Konu Başlığı: Danıştay ve Yasakçı Anlayış Gönderen: Zehibe üzerinde 07 Temmuz 2011, 18:25:51 Dünya Hali Şubat 2011 146.SAYI Sadık ŞANLI kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı. Danıştay ve Yasakçı Anlayış Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) 18 Ekim 2010 tarihinde aldığı bir kararla, Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitime Giriş Sınavı’na (ALES) başı açık girme zorunluluğunu kaldırmıştı. Böylece 28 Şubat sürecinden bu yana uygulanan bir yasak daha sona ermiş, 19 Aralık’ta yapılan sınava başörtülü adaylar başlarını açmadan girebilmişlerdi. Geçtiğimiz ay ise Danıştay 8. Dairesi, Eğitim-İş Sendikası’nın YÖK’ün yaptığı düzenlemenin iptali istemiyle açtığı davayı karara bağlayarak, başörtülü adayların ALES’e girişlerine yeniden yasak getirdi. Danıştay’ın düzenlemenin iptaline gerekçe olarak, “kılavuzda başı açık fotoğraf çektirme ve sınava başı açık girilmesini zorunlu kılan düzenlemelere yer verilmemesi nedeniyle, erkek ve kadın adayların fiziksel teşhisinde zorluklar olabileceği ve sınav güvenliği açısından olumsuz sonuçlar doğabileceğini” gösterdi. Kararın açıklanmasının ardından YÖK, Danıştay’ın söz konusu iptal kararına itiraz edeceğini duyururken, başta iktidar ve muhalefet partileri olmak üzere toplumun büyük bir kesimi karara tepki gösterdi. Bu karar üstüne söylenebilecek fazla bir söz yok aslında. Haklar için mücadele etmesi gereken, eşit ve özgür eğitimi savunması gereken bir sendika, bir hakkın hak sahiplerinin elinden alınmasına çanak tutuyor. Üst mahkeme ise başörtüsü sorununun çözülmesi yönünde toplumsal bir mutabakatın oluştuğu bir dönemde, toplumsal gerçeklerden kopuk bir şekilde hukukî bir skandala imza atabiliyor. YÖK’ün, Danıştay’ın söz konusu iptal kararına itirazının nasıl sonuçlanacağını önceki kararları düşünerek tahmin etmek zor değil. Bu konunun kesin çözümünün ise, öğrencilerin diledikleri kılık ve kıyafetle eğitim alabilmesini güvence altına alacak bir yasa yapmaktan geçtiği de su götürmez bir gerçek. Dolayısıyla 2011 genel seçimleri sonrası yapılması muhtemel görünen yeni anayasa ile bu sorunun tümden çözülmesi tüm toplumun beklentisi. Aksi takdirde bu yasakçı uygulama devam ettikçe toplumsal gerilim sona ermeyecek, ülke gündemini meşgul etmeye devam edecek. Şaşırtan Tahliye Kararları Ceza Muhakemesi Kanunu’nun (CMK) 102. maddesinin yeni yılın ilk günü yürürlüğe girmesinin ardından, tutukluluk süreleri 10 yılı aşan tutukluların tahliye edilmeye başlanması toplumsal bir infiale neden oldu. Aralarında 186 kişinin ölümünden sorumlu tutulan Hizbullah üyelerinin de bulunduğu birçok tutuklunun ani tahliyeleri, neler oluyor sorusunu da beraberinde getirdi. CMK’nun 102. maddesine göre, sonuçlanmamış davalarda 10 yıl olan tutukluluk süresi Avrupa Birliği’ne Uyum Yasaları çerçevesinde 5 yıla indirilmişti. CMK’nun bu maddesine rağmen Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi, tutukluluk süresi 5 yılı aşan 5 sanığın tahliye başvurusunu “söz konusu kişilerin salıverilmeleri halinde kamu düzeninin bozulacağı ve toplumda kendi hakkını kendi alma düşüncesini doğuracağını” ifade ederek reddetmesine