๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dünya Hali => Konuyu başlatan: Rüveyha üzerinde 27 Ekim 2014, 18:37:42



Konu Başlığı: İslamofobi Tartışılmaya Devam Ediyor
Gönderen: Rüveyha üzerinde 27 Ekim 2014, 18:37:42
İslamofobi Tartışılmaya Devam Ediyor


İbrahim Baran | Mart 2013 | DÜNYA HALİ   


Batı’nın İslâm korkusu ve düşmanlığı, kökeni yüzyıllar öncesine dayanan kronikleşmiş bir sorun. İslâm’ı ortak düşman olarak belirlemiş toplumların ittifakıyla şekillenen bugünkü durum ise tarihte yaşananlardan çok daha farklı, çok daha ironik durumda. İronik, çünkü bugünün Avrupası bir yandan “insan hakları savunuculuğu” gibi “kutsal” bir vazifeyi ifa ettiğini iddia ederken, bir yandan da birlikte yaşadığı müslüman toplumlara hiç acımadan zulmediyor. Haçlı seferleriyle yüzbinlerce müslümanı hedef alan Batı, o dönemde en azından “insanın hakkı korunmalı” gibi bir cümle kurarak komik duruma düşmüyordu. Bugünse müslümanlar hariç, neredeyse her birey için “insan hakkı” kavramı -hakkı gaspedilmiş olsun olmasın- rahat bir şekilde gündeme getirilebiliyor.

İşin şöyle ilginç bir tarafı daha var: Neredeyse yüzyıl önce gaspedildiği iddia edilen bazı haklar için tarihî gerçeklere ters düşmek pahasına ortalığı ayağa kaldıran Batı toplumları, Srebrenica’da, Filistin’de, Ürdün’de, Kafkasya’da, Afrika ülkelerinde ve daha ismini sayamadığımız ya da bilmediğimiz coğrafyalarda müslümanlara yönelik olarak katliamları görmezden gelebiliyor. Hatta bu zulümleri bizzat kendisi gerçekleştiriyor!

“İslâmofobi: İslâm korkusu” olarak da adlandırılan bu psikolojinin çeşitli uygulamalarına son yıllarda daha fazla şahit oluyoruz. Uzak coğrafyalardaki müslümanlara teknolojisinin son imkanlarıyla saldıran Batı, bünyesinde barındırdığı müslümanları ise baskı altında tutarak, ötekileştirerek düşmanlığını gösteriyor. İslâmofobiye karşı en çok mücadele eden ülke ise Türkiye. İslâm coğrafyasında artık Batı’nın varlığını kabullenmeye mecbur olduğu ülke durumunda bulunan Türkiye, gerek diplomatik çabalarla gerekse sivil toplum örgütleri tarafından gerçekleştirilen etkinliklerle İslâmofobinin toplumların bir arada yaşama imkanını nasıl baltaladığını uluslararası kamuoyuna göstermeye çabalıyor.

Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da gerçekleştirilen Genç Gazeteciler Buluşması Konferansı’nda da İslâmofobi masaya yatırıldı. Konferansta İslâmofobinin nedenleri üzerinde durulurken, Avrupa’da İslâm’a ve Hz. Peygamber s.a.v.’e yönelik hakaretlere müslümanların kayıtsız kalamayacağının altı çizildi. İslâm’ın adalet, barış, huzur anlamına geldiği özellikle vurgulanan konferansta şu kritik soru sorularak İslâm’ın terörle özdeşleştirilmesi ile ilgili şaşkınlık dile getirildi: “Karıncanın bile hukukunu korumayı hedefleyen İslâm, şiddeti ve terörü nasıl destekleyebilir?” Hiç şüphe yok ki Batı, İslâm’ın karıncanın hukukunu bile korumayı hedeflediğini iyi biliyor. Ancak “ben varım, başka kimse yok” düşüncesi hakikatin önünde perde oluyor.

21. Yılında Hocalı ve Biz

Tarihler 26 Şubat 1992’yi gösterdiğinde Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Bölgesi’ndeki Hocalı kasabasında Ermeniler tarafından gerçekleştirilen katliamda 106’sı kadın, 83’ü çocuk olmak üzere toplam 613 Azeri masum katledildi. Ermeniler için önemli bir askerî hedef niteliğinde olan Hocalı kasabasının hedef alınmasının nedeni de, bölgenin askerî havaalanı için tek seçenek olmasıydı.

