๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dosya Yazıları => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 08 Haziran 2012, 16:49:32



Konu Başlığı: Yükseköğretim’de Avrupalılaşmanın ötesi
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 08 Haziran 2012, 16:49:32
Yükseköğretim’de Avrupalılaşmanın ötesi
Bekir S. GÜR • 53. Sayı / DOSYA YAZILARI


Avrupa, Bologna Süreci’yle birlikte kendisini bir uluslararası çekim merkezi haline getirmeye çalışırken, biz Süreç’le birlikte kendimizi daha çok onlarla bütünleştirmeye çalışıyoruz. Türkiye’nin “onlar da yapıyor” politikasıyla ürettiği çözümler ise yalnızca gösterişten ibaret kalıyor.

Türkiye’de yükseköğretimin kurumsal temellerini Fatih Sultan Mehmet’in kendi adıyla kurduğu medreselere, hatta Selçuklu Medreseleri’ne kadar geriye götürmek mümkün. Ancak modern anlamda üniversite denen kurum, Batı’da olduğu gibi ve Batı’yı müteakiben bizde de oldukça yeni. Osmanlı son dönemlerinde, 19. yüzyılın başlarından itibaren Avrupa ve Amerika’da şekillenen modern üniversitenin bir benzerini kurma girişimlerinde bulundu. 20. yüzyılın başında II. Abdülhamid tarafından kurulan Darülfünun-u Şahane (İstanbul Darülfünunu) adlı üniversite ise bu girişimlerden en sürekli olanı. 1933’te Darülfünun kapatılıp yerine İstanbul Üniversitesi kuruldu. Kuruluşundan itibaren yoğun bir şekilde Batı etkisinde olan üniversite, bu etkiyi günümüze değin sürdürdü. Günümüzde Avrupa Birliği müzakere sürecini devam ettiren Türkiye, Bologna Süreci ile birlikte yükseköğretimde de Avrupalılaşma boyutunun artırılmasına çabalıyor.

21. yüzyıla girildiğinde Avrupa ülkeleri yükseköğretimde küresel rekabet yarışında öne geçmek için, Bologna Süreci’ni başlattılar. 1998 yılında Almanya, Fransa, İtalya ve İngiltere’nin yükseköğretimden sorumlu bakanları Sorbonne’da bir araya geldi ve diğer Avrupa ülkelerine, bir “Avrupa Yükseköğretim Alanı” oluşturma konusunda çağrıda bulundular. Çağrıya binaen 1999 yılında İtalya’da toplanan Avrupalı 29 eğitim bakanının Bologna Deklarasyonu’nu imzalamasıyla, Bologna Süreci başladı. Süreç, ülkeler arası üniversite derecelerine bir standart getirmeyi ve böylece hareketliliği artırmayı amaçlıyordu. Süreçle birlikte 2010 yılına kadar, Bologna Süreci’ne dâhil olan ülkelerden alınan derecelerin ve diplomaların birbiriyle uyumlu olduğu bir Avrupa Yükseköğretim Alanı (AYA) oluşturulması hedeflendi.

Bologna Süreci, Avrupa Birliği tarafından başlatılmadı. Deklarasyonu imzalayan bakanların gönüllü katılımını esas alan Bologna Süreci, çeşitli Avrupa ülkelerinin yükseköğretim sistemlerinde son elli yılda görülmüş en büyük yapısal reformları (lisans, yüksek lisans ve doktora şeklindeki üçlü seviyeye geçiş) başlattı. Türkiye bu Sürece 2003 yılında dâhil oldu. Süreçte, Yükseköğretim Kurulu (YÖK) tarafından temsil edilen Türkiye’nin yükseköğretim sistemi yapısal olarak zaten Bologna Süreci’nde amaçlanan yapıyla uyum arz ettiği için, Türkiye bu Süreç’te yapısal reformlara girişmedi, kalite güvencesi konusunda bir yönetmelik çıkarma, diploma ekleri düzenleme ve kredi sisteminde değişiklik yapma gibi bazı çalışmalar yapmakla yetindi.

