Konu Başlığı: Libyaya Birleşmiş Milletler Müdahalesi Gönderen: Zehibe üzerinde 05 Temmuz 2011, 02:23:16 Dünya Hali Sadık ŞANLI kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı. Libya’ya Birleşmiş Milletler Müdahalesi Libya’da Devlet Başkanı Muammer Kaddafi muhaliflerinin başlattığı halk ayaklanması, ülke sınırlarını aşarak önemli bir uluslararası soruna dönüştü. Muhalifleri, ülkeyi 42 yıldır diktatörlükle yöneten Kaddafi’den koltuğunu bırakmasını istemişti. Kaddafi ise bu talebe olumlu cevap vermek bir yana, muhaliflere karşı katliam harekâtına girişti. Kısa sürede yüzlerce muhalifin öldürülmesi dünya kamuoyunda büyük tepkilere neden oldu. Uluslararası toplumun sivillere uygulanan şiddete derhal son vermesini istediği Kaddafi, bu taleplere de kulak asmayarak yandaşlarını silahlandıracağını açıkladı. Bu gelişme üzerine toplanan Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden Libya’ya askerî müdahale kararı çıktı. ABD, İngiltere ve Fransa’nın destek verdiği karara karşı Rusya, Çin, Almanya, Hindistan ve Brezilya çekimser kaldı. Kanada, İspanya ve Norveç’in katılma kararı aldığı müdahale kararı şu başlıkları içeriyor: “Libya’da sivilleri koruma amacıyla Bingazi başta olmak üzere ülkenin batısında uçuşa yasak bölge oluşturulacak. Libya’da derhal ateşkes sağlanması çağrısında bulunulacak. Rejime yönelik yaptırımların daha da sıkılaştırılması ve genişletilmesi sağlanacak, gerekirse Kaddafi’ye bağlı askerî birliklere karşı askeri güç kullanılacak.” Müdahale kararı öncesi tutumu merak edilen Türkiye ise askerî müdahaleye katılmayacağını açıkladı. Türkiye ayrıca Libya’ya yapılacak müdahalenin sınırlı olması, ülkenin işgale uğramaması, ülkede kardeşkanının dökülmemesi, ülke kaynaklarının müdahil devletler tarafından paylaşılacağı algısını doğuracak girişimlerden uzak durulması ve bölgesel dengeler ve hassasiyetlerin göz önünde bulundurulmasını şart koştu. Kararın ardından Fransa ve ABD askerî güçleri Libya’nın savunma sistemine yönelik saldırılar düzenledi. Saldırılarda ilk gelen haberlere göre 100’e yakın sivilin ölmesi ve yaklaşık 200 sivilin yaralanması tepkilere neden olurken, “Libya yeni bir Irak ve Afganistan mı olacak?” sorusunu gündeme getirdi. Sorular bunlarla da sınırlı değil elbette. Mısır ve Tunus’un ardından halk ayaklanmalarının Libya’dan daha önce başladığı Yemen ve Bahreyn’de de ülke yönetimleri halklarına karşı şiddet kullandılar. Libya’ya askerî müdahale kararı almakta aceleci davranan devletlerin, aynı tavrı neden Yemen ve Bahreyn’e karşı benimsemedikleri büyük bir soru işareti. Diğer yandan Libya’nın Afrika’nın en önemli petrol üreticisi ülkelerinden biri olması, Batılı ülkelerin bu ülkeye operasyon kararının önünü açmasının temel sebebi olarak gösteriliyor. Haliyle bu operasyonun insanî olmaktan öte çıkar amaçlı olduğu ve bir işgalle sonuçlanacağı konusunda dünya kamuoyunun şüpheleri giderilebilmiş değil. Peki, bundan sonra ne olacak? Son yıllarda Afrika’da yaşanan hareketliliği dikkate alırsak, bölgedeki enerji ve petrol kaynakları üzerine hesapları olan ABD, Rusya, Çin gibi ülkelerin bölgeye önemli yatırımlar yaptığını görüyoruz. Bölgeyi yakından tanıyan birçok uzmanın görüşlerine göre ise Afrika, büyük devletlerin yeni çatışma sahası olacak. Libya da bu çatışma sahasında önemli bir üs. Başbakan Erdoğan’ın “Libya Libyalılarındır” sözünü de bu