Kendilerine soykırım yapıldığı iddiasıyla gündem oluşturmak için elinden gelen her yolu deneyen bir devlet, sırf bu nedenle Hocalı’yı abluka altına aldı ve savunmasız insanları kadın çocuk demeden katletti. İşgalden önce 936 kilometrekare bir toprak parçası içerisinde yaklaşık 11.300 kişinin yaşadığı Hocalı, adeta yer ile yeksan edildi. Hayatını kaybedenler ve yaralananlardan arta kalanlar da rehin alındı.

Tüm bu yaşananlara rağmen Ermenistan parlamentosunda Azerbaycan’ın olayı “utanmazca kullandığı” dillendirildi ve Ermenistan’ın bu katliamda haklı olduğu ifade edildi. Her ne kadar Uluslararası İnsan Hakları Örgütü olayları “Dağlık Karabağ Savaşı’nın en büyük katliamı” olarak nitelendirse ve Azerbaycan parlamentosu “soykırım” ilan etse de, dünyada meseleyi bu çerçevede İslâm İşbirliği Teşkilatı Parlamentolar Birliği ve birkaç müslüman ülke haricinde hiçbir devlet gündemine bile almadı!

Hocalı katliamı, son yüzyılda gerçekleştirilen müslüman kıyımlarından yalnızca biri. Dünyanın Hocalı ve benzerlerine karşı kayıtsız kalması pek de şaşırtıcı değil. Burada asıl mesele dünyanın neresinde olursa olsun hayatına, vücut bütünlüğüne, kişilik haklarına kastedilen müslümanların yalnız kalması. Hocalı 21 yıl önce yaşandı. Ancak o günden bu yana dünyada benzeri olaylar devam ediyor. İnsan hakları havariliğine soyunmuş uluslararası güçlerin ve kuruluşların böyle olaylara duyarsızlığı anlaşılabilir.

Ama bundan çok daha kötü bir hakikatle yüzleşmemiz gerekiyor: 1.5 milyar müslümanın önemli bir kısmı yaşananlara kayıtsız kalıyor, hiç yaşanmamış gibi hayatına devam ediyor. “Müminler kardeştir!” buyruğunun hakkını vermediğimiz, uluslararası mecralarda sesimizi yükseltmediğimiz müddetçe Filistin’de, Kafkasya’da, Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’da ve dünyanın dört bir yanında yaşadığımız hesabı sorulmamış zulümler hanesine yeni bir vaka daha eklenecek. İslâm toplumları olarak yaşananlarla ilgili kendimizi hesaba çekmemizin vakti geldi, geçiyor.

Bir Papa Geldi Geçti!

Katoliklerin ruhani lideri bir makamı bırakmasının çok merkezi haline gelen Vatikan Papa 16. Benedikt geçtiğimiz günlerde ilginç bir karara imza atarak istifa ettiğini açıkladı. 2005’te hayatını kaybeden Jean Paul’un yerine Papa olarak seçilen ve 16. Benedikt ismini alan Alman kardinal Joseph Ratzinger, istifasına gerekçe olarak vazifeyi sürdürecek güce sahip olmamayı gösterdi. Göreve gelir gelmez Hıristiyan dünyasına büyük vaadler sunarak adeta haçlı zihniyetini yeniden yaygınlaştıracağı izlenimi veren Ratzinger’in dile getirdiği bu gerekçe, kuşkusuz bu ilginç istifanın neden gerçekleştiği sorusuna öylesine verilmiş bir cevap niteliğinden başka anlam taşımıyor. Papalığı sırasında İslâm’ı ve müslümanları hiçbir şekilde zikretmeyen sabık Papa’nın böyle bir makamı bırakmasının çok daha gerçekçi nedenleri olmalı. Her türlü ayrıcalığa sahip, kendine ait özerk ve yüklü bir bütçesi olan, siyasi olarak ciddi bir etkinliği olmasa da dinî olarak büyük bir kitleyi harekete geçirebilecek bir makamı bırakmak çok da kolay olmasa gerek. Ancak Joseph Ratzinger, nam-ı diğer 16. Benedikt’in şahsına yönelik ortaya atılan iddialar ve görev yaptığı süre içerisinde Vatikan’da yaşananlar, papalık tarihinde ikinci defa gerçekleşen bu istifayı zorunlu hale getirmiş olmalı.

