๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dünya Hali => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 02 Ağustos 2011, 13:58:01



Konu Başlığı: Hayatınızı Bereketlendirin
Gönderen: Zehibe üzerinde 02 Ağustos 2011, 13:58:01
Dünya Hali


Haziran 2009 126.SAYI


Halil AKGÜN kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı.

Hayatınızı Bereketlendirin

Barekallah… Maneviyat iklimimizin en veciz ifadelerinden biri. Hayatımızı dünyada anlamlı kılan kaynak. Allah’ın bereketi… Cenab-ı Hakk’ın makamından dünya hayatına uzayan yol. O bereket olmasa, hayatın anlamı olur mu? Doğan güneş, bizi ısıtır mı? Yediğimiz yemek, gıda olur mu? İçtiğimiz su şifa olur mu? Soluduğumuz hava, bize hayat verir mi?

Yaratılış alemi, Allah’ın bereketiyle ikame edilmiş. Peki biz bereketi hayatımıza hakim kılabiliyor muyuz? Yaptığımız işlerin bereketi olduğundan emin miyiz? Günlük hayat dediğimiz koşuşturmaca, birçok şeyi olduğu gibi bereketi de unutmamıza neden oluyor. Unutunca, unuttuğumuz şeyin artık varolmadığını zannediyoruz. Unutkanlık, gaflete dönüşüyor.

Bereket, himmet, ihlâs gibi kavramların modern hayatta pek bir yeri yok. Charlie Chaplin’in bir asır önce sessiz filmlerinde tasvir ettiği fabrika işçisi gibi, hepimiz sistemin içinde bir yerlere monte edilen bir araç haline geliyoruz. Verilen işi yetiştirmeye çalışıyoruz. “Bir işin hakkını vermek” ifadesindeki hak kelimesinin aynı zamanda Allah’ın güzel isimlerinden biri olduğunu unutuyoruz. İşlerimizi ibadet ruhuyla ve tadında yapamıyoruz. Çünkü gündelik hayat o kadar profan, seküler, içi boşaltılmış, bereketten yoksun ki…

İşlerimizi bereketli kılmak için önümüzde bir sürü fırsat var. Dilimizden düşmeyen bir dua, bunun ilk adımıdır. Yaptığımız işin onun bunun için değil Allah’ın rızasını kazanmak için yaptığımızı bilmek, bir başka yoldur. İhlâs ve samimiyet ile çalışmak, bereket yolunun olmazsa olmaz şartıdır. Nimete hakkıyla şükretmek, berekete bereket katar. Hiçbir şeyi kuldan değil, Allah’tan istemek, bereket kapısını sürekli açık tutmaktır.

Gelin hayatımızı bereketlendirelim. Gündelik koşturmacaların, bizim köşenin adıyla “dünya halinin”, bizi teslim almasına izin vermeyelim. Bize lazım olanın dünya değil, ahiret hayatı olduğunu tekrar hatırlayalım.

19 Mayıs’ta Genç Olmak

Bir 19 Mayıs’ı daha geride bıraktık. Nasıl mı? Bir sürü anlamsız, içi boş törenle. Öğrencileri zorla meydanlara, stadyumlara topladık. Devlet erkânını başına bekçi olarak koyduk. Sonra manasını kimsenin bilmediği, bilse de önemsemediği konuşmalar, seremoniler yaptık. Böylece bir 19 Mayıs’ı daha atlattık. Oysa 19 Mayıs’ın milli mücadele tarihimizde önemli bir yeri var. Bugünün gençlik bayramı olarak kutlanması da ayrı bir öneme sahip. Zira Türkiye’nin milli mücadelesini ancak genç ve dinamik ruha sahip nesiller verebilirdi. Fakat bugünkü gençlik nerede? Böyle bir dinamizmi, ufku, hasbiliği var mı? Gençliğe önem verdiğimizi söylüyoruz ama gençleri işlevsiz, hedefsiz, vizyonsuz kitleler haline getirmek için elimizden geleni de yapıyoruz. Bu çelişkinin ne kadar farkındayız acaba? Mesela gençlerin dünyayı tanıyan, kendi tarihine ve kültürüne hakim, özgüveni yüksek nesiller olmasını istiyoruz. Ama onlara verdiğimiz eğitim acaba bunu sağlıyor mu? 12 yıllık eğitimden sonra üniversiteye girmek için milyonlarca gencimizi dershanelere yolluyoruz. Orada ne öğreniyorlar? A-b-c-d şıklarından birini seçmeyi. Eğitim ve öğretimi, çok seçenekli imtihana indirgemiş bir ülkede gençler bugünün ya da yarının teminatı olabilir mi? İşte 19 Mayıs’ta yine ıskaladığımız soru bu.