rağmen, Yargıtay 9. Ceza Dairesi’nin, Hizbullah davası sanıklarının tahliyelerine izin vermesi kafaları karıştırdı. Karar öncesi Yargıtay’da CMK 102. madde gereği tahliye talebi bekleyen toplam 953 dosya bulunuyordu. Bu dosyaların tamamının tahliyelerle sonuçlanması durumunda, birçok suçtan davası süren tutuklular tahliye edilecek. Şu bir gerçek ki, ülkemizde davaların sonuçlanması uzun yıllar alabiliyor. Tutukluluk süresinin çok uzun olması nedeniyle de tutukluluk bir cezaya dönüşüyor. Bu sürenin eskiye oranla yarıya indirilmesi olumlu. Fakat yıllardır Yargıtay’da temyizde bekleyen Hizbullah davasının karara bağlanmayışına rağmen, bu davadan tutuklu bulunanların tahliyesinde bu kadar aceleci davranılması, tepkileri de kaçınılmaz kılıyor. Tahliyelerle birlikte gündeme gelen diğer soru ise, toplumsal hafızamızda tazeliğini koruyan şiddet günlerine geri dönülüp dönülmeyeceği kuşkusuydu. Hatırlanacağı üzere Hizbullah sanıklarının derin devlet ile ilişkileri ve JİTEM tarafından eğitildiği bilgileri uzun yıllardır medyada yer buluyor. Bu örgüt işleyeceği cinayetlere yenilerini ekler mi sorusu ise şimdilik belirsizliğini koruyor. Eski şiddet ortamının yeniden yaşanmaması için yasama ve yargı organlarına düşen görev, gerekli hukukî düzenlemeleri uyum içerisinde yapmaları ve şiddet eylemlerini önlemek için caydırıcı önlemler almaları. Aksi takdirde halkın adalete olanı güven duygusu büyük bir yara alacak. Yeni Darbe Belgeleri Geçtiğimiz aylarda ortaya çıkan askerî casusluk skandalı kapsamında bazı subaylar ve TÜBİTAK görevlileri tutuklanmışlardı. Soruşturma kapsamında 6 Aralık’ta Gölcük Donanma Komutanlığı İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne giden özel yetkili cumhuriyet savcıları, burada yaptıkları aramalarda binanın zemin kaplamasının altında gizli bir bölmenin varlığı tespit etmişlerdi. Bu bölmeden ise 10 çuval dolusu belge çıkmıştı. Savcıların ele geçirdiği bu belgeler, bir askerî yetkili tarafından tek tek numaralandırıldıktan sonra mühürlenerek savcılara teslim edilmişti. Büyük merak uyandıran bu belgeler geçtiğimiz ay çeşitli medya kuruluşlarınca yayımlandı. Belgelerde, 16 Aralık’ta yargılanmasına başlanan Balyoz Darbe Planı’na dair detaylı bilgiler yer alıyordu. Belgelerin en önemli kısmını ise Balyoz Darbe Planı gereğince bombalanması düşünülen Fatih ve Beyazıt camilerine ek olarak Eyüp ve İsmailağa camilerinde yapılan keşif çalışmalarının sonuçlarına dair raporlar oluşturuyordu. Belgelere göre, dördü binbaşı, yedisi yüzbaşı rütbesinde toplam on bir jandarma subayından oluşan timler bu camilerde keşif çalışmalarında bulunmuşlardı. Buna göre kimi camilerin eylem için uygun olduğuna karar verilirken, kimi camilerin eylem sırasında yakalanma riski nedeniyle uygun olmadığı rapor edilmişti. Bunların yanı sıra, toplumun farklı kesimlerinden birçok gazeteci, kanaat önderi ve din adamının suikastla ortadan kaldırılacağı, darbe sonrası birçok aker ve sivil kamu görevlisinin tutuklanacağı belirtiliyordu. Ayrıntıya girmeden belgelerin tamamına baktığımızda ortaya şu sonuç çıkıyor: Toplumun farklı kesimlerinden çeşitli gazeteci ve aydınlar öldürülerek