๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dün Bugün Yarın => Konuyu başlatan: Zehibe üzerinde 21 Temmuz 2011, 10:17:23



Konu Başlığı: Büyük Düşünenler Küçük Düşünenler
Gönderen: Zehibe üzerinde 21 Temmuz 2011, 10:17:23
Dün Bugün Yarın



Nisan 2010 136.SAYI


Sadık ILGAZ kaleme aldı, DÜN BUGÜN YARIN bölümünde yayınlandı.


Büyük Düşünenler, Küçük Düşünenler…

Barbaros Hayrettin Paşa (1466-1546), Osmanlı donanmasında Kaptan-ı Derya unvanıyla görev alan en büyük komutanlardan birisiydi. 1533-1546 yılları arasında 13 yıl boyunca Osmanlı donanmasının komutanlığını yapan bu önemli asker, görev yaptığı dönemde sayısız başarılara ve fetihlere imza atarak Osmanlı Devleti’nin yükselişinde önemli bir rol oynadı. Barbaros’a dair anlatılagelen şu iki anekdot, onun ne kadar önemli bir asker olduğunu kanıtlar niteliktedir:

Barbaros Hayrettin, İstanbul’a gelip Osmanlı donanmasının başına getirildiğinde, duygularını “Donanmanın başına geçtiğim için inanılmaz bir sevinç yaşıyorum. Bu öyle bir donanma ki, cümle Frengistan donanmaları birleşse alt etmesi kabil olmaz. Bu öyle bir tersane ki, içinde yirmi bin kişi çalışıyor. Venedik kâfiri bile, hakanımızla sulh içinde olduğu zamanlarda bu tersaneye kadırga sipariş ediyor, Allah’ın izniyle burada her işi başarmak mümkün.” sözleriyle dile getirir.

Donanma komutanlığını devraldıktan sonra Sadrazam Makbul İbrahim Paşa’ya, “Henüz keşfedilen Yeni Dünya’ya (Amerika’ya) sefer düzenlersek devletimiz bundan çok istifade eder.” teklifinde bulunur. Fakat Sadrazam, “Uzak denizlerle işimiz olmaz, Akdeniz ve Hint denizlerini tutmamız kâfidir.” diyerek Barbaros’un teklifini reddeder.

Buradan da anlamalıyız ki, yöneticilerin düşünceleri ve dudaklarından çıkan sözler tarihin akışına etkide bulunuyor. Bazen olumlu, bazen de bu örnekte olduğu gibi olumsuz şekilde... Fakat insan yine de sormadan edemiyor: Osmanlı donanması Amerika’ya gitseydi, acaba şu an nasıl bir dünyada yaşıyor olurduk?

Estergon’u Kaybeden Sarhoş Kumandan

Takvim yaprakları 1543’ü göstermektedir. Aylardan Nisan. “Kanunî” unvanıyla nam salmış Sultan Süleyman, Estergon Sefer-i Hümayûnu adıyla meşhur onuncu seferini gerçekleştirmek üzere Edirne’den yola çıkar. Sefer bu kez çetin, hedef ise Macaristan’ın başkenti Budapeşte’nin 60 km kuzeybatısında yer alan ve Tuna Nehri’ne kıyısı olması nedeniyle stratejik bir öneme sahip olan Estergon Kalesi’dir.

Budin’i yakın zamanda Osmanlı’ya kaptıran Avusturyalıların Estergon’u da Osmanlı’ya kaybetmeye hiç niyetleri yoktur.  Osmanlı ordusu aylarca süren bir yolculuktan sonra kaleye varır. Fakat ordu beklemediği bir direnişle karşılaşır. Muhasara çetin, düşmanın tahkimi güçlüdür. Osmanlı ordusu yılmaz, günlerce muhasarada bulunur. Nihayet 12’nci gün düşmanın gücü tükenir, kale fethedilir. Takvim yaprakları 10 Ağustos 1543’ü göstermektedir.

Kale’nin zaptı sonrası, şimdilerde yerini yeniden büyük bir Katedrale bırakan kale kilisesini camiye çeviren Sultan Süleyman, ilk cuma namazını burada kılar, fethi nasip eden Rabbine şükreder. Sonrasında Estergon sancakbeyliği haline getirilerek Budin Beylerbeyliği’ne bağlanır. Fakat kalenin Osmanlı toprağı olarak kalması sadece 50 yıl sürecektir.

50 yıl sonrasının Osmanlı Devleti’nin sadrazamı ve başkomutanı olan Sinan Paşa, Balkanlarda Eflâk cephesinde görevliyken, oğlu Mehmet Paşa’ya Macaristan komutanlığına uygun görür ve tayinini yapar. O günlerde Estergon Kalesi zordadır. Zira düşman 50 yıl önce kaybettiği kaleyi yeniden almaya kararlıdır. Mehmed Paşa, sorumlu olduğu bölgede bulunan kalede süren muhasaraya müdahale etmek üzere bölgeye gider. Avusturya Prens’i Mansfeld’in 70 bin kişilik ordusuna rağmen, Mehmet Paşa’nın düşmanı püskürteceğine inanılır. Fakat hiç de beklendiği gibi olmaz. Zira Mehmet Paşa ceddine pek benzememektedir. Adı sarhoşa, ayyaşa çıkmıştır, içmeden duramaz.

Düşman güçlü ordusuyla günlerce saldıradursun, Osmanlı askeri her saldırıyı geri püskürtür. Sonunda düşmanın gücü tükenir, bozgun baş gösterir. Bunu fırsat bilen Osmanlı askeri Mihalıçlı Ahmed Paşa ile Sofu Sinan Paşa’nın önderliğinde düşmanın üst tabyalarına hücum eyler. Tam düşman yok edilecektir ki, Mehmet Paşa ansızın geri, kaleye dönüş emri verir. Bu emre kimse bir anlam veremez. Tarihçi Müneccimbaşı’nın ifadesiyle “bilâ sebep” (sebepsiz) çekilme emri gelmiştir. Meğer yine sarhoştur Paşa. O kafayla hücum edenin düşman, kaçanın Osmanlı askeri olduğunu sanır. Olan bitenin tam tersi olduğuna da kimse inandıramaz Paşa’yı. Ve Osmanlı ordusu geri dönmek zorunda kalır.

Bu duruma düşman ordusu da bir anlam veremez. Osmanlı ordusunun taktik gereği geri çekildiğini sanırlar ve ne olacağını beklerler. Aradan uzun saatler geçer, Osmanlı ordusunun geleceği yoktur. Son bir kez toparlanırlar ve Estergon Kalesi’ne yeniden hücum ederek, sonunda kaleyi alırlar.

Kale, 29 Eylül 1605’te Davut Paşa tarafından yeniden alınıncaya kadar Osmanlı toprağı olmaktan çıktığı gibi, olan da kıyılan binlerce Osmanlı askerine olur. Sarhoş Mehmet Paşa mı? O kurtulur, fakat tarihin kendisi hakkında verdiği hükümden kurtulamaz. Edirneli Mehmet, Mehmet Paşa hakkında  “Avret gibi şaşup Budin’e doğru kaçmaya başladı.” sözleriyle, Paşa’nın askerini savaş meydanında yüz üstü bırakıp kaçtığını söyler. Tarihçi İsmail Hami Danişmend ise, “cebîn, menhûs ve muhannes” (korkak, uğursuz ve dönek) der, Mehmed Paşa için.