bağlamda değerlendirmek ve ülkenin bir işgale uğramadan ve daha fazla kardeş kanı dökülmeden Kaddafi yönetiminden kurtulmasının sağlanması gerekiyor. Sonrasında ise büyük güçlerin güdümünde olmayan bir yönetimin iktidara gelerek, Libya’yı beklediği huzur ve özgürlükler ortamına kavuşturması... Özelde Libya, genelde ise Afrika ülkeleri ve halklarının “fillerin tepişmesi sonucu ezilen çimler” olmaması adına Türkiye’nin de bölgeye yönelik gerekli politikalar geliştirmesi bu noktada önem taşıyor. Japonya’da Deprem ve Tsunami Japonya, 11 Mart’ta son 140 yılın en büyük 5. depremiyle sarsıldı. Yapılan son açıklamalarda, Richter ölçeğiyle 9.0 büyüklüğünde gerçekleşen deprem sonrası oluşan tsunami, Japonya’nın doğu kıyılarındaki birçok şehri sular altında bıraktı. Tsunaminin zarar verdiği yapılar arasında nükleer santrallerin de bulunması tüm dünyada paniğe sebep oldu. Zarar gören on nükleer santralin üçünde nükleer sızıntının başlaması ve sızıntıların önünün günlerce alınamaması “yeni bir Çernobil” endişesi doğurdu. Sızıntı saptanan nükleer santrallerin bulunduğu şehirlerdeki insanlar ülkenin farklı bölgelerine tahliye edilirken, nükleer tesislerdeki soğutma işlemleri halen sürüyor. Deprem ve tsunami felaketi sonrası açıklanan son resmî rakamlara göre 9.100 kişi hayatını kaybederken, 20 bine yakın insanın halen kayıp olduğu belirtildi. Maddi kaybın ise 235 milyar dolardan az olmadığı tahmin edilirken, Dünya Bankası açıklamalarına göre felaketin açtığı zararların giderilmesi beş yıl gibi bir zaman alacak. Japonya’nın dünyanın en büyük 3. ekonomisi olduğu düşünülürse, felaketin ekonomik zararlarının Japonya ile sınırlı kalmayacağını ve tüm dünyayı ekonomik olarak etkileyeceğini belirtebiliriz. Yaşanan son felaketin maddi ve manevi olarak açtığı zararlar ortada. Bu sonuçtan, deprem kuşağında yer alan, her an büyük bir depremin gerçekleşme olasılığının yüksek olduğu Türkiye’nin çıkarması gereken dersler olduğu kuşkusuz. Bu sebeple, bugünden tezi yok, doğal afetler sonrası oluşacak zararlara karşı alınan önlemleri sıkılaştırmaya başlamamız gerekiyor. Devlet organlarının öncülüğünde halk olarak sağlıklı yapılaşma, felaketler sonrası acil kurtarma ve oluşan maddi kayıpların karşılanması adına deprem sigortası başta olmak üzere tedbirlerimizi kuşanmak zorundayız. Aksi takdirde yarın çok geç olabilir. Avrupa Parlamentosu Türkiye Raporu Açıklandı Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin seyrini ortaya koyması açısından önem taşıyan “Avrupa Parlamentosu Türkiye Raporu”nun bir yenisi 9 Mart’ta Avrupa Parlamentosu (AP)’nda kabul edildi. AP’nun Hollandalı üyesi Ria Oomen-Ruijten tarafından hazırlanan raporda, Türkiye-AB üyelik müzakereleri “uzun sürecek ve ucu açık bir süreç” olarak tanımlanıyor. Ortak dış politika ve güvenlik faslında Türkiye ile müzakerelerin başlatılmasının vurgulandığı rapor, Türkiye’nin demokrasisi, yargı sistemi, insan hakları ve basın özgürlüğü konularına odaklanıyor. Türkiye’de gerçekleşen siyasi kamplaşma ve çatışmalar ile siyasi partiler arası diyalog eksikliğinin özenle vurgulandığı raporda, medya ve internet ortamında uygulanan sansür ve otosansür ile basın özgürlüğünün kısıtlanmasına yönelik uygulamalar eleştiri konusu yapılıyor. Ülkede düşünce özgürlüğünün önündeki en büyük engel olarak görülen 220, 301 ve 318. maddeler ile Terörle Mücadele Yasası’nın 