> Forum > ๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ > Mostar Aylık Kültür ve Aktüalite Dergisi > Dosya Yazıları > Osmanlı’da Ramazan eğlenceleri
Sayfa: [1]   Aşağı git
  Yazdır  
Gönderen Konu: Osmanlı’da Ramazan eğlenceleri  (Okunma Sayısı 1593 defa)
24 Haziran 2012, 11:36:07
Safiye Gül

Çevrimdışı Çevrimdışı

Mesaj Sayısı: 15.436


« : 24 Haziran 2012, 11:36:07 »



Osmanlı’da Ramazan eğlenceleri
Fatih GÜLDAL • 66. Sayı / DOSYA YAZILARI


“Dil-i mahzûnumuzu eyledi şâd u handân
Geldi yümn ile yine şehr-i mübârek Ramazan”


Müslüman Türkler diğer İslam toplumları gibi Ramazan ayına büyük bir önem vermişler ve kendilerine has bir Ramazan medeniyeti oluşturmuşlardı. Ramazan, toplumun her sınıfında büyük bir heyecana sebep olmuş, bu çerçevede her yaştaki insanların farklı Ramazan hatıraları oluşmuştu. Ramazan biterken, “gelecek sene Ramazan’a on bir ay kaldı” diye bir sevinçle, hayatlarını güzel anılarla geçirecekleri diğer Ramazan ayına bağlamışlardı. Ölmek isteyenler bile “Şu Ramazan’ı da göreyim de öyle…” diyerek Ramazan ayını son bir kez daha idrak etmek isterlerdi.

Hiç şüphe yok ki Osmanlılar Ramazan ayını bir ibadet ve arınma olarak düşünmüşler, bunun yanında yerinde ve İslam ölçülerine uygun bir eğlence kültürü de oluşturmuşlardı. Osmanlı toplumunda Avrupa’daki gibi bir gece hayatından bahsedilmezdi. Ramazan hariç diğer zamanlarda yatsıdan sonra herkes evine çekilir önemli bir işi olmadığı sürece dışarıya çıkmazdı. Şehrin sokaklarının henüz aydınlatılmaya başlanmadığı zamanlarda fenersiz sokağa çıkılmaz, bu halde yakalananlar tevkif edilerek karakola götürülürlerdi. Geçerli mazeret sunamayanlar kendilerini sabaha kadar bir hamam külhanında kazan görevlisi olarak bulabilirlerdi. Ramazanın gelmesiyle İstanbul sokakları şenlenir, fenerlerle yollar aydınlatılır, insanlar iftardan sonra gezintilere, sohbetlere, ev oturmalarına giderlerdi. Ramazan’a mahsus kahvehaneler oluşturulur, ekstra programlar tertip edilirdi. Devlet daireleri geç açıldığı için insanlar sahura kadar uyumaz herkes kendi meşrebine göre zaman geçirirdi.

Davullar, toplar ve kandillerle karşılanan Ramazan yine davullar, toplar ve kandillerle uğurlanırdı. İftarı müteakip gelen davulcu türlü türlü maniler okur, bahşiş almadan da gitmek istemezdi. Maniler İstanbulluların edebi zevklerini yansıtır ve Ramazan’ın doğasına uygun bir şekilde bolluktan bereketten, rahmetten bahsederdi. Elbette ki manilerin nakarat kısımları davulcunun bahşiş isteği ile sonuçlandırılırdı. Dersaadet’in davulcuları günümüzdeki gibi gürültü çıkarmazlar, türlü numaralarla adeta ayaküstü şov yaparlardı. Ahâli, özellikle de çocuklar, davulcunun geleceği saati büyük bir merakla bekler, onun peşi sıra sokakları dolaşırlardı.

Ramazanların en gösterişli eğlenceleri hiç şüphesiz ki ışık oyunlarıydı. Şehrin çeşitli yerleri özel kandillerle aydınlatılır, konak sahibi İstanbullular evlerinin önlerini ışıklandırırdı. Fakat insanların dikkatini en çok celbeden ve büyük bir eğlence kaynağı olan ise bazı Selâtin camilerinin minarelerinin arasına iple kandiller asılarak, yazı ve şekillerden oluşturulan mahyalardı.