Türkiye’de Bologna Süreci’ne dâhil olan aktörler, Süreç hakkında oldukça iyimser bir bakış açısına sahip. Öyle ki, Süreç’e dair jargonu (AYA, Ulusal Yeterlilikler Çerçevesi, AKTS, öğrenme çıktıları, vs.) –çoğu zaman yanlış çeviri eşliğinde– öğrenme, aktarma ve sürekli tekrar etme, kendinden menkul bir değere dönüştü. Bu kendinden menkul değer ciddi anlamda sorgulanmadı. Süreç’e dâhil olan Türkiye’nin sorması gereken en temel mesele, bu Süreç’in Türkiye’nin yükseköğretim alanındaki sorunlarına ne tür bir çözümler sunduğu. Bologna Süreci’nin getirecekleri hakkında vaatlerde bulunmak, bir başına, Türkiye’nin hangi sorunlarının nasıl hallolacağına ilişkin çözümler sunmak anlamına gelmiyor. Kaldı ki Bologna Süreci’nin Avrupa ülkeleri için bile nasıl sonuçlanacağı belirsiz. 2009 Nisan ayında Belçika’da yapılan Bakanlar Toplantısı’nın ardından yayınlanan Leuven Bildirgesi’nde, Avrupa Yükseköğretim Alanı için 2010 yılının gerçekçi olmadığı resmen kabul edildi. Leuven Bildirgesi’nde, 2020 ve ötesi için bol tekrarlı yeni vaatler sıralanıyor. Bildirgede, ayrıca, ulusal yeterlilikler çerçevesi çalışmaları 2012’ye ertelendi, ulusal bazda yeterlilikler çerçevesi, öğrenme çıktıları ve AKTS arasında yeterli bir bütünlüğün olmadığı vurgulandı.

Kendi sorunlarıyla yüzleşmek yerine, “bütün Avrupa ülkeleri yapıyor” retoriğine sığınarak bazı çalışmalar yapıyor gibi görünmek, sadece Türkiye için değil aynı zamanda Avrupa ülkeleri için de önemli bir sorun. Bu retorik eşliğinde çalışmalar yürütmenin, elbette ki politik ve akademik maliyeti düşük. Retorik baskıcı bir dil kurarak, Süreç’in zorunlu bir şey olarak algılanmasına izin veriyor. Bu algı, yüzeysel bir düzeyde çalışmalara izin verir ve bu çalışmalar, sıfır eleştiriyle beraber ilerler. Oysa bu retorik, Türkiye yükseköğretimini oldukça pasif olarak kodluyor ve sadece alıcı konumuna indirgiyor. Süreç toplantılarından çıkan metinleri tekrarlamak ve yenisi çıktıkça eldeki mevcut repertuarı genişletmek ve bol tekrara devam etmek, Türkiye’nin bu Süreç’te söyleyecek sözü olan bir katılımcı olmasından ziyade, ancak bir dinleyici olmasına izin veriyor. Daha kötüsü, Süreç’le birlikte gündeme gelen kimi çalışmaları yapmak, sorunların çözümü noktasında bir reçete olarak addediliyor ve kutsanıyor.

Bologna Süreci, yükseköğretim kurumlarının küresel olarak karşı karşıya olduğu kimi sorunları şu ana kadar gündeme almadı. Çözüme yönelik girişimler bazı yapısal değişikliklerden ibaret kaldı. Üniversitelerin ticarileşmesi, erişimin artırılması, kamu fonlarının azalması ve öğretim üyelerinin haklarının azaltılması gibi küresel eğilimlere karşı neler yapılması gerektiği konusunda sıkıntılar var. Süreç’in aktif bir katılımcısı olan ve Süreç’e dair eleştirel bir duruş sergileyen az sayıda kurumdan biri olan Avrupa Öğrenciler Birliği’nin “Öğrenci Gözüyle Bologna 2009” adlı raporuna göre, Süreç hakkında şunlar söylenebilir:

Bologna Süreci, hareketliliği ciddi anlamda artırmamıştır.