Gerçi insanlık tarihinin en kanlı savaşlarının fitilini ateşlemiş, Yahudilik dışında hiçbir inanç ve görüşe tahammülü olmayan, adeta toplumları birbirine düşürmek üzere kurgulanmış derin güçlerin için bu iddialar devede kulak mesabesinde. Kendi mensuplarına “Konstantiniye’de Katolik külahı görmektense, Osmanlı sarığı görmeyi tercih ederiz!” sözünü söyletecek kadar büyük zulümlere imza atan Vatikan, bugün dahi bizzat olmasa da çeşitli yönlendirmelerle dünyayı karıştırmaya, kan dökmeye devam ediyor. Özellikle müslüman coğrafyayla ilgili kurgulanan planlar ve gerçekleştirilen kıyımlar Vatikan’ın Ortaçağ’daki zihniyetinin değişmediğini gösteriyor. Ancak isimleri yüz kızartıcı suçlara karışan liderlerle kendi toplumunu bile elinde tutamayan Vatikan, ne yaparsa yapsın, dünyaya hakim olamayacak.

Kerry’den Anlamlı Mesaj!

Amerika’nın küresel bir güç olması, dışişlerini de ülke- nin en önemli kurumların- dan biri haline getiriyor. Çünkü dış işlerinin uyguladığı politika sistemin dünyaya nasıl baktığının işaretlerini veriyor. Eski Başkan Bush döneminde dışişleri bakan- lığı görevini yürüten Condoleezza Rice tarafından ortaya atılan Bü- yük Ortadoğu Projesi, Cumhuri- yetçilerin saldırgan politikalarının en önemli göstergelerinden biriydi. Rice’dan sonra dışişleri koltuğuna oturan Clinton da demokratların ılımlı politikalarının yansıması şeklinde nitelendirilebilecek dış politika stratejilerini uygulamaya çalıştı. Obama’nın birinci döne- mindeki birkaç olayı saymazsak, ABD’nin dış politikada geçmiş dönemin artıklarını bir ölçüde temizlediğini söyleyebiliriz.

2. Obama döneminde yeniden Amerikan dışişlerinin başına getirilen Hillary Clinton görevinden istifa etti. ABD’nin Türkiye büyükelçiliğinde meydana gelen patlamanın ve bu patlamadan kısa bir süre önce Türkiye ile Amerikan büyükelçisi arasında yaşanan gerginliğin hemen ardından gerçekleşen bu istifa, sağlık sorunlarından daha önemli gerekçelerin olduğunu akıllara getiriyor. Yeni dışişleri bakanı John Kerry’nin ilk gezi programı da özellikle Türkiye ile yaşanan gerginliğin kritik bir gerekçe olduğunun sinyallerini veriyor. Zira Kerry ziyaret listesine Türkiye’yi eklerken İsrail’i es geçti. Yeni bakan ilk gezisinde İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, Türkiye, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Katar’a gitti. Kerry, Kudüs ve Ramallah’a Bahar’da gidecek olan Obama’ya eşlik ederek İsrail’e birkaç ay sonra gitmiş olacak.

Amerika’da ikinci dönemini geçiren demokratlar ılımlı bir politikayı ilke edinmişlerse de, rejimi ayakta tutan bazı lobilerin kararlarını da göz ardı edemiyorlar. İktidara gelen kim olursa olsun, bir şekilde lobilerin yönlendirmelerine kayıtsız kalamıyor, dolayısıyla da muktedir olamıyor. Türkiye ile yaşanan krizin alt metninden çıkan sonuç bu. İki ülke arasındaki ilişkiler düzgün bir seyirde yol alırken birden meydana gelen patlama ve büyükelçi Ricciardone’nin Türkiye’nin yargı sistemiyle alakalı nezaket sınırlarını zorlayan açıklamaları iki ülke arasındaki ilişkilerin gerilmesine neden olan etkenler olarak değerlendiriliyor. Kerry’nin dışişleri bakanı sıfatıyla yapacağı ilk gezide İsrail’i görmezden gelmesi Obama’dan İsrail’e verilmiş bir mesaj anlamına geliyor. Büyükelçinin özür dilemesini de bu zeminde değerlendirmek gerekiyor. İsrail ABD Türkiye üçgeninde neler yaşanacak sorusunun cevabı,
yeni bakan ve Obama’nın atacağı adımlara göre belirginleşecek.


   KISA KISA


    Suriye’de rejimle muhalifler arasında süren mücadele devam ediyor. Masum halk acımasızca rejim askerleri tarafından katledilirken, ülkeden kaçmayı başaranlar en yakın ve güvenilebildikleri ülke olan Türkiye’ye geliyorlar. Suriye sınırında kurulan çadır kentlerde binlerce insan şartlar zor olsa da barınmaya çalışıyor. Soğuk kış günlerinde çadırda hiç de uygun olmayan bir ortamda yaşamaya çalışan Suriyeli mültecilere sivil toplum kuruluşları tarafından yardım götürülüyor. Bu kuruluşlardan biri de Beşir Derneği. Geçtiğimiz günlerde bölgeye giden dernek yetkilileri birçoğumuzun gözünden kaçan çarpıcı bir detayı gün yüzüne çıkardılar. Suriye’den gelen mültecilerin bir kısmı çadırlarda barınıyor. Ancak onlardan daha fazlası sokaklarda yaşamak zorunda kalıyor! Bu durumun hem onların hayatı için hem de sosyal düzenin bozulmaması için bir an önce çözüme kavuşturulması gerekiyor. Burada da iş yine sivil toplum kuruluşlarına düşüyor.

