๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dosya Yazıları => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 07 Temmuz 2012, 17:36:56



Konu Başlığı: Resmî ideoloji ve Türk romanı
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 07 Temmuz 2012, 17:36:56
Resmî ideoloji ve Türk romanı
Köksal ALVER • 59. Sayı / DOSYA YAZILARI


Türk romanının siyasetle yakın bir ilgisi, ortaya çıkışından itibaren tespit edilebilir. Bu bir bakıma özelde romanın genelde edebiyatın ilişki ağında (edebiyat ilişkileri) cevap bulabilecek bir husustur. Edebiyat kimi yerde siyasetin gölgesinde ve dizgesinde bir dil olmakta, kimi zaman belli bir siyaset önerebilmektedir. Hatta bazen bizzat edebiyatın kendisinin bir siyaset olduğu dahi söylenebilir. Siyaset ile ilişkisinde edebiyat değişik roller üstlenir: Kimi zaman meşrulaştırıcı, misyoner, aracı, inşacı; kimi zaman eleştirel, muhalif, yıkıcı, mahkum edicidir. Bu bakımdan edebiyatı siyasetten ayrı, ondan kopuk ve uzak görmek edebiyatın doğasını kavrayamamaktır. Edebiyat için geçerli bu genel yargılar, bütün edebi türler gibi roman için de geçerlidir. Türk romanı da bu genel tespitlerin izinde okunabilir. Buradan bakınca Türk romanının, ilk dönemlerden itibaren bütün aşamalarında ve tarzlarında siyaset ilişkilerine bir şekilde kendini yerleştirdiği görülür.

Siyasetle bu denli içli-dışlı olan edebiyatın bu tarz ilişkisini, resmî ideoloji ile olan ilişkisinden ilkece ayırmak icab eder. Çünkü iki ilişki biçimi arasında önemli farklar vardır. İlkece roman bizatihi siyasi olanın içinden konuşur, hatta kendisi bile bir siyasal tür olarak dahi okunabilir. Ancak bu çok olağan, belki zorunlu, yalın bir durumdur. Roman (edebiyatın diğer türleri gibi) bir söz söyleme ve hayat tarzı sunma biçimidir; bir öneri, cevap, anlatım ve o anlatımda aşikâr olan amaçlar manzumesidir. Elbette ana sorunu, temel derdi siyaset yapmak değildir, bir anlamda da olmamalıdır. Ancak siyasete içkindir, siyasetin dışında değildir.

Resmî ideoloji ve roman ilişkisinde ise mesele farklı boyutlar kazanır. Bu ilişkide roman, öncelikle gördüğü işlev ölçüsünce kıymetlendirilir; bizzat roman olmasının kıymeti genelde yoktur. Koşullandırılmış bir anlatım olarak roman, bu ilişkide, güdümlü, ödevli, vazifeli ve ödünç kelimeleri kuşanarak savaş meydanına sürülmüş gözü kara, anlayıştan uzak, bağnaz bir dildir. Baştan bir hedefe kilitlenen ve hedefe varma adına olur olmaz öykülere batıp çıkan, adeta kırk dereden su getiren ama yalın insan halini ıskalayan bir dil. İnsana dokunmayan, değmeyen, onu anlamayan, onu sadece hedefi için araçsallaştıran pragmatik bir dil. Baştan hazır kalıpları olan ve bu kalıba göre hayattan öyküler derleyen akl-ı evvel, işgüzar, kurnaz bir eylem. Yetkin ve hakiki olmaktansa üstlendiği vazifesini yerine getirmeye amade şartlanmış bir aktör.

Resmî ideolojinin hizmetine giren roman bir siyasal ve ideolojik iradenin gönüllü eridir, kendi adına değil onun adına meydandadır. Emir eridir bir bakıma. Kralcı hatta kraldan çok kralcıdır. Resmî ideolojinin elinde romanın bizzat kendisi de ideolojik bir dil haline gelir. İdeolojik kurguya öyküler beğenilir, öyküler giydirilir. Asıl anlatılan şeyin bir hikâye değil ideoloji olduğu, edebiyat araştırmaları ve edebiyat sosyolojisi tarafından çok geçmeden tespit edilir. Bir hikâye anlatmaktan çok belli bir ideolojiyi empoze etmeye niyetlenen bu tür romanlar ise değişik ülke edebiyatlarından yüzlerce örnek gibi ideolojik edebiyat hanesine yazılır.