toplumsal gerilim tırmandırılacak, çeşitli gayrımüslim gazeteci ve din adamlarına yapılacak suikastlarla hükümet Avrupa karşısında köşeye sıkıştırılacaktı. Ege’de kendi uçağımızı düşürerek bu olaydan sorumlu tutulacak Yunanistan ile gerilim tırmandırılacak ve bu olayların sonucunda oluşacak kaos ortamında bir askerî darbeyle hükümet alaşağı edilecekti. Darbe sonrasında ise yaklaşık 250 bin kişi tutuklanarak, büyük stadyumlar ve açık alanlarda sorguları tamamlandıktan sonra cezaevlerine gönderilecekti. Belgeler ortaya koyuyor ki, 7 yıl önce ülke olarak bir uçurumun kenarından dönmüşüz. Bu gibi olay ve planların tekrarının yaşanmaması için sorumluların bir an önce yargılanarak hak ettikleri cezalara çarptırılmaları gerekiyor. Aksi halde huylu huyundan vazgeçmeyecek, devlet içindeki derin yapılanmalar benzeri planları yapmaya ve uygulamaya koymaya devam edecek. Tunus’ta Yasemin Devrimi 17 Aralık’ta Tunus’un SidiBuzid kentinde zabıtaların tezgâhına el koymasına kızarak kendini yakan 26 yaşındaki Muhammed Buazizi isimli gencin yaşamını yitirmesi sonrası başlayan olaylar ülkeyi yangın yerine çevirdi. Üçte ikisini üniversite mezunlarının oluşturduğu yüzde 15 işsizlik oranına sahip ülkede, Devlet Başkanı Zeynelabidin Bin Ali ve ailesi lüks içinde sürdürdükleri hayatlarıyla tepki çekiyorlardı. Bin Ali ve ailesine karşı ülke genelinde dalga dalga büyüyen protesto gösterileri, Bin Ali’nin koltuğunu bırakarak ülkeden kaçmasıyla sonuçlanırken, 100’e yakın protestocu da yaşanan olaylar sırasında hayatını kaybetti. Ülkeyi 23 yıldır yöneten diktatör Zeynelabidin Bin Ali’nin ülkeden kaçmasının ardından Meclis Başkanı Fuad Mebaza vekaleten cumhurbaşkanlığı görevine atanırken, Başbakan Muhammed Gannuşi olayların yatışması için muhalefet partilerinden bazı isimleri de dahil ettiği geniş tabanlı yeni bir hükümet kurdu. Yeni hükümette bazı eski bakanların görevini koruması protestoların devam etmesine neden olurken, Başbakan Gannuşi tepkilerin dinmesi için siyaseti bırakacağını, 60 gün içerisinde yeni cumhurbaşkanını belirlemek için seçimler yapılacağını ve halkın refah ve özgürlük taleplerinin karşılanacağını açıkladı. Sosyal adaletsizliğin, rüşvet skandallarının ve işsizliğin yaygın olduğu ülkede halka verilen sözlerin tutulup tutulmayacağı şu an için belirsiz. Öte yandan siyasi ve toplumsal açıdan Tunus’a benzeyen diğer Arap ülkelerinde de her an Tunus benzeri halk isyanlarının yaşanabileceği de yapılan yorumlar arasında. Birçok Arap ülkesi on yıllardır iktidarda olan diktatörler tarafından yönetilirken, bu yöneticiler yoksul olan halklarının aksine lüks yaşantılarıyla dikkat çekiyorlar. Dünyada önemli değişimlerin yaşandığı, daha fazla refah ve özgürlük taleplerinin dile getirildiği günümüzde Arap ülkelerindeki statükonun kalıcı olmayacağı bir gerçek. Bu sebeple yakın zaman içinde bu ülkelerde de yönetim değişiklikleriyle sonuçlanacak önemli toplumsal olaylara şahit olmak şaşırtıcı olmayacak. Tunus’un hemen ardından Arnavutluk hükümetinde ortaya çıkan rüşvet ve yolsuzluk skandalları sebebiyle bu ülkede başlayan protesto gösterilerinin tüm ülkeye yayılmaya devam etmesi bunun