๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dünya Hali => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 11 Ekim 2011, 19:19:18



Konu Başlığı: Bir Neslin Dramı
Gönderen: Zehibe üzerinde 11 Ekim 2011, 19:19:18
Dünya Hali


Temmuz 2006 91.SAYI


Halil AKGÜN kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı.


Bir Neslin Dramı


2006 ÖSS imtihanı 18 Haziran Pazar günü yapıldı. 1.5 milyonun üzerinde gencimiz, hayatlarının en önemli eğitim sınavına girdiler. Bu öğrencilerden ancak 90 bin kadarı üniversitelere girebilecek. Yani 1,5 milyona yakın lise mezunu gencimiz yine ortalıkta kalacak. Bir kısmı, seneye tekrar denerim, diyecek. Çoğunluğu eğitim hayatına orada son verecek.

Genç nüfusuna bu kadar kayıtsız kalan bir başka millet var mı acaba? Rakamlar ortada. İmtihana giren gençlerimize açıkça “Boşuna geldiniz!” diyoruz. Ne kadar iyi olursanız olun, 1,5 milyon rakibe karşı yarışıyorsunuz. Bu sayı her yıl artıyor. Köklü tedbirler alınmazsa artmaya da devam edecek.

Dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan bu garip durum yılların birikimi. 70 milyonluk Türkiye’nin seksen tane üniversitesi var. Bu sayıyı Amerika, Avrupa yahut Uzakdoğu ülkeleriyle kıyaslamak mümkün değil. Gayrisafi milli hasıla içerisinde eğitime ayırdığımız pay, dünyanın en alt sıralarında.

Peki üniversiteye girmek sorunu çözüyor mu? Hayır! Burası sorunun kangren haline geldiği yer. Türkiye’de dershanelere giden para, lise ve üniversiteye ayrılan paradan daha fazla. Üniversiteler kütüphanesinden dersliğine, bahçesinden laboratuvarına kadar onlarca sorunla karşı karşıya. Parasızlık bir sorunken, kötü idare bir başka sorun.

Üniversiteye zar zor giren öğrenciler, mezun olduktan sonra bir boşluğun içinde buluyorlar kendilerini. Üniversite yıllarına damgasını vuran kutuplaşmalar onları sosyalleşmeden, üretkenlikten, girişimcilikten uzaklaştırıyor. En başarılı öğrencilerimiz, en fazla mühendis ve teknokrat olabiliyor. Türkiye’nin sorunlarına çözüm üretecek fikrî ve kalbî donanımdan yoksun oluyorlar. Olan yetenek ve duyarlılıklarını da üniversite yılları alıp götürüyor.

Bütün bunlara bir de çağdaşlık, laiklik, vs. söylemi altında üniversitelere dayatılan ideolojik yaptırımları ekleyin. Üniversite kapısına gelince öğrencilerin önüne çıkan askeri, polisi, jandarmayı düşünün. Başörtüsü taktığı için okulun bahçesine dahi adım atamayan öğrencileri düşünün. Bu manzaralar karşısında yüreği sızlayan anne-babaları düşünün...

80’li ve 90’lı yıllarda yetişen genç nesillerin dramı, bütün dünyanın gözü önünde yaşanıyor. Türkiye en az iki nesil gencini kaybetmiş durumda. Devletin ve devlet dışındaki aktörlerin derhal tedbir alması gerekiyor. Dershanelerde ve sınav odalarında tükenen ömürler, Türkiye’nin de ömrünü tüketiyor.

İşkencenin Gizlisi, Alenisi


Amerika’nın gizli işkence hücreleri tekrar gündemde. İsveçli bir milletvekilinin Avrupa Konseyi için yedi aylık bir çalışma sonunda hazırladığı rapora göre, 11 Avrupa ülkesi CIA’ye yardımcı olmuş. Bu ülkeler arasında Türkiye de zikrediliyor. Terör zanlılarını Amerika toprakları dışında sorgulamayı tercih eden Amerikalılar, böylece baskı ve işkence suçundan da muaf oluyorlar.

Bu gizli hapishanelerde kimlerin toplandığı, ne tür sorgulama yöntemlerinin uygulandığı henüz gün yüzüne çıkmış değil. Fakat ortada Avrupalı ülkelerin göz yumduğu ve belki de yardım ettiği kanunsuz bir uygulama var. Amerikalı ve Avrupalı yetkililer, olayın bir skandala dönüşmemesi için tedbirler almaya çalışıyorlar. Ama boşuna. Yetkililer olayı ne kadar örtbas etmeye çalışırlarsa, o kadar töhmet altında kalacaklar. Onlara tavsiyemiz işledikleri suçu itiraf etmeleri ve gereksiz spekülasyonların önünü kesmeleri!

