๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dünya Hali => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 07 Ekim 2011, 19:20:26



Konu Başlığı: Fişler Ülkesi Türkiye
Gönderen: Zehibe üzerinde 07 Ekim 2011, 19:20:26
Dünya Hali



Mayıs 2006 89.SAYI


Halil AKGÜN kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı.

Fişler Ülkesi Türkiye


Türkiye’deki güven krizi her gün yeni bir boyut kazanıyor. Devlet, memurunu, bürokratını fişliyor. Rektör, öğretim üyesini, görevlisini fişliyor. Asker, askerleri ve idari ve mülki amirleri fişliyor. Bu gidişle işveren isçisini, öğretmen öğrencisini, anne çocuklarını fişleyecek. Fişleme furyası, yaşadığımız güven krizini ele veriyor.

İnsanlar ve kurumlar birbirlerini neden fişlerler? Fişlemek nasıl bir şeydir? Fişlemeye neler konu olur? Örneğin bir insanın sol değil de sağ eliyle yemek yemesi, altın değil de gümüş yüzük takması fiş bilgileri arasına girer mi? Bunlara olumlu cevap veriyorsak, şunları da soralım: İnsanın hangi arabaya bindiği ‘siyasi kişiliğinin’ bir göstergesi midir? Renault’ya binen Fransız, Volkswagen’e binen Alman yanlısı mı oluyor?

Bütün bu sorulardan bir takım göstergeler elde edebiliriz. Bir insanın eşinin başörtülü olması o kişinin hayata bakışı, inançları hakkında bir takım ipuçları verebilir. Çünkü bunlar doğal ve insanî hallerdir. Fakat bunların hiçbiri bir Türkiye vatandaşının ahlâklı, güvenilir, ülkesine bağlı, çalışkan, üretken bir insan olduğuna dair güvence vermez.

Türkiye’de sorun insanların temel hayâ tercihlerinin bir tehdit olarak algılanmasından kaynaklanıyor. Kendi kültür ve tarih kodlarıyla kavgalı olan bir zihniyetin bu tür korkular üretmesi kaçınılmaz. Üstelik bunun demokrasi, çağdaşlık adına yapılması ayrı bir çelişki.

Fakat fişlemek, gammazlamak bu korkuları ortadan kaldırmaz. Sadece korku sahibinin psikolojisini bozar. Bir arada yaşamanın yolu, herkesi kendimize benzetmekten değil, onlara saygı duymaktan geçiyor. Demokrasi, herkesin aynı düşünmesi değil, farklı düşüncelerin bir arada yaşaması rejimidir. Türkiye’de rejimin asıl tehlikeye girdiği yer, bu temel insanî ilkenin çiğnenmesidir.

Kutlu Doğum Haftası


9 Nisan günü, Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz’in doğumunun miladî hesapla 1435’inci yıldönümünü idrak ettik. Yüzyıllardır bir gelenek haline gelen mevlit kandili, Türkiye’de ve dünyada farklı biçimlerde kutlandı. Diyanet İşleri Başkanlığının girişimiyle bir müddettir “Kutlu Doğum Haftası” etkinlikleri yapılıyor. Konferanslardan hatimlere, makale yarışmalarından ziyaretlere, herkes gönlüne göre ve kendince bu geceyi kutladı. Müslüman bir ülkede bundan daha doğal ne olabilir? Ama bu sene ölçüyü kaçıranlar, mevlit gecesi havai fişek gösterileri yaptılar. Mana ile biçim arasındaki irtibatı çoğu zaman göremiyoruz. İnsanın ne yaptığını, nasıl yaptığından bağımsız düşünemeyiz. Noel kutlamasına benzer bayram kutlaması olamayacağı gibi, Hz. Peygamber’in öğretilerine aykırı mevlit de olmaz. Bu eşyanın tabiatına aykırı. Yine de bu kutlu geceyi idrak ettiğimiz için şükredelim.

İran, Amerika, Türkiye

Amerika’nın tahrikleriyle kriz haline gelen İran meselesi, endişe verici bir mahiyet kazanıyor. Afganistan ve Irak’ı kendi başına işgal ettiği için ağır eleştirilere maruz kalan Amerika, İran operasyonunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ni yanına almayı başardı. İran’a verilen süre yakında dolacak.