Süreç, yükselen harç miktarları karşısında, yükseköğretim kurumlarında bütün sosyo-ekonomik sınıflardan insanların temsili konusunda bir adım atmamıştır.

Lisans, yüksek lisans ve doktora şeklindeki üçlü seviyeye geçiş yapan yükseköğretim kurumlarının sayısının artış ivmesi son iki yılda ciddi bir şekilde azalmıştır.

Ulusal yeterlilikler çerçevesi hazırlama çalışmaları oldukça yavaş ilerlemektedir.

Avrupa Kredi Transfer Sistemi (AKTS) ve öğrenme çıktıları gibi kavramlar birçok ülkede yanlış anlaşılmakta veya yanlış uygulanmaktadır.

Bundan sonra, Bologna Süreci’ni kutsamak ve bildirgeleri tekrarlamak yerine, yapılması gereken iki husus var: Birincisi, Türkiye’nin genel olarak yükseköğretiminde izleyeceği rotayı tayin etmek. Bu rota belirlenirken, mevcut milli sorunlar tespit edilmeli ve bunlara dönük stratejiler üretilmeli. İkincisi, bu stratejiler doğrultusunda Bologna Süreci’ne katılmak ve Süreç’i yönlendirmek gerekiyor.

Yükseköğretimde merkeziyetçi yönetim ve üst-yönetimin alternatifleri neler? Toplumsal taleplerin yükseköğretimde karşılanabilmesi için ne gibi mekanizmalar kurulabilir? Yükseköğretim kurumlarında çeşitlilik nasıl sağlanabilir? Üniversiteye erişim nasıl artırılabilir? Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulu’nun üzerinde uzlaşı sağladığı bir üniversite giriş sistemi nasıl geliştirilebilir? Artan yükseköğretim talebine mukabil finansman nasıl sağlanacak? Mezunların istihdam edilmesi için ne gibi tedbirler alınmalı? Öğretim üyeliğini cazip kılmak için neler yapılabilir? Türkiye’deki üniversitelerin uluslararası rekabet edilebilirliğini nasıl artırabiliriz? Burada sıralanan sorulara cevap verilmeden, Bologna adına yapılacak çalışmalar, yükseköğretimdeki temel sorunlarımıza cevap vermekten uzak, daha çok süslemeye matuf olacaktır.

Özelde üniversite genelde ise yükseköğretim kavramı, doğduğu günden itibaren bir uluslararasılığı bünyesinde barındırıyor. Ortaçağ’da şekillenen ilk kolejler ve medreseler, hem öğretim kadrosu itibariyle hem de öğrencileri itibariyle, kozmopolit bir yapı arz etmişlerdir. Hâlâ dünyada en iyi üniversite olmanın bir ölçütü, dünyanın her tarafından çeşitli inanç ve uluslardan üstün nitelikli öğrenci ve öğretim üyelerini çekebilmektir. Türkiye Avrupa ülkelerine işgücü sağlayan bir ülke mi olmak istiyor, yoksa uluslararası bir çekim merkezi mi? Görünen o ki, yükseköğretimde Avrupalılaşma konusunda son birkaç yüzyıl içerisinde oldukça mesafe katettik ve Bologna Süreci’yle birlikte hâlâ bu konuda yoğun bir mesai harcıyoruz. Ama kendi üniversitelerimizi yeterince uluslararasılaştıramadık. Avrupa, Bologna Süreci’yle birlikte kendisini bir uluslararası çekim merkezi haline getirmeye çalışırken, biz Süreç’le birlikte kendimizi daha çok onlarla bütünleştirmeye çalışıyoruz. Türkiye’nin Bologna Süreci karnesindeki notunu belirleyecek olan, kendinden menkul uzmanların kendi belirledikleri ölçütlere göre yazdıkları değil, Türk yükseköğretiminin yapısal olarak ne derece toplumun ihtiyaçlarına cevap verdiği ve çekim merkezi haline geldiğidir.