Ama insanlara işkence yapmayı doğal hak olarak gören bir siyasi zihniyetin bu dürüstlüğü göstermesini beklemek biraz fazla iyimserlik göstermek olmaz mı?

Çin, Seddin Ötesine Geçince


Çin, katı komünist bir siyasi sistemden yarı-sosyalist bir ekonomik düzene geçiş yapıyor. Dünya piyasalarına şu ana kadar üretici olarak katkı sağlayan Çin, artık bir yatırımcı olarak da öne çıkıyor. Çin, bundan sonra ucuz mal üreten bir ülke olmaktan çıkıp, küresel yatırımlar yapan bir ülke haline gelebilir. Bu, küresel ekonomi pastasını elinde tutanları rahatsız ediyor. Çin’in özellikle Afrika’daki yatırımları ve ticaret ilişkileri sık sık gündeme geliyor. Çin ise Sudan ve Zimbabve ile olan ticari ilişkilerini ‘ekonomik rasyonalite’ bağlamında savunmaya çalışıyor.

Batılı ülkelerin ambargo uyguladığı ülkelerle ticaret yapmaya devam eden Çin, böylece siyasi bir mesaj da veriyor: Çin’in ekonomik gücü, uluslararası ilişkilerde belirleyici bir siyasi güç artık. Bunu İran nükleer krizinde tekrar yaşadık. BM Güvenlik Konseyi üyesi olan Çin, İran’a karşı askeri operasyon ve yaptırım kararını veto edeceğini açıkladı.

Çin’i ilerde kontrol etmek mümkün olmayabilir. Ama dünya siyasetinde bir denge unsuru olarak Çin varlığını hissettirmeye devam edecek görünüyor.

Zerkavi'nin Ölümü


Irak’ın ‘terör ele başısı’ olarak dünya kamuoyuna sunulan Ebu Musab ez-Zerkavî, geçtiğimiz ay öldürüldü. Saldırıda 230 kiloluk bomba kullanan Amerikalılar, Zerkavî’nin bulunduğu evin yerinde şu anda büyük bir çukurun olduğunu söylüyorlar. Amerikalılara göre Zerkavî’nin ölümü, teröre vurulmuş büyük bir darbe. Bu söyleme kim inanır?

Zerkavî, Amerikalılara göre terörist, Iraklılara göre ise ulusal bir kahraman. Ülkesini işgal eden güçlere karşı mücadele etmek ne zaman terörizm oldu? Bu soruyu kimse sormuyor. Amerikan ağzıyla konuşan Türk medyası, haberi “celladın ölümü” diye verdi. Sormak lazım: Ruslar ya da Yunanlılar Türkiye’yi işgal etse, biz ne yapardık? Yaptığımızın adı terörizm mi olurdu?

Zerkavî’nin ölümü sorunu çözmeyecek. Çünkü işgal var olduğu müddetçe yeni Zerkavîler çıkacak. Bunu Amerikalılar dahil herkes biliyor. Ayrıca, Zerkavî’nin ölümüne verilen tepkiler, “terörle mücadele” söyleminin ne kadar kırılgan ve taraflı olduğunu bir kez daha ortaya koydu.

Spor, Para ve İmaj

Dünyanın en büyük spor hadisesi Almanya’da başladı. 2006 Dünya Futbol Kupası, yüzlerce milyon kişi tarafından televizyonlardan izlenecek. Kupaya ev sahipliği yapan Almanya bir milyondan fazla turist bekliyor. Ve her turistin günde ortalama 150 Euro harcaması bekleniyor. Kupa için 6 milyar Euro masraf yapan Almanya, kupadan büyük bir ekonomik gelir bekliyor.

Fakat Almanlar sadece para peşinde değil. Aynı zamanda Almanya’yı dünyaya tanıtmak istiyorlar. Katı, sert, soğuk ve mesafeli Alman tipinin yerine herkese kucak açan, sevimli bir Almanya portresi çizilmek isteniyor. Bu yüzden Almanya dünya kupasına uzun vadeli bir yatırım olarak bakıyor. Resmi sloganlar da bunu teyid ediyor: “Önünüze Kırmızı Halı Sermek İstiyoruz” ve “Şimdi Dost Edinme Zamanı”.

Nazi döneminden dolayı Avrupa’nın “kötü adamı” haline gelen Almanlar, artık o geçmişi unutmak istiyorlar. Bir zamanlar Avrupa’nın “hasta adamı” olan Türkiye de kendini tanıtmak için elinden geleni yapıyor. Fakat arada bir fark var: Almanlar kendilerini Alman olarak tanıtmak istiyorlar. Biz ise “Ne yapsak da kendimizi Avrupalı olarak göstersek?” telaşı içindeyiz. Sizce hangisi daha doğru ve anlamlı bir tanıtım stratejisi?

Türkçe'nin Geleceği


84 ülkeden üç yüzün üzerinde öğrencinin katıldığı Türkçe olimpiyatları İstanbul’da yapıldı. Yarışmaya Türkiye’den de pek çok siyasetçi, bilim adamı, medya mensubu katıldı. Türkçe olimpiyatları, Türkçe’nin bir dünya dili haline gelmesi sürecinde önemli bir adım. Uluslararası standartlar açısından baktığımızda da büyük bir başarı. Dünyanın farklı ülkelerindeki okullarda Türkçe öğrenen Rusyalı, Güney Afrikalı, Şilili, Endonezyalı, Amerikalı, Tanzanyalı öğrenciler, Türkçe’nin Türk olmayanlar tarafından da öğrenilip konuşulabileceğini bütün dünyaya ispat ediyorlar.

Bu olimpiyatlar dünya kamuoyuna olduğu kadar Türkiye’ye de anlamlı mesajlar veriyor. Kendi diline ve kültürüne karşı bir güven krizi içinde olan Türk aydınlarının bu hadiseden çıkartacağı önemli dersler var. Türkçe’yi yeniden derinlikli ve sağlam bir dil haline getirmek için herkesin çaba göstermesi gerekiyor. Bu bağlamda şirket ve dükkan isimlerinin Türkçeleştirilmesi de önemli bir girişim. Türkçe’nin geleceği, bizim atacağımız yapıcı adımlara bağlı. Aksi halde üç yüz kelimeyle dünyanın en kısır dilini konuşan bir ülke olmaya devam edeceğiz.

    Kısa Kısa Dünya Turu


    Fez Dünya Kutsal Müzik Festivali, geçtiğimiz ay Fas’ın Fez şehrinde yapıldı. Beşincisi yapılan festivale dünyanın pek çok ülkesinden müzisyenler katılıyor. Farklı din ve kültürlerin bir araya geldiği festivalde farklı müzik geleneklerinin birinci sınıf örnekleri icra ediliyor. Fez festivali aynı zamanda siyasetin, kültürün, sanatın, fikirlerin tartışıldığı bir ortam. Faslıların bu girişimini kutlamak gerekiyor. Müziğin evrensel dili belki bazı engelleri aşmamıza yardımcı olur.

    ***

    Başbakan Erdoğan Balkanlar gezisi sırasında Türk bürokrasisini eleştirdi. “Bürokrat destek değil, köstek olur!” dedi. Başbakan bu serzenişinde haklı. Türkiye’deki bürokrasinin dillere destan halini yerli yabancı herkes biliyor. Fakat burada kim kime şikayet ediyor? Bizim gibi sıradan vatandaşların şikayeti anlaşılabilir. Fakat bürokrat, seçilmiş başbakana bağlı bir memur değil mi? Başbakan kendi bürokratından memnun değilse, bunun şikayet makamı yine kendisi değil mi? Başbakanın bürokratları halka şikayet etmesi de pek anlamlı değil.

    ***

    Amerika’nın Kolorado eyaleti, kız çocuklarının 15 yaşında evlenebileceğini hükme bağladı. İngiliz Medeni Kanunu’na göre kız çocukları 12, erkek çocukları 14 yaşında hukuken reşit sayılıyor ve evlenebiliyor. Kolorado eyaleti, yüzlerce yıl öncesine giden bu kanunu resmen kabul etmiş oldu. Demek ki bazı kanunların uzun bir geçmişe sahip olması, onların eski, köhne olduğu anlamına gelmiyor. Eski olan her şeyi kötü, yeni olan her şeyi iyi görenlerin dikkatine sunulur!

    ***

    Türkiye-Avrupa Birliği müzakereleri, Güney Kıbrıs Rum kesimi yüzünden tıkanma noktasına gelebilir. AB, Türkiye’nin Rum devletini tanımasını istiyor. Türkiye ise Kuzey Kıbrıs’a yönelik ekonomik yaptırımların kaldırılmasını istiyor. Türkiye bugüne kadar hep karşılıksız tavizler verdiği için kayba uğradı. Eğer Türkiye’den bir şey isteniyorsa bunun bir karşılığı olmalı ve Türkiye bunu talep etmeli. Aksi halde verdiğimiz tavizler yanımıza kalmaya devam edecek. Zira Türkiye’nin AB üyeliğinin garantisi yok. On yıl sonrasının muhtemel bir kazanımı için bugün kesin olan bir kayıba göz yummak doğru olmaz.