Af-Pak Oyunları

Uluslararası ilişkilerde yeni bir kelime var artik: Af-Pak; yani Afganistan-Pakistan. Bu iki ülke arasındaki sınır bölgesi, birkaç yıldır mercek altında. Bölgede her gün operasyonlar yapılıyor. Amerikan ve Pakistan orduları, Taliban, el-Kaide, çatışan gruplar olarak öne çıkıyor. Fakat gerçekte kimin kimle çatıştığı belli değil. Kimin ne istediğini tahmin etmek de zor. Amerika’nın peşinde olduğu Usame bin Ladin’in buralarda bir yerlerde saklandığına inanılıyor. Fakat el-Kaide ile başlayan hikâye, şimdi Taliban ile devam ediyor. Taliban’ın siyasi sürece dahil edilmesi konuşulurken, operasyonlar da devam ediyor. Bütün bunların üstüne, Pakistan devlet başkanı Zerdari herkesi şok eden bir açıklama yaptı ve “Usame bin Ladin’i yakaladık ama ABD istemedi” dedi. Zerdari’ye atfedilen açıklamaya göre, Amerikalılar bin Ladin’i yakalasalardı, Afganistan’ı işgal etmek için bir bahaneleri kalmayacaktı. Amerika, Orta Asya’da Çin ve Rusya’ya karşı askeri ve coğrafi üstünlük elde etmeye çalışıyor. Bunun yolu da Afganistan-Pakistan bölgesinden geçiyor. ABD, Pakistan’ı doğrudan işgal edemeyeceği için Pakistan içinde istikrarsızlığa oynuyor. Afganistan’daki askeri varlığını güçlendirerek de hareket alanını genişletmeye çalışıyor. Kısacası ortada yeni bir iktidar oyunu var. Değişim sözü veren Obama’nın başkanlığının başında bu oyunu bozmak için adım atmaması, kendi siyasi geleceği için de büyük bir risk taşıyor.

Sorundan Açılıma

Geçtiğimiz ay Kürt sorunu konusunda hareketli günler yaşandı. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün “önümüzde tarihi fırsat var; bunu kaçırmayalım” ve “iyi şeyler olacak” açıklaması, yeni bir tartışma başlattı. Gerçekten önümüzde tarihi bir fırsat var mı? Varsa, bu fırsatı nasıl tanımlamak lazım? Kürt sorununun Türkiye’de cesur ve özgürce tartışılıyor olması, önemli bir olgunlaşma emaresidir. Bu süreç teşvik edilmelidir. Fakat Kürt sorununu sadece konuşarak ve iyi niyet mesajları vererek çözemeyiz. Bazı somut ve cesur adımların da atılması gerekiyor. İlk adım, Kürt meselesi ile PKK’yı yani terör sorununu birbirinden net bir şekilde ayırmaktır. Bu ayrım, sanıldığı kadar kolay yapılamıyor. Zira bu ayrımı yapmak, PKK’yı ortadan kaldırmıyor. İstesek de istemesek de PKK, Kürt sorununun en önemli aktörlerinden biri haline gelmiştir. Kürt sorununu çözmek demek, aynı zamanda PKK konusunda da bir çözüm üretmek demektir. Bu çözüm ne olacak? PKK’ya silah bıraktırmak, tek yol. Ama bunu kim, nasıl ve hangi şartlarda yapacak? Cumhurbaşkanı Gül “bu sorun, Türkiye’nin en hayati sorunudur” ifadesi aslında bir mutabakatı ifade ediyor. Şimdi devletin tepesindeki bu mutabakatın hayata geçirilmesi gerekiyor. Umarız cumhurbaşkanının bahsettiği tarihi fırsatı küçük iktidar hesaplarıyla heba etmeyiz.

