ev yapmış. Yani İsrail bir tarafta güya “barış diplomasisi” yürütürken, öbür tarafta Filistin topraklarını adım adım ele geçirmeye devam ediyor. Bütün dünya ise olup biteni sadece izliyor.