Mahya, Farsça mâh (ay) isminden Arapça “-iyye” ekiyle oluşturulmuş, Osmanlıca mâhiyye (aylık, aya mahsus) kelimesinin günümüz Türkçe’sindeki şeklidir. Recep, Şaban, Ra¬mazan aylarının halk arasında adları verilmeden sadece "üç aylar" olarak anılması gibi mahya da yine adı verilmeden "rama¬zan ayına mahsus" anlamını kazanmış ol¬sa gerektir. Bununla birlikte yine Ramazan gecelerinde iç mahya, zemin mahyası, gezdirme mahya, taraklı mahya başta olmak üzere, kaftanlama, kandil/fener uçurtma gibi iç ve dış mekânların aydınlatıldığı farklı tarzlar da mevcuttu.

Mahya geleneği
Mahya ile İstanbul’un tezyin edilerek aydınlatılmasının tam olarak ne zaman başladığı konusunda ihtilaf varsa da 1578 yılında Dersaadet’i ziyaret eden Alman Gezgin Schweigger’in seyahatnamesinde iki minare arasında kandillerle kurulmuş güzel bir mahyayı resmeden bir gravürün bulunması, Osmanlıların ilk mahya tecrübeleri konusunda bilgi veriyor. Aynı şekilde Sultan III. Murad’ın, 1588 tarihli bir emrinde kandillerde minarelerin kandillerle donatılması istenmişti. İstanbul’un sosyal ve kültürel hayatı ile ilgili çok kıymetli bilgiler veren Balıkhane Nazırı Ali Rıza Bey, “Ramazan adetleri” adlı bölümde mahya geleneğini şöyle anlatıyor:

“Ramazan’ın birinci gecesinden Bayram gecesine kadar minarelerin kandil ile aydınlatılması 1610 yılında I. Ahmed (1603-1617) tarafından adet haline getirilmiştir. Ramazan geceleri mahya kurmak Süleymaniye, Sultan Ahmed, Valide Sultan ve Üsküdar’da gene Valide Sultan camilerine mahsus iken Üçüncü Ahmet (1703-1730) zamanında Damat İbrahim Paşa’nın tembihi ile Ayasofya, Fatih, Beyazıd, Sultan Selim, Şehzade ve Eyüp Camilerinde de mahya kurulmuştur. Bir gece Şehzade Camii’nde kurulan mahyada Zülfikar resmi yapılmış, o zaman Şeyhülislam olan tarihçi Çelebizade bir kıta yazmıştı.

Ramazanlarda Bayram gecesine kadar kandil yakılarak Bayram gecesi kandil yakılmaması adet haline gelmişken, bütün İslam âleminde bayram geceleri şenlikler yapıldığı halde İstanbul’da minarelerin karanlık kalması, gene Damat İbrahim Paşa’nın padişaha bir ferman çıkartması ile değiştirilmiş, minarelere geceleri ateşten kaftan giydirilmiştir. Mübarek mevlit gecelerinde de kandil yakılması bu fermandan sonra adet haline gelmiştir. Yalnız Mevlit geceleri kandil yakılmakla beraber şehirde ev ve dükkânların önlerine kandil asılması ve beşer top atılması Sultan II. Mahmud zamanında başlamıştır.”

Mahyalar genellikle iki minareli camilere asılırdı. Bir minaresi olanların kubbe âlemiyle mahyalandığı görülse de tercihen iki minareli camiler aranırdı. Bazen minarelerin iki tane olması da yetmez aralarındaki mesafenin de mahya asmaya uygun olması gerekirdi. Nitekim 18. yüzyılda İstanbul camileri ile ilgili yazılan ve çok mühim bir kaynak olan Hadikatü’l-Cevami’ adlı eserde yazar, Eyüp Sultan Camii’nin minarelerinin mahya yapmaya uygun olmaması nedeniyle 1724 yılında iki şerefeli iki minarenin yapılmasına karar verildiğini söyler. Mahyacılar minarelerin arasına kandillerle çeşitli yazılar yazarlardı. Ramazan’ın ilk günleri genellikle “Merhaba”, “Hoş