Amerikalıların iddiasına göre İran nükleer silah peşinde. İran ise, amaçlarının nükleer silah değil, nükleer enerji olduğunu söylüyor. BM’ye bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı şu ana kadar bir nükleer silah tehdidinin söz konusu olmadığını açıkladı ama Amerika’nın yoğun psikolojik baskıları yüzünden kimse bu ayrıntıya dikkat etmiyor.

İran’a yönelik bir Amerikan müdahalesi Türkiye’nin ve bölge ülkelerinin yararına olmayacaktır. İnsanî olarak böyle bir müdahale kabul edilemez. Siyasi olarak Ortadoğu’da yeni bir savaş cephesi, daha fazla gerginlik demektir. Ekonomik olarak sınır komşumuz İran’la yıllık 5 milyar doları aşan ticaretimiz var.

Türkiye acilen askeri müdahaleyi önleyecek girişimlerde bulunmalı; savaş durumunda ise tarafsız kalmalıdır. Umarız birileri Amerikan paranoyasına engel olur!

Tuzla'da Katliam


Geçen ay Tuzla’da ortaya çıkan kimyasal atık varilleri, çevre konusundaki duyarsızlığımızı bir kez daha ele verdi. Normalde çok özel koşullarda korunması ya da imha edilmesi gereken atıklar, insanların yoğun olarak yaşadığı bir semtin ortasına gömülüyor. Buna teknik bir yanlışlık ya da ihmalkârlık değil, ancak katliam denebilir. Bu atıkların çevreye ve insanlara vereceği zararın boyutlarını düşünebiliyor musunuz? Bu cürmü işleyenler, nasıl bir akıl ve vicdana sahipler acaba?

Toplum olarak çevre konusunda vurdumduymaz bir tavır içindeyiz. Büyük şehirlerdeki çöp yığınları, arabalardan çıkan eksoz dumanı, kışın soba bacalarından yükselen zifiri dumanlar, soluduğumuz havayı, içtiğimiz suyu, bastığımız toprağı kirletiyor. Toprağın bereketi alınıyor. Oysa bize bir emanet olarak verilen çevreye sahip çıkmak imanımızın bir gereği. “Temizlik imandandır.” diye buyuran Hz. Peygamber Efendimiz’in kalbini kırmak bize yakışır mı?

Terörle Mücadele


Yeni Terörle Mücadele Yasası (TMY), geçtiğimiz ay açıklandı. Amerika ve İngiltere’dekine benzer bir yasa bu. Yasada özellikle terör örgütü PKK’ya karşı tedbirlerin alındığı anlaşılıyor. TMY, terör örgütünün pankart ve bayraklarını, liderinin resimlerini taşımayı ve PKK yanlısı slogan atmayı terör suçu sayıyor. Yani bundan sonra polis PKK ile sokakta daha sert mücadele edecek.

Buna paralel olarak Güneydoğu’da operasyonlar artıyor. Bu satırlar yazılırken bölgeye 200 bin asker yığılmıştı. Büyük bir operasyon hazırlığı var. Güvenlik kuvvetleri, sorunu askeri tedbirlerle çözmeye kararlı ve bu konuda sivilleri, yani hükümeti de ikna etmiş durumda.

Peki bu çözüm olabilir mi? Siyasi, ekonomik, kültürel ve psikolojik alanlarda somut ve yapıcı adımlar atmadan dağdakileri indirmek, aşağıdakinin oradakine sempatisini yok etmek mümkün olabilir mi? Olmayacağını herkes biliyor. Çünkü 1984’ten beri bu savaşın içindeyiz ve bölgeye giden her tank, dağa çıkan yeni bir militan demek. Hükümet başta olmak üzere, sivillerin bu sorunun çözümündeki insiyatifi elden bırakmamaları gerekiyor.

