๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dünya Hali => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 22 Ağustos 2011, 15:42:43



Konu Başlığı: Gazzede Katliam
Gönderen: Zehibe üzerinde 22 Ağustos 2011, 15:42:43
Dünya Hali



Şubat 2009 122.SAYI


Halil AKGÜN kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı.


Gazze'de Katliam

İsrail Filistin topraklarında yine katliam yaptı. 27 Aralık 2008’de başlayan ve üç hafta aralıksız suren saldırıların sonucunda 1300 Gazzeli hayatını yitirdi, beş binin üzerinde insan yaralandı. Ölü ve yaralıların çoğunluğunu çocuklar ve kadınlar oluşturuyor. Gazze’nin bütün alt yapısı yerle bir edilmiş durumda. Askerî ve sivil hedefler arasında hiç bir ayrım yapmayan İsrail, Gazze’de okulları, camileri, hastaneleri, BM binasını ve sığınak olarak kullanılan binaları vurmaktan çekinmedi. 2009 yılına girerken Gazze bir insanlık suçu olarak hepimizin önünde duruyor.

Gazze katliamı karşısında bütün uluslararası kurum ve kuruluşlar sadece seyrettiler. Avrupa Birliği, Birleşmiş Milletler, Arap Birliği, İslâm Konferansı Teşkilatı dahil hiçbir uluslararası ve bölgesel kuruluş, İsrail’e dur diyemedi. Amerika İsrail’e kayıtsız şartsız destek verirken Avrupalı diplomatlar “İsrail karşısında acziyet içindeyiz” itirafında bulunmaktan başka bir şey yapmadılar. Uluslararası hukuk, savaş hukuku, insan hakları… bunların hepsi ayaklar altına alındı.

Gazze 2009 olayları, Mısır ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Arapların nasıl bir acziyet ve zillet içinde olduğunu da gösterdi. İsrail’in Hamas’a yönelik politikalarına destek veren ve bitirilmesini arzu eden Mısır, şu anda bölgede İsrail ve Amerika’yla beraber en fazla nefret edilen ülke. Mısır’ın Ortadoğu barış sürecindeki rolü de sıfırlanmış durumda.

Filistin halkı arasındaki bölünmeyi ustalıkla kullanan İsrail, bölgede gerçekten barış istemediğini bir kez daha teyit etti. Komşularıyla barış isteyen bir ülke, Gazze’deki masum ve korumasız insanların üzerine böylesine ateş yağdırır mı? Arapları birbirine düşürüp her istediğini onlara yaptırır mı? İşgali altındaki Filistinli müslümanları her gün zillet ve yoksulluk hali içinde yaşamaya mahkum eder mi? Onların onurunu her gün ayaklar altına alır mı?

Bu gerçeklere rağmen İsrail propaganda makinası yalan üretmeye devam ediyor. İsrail’in barış istediğini ama Arapların barışa yanaşmadığını söylüyor. Batılı haber ajanslarını da ağına alan bu propaganda makinası, aslında Filistinli diye bir ulusun olmadığını, Arapların Filistin topraklarından kendi istekleriyle ayrıldıklarını, İsrail’in bölgedeki tek demokratik ülke olduğunu, İsrail’in kendini savunma hakkının olduğunu ve bunun için şiddet kullanmak zorunda kaldığını ileri sürüyor. Bu yalanlar sayesinde Amerikan kamuoyunu yanına çeken İsrail, “Amerika bana destek verdikçe istediğim her şeyi yapabilirim.” diyor. 20. yüzyılın başında dönemin süpergücü İngiltere’yi bu şekilde kullanan Siyonistler, şimdi de Amerika’ya sırtlarını dayamış durumdalar.

Fakat bu düzenin daha uzun süre devam etmeyeceği ortada. Gazze katliamına tepki veren milyonlar, İsrail’in peşini bırakmayacaklar. İsrail’in Gazze’de savaş suçu işlediği konusunda bir mutabakat oluşuyor. İsrail’i hiçbir mahkeme cezalandıramasa bile, Siyonist rejim dünya kamuoyunun vicdanında “çocuk katili”
olarak mahkum edilecek.