72. maddesinin sebep olduğu olumsuzluklar yer buluyor. Üniversite öğrencilerine güç kullanımı ve hali hazırda süren başörtüsü yasağına yasal bir çözüm bulunamayışı da eleştirilen konular arasında. Ergenekon ile Balyoz iddiaları soruşturmalarında ilerleme sağlanamamasından endişe duyulduğunun ifade edildiği raporda, bu davalara yönelik gözaltı sürelerinin uzunluğunun da kaygıyla karşılandığı belirtiliyor. Raporda ayrıca parti çoğulculuğunu ve Türk toplumunun çoğulculuğunu yansıtması açısından seçim yasasında reform yapılarak yüzde 10 seçim barajının kaldırılması isteniyor. Kıbrıs sorununda ise Türkiye’ye hitaben “Derhal askerlerini çekmeye başlayarak, müzakereler için uygun atmosfer oluşturulmasını kolaylaştır!” ifadesine yer veriliyor. Türkiye’de sivil-ordu ilişkileri ve askerî vesayetin geriletilmesine yönelik atılan adımlar ise olumlu karşılanıyor. Rapordan memnun kalmayan Başbakan Erdoğan’ın “sipariş üzerine yazıldığını” ifade ettiği rapora Dışişleri Bakanlığının tepkisi ise “tek taraflı, gerçeklerle bağdaşmayan ve kabulü mümkün olmayan unsurlar” içerdiği yönünde oldu. AP raporlarının Türkiye açısından anlam taşımasının “ancak ciddi, yapıcı ve tarafsız bir tutum benimsenmesi halinde mümkün olabileceği” özenle vurgulandı. Türkiye-Avrupa Birliği arasında son bir yılda yavaşlayan müzakerelerin ne zaman ivme kazanacağı henüz belirsiz. Aslolan ise Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girse de girmese de, evrensel normlarda bir hukuk ve yönetim anlayışını ilke haline getirerek, gerekli reformları yapması gerektiği. Bunun ise 12 Haziran seçimleri sonrası yapılacak sivil anayasa yoluyla mümkün olacağı... Kadına Yönelik Şiddet Artışta Türkiye gündemini son aylarda meşgul eden konuların başında kadına yönelik şiddet geliyor. Ülke genelinde şiddet gören ve öldürülen kadınların sayısındaki artış, bu konunun arka planında neler yattığının tartışılmasına sebep oluyor. Konu hakkında araştırma yapan sivil toplum örgütleri, Türkiye’de şiddeti besleyen çocuk yaşta evlenme, eğitimsizlik, içki ve uyuşturucu bağımlılığı, işsizlik, yoksulluk, göç, töre gibi nedenlerle günde ortalama beş kadın cinayetinin işlendiğini belirtiyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre son yedi yılda özellikle töre ve namus gerekçesiyle işlenen kadın cinayetlerinin oranında yüzde 1400 gibi büyük bir artış var. Peki, bu sorunun önüne nasıl geçilecek? Türkiye’de son yıllarda kadınları güvence altına alan pek çok önemli yasa yapılmış olsa da bunların yeterli olmadığı ve uygulamada sıkıntılar yaşandığı ortada. Özellikle 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun’un adının ve içeriğinin değiştirilerek, şiddet tanımının genişletilmesi, şiddete uğrama riski kavramının yasaya konulması, aile içi şiddet yerine ev içi şiddet deyiminin benimsenmesi öncelikle alınması gereken tedbirler arasında. Bunun yanı sıra savcılara suç işlenmeden önce de hızlı bir şekilde mağduru koruma yetkisi verilmesi; koruma kararının şiddet tehlikesi ve şiddetin var olduğu gün alınması ve aynı gün kolluk güçlerine ulaştırılması; karakollarda ve adliyede kadınlar için acil yardım masaları kurulması; belediyelerin kadın sığınma evlerinin sayılarını artırması; şiddet uygulayan kişinin tedavi edilmesi; tedaviye gitmezse veya reddederse tutuklanması yine gündeme gelen çözüm önerileri arasında. Uzun vadede