๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dünya Hali => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 09 Kasım 2011, 08:16:14



Konu Başlığı: Bir Geri Çekilişin Hikâyesi
Gönderen: Zehibe üzerinde 09 Kasım 2011, 08:16:14
Dünya Hali


Eylül 2005 81.SAYI


Halil AKGÜN kaleme aldı, DÜNYA HALİ bölümünde yayınlandı.


Bir Geri Çekilişin Hikâyesi


İsrail, geçtiğimiz ay İsrailli yerleşimcileri Gazze'den çıkarttı. Büyük direniş gösteren İsrailli yerleşimciler (ki bunlara sivil işgalciler demek daha doğru olur), İsrail Başbakanı Şaron'u protesto ettiler. İşgal ettikleri evleri terk ederken, birkaç Filistinliyi öldürmekten de geri durmadılar. Bu toprakların kendilerine Tanrı tarafından verildiğine inanan fanatik yahudi yerleşimcilerin gözünde Filistinlilerin zaten bir değeri yok.

Çekilme sırasında yaşanan olaylar ve yapılan yorumlar, Filistin sorunu hakkında önemli ipuçları veriyor. İsrail, Amerika ve Batı medyası İsrail'in bu hareketini büyük bir fedakârlık, âlicenaplık ve büyüklük olarak takdim ediyor. Onlara göre İsrail Ortadoğu barışı temin etmek için elinden geleni yapıyor. Gazze'den çekilme planı bunun somut örneklerinden biri. Filistinliler ise barışın önündeki engel olarak suçlanıyor, aşağılanıyor, şantaja maruz bırakılıyor.

Oysa İsrail'in yaptığı bir lütuf falan değil. İsrail, 1967'den beri işgal ettiği ve bir koloni olarak yönettiği Gazze topraklarından çekiliyor. Burada kimin işgalci, kimin işgal edilen olduğunu unutmamak lazım. İsrail'in Gazze'den çekilmesi, Batı Şeria'nın ve Kudüs'ün hâlâ İsrail işgali altında olduğu gerçeğini bize unutturmamalı. Yüzbinlerce Filistinli mültecinin yaşadığı insanlık dramını da unutmamalıyız. Üstelik Şaron daha Gazze çekilmesi tamamlanmadan Batı Şeria'da yeni yerleşim/işgal bölgeleri inşa edeceklerini açıkladı. Yani yerleşimciler ortadan kalkmıyor; sadece yer değiştiriyor.

Şaron'un Gazze'den çekilme planı barışa katkı sağlamak için değil, Gazze'yi işgal altında tutmanın maliyeti giderek ağırlaştığı için uygulanıyor. Bu çekilmeyi İsrail'in hanesine bir artı olarak yazmak mümkün değil. Filistin sorununun çözümü için İsrail'in ne yapması gerektiği çok açık. Barış ancak İsrail 1967 öncesi sınırlara çekildiğinde, Filistinli mültecilerin geri dönüş hakları tanındığında ve Kudüs Filistin devletinin başkenti olduğunda sağlanabilecek. Aksi halde kırk yıldır izlediğimiz şiddet ve zulüm sarmalı korkarız ki devam edecek.

Geleceğin Arabaları


Geleceğin arabaları, kanatlı, uçan yahut denizde giden arabalar olmayacak. Geleceğin arabaları bugün kullandığımız arabalara benzer olacak. Bir önemli farkla: Bu arabalar, bir litre benzinle birkaç yüz kilometre gidebilecek. Amerikalılar bu proje üzerinde çalışıyorlar.

Bazı araştırmacılara göre benzin ve elektrik enerjisiyle beraber çalışan arabaların teknolojik bilgisi büyük araba üreticilerinin elinde bulunuyor. Piyasa şartlarının olgunlaşmasını bekleyen GM gibi firmalar bu ürünleri birkaç yıl içinde satışa sunabilirler.

Son yıllarda yaygınlaşan ‘melez' ( hybrid ) yani hem benzin hem de elektrik enerjisi kullanan arabalar, normal yakıt kullanan arabalara göre çok daha az benzin yakıyor. Enerjiyi iktisatlı kullanan bu araçlar aynı zamanda çok az zehirli gaz üretiyor.

Fakat bu teknolojik projenin arkasında nasıl bir siyasi düşüncenin yattığını görmek için Amerikan sağının önde gelen liderlerini dinlememiz gerekiyor. Onlara göre Amerika'nın Ortadoğu'ya olan petrol bağımlılığını azaltmanın tek yolu, alternatif enerji türleri geliştirmek. Bir gün daha az benzin tüketen Amerikan yapımı ya da patentli arabalara bindiğinizde bu küçük ayrıntıyı hatırlayın!