Barack Hüseyin Obama


44. Amerikan başkanı Barack Hüseyin Obama, 20 Ocak 2009 günü görkemli bir yemin töreniyle göreve başladı. Washington meydanını dolduran iki milyon kişiye, dünyanın çeşitli ülkelerinden ekranı başındaki milyonlar eşlik etti. Etkileyici bir konuşma yapan Obama, Amerikan halkına “haydi yeniden ayağa kalkalım” mesajı verdi. Fakat konuşmasının şiirsel ve hissî yönlerini bir kenara bırakacak olursak, Obama vaat ettiği değişimi nasıl gerçekleştireceğine dair hiçbir şey söylemedi. Gazze olayları karşısında sessiz kalan Obama, konuşmasında Filistin meselesine hiç girmedi.

İnsan ümitvar olmak ve olumlu düşünmek istiyor. Ama Obama’nın verdiği ilk işaretler iyi değil. Obama rüyası, her gün biraz daha vites küçültüyor. “Değişim, değişim…” diyen Obama, şimdi daha realist bir çizgiyi öne çıkartıyor. Hedef göstermekten çok sorunların ne kadar büyük olduğunu hatırlatıyor. Bunda haksız değil. Zira ekonomiden dış politikaya Obama, Bush yönetiminden büyük bir enkaz devraldı. Ama güçlü liderler zaten böyle anlarda test edilirler.

Obama’nın konuşmasında güvenlik, terörle mücadele ve dünya sorunları hakkında söyledikleri de bizi endişeye sevk etti. “Önce güvenlik” diyen bir Obama, “önleyici savaş” diyen Bush’tan çok farklı olmayacaktır. Umarız önümüzdeki günlerde daha ümitvar olmamızı sağlayacak adımların atıldığına şahit oluruz.

Ortadoğu’da Seçim Mevsimi


Bu yıl, bölgemizde seçim yılı. Irak’ta Ocak sonunda yerel seçimler, Ekim’de genel seçimler yapılacak. Afganistan ve İran’da da seçimler var. Türkiye’de de yerel seçimler Mart sonunda gerçekleşecek. Ayrıca Şubat ayında İsrail seçimleri var.

Bu seçimlerden sonra bölgede nasıl bir tablo ortaya çıkacak? Siyasi gözlemcilerin ve Türk politika yapıcılarının bu süreci yakından takip etmesi gerekiyor. İki sebepten: Birincisi, halkın iradesini devlete taşıyan seçimler, demokratik sistemin temel direğidir. Seçimlerden çıkan sonuçlar, hoşumuza gitmese de halkın iradesini yansıttığı için kabul edilmek durumundadır. Örneğin İran halkı Temmuz’da Ahmedinecat’ı yeniden Cumhurbaşkanı seçebilir ve bu, İran’ın bölgede şahince politikalar izlemesinin devam edeceği anlamına gelebilir. Fakat halkın iradesi bu yönde tecelli ettiği için buna kimsenin itiraz etmesi sözkonusu olamaz.

İkinci konu, seçimlerle iktidara gelecek kadroların Ortadoğu ve Asya siyasetini nasıl şekillendireceğidir. İsrail’de şahinlerden oluşan bir koalisyon, daha fazla yıkım ve gerginlik anlamına gelecektir. Bütün Irak halkını kucaklamayan bir seçim sonucu, Iraklılar arasındaki bölünmeyi derinleştirecektir. Afganistan’da Taliban siyasi sürece katılmazsa, bu ülkedeki çatışmalar da aynen devam edecek. Türkiye’de yerel seçimlerden sonra ortaya çıkacak tablo da önemli. Hülasa 2009, bölgemizde seçimler yılı olacak. Bazı yeniliklere hazır olmakta fayda var.