ise bireysel ve toplumsal şiddeti besleyen nedenleri ortadan kaldırmak için sağlıklı yasalar yapmak, bireylere şiddetten uzak duracakları bir ortam sağlamak ve gerek psikolojik gerekse manevi değerleri aşılayacak eğitim vermek gerekiyor. Kısa Kısa 27 Şubat’ta vefat eden “Milli Görüş” lideri Necmettin Erbakan ebedi yolculuğuna uğurlandı. Türkiye’nin önemli siyasi figürlerinden biri olan ve ülke siyasetinin son 40 yılına damgasını vuran önemli isimlerden biri olan Erbakan, 1969 yılında Konya’dan bağımsız milletvekili seçilerek aktif politikaya atılmıştı. Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi’nin liderliğini de yapan Erbakan, 28 Haziran 1996 – 30 Haziran 1997 tarihleri arasında başbakanlık da yapmıştı. Son olarak Saadet Partisi Genel Başkanlığı görevini yürüten Erbakan, 84 yaşındaydı. Merhuma Allah’tan rahmet, ailesi ve sevenlerine başsağlığı dileriz. *** Politikacıların ve bazı sivil toplum kuruluşlarının sıklıkla gündeme taşıdığı bedelli askerlik tartışmaları yeniden alevlendi. CHP Grup Başkanvekili M. Akif Hamzaçebi “gençlerin çalışma hayatından koparılmaması” gerekçesiyle TBMM’ye bedelli askerliğe dair kanun teklifi sundu. Teklife göre, 1 Ocak 1983 tarihinden önce doğanların yasadan yararlanması öngörülüyor. Yıllık geliri 12 bin TL’nin altında olan ve herhangi bir nedenle askerliğini yapamamış gençlerin bedelsiz, geliri 12 bin TL ile 15 bin TL arasında olanların 7500 TL, 25 bin TL’nin üzerinde geliri olanların ise 15 bin TL ödeyerek yararlanması düşünülen teklife AK Parti ve MHP karşı çıktı. Hali hazırda yaklaşık 200 bin gencin beklentisi olan bedelli askerliğin bir an önce karara bağlanarak beklentilerin karşılanması yönünde önemli bir kamuoyu desteği bulunuyor. *** Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) 2010 “Yaşam Memnuniyeti” araştırması sonuçlarına göre, Türkiye’de insanların yüzde 61,2’si kendini “mutlu” hissederken, yüzde 72,8’i geleceğe “umutla” bakıyor. Türkiye’de insanların mutluluk düzeyinin ekonomik gelişmelere paralel olarak yükseldiğini ortaya koyan araştırma sonuçlarına göre, eğitim düzeyi arttıkça mutluluk düzeyi de artarken, evli insanlar da bekârlara oranla daha mutlu. Her yüz kişiden 70’i kendi mutluluk kaynağını “aile” olarak tanımlarken, mutluluk değeri için yüz kişiden 71 kişi “sağlık” cevabı verdi. 2009’da insanların yüzde 54,3’ünün kendisini “mutlu” ve yüzde 14,6’sı “mutsuz” gördüğü hatırlanırsa, mutluluk oranındaki artış sevindirici bir gelişme. Temennimiz insanların mutluluğunu artıracak gelişmelerin devamı. *** Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Mart ayında yaptığı açıklamaya göre, ülke bütçesi 2011 Ocak ve Şubat aylarında art arda fazla verdi. Ocak-şubat döneminde bütçe giderleri 46 milyar 62 milyon lira, bütçe gelirleri ise 48 milyar 55 milyon lira olarak gerçekleşti. Böylece yeni yılın ilk 2 aylık döneminde bütçe 1 milyar 993 milyon lira fazla verdi ve 28 yıl sonra ekonomide bir ilk gerçekleşti. Ülke ekonomisinin bu başarısında şüphesiz son yıllarda yürütülen politikalar sonucu oluşmuş güven ve istikrar ortamı önemli. Bu tablonun korunması adına gerekli atılımların sürmesi önem taşıyor. Konu Başlığı: Ynt: Libyaya Birleşmiş Milletler Müdahalesi Gönderen: Selvihale üzerinde 05 Temmuz 2011, 08:51:00 Rabbim razı olsun reyan hocam hepsi birbirinden değerli bilgiler ..Sağlıcakla kaln selamtle...
|