en önemli göstergesi. Kısa Kısa 12 Eylül referandumunun kabul edilmesiyle yasalaşan “Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı”nı düzenleyen “Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun Tasarısı” çeşitli tartışmaları da beraberinde getirdi. Tasarıda yer alan “bireysel başvuru görüşülürken, Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlaline konu yasayı iptal edebileceği” maddesi, yüksek mahkemeyi süper yetkili temyiz mahkemesine dönüştüreceği gerekçesiyle Yargıtay’ın eleştirilerine neden oldu. Hükümet kanadı ise tasarıya sahip çıkarak Yargıtay’ın iddialarını reddetti. Tasarı son şeklini alana kadar tartışmalar süreceğe benziyor. Diğer yandan Yargıtay’da yıllardır sonuçlanmayı bekleyen 1,5 milyon dosyanın bulunması, Yargıtay’ın yükünü hafifletecek bu tasarının bir an önce yasalaşmasını da gerektiriyor. Adaletin tecellisi adına bu acil ve çok önemli bir ihtiyaç. *** Lübnan eski başbakanı Refik Hariri suikastını soruşturan uluslararası komisyonun hazırladığı iddianamede, bazı Hizbullah üyelerinin suikastta yer aldığı iddiaları üzerine ülkede çıkan siyasi kriz, Hizbullah mensubu bakanların hükümetten çekilmesiyle sonuçlandı. Bu karar sonrası Lübnan’da siyasi tansiyon yükselirken, Türkiye’nin de girişimleriyle sorunun çözümüne yönelik çalışmalar başlatıldı. Ufak bir kıvılcımın ülkeyi ve tüm Ortadoğu’yu yeni bir savaşa sürükleyebileceği bir ortamın yeniden oluşmaması için Lübnan’ın istikrara ihtiyacı var. Girişilen diplomatik çabaların bir an önce sonuçlanması, huzur ve barışa hasret bölgenin geleceği adına büyük önem taşıyor. *** Geçtiğimiz ay Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da katılımıyla Erzurum’da düzenlenen Üçüncü Büyükelçiler Toplantısı’nda konuşulan önemli bir konu kamuoyuna yansıdı. Buna göre dünyada en hızlı gelişmeyi kaydeden BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin) grubu ülkelerinin arasına Türkiye’nin de katılma ihtimalinin belirdiği açıklandı. Dünya nüfusunun yarıya yakınına ev sahipliği yapan grup, dünyada en fazla dış yatırımın yapıldığı ve en fazla döviz rezervine sahip ülkeler olarak biliniyor. Türkiye’nin BRIC grubuna dahil olması durumunda, son yıllarda ekonomi ve dış politikada kaydedilen gelişmenin daha da ivme kazanacağı ve Türkiye’nin dünya politikasındaki stratejik öneminin ve itibarının artacağı yapılan yorumlar arasında. *** Türkiye’nin son dönem dış politikasında önemli bir yer tutan Ortadoğu ülkeleriyle gerçekleşen ticaretin rakamları belli oldu. Buna göre Türkiye, kurulmasına öncülük ettiği Ortadoğu Serbest Ticaret Birliği (MEFTA) ülkelerine son 5 yılda ihracatını yüzde 50 oranında artırırken, bu rakam Türkiye’nin toplam ihracatının yüzde 26’sını oluşturdu. “Komşularla sıfır sorun” politikasının uygulanmaya başlanmasıyla birlikte vizelerin kaldırıldığı bölge ülkeleriyle olan ticaret ise, Türkiye’nin toplam dış ticaretindeki payı yüzde 8’den yüzde 30 dolaylarına çıkarttı. Bölge ülkeleriyle ilişkilerdeki istikrarın önümüzdeki yıllarda da korunması durumunda, Türkiye’nin ekonomik gelişmesini sürdürmekle birlikte bölgedeki etkinliğini daha da artıracağını görmek zor değil. |