๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dosya Yazıları => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 27 Mayıs 2012, 11:38:45



Konu Başlığı: Salgınlar ve hayatımıza akisleri
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 27 Mayıs 2012, 11:38:45
Salgınlar ve hayatımıza akisleri
Hüsrev HATEMİ • 58. Sayı / DOSYA YAZILARI


Salgın kelimesinin yapısında bile bir dehşet ifadesi vardır; “salmak” yani toplum üzerine indirilmek… Salma vergi devlet tarafından indirilir, “salgın hastalığın” indirildiği makam ise, halkın bilincinde daha üst bir makamdır. Salgın kelimesinin Batı dillerindeki karşılığı olan “epidemi” kelimesinde dikey bir “salma” yerine yatay olarak yayılma vardır. Bu sebeple, salgın kelimesinin Osmanlı Tıp Terimi olarak karşığı “illet-i müstevliye” (istila edici hastalık) idi.

Bakteriyoloji biliminden önce, salgınların meydana getirdiği korku, hemen tamamıyla mistik kaynaklı idi. Salgınlar ilahi ceza veya ihtar hükmünde idiler. Bakteriyoloji biliminden sonraki yüzyıl olan 20. yüzyılda bile salgınlar, toplumları ceza olmaları ihtimali ile de korkutmaya devam etmişlerdir.

Axel Munthe, 20. yüzyılın ilk yarısı biterken vefat etmiş olan bir İsveçli hekimdir. San Michele’nin Kitabı adını verdiği anı-romanında Axel Munthe, kolera salgını sırasında Napoli’de bulunan ve kendisi Napolili olmayan bir hekimin söylediklerini bize şöyle anlatıyor: “Sodom ve Gomore’nin ahlâksızlığı Napoli ile karşılaştırılınca, hiçbir şey değildi. Napolililerin korkmuş şehirleri üzerine, Tanrı’nın cezasının çökmüş olduğunu sanmamak imkânsızdır.” İkinci Mahmud döneminde Bulgaristan’ı gören Moltke, o sırada sürmekte olan veba salgını dolayısıyla Hıristiyanların dehşet içinde olmaları yanında, Müslümanlarda bir tevekkül ve “Allah ne dilerse o olur” sükûneti gördüğünü yazar. Bütün bunlara bakarak söyleyebiliriz ki, salgınları ilahi bir ceza gibi görmek Hıristiyanların, Musevilerin ve Müslümanların ortak yönüdür. Salgınların ilahi bir ceza gibi görülmesi, eskisi oranında değilse de, günümüzde de devam ediyor. Salgınlardan kaynaklanmayan ölümler, aynı derecede korkutucu değildir. Yunus Emre’nin dediği gibi “Hiç bilmeyiz kezek kimin, aramızda gezer Ölüm/Halkı bostan edinmiştir, dilediğin üzer Ölüm (Sıra kimde biz bilmeyiz, Ölüm aramızda gezer, halkı bostan sayar, dilediğini koparır götürür)”. Salgınlarda ise, ölüm yine kol gezmekte, fakat kopararak almamakta, tırpanla biçer gibi biçmektedir.

İnsanlık tarihinde veba salgınları en fazla korku sebebi olmuştur. Klasik tipte salgın sayılmazsa da yaygınlığı bakımdan tüberküloz da ikinci sıradadır.19. yüzyılda kolera, özellikle hac mevsimlerinde yaptığı salgınlarla vebanın yanında (yerinde) yer almıştır. Veba taşıyıcısı olarak, önceleri sadece kemirgenler bilinirken, onlardan insana taşıyan aracıların pireler olduğunun öğrenilmesiyle veba salgınının hızı kesildi. İkinci Dünya Savaşı’nın bitmesinden sonra bulunan verem ilaçları ile de tüberküloz sıklığı azalmış iken ve salgınların (grip dışında) devri geçti sanılırken, 1971 yılında Türkiye’de kolera vakaları artışı yaşanmış, neyse ki çabuk atlatılmıştır.

Grip salgınları 20 ve 21. yüzyılın salgın dertleri arasındadır. Salgınların korku derecesinin ölçümlenmesi için başka korkularla oranlanmasını yapmak istersek, inananlara kıyamet korkusu benzetmesi, inancı olmayanlara “deprem” korkusu benzetmesi önerilebilir. Salgın korkusunda kıyamet olayında olduğu gibi bir “aynel mefer (kaçacak yer neresi?)” özelliği bulunur. Kıyamet korkusu olmayanlara da 17 Ağustos Depremi sonrasındaki günlerde Prof. Dr. Işıkara’nın “yer altında çok garip şeyler oluyor, bu gece evlerinizde yatmayın” dediği gece, ailelerde yaşananları örnek gösterebiliriz. Salgınlarda hastalık zengini de fakiri de, çocuğu da yaşlıyı da vurmakta, bu sebeple “kaçış nerededir?” tipinde bir korku yaşatmaktadır. Korkunun tipi için bu benzetmeyi yapıyoruz. Korku tipi ile korku derecesi birbirinden farklı kavramlardır. Korku derecesi ise, kişilerin yaşına, dinî inancına, eğitim durumuna, medeni haline göre değişebilir. Salgınlarda insanlar tek tek, Kızıldeniz’de Firavun durumuna düşerler. Kendileriyle baş başa kaldıklarında iç âlemlerinde Deli Dumrul’un anne-babası veya karısı tipinde sınavlar yaşayabilirler. Sophie’nin seçimi tipinde sınavlar da (düşsel olarak) yaşayabilirler. Önlem olarak ise Tıp biliminin verilerinden çıkan önerilere uymak ve inanıyorsak “El Hükmü lil-lah” ikliminde yaşamak fayda sağlar.