Batı Ekseninden Kopmak


Başbakan Erdoğan’ın son Gazze olayları karşısındaki sert tepkisi, bazı çevrelerde “Türk dış politikası geleneksel Batı ekseninden kopuyor mu?” tartışmalarına yol açtı. Bazılarına göre son yedi yıldır izlenen dış politika, Türkiye’yi Avrupa ve NATO ekseninden Ortadoğu ve İslâm dünyasına kaydırıyor. Oysa tarihin Ortadoğu ve Asya üzerinden akmaya devam ettiğini göremeyen Batıcılar, Türkiye gibi bir ülkenin çok yönlü bir dış politika izlemek zorunda olduğunu anlamıyorlar.

Öte yandan bugün sadece Türkiye değil, Amerikadan Avrupa’ya ve Rusya’ya kadar bütün büyük ülkeler, Ortadoğu’da barış ve istikrarın hayatî öneme sahip olduğunu biliyorlar. Türkiye’nin komşu olduğu İran, Irak ve Suriye’ye ve bunların uzantısı olan Filistin ve Lübnan konularına yakın ilgi göstermesi gayet doğal bir durumdur. Fakat asıl sorulması gereken soru şu: Aman efendim uzaklaşıyor muyuz diye korktuğumuz “Batı eksenli” dış politika çok mu başarılı bir model? Avrupa ve Amerika’nın Ortadoğu barış sürecinde ve Filistin konusunda izlediği politikaların bölgeyi getirdiği nokta ortada. Bölgemizi “ebedi bir çatışma alanı” olarak gören Batılılar, bize hâlâ 19. yüzyıl Avrupa kolonyalizminin penceresinden bakıyorlar. O yüzden bizim coğrafyamıza çözüm getirmekten çok, sorun taşıyorlar. Hiçbir maceraya kapılmadan ve tamamen rasyonel bir bağlamda “Batı eksenli dış politika” modelinin ve Batılı ülkelerin politikalarının sorgulanmasının zamanı bizce gelmiş durumda.

Ergenekon Kuyusu

Kazdıkça derinleşiyor Ergenekon kuyusu. “Hayalî” olduğu söylenen birkaç senaryoyla başladı her şey. Darbe planlarını anlatan günlükler çıktı ortaya. İsimler, adresler, krokiler, planlar derken, seri numarası silinmiş silahlar, bombalar izledi bunları. Ergenekon araştırmasının son dalgasında birkaç düzine zanlı daha sorgulanmak üzere tutuklandı. Tutuklamaların bundan sonra da devam etmesi bekleniyor. Zira yeni sanıklar, yeni bilgiler veriyorlar. Ergenekon giderek terör, uyuşturucu, kaçakçılık, cinayet ve mafya ilişkilerinin şifresi haline geliyor. Herkesin merak ettiği soru, devlet içinde örgütlenmiş bu çetenin nerelere kadar uzandığı. Asker, siyasetçi, sendikacı, gazeteci, istihbaratçı, iş adamı derken Ergenekon çetesinin giderek büyüdüğü ve derinleştiği görülüyor.

İtalya’da Gladio örgütü kapsamında yaklaşık altı bin kişi tutuklanmıştı. Bizdeki sayı belki binlere ulaşmayacak ama Ergenekon örgütlenmesinin birkaç ulusalcı fanatikten ibaret olmadığı giderek kesinlik kazanıyor. Türkiye Cumhuriyeti gerçekten demokratik bir hukuk devleti olacaksa, bu tür gizli ve kirli örgütlenmelerden kurtulmak zorunda. Hiç kimse vatandaş adına devlet yetkisini kötüye kullanamaz. Birtakım “devlet sırlarının” arkasına sığınıp iktidarı suistimal edemez. Aksi halde ortada devlet, nizam, hukuk diye bir şey kalmaz. Susurluk olayının üstünü örtenlerin gücü Ergenekon’u örtbas etmeye yetmiyor. İyi ki de yetmiyor. Çünkü dün Susurluk’u çözemediğimiz için bugün karşımıza Ergenekon çıktı. Bugün Ergenekon’u çözmezsek faili meçhul cinayetler, devlet adına işlenen suçlar, karanlık ilişkiler devam edecek ve on yıl sonra karşımıza başka bir çete çıkacak.

Kısa Kısa


Amerikalılar kafalarındaki “İslâm sorununu” çözmek için her şeyi deniyor. Son teklif, CIA’nın ünlü RAND Araştırma şirketinden geldi. RAND, ‘radikal İslâm’a’ karşı, tasavvuf ve tarikatların desteklenmesini salık veriyor. Güya tasavvuf “ılımlı İslâm” modeline uyuyormuş ve Amerikan-karşıtı hissiyata karşı bir kalkan görevi üstlenebilirmiş. Şimdi bu tavsiyede bulunanlar ya tasavvufu bilmiyorlar ya da alakasız kişilerle konuşuyorlar. Tasavvufu ‘miskinlik’ olarak gösterip Amerikan politikalarına payanda olarak kullanmak istiyorlar. Oysa tasavvufun özündeki özgürlük felsefesi, Yaratıcı dışında başka efendilere köleliğe asla prim vermez. CIA birilerini kandırıp bazı operasyonlar yapabilir ama sahih tasavvuf geleneğinin bu tür oyunlara gelmeyeceği açık.

***

Gazze 2009 katliamı, dünya basını için büyük bir imtihandı. Savaş boyunca Amerikan basını tamamen İsrail yanlısı yayınlar yaptı. Avrupa basını Amerikan basını kadar kötü değildi ama Gazze acısını bütün boyutlarıyla verdiği söylenemez. Çünkü onlar da İsrail lobilerinin baskısı altındalar. Sadece bu konuda bile İslâm dünyası ile Batının ayrı dünyalarda yaşadığını görüyoruz. Gazze savaşında Amerikalılar sadece İsrailli yetkililerin propagandasını dinlerken, İslâm dünyası Amerikan yapımı İsrail bombalarının düştüğü yerleri gördü.

***

Küresel finans krizi, giderek derinleşiyor. Uluslararası finans şirketleri krizin etkisiyle sarsılmaya devam ediyor. Son olarak dünyanın bilgisayar devi Microsoft beş bin kişiyi işten çıkarttı. Krizin Türkiye’yi de yavaş yavaş etkilemeye başladığını görüyoruz. Yetkililer “kriz bizi teğet geçecek” dese de reel sektörün belkemiği olan üretici firmalar kaygılı. Türkiye’de işsizlik oranı zaten yüzde 10’ların üzerinde seyrediyor ve cari açık giderek büyüyor. Finans sektöründeki daralmadan ve kredi sıkıntısından dolayı yabancı yatırımlar da askıya alınmış durumda. Kısacası tablo çok parlak değil. Umarız ekonominin patronları kriz bizi de vurmadan çabuk ve akıllı hareket ederler.

***

Dünyaca ünlü müslüman düşünür ve ilim adamı Prof. Dr. Seyyid Hüseyin Nasr, Ocak ayında İstanbul’daydı. 21 Ocak’ta CRR’de bir konuşma yapan Nasr, İslâm dünyasının 21. yüzyılda kendi gündemini kendisinin belirlemesi gerektiğini söyledi. Nasr’a göre İslâm dünyası iki asırdır Batının belirlediği gündeme ayak uydurmaya çalışıyor. Batının sorduğu sorulara yine Batılıların verdiği cevaplarla yetinmeye çalışıyor. Eserleriyle Türkiye’de yakından takip edilen Nasr, konuşmasında Türkiye’yi “ikinci vatanı” olarak gördüğünü de ifade etti. Nasr’a göre Türkiye 21. yüzyılda daha büyük roller oynayacak ve bölgenin en etkin ülkelerinden biri haline gelecek.