Resmî ideoloji elinde roman, bir propagandadır. Keskin bir şekilde doğrular ve yanlışlar, iyiler ve kötüler, ideal dünyalar ve kötü dünyalar gibi katı karşıtlıklar halesinde kendine bir yer belirleyen bir propaganda. Anlamadan önce açıklamaya dolayısıyla hüküm vermeye hazırlanmış bir söylem düzenidir. Yerleştirildiği mevzi ve zemini hakikat belleyen, kendini merkez yani doğru kabul eden, diğerlerini ötekileştirip mahkûm eden meydanlara sürülmüş bir söylem. Kendine hikâyeler değil doğru ve yanlışlar arayan bir anlatım. Böylesi bir projeye koşulmuş roman, propagandanın keskin, dar, sığ diliyle resmî ideolojiye hizmetini yerine getirip durur.

Resmî ideoloji elinde roman ya da ideolojik edebiyat, aslında mizahi bir özellik sunar. Bu gerçek edebiyatın, bu tür eserlere reva gördüğü bir payedir. Her edebiyat belli doğrular, yanlışlar, redler, kabuller çerçevesinden hareket eder elbette. Edebiyat bir söz ise, belli bir zemini, bakış açısını, görüşü öncelemesi kaçınılmazdır. Söz, bir bağlam, niyet, inanç işidir sonuçta. Ancak mizahi bir tür olarak okunan ideolojik edebiyat, edebiyatı çok kötü bir şekilde kullandığı için kendisi mizaha dönüşür. Edebiyatı fena halde harcamaya dönük kötü bir niyet taşır çünkü. Ve burada galiba ilkin onlardan öcünü edebiyatın kendisi alır: bir dünyayı mahkûm etmek, karalamak, kötü göstermek maksadıyla yazılan ürünün kendisi böylesi bir sonuca katlanmak durumunda kalır.

Türk romanının resmî ideolojiyle ilişkisini en iyi Cumhuriyet dönemi romanı temsil eder. Özellikle Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu tür edebiyatın seçkin (yani işlevsel) örneklerini bulmak mümkündür. Türün en seçkin, öncü, çığır açıcı ve gelecekteki eserlere ilham verici kanonik örnekleri, Cumhuriyet edebiyatının da bir yönünü açıklar mahiyettedir. Yeni bir ulus inşa etme, bu ulusa yeni bir kimlik, kültür ve hayat tarzı benimsetme/empoze etme siyasetini benimseyen Cumhuriyet, diğer enstrümanlar gibi edebiyatı, özellikle de romanı etkin bir şekilde kullanıma sokar. Roman öne çıkan bir tür olarak bu süreçte üstlendiği görevini hakkıyla yerine getirir. Resmî ideoloji yörüngesindeki romancılar ise (belki işlevselliklerinden ötürü) öncü romancı olarak kabul edilir, kanonik kalemler olarak sürekli okutulur, ders kitaplarına dâhil edilir. Bu ise boşuna değildir. Roman, yeni siyaseti ve ideolojiyi anlatma, aktarma, benimsetme, yayma adına öncü bir role soyunur.

Resmî ideoloji siyasetini benimseyip bazı eserlerini buna göre kurgulayan, romanı yalın insan ve toplum gerçekliğindeki hikâyeyi anlatma yerine, bir proje ve ideolojinin hizmetine sokan örnekler vermek mümkün. Roman özelliklerinden önce sosyolojik ve siyasal vurgularıyla ve bir de ısmarlama bir eser olmasıyla temayüz eden Reşat Nuri’nin Yeşil Gece’si (1928), dindarlığı kötülemek ve karalamak rolünü hakkıyla yerine getirerek, ideolojinin hizmetine sokulan romanın sosyolojik değeri itibariyle iyi, roman değeri itibariyle ise kötü örneğini temsil eder. Köylüyü, inkılâpçı jargonla mahkûm eden, köylüye adeta hınçla bakan, onu en kötü sıfatlara layık gören ve böylece ideolojik roman türünün en seçkin eserleri arasına giren Yakup Kadri’nin Yaban’ı (1932) da bu çizgide anılmaya değer. Gene dindar kişiliği mahkûm etmeye dönük kaleme alınan ve hem kendi döneminde belli bir işlev gören hem de sonraki yıllarda ideolojik edebiyata ve sinemaya materyal desteği sağlayan Halide Edib’in Vurun Kahpeye (1926) adlı romanı da bu listeye dâhil edilebilir. Şu Çılgın Türkler adlı eseriyle bir çılgınlığa imza atan Turgut Özakman da bu tür edebiyatı yeni dönemlere taşımayı denemektedir.

Türk roman tarihinde bir tarz olarak yer alan ideolojik roman, farklı cepheler, değişik kulvarlara sahiptir. Resmî ideoloji bu cephe ve kulvarlardan biri. Hayat ve proje arasındaki gerilimde, hayata değil projeye öncelik verip bir işlevle edebiyat gerçekleştirmeye iyi bir örnek olarak resmî ideoloji ve roman ilişkisini okumak mümkün.