    ***

    Amerika’nın İsrail’i neden ciddi bir şekilde uyarmadığı, Filistin meselesi ile ilgili akıllara gelen ilk sorulardan biri. Ama cevabı çok basit: Amerika da Filistin halkını kimliğine, mesleğine, icraatlarına bakmadan potansiyel terörist olarak değerlendiriyor. Yani bu noktada İsrail’le aynı çizgide duruyor. “5 Kırık Kamera” isimli filmiyle en iyi belgesel kategorisinde Oscar’a aday gösterilen Filistinli Yönetmen Emad Burnat, ödül törenine katılmak üzere gittiği ABD’de ülkeye alınmadı. Oscar adayı olduğunu kanıtlamadan Amerika’ya giremeyeceği söylenen yönetmen havaalanında ailesiyle beraber mahsur kaldı. Oscar ödüllü başka bir yönetmen Michael Moore şahit olduğu bu olaya tepki göstererek Oscar yetkililerini aradı ve kriz çözüldü! Her ülkenin kendine göre bazı güvenlik tedbirleri olabilir. Ama bir insan yalnızca Filistinli diye potansiyel terörist muamelesine tabi tutulamaz. İşte küresel güç, demokrası havarisi Amerika’nın hali pür melali…

    ***

    Bir dönem izlerini tamamen silmeye çalıştığımız Osmanlı’dan bize miras kalan önemli tarihî ve kültürel eserlerin, uzun yıllar sonra elimizden bir kristal gibi düşürülüp tarumar edildiğini farkettik. Ama artık iş işten geçmişti. Şimdilerde yapılan çalışmalarla eski eserlerin ihya edilmesi söz konusu olsa da yerinde yeller esen, yahut pek çoğumuzun adını bile bilmediklerimiz ihya olunandan kat kat fazla. Balıkesir’de duyarlı bir vatandaş, Osmanlı dönemine ait küçük eserleri toparlayarak mini bir müze inşa etti. Kullanılmayan eski eşyaları toparlayıp tamir ettirdikten sonra sergileyen meraklı vatandaş, gelen ziyaretçilere müzeyi gezdiriyor. Amacının gelecek nesillerin geçmişten habersiz olmaması için çalışmak olduğunu söylüyor. Tarihî mirasımız sahip çıktığımız müddetçe geçmişle olan irtibatımızı kuvvetlendiririz. Bu irtibat kuvvetlenirse de geleceği daha emin adımlarla inşa ederiz.

    ***

    Avrupa Birliği’ne (AB) girmek yarım yüzyıldan fazla bir süredir Türkiye’nin hayallerini süslüyor. Bu hayali gerçekleştirmek için
    çok önemli adımlar atmış olsak da bunların somut bir netice verdiğini söyleyemeyiz. Gönül rahatlığıyla ifade edelim: Türkiye hukukî olarak, çok büyük riskler aldığını bile bile önemli hamleler yaptı. Avrupa Birliği’nin en çok önem verdiği konulardan biri olan ekonomik gelişmişlik düzeyiyle ilgili olarak da şaşırtıcı mesafeler aldı. Ancak bunlara rağmen AB’ye girmeye muvaffak olamadı. Yıllardır kendini AB vatandaşı olarak görmek isteyen halkın bir kısmının ve AB’ye girmeyi devlet meselesi haline getirmiş bazı siyasetçilerin hayalleri suya düştü. Artık sabrı sınır noktasına gelen devlet erkânından önemli bir açıklama geldi: “AB’ye girmek zorunda değiliz!” Bu açıklama kimilerini telaşa düşürse de halkın önemli bir kısmının hislerinin tercümesi olarak okunabilir. Zira yalnızca devlet erkânının değil, yapılan bunca değişikliğin ardından toplumun da tahammülü kalmadı.


Konu Başlığı: Ynt: İslamofobi Tartışılmaya Devam Ediyor
Gönderen: Metin 8/A üzerinde 27 Ekim 2014, 18:46:04
ben ce türkleri türkleden başka dostu yok ne derlerse desinler herkez kendi çıkarlarını önemsiyo