Uyuşturucu Batağı

İstanbul Emniyet Müdürlüğü, geçen ay yaptığı bir operasyonda 265 kilo eroin ve 179 bin adet uyuşturucu hap ele geçirdiğini açıkladı. Bu rakamlar, uyuşturucu belasının ne boyutlara ulaştığını gösteriyor.

Türkiye'de özellikle büyük­şehirlerdeki sosyete gençliği ve öğrenciler arasında yaygınlık kazanan uyuşturucu, ciddi bir sosyal sorun olmaya doğru gidiyor. Çoğu zaman aileler çocuklarının uyuşturucu kullandığını bilmiyor. Akranları tarafından özendirilen gençler, uyuşturucu kullanmanın masum bir eğlence olduğuna inandırılıyor. Ondan sonra bağımlılık geliyor. Ve nice hayatlar yıkılıyor.

Her tür kültürel etkiye bir saman çöpü gibi açık olan Türkiye gençliğini bu konuda uyarmak, bilinçlendirmek hepimizin üzerine düşen bir görev. Hiçbirimizin ‘benim çocuğum yapmaz' ya da ‘bizim çevrede böyle şeyler olmaz' kolaycılığına kapılmaması, bilakis her an uyanık olması gerekiyor.

Acısı Çıkar Bir Gün!


Eski medya patronu Dinç Bilgin, bir gazeteye verdiği demeçte ‘tetikçi gazeteci' tipinin ortaya çıkmasında kendisinin de payının olduğunu itiraf etmiş. Bilgin'e göre medyanın haber vermenin dışında ihale takip etme, siyasi taraf olma ve sermayecilik yapma işlerine girmesi, büyük bir medya canavarının ortaya çıkmasına neden olmuş.

El-hak, doğru söylüyor. Türk medyasının dünyanın hiçbir yerinde benzeri yok. Haber vermekten çok şartlandırmaya çalışan, siyasi çevrelerle iş tutup rant elde eden bir medyanın, Türkiye'nin toplumsal birliğine ve kalkınmasına katkıda bulunması mümkün değil. Bugün medyanın büyük isimleri diye geçen kişiler, liyakatli gazeteci oldukları için değil, tetikçilik yapıp ihale takip ettikleri için önemli yerlerde bulunuyorlar. Medya, rekabeti her ne pahasına olursa olsun karşı tarafı ortadan kaldırmak olarak görüyor. Bu yüzden kamunun vicdanının sesi değil, çıkar çevrelerinin sözcüsü oluyor.

Büyük medya patronlarından birinin bu gerçeği itiraf etmesi, Türk medya tarihi açısından önemli bir hadise ve bir kenara not edilmeli.

Güneydoğu Devletin Gündeminde


Başbakan Erdoğan'ın Diyarbakır'a yaptığı ziyaretin yankıları sürüyor. Bazıları Başbakanın ziyaretini desteklerken, bazıları “Kürt sorunu” kelimesinin kullanılmasına karşı çıkıyor. 1991'de zamanın Cumhurbaşkanı Demirel'in “Kürt realitesini tanıyoruz” ifadesinden sonra, şimdi de Başbakan “Kürt sorununu tanıyoruz” mealinde açıklamalar yaptı. Erdoğan, Kürt sorunu diye bir şeyin varolduğunu kabul ettikten sonra çözümün daha fazla demokratikleşme olduğu yönünde mesajlar verdi.

Devletin ve bazı çevrelerin bu hassas konudaki olumsuz yaklaşımları hesaba katıldığında, bu girişimin önemli bir adım olduğunu söylemek mümkün. Devletin PKK'ya silah bırakma çağrısında bulunması da bu açıdan önemli. Fakat ‘demokratikleşme' ve ‘daha fazla demokrasi' ile neyin kastedildiği belli değil. Bununla seçim sisteminin yeniden düzenlenmesi ve yüzde 10'luk barajın aşağıya çekilmesi, böylece Güneydoğu'daki siyasi parti tercihlerinin meclise yansıması kastediliyor olabilir.

Fakat bunun tek başına sorunu çözmeyeceği açık. Zira temsil makamında olduğu düşünülen partinin terör karşısındaki tavrı kendi içinde büyük çelişkiler barındırıyor. Tek başına ekonomik yatırım da yeterli değil, çünkü sorunun bir kültür ve kimlik boyutu var. Umarız devlet bu konuda cesur ama hedefi belli adımlar atar.