Hükümete Taze Kan

Başbakan Erdoğan’ın Mayıs ayının başında yaptığı kabine değişikliği, siyasete heyecan getirdi. Yeni atanan bakanlar, yerleri değişen bakanlar, görevden alınan bakanlar… Siyasette taze kana her zaman ihtiyaç var. Ama mesele vitrin yenileme meselesi değil. İş yapma kapasitesini arttırmaktır asıl hedef. Her hükümet değişikliği, bu yönde atılmış bir adım olmalıdır. Türkiye’nin acil çözüm bekleyen sorunları, her daim yeni, dinamik, özgüveni yüksek ve ufku geniş kadroların iş başında olmasını zorunlu kılıyor. Türkiye her alanda ölçek büyütürken, bu yeni vizyonu hayata geçirecek mekanizmaları da yenilemek, güncellemek ve geliştirmek zorunda. Aksi halde büyük lafların altında ezilir kalırız. Türkiye’nin bölgesinde etkinliğini arttırması, içerde ve dışarda birilerini şüphesiz rahatsız ediyor. Kimileri yapılanları hafife alırken kimileri çomak sokmak için uğraşıyor. Bunların hiç birine aldırmadan doğru yolda yürümek lazım. Ne de olsa meyvesi olan ağacı taşlarlar. Yeni kabinenin iş ve çözüm üretme kapasitesinin ne olduğunu hep birlikte göreceğiz. Demokrasinin aynı zamanda bir “liyakat sistemi” olduğunu akıldan çıkarmamak lazım. Yeni kabine, umarız acil çözüm bekleyen sorunlara kısa sürede müdahale eder ve sivil siyasetin alanını biraz daha güçlendirir.

Kısa Kısa

İsrail’in yeni başbakanı Netenyahu, Obama ile görüştü. Netenyahu, iki devlet formülüne, yani Filistinlilerin bağımsız bir devlete sahip olmasına karşı çıkıyor. Obama’nın Netenyahu’ya verdiği ilk mesaj şu oldu: İki-devletli formülü kabul et. Obama’nın ikinci mesajı, Yahudi yerleşimciler için toprak hırsızlığının durdurulması idi. Biz her iki konuda da Netenyahu’nun somut bir adım atacağını beklemiyoruz. Böylece Amerikan ve İsrail yönetimleri arasında ilk defa bu kadar açık-seçik ve net bir görüş ayrılığı başgöstermiş durumda. Obama’nın bu süreci nasıl yöneteceği, Ortadoğu barışı konusunda kararlı olup olmadığını da gösterecek.

***

Geçtiğimiz ay Kafkaslarda heyecanlı günler yaşandı. Türkiye-Ermenistan normalleşmesi, bir Rusya-Azerbaycan operasyonuyla akamete uğratıldı. “İki devlet, tek millet” diyen Türkiye ve Azerbaycan, neredeyse karşı karşıya geldi. Şimdi süreç kısmen kilitlenmiş durumda. Çünkü Türk-Ermeni normalleşmesi, Ermenistan’ın işgal ettiği Karabağ bölgesinden çekilmesine bağlı. Ermeniler bu konuda adım atmadan Türkiye de adım atmayacağını açıkladı. Bütün bu süreçte Azerilerin tutumu düşündürücü. Karabağ sorununu çözmek için on beş yıldır hiç bir şey yapmayan Azerilerin bir anda şahin kesilmesi, dikkat çekici. Bu işin arkasında Rusya’nın olduğu muhakkak. Bakalım bundan sonra Kafkaslardaki Rus ruleti nasıl dönecek.

***

Bu ay İran’da başkanlık seçimi var. Şu ana kadar öne çıkan adaylara bakıldığında Ahmedinecat’ın yeniden seçileceğine kesin gözüyle bakılıyor. Demek ki İran derin devleti, mevcut başkanından memnun. Ahmedincat’ın seçilmesini garantiye alan en önemli mekanizma, aday tespit sistemi. Kimin nereden aday olup olmayacağına, bir yüksek konsey karar veriyor. “İran tarzı demokrasi”, bundan sonra başlıyor. Yani konsey ne kadar izin verirse, o kadar temsil hakkı. Öte yandan İsrail lobisi, İran üzerindeki baskıları arttırmaya çalışıyor. İsrail’in bölgede hep somut bir düşmana ihtiyacı olduğu için, bütün dikkatini şimdi İran’a yöneltmiş durumda. Bakalım Obama yönetimi, İsrail’e dur diyebilecek ve İran meselesini bir krize dönüşmeden yönetebilecek mi?

***

Gazetede bir başlık: “Diyarbakır’da çocuk olmak kolay değil”. Çok doğru. Terör, korku, şiddet, yoksulluk, yoksunluk ve umutsuzluk arasına sıkışıp kalmış bir çocuk düşünebiliyor musunuz? İnsan fıtratına bundan daha büyük ihanet olur mu? Fakat sadece Diyarbakır’da değil sorunlu çocuklar. İlgisizliğin, sevgisizliğin, merhametin olmadığı her yerde var bu sorun. Mevlâ’nın bize emaneti olan çocuklarımıza ne kadar sahip çıkıyoruz? Onların maddi ve manevi selameti için gerçekten gayret gösteriyor muyuz? Çocukların o masumiyetinin ne kadar büyük bir nimet olduğunu bir kavrayabilsek, belki bunların hiç birini konuşmamıza gerek bile kalmayacak.