Bir Cumhurbaşkanını Hatırlamak


Türkiye’nin 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ölümünün 13. yılında bütün ülkede anıldı. Ankara Kocatepe Camii’nde verilen mevlide ma’şerî bir kalabalık katıldı. Türk siyasi hayatında bir dönüm noktası olan Özal, daha on yıllar boyunca unutulmayacak. Neden? Özal’ı kendinden önceki ve sonraki siyasetçilerden ve cumhurbaşkanlarından ayıran şey ne? Bunun hiç de karmaşık olmayan basit bir cevabı var: Özal sivil, dindar ve cesurdu. Pek çok üst düzey yöneticinin tersine Özal, sivil insiyatifi bir iktidar iradesi haline getirmeye çalıştı. Seçilmişi, atanmışa üstün saydı. İkinci olarak Özal dindarlığını hiçbir zaman gizlemedi. Görebildiğimiz kadarıyla bu yönünü bir siyasi malzeme olarak da kullanmadı. Son olarak Özal, siyasi hayatı boyunca cesur adımlar attı. Bu adımları atarken, pek çok hata da yaptı. 1991’deki birinci Körfez Savaşı’nda Amerika’nın yanında yer almaktan, tüketim kültürünün yaygınlaşmasına kadar büyük hatalar yaptı. Buna rağmen onun milletin gönlünde özel bir yeri var. Bundan sonraki cumhurbaşkanlarına da hatırlatmak lazım: Cumhur’un başı olmak, sivillikten, dindarlıktan ve cesaretten geçiyor.

Merkez'de Kim Var?


Merkez Bankası başkanı kim olacak tartışmaları nihayet sonuçlandı. Bakanlar Kurulu, Cumhurbaşkanı ve medya arasında yine Türk filmlerine konu olacak olaylar yaşadık. Başkan adaylarının eşlerinin başörtülü olması birilerini öylesine rahatsız etti ki, günlerce yazılı ve görsel medyadan rejim krizi çığlıkları duyduk. Sanki başörtülü olmak, TC vatandaşı olmaya aykırıymış gibi yazılar yazıldı. Fakat sonunda eşi yine başörtülü olan birisi Merkez Bankası başkanı oldu. Peki şimdi ne oldu? Rejim çöktü mü? Cumhuriyet elden gitti mi? Türkiye faizsiz bankacılığa mı geçti? Borsalar fırladı, ekonomi mi çöktü? Hayır; hiç biri olmadı. Sadece birilerinin kafasındaki muhayyel kriz şimdilik ortadan kalktı. Memleketin bu haline bütün dünyayla beraber biz de acı tebessümlerle baktık, iç geçirdik. Merkezin kimde kaldığı ise hâlâ belli değil!

Kısa Kısa Dünya Turu


23 Nisan Çocuk Bayramı büyük etkinliklerle kutlandı. Mini mini yavrularımız, manasını tam olarak kavrayamadıkları bir koşuşturmaca içinde bir ‘bayram’ yaşadılar. Büyüklerimiz büyük bir ciddiyet içinde bayram gösterilerini izledi. Anlayamama, ciddiyet, kutlama, bayram. Bu kelimelerin aynı hadisede bu kadar sık bir araya gelmesi bir garabet değil mi sizce?

***

Enerji Bakanlığı, Türkiye’nin nükleer enerjiye geçeceğini açıkladı. İran’ın nükleer krizinin tartışıldığı bu günlerde bu açıklama beklendiğinden daha yumuşak tepkiler aldı. Türkiye’nin enerji ihtiyacı, nükleer enerjiyi önümüzdeki 15-20 yıllık dönemde zorunlu kılıyor. Zaten bu enerjinin kullanılır hale gelmesi en az 5-7 yıl sürecek. Fakat insan yine de sormadan edemiyor: Neden her zamanki gürültüler kopmadı? Enerji lobisinin bu işte bir parmağı olabilir mi acaba?

***

Amerika Bağdat’ta dünyanın en büyük elçilik binasını inşa ediyor. 120 bin metrekarelik bir alanı kapsayacak Amerikan elçiliği, elektrik ve suyunu da kendisi karşılayacak. Devasa elçilik kompleksinde 21 bina bulunacak. Maliyet: 1 milyar dolar. Amerika böylesine devasa bir elçiliği sadece güvenlik kaygılarıyla yaptırmıyor şüphesiz. Amerikalılar Bağdat’ta daha uzun bir süre kalacak anlaşılan.

***

İlk Suudi sinema filmi bu yaz gösterime girecekmiş. Biz de merakla bekliyoruz. Suudi Arabistan’da film sanayii olmadığı için “Keyfe’l-hal” (Ne var, ne yok?) adlı film Dubai’de çekilecek. İlginç olan şu: Film, Suud Kraliyet ailesinin zenginlerinden Velid b. Tallal’ın sahibi olduğu Rotana adlı şirket tarafından yapılacak. Burada kim kime yasak koyuyor, insan merak ediyor!