Petrol Fiyatları Neden Artıyor?


Varili 60 doları geçen petrol fiyatları neden yükseliyor? Bu gidiş nerede duracak? Bugünlerde herkes bu soruların cevabını arıyor. Ekonomistler hadiseye bir arz-talep sorunu olarak bakıyorlar ve talebin artmasıyla beraber fiyatların da yükseldiğini söylüyorlar. Son yıllardaki yeni teknolojik gelişmeler ve ulaşım araçlarının yaygınlaşması özellikle Avrupa ve Amerika'da petrole duyulan ihtiyacı arttırdı.

Fakat arz-talep dengesinin tek sebep olduğunu söylemek doğru olmaz. Ekonomi neticede siyasi bir eylemdir. Dünyadaki sıcak gelişmeler, siyasi olaylar, savaşlar, depremler, kuraklık ve daha pek çok unsur ekonomik dengeler, borsa ve döviz kurları üzerinde anlık etkiler yapar. Mesela Amerika'nın 11 Eylül sonrasında izlediği politikalar dünya silah ve petrol piyasalarını doğrudan etkiledi. Ortadoğu'daki yeni gelişmeler ve işgal altındaki Irak petrolünün dünya pazarlarına sunulması, bölgesel ekonomik dengeleri etkilemeye devam ediyor. Kimilerine göre Ortadoğu'daki güvensizlik ortamı (ki bunun faillerini herkes biliyor) piyasada suni iniş ve çıkışlara yol açıyor. Büyük sermayenin ekonomik dengeler karşısındaki olumlu ya da olumsuz tavrı da bu süreci belirliyor.

Kısacası petrol fiyatlarının, dolayısıyla üretim maliyetlerinin artışını tek bir sebebe indirgemek mümkün değil. Bunun ötesindeki siyasi dengeleri göz önünde tutmamız gerekiyor. Petrol fiyatlarının yükselmesinden en çok şikayet eden Amerika, belki de şahinlik oyununun bedelini ödüyor.

    Kısa Kısa Dünya Turu

    Güneydoğu Asya'da geçen yılın Aralık ayında meydana gelen tsunami felaketinin etkileri sürüyor. Tsunami felaketinde yaklaşık 150 bin kişi hayatını yitirmi şti. En fazla can kaybının olduğu Endonezya'da psikolojik sorunlar katlanarak artıyor. Ruhi dengesini yitiren ve uykusuzluk, korku, panik gibi çeşitli psikolojik hastalıklara maruz kalan binlerce insan var. Dualarınızda bu kardeşlerimizi de hatırlayın.

    ***

    Sudan'daki etnik çatışmalar devam ediyor. 2003 yılının Şubat ayında Darfur bölgesinde Cancavid gerillalarının başlattığı saldırılar, binlerce kişinin ölümüne ve göç etmesine yol açmıştı. Saldırıların boyutu büyüyünce Birleşmiş Milletler ve Amerika olaya müdahale etti. İslâm ülkeleri ise somut bir girişimde bulunamadı. Bugün saldırılar azalmış durumda ama sorunun çözüldüğünü söylemek mümkün değil. İslâm dünyası, hadiseleri batılı medya kuruluşları üzerinden izlemeyi tercih ediyor!

    ***

    Geçtiğimiz ay Hacı Bektaş Veli'yi anma törenlerinin 42'ncisi yapıldı. Nevşehir'in Hacı Bektaş ilçesinde yapılan törenlere 150 bin kişinin katıldığı tahmin ediliyor. Tören sırasında Hacı Bektaş Veli çeşitli yönleriyle ele alındı. Bizim kulağımıza çalınan en aklı başında sözler ilçe belediye başkanına aitti: “ Cemevi ibadet yeri değil, kültür merkezidir.” Bu sözlerin doğruluğunu herkese anlatmak gerekiyor.

    ***

    Amerika'nın Kansas eyaletinde yakalanan bir katil, kurbanlarını rahatlıkla öldürdüğünü çünkü kendisinin bir ‘canavar' olduğunu söylemiş. 60 yaşındaki Dennis Rader , eski bir kilise başkanı ve izci lideri. İşlediği cinayetleri ‘ben canavarım' diyerek açıklamaya çalışan bir cani için ne denebilir ki? Kansas eyaletinde idam cezası olmadığı için Rader'e ömür boyu hapis cezası verilecek. Allah cümlemizi bu tür canavarlardan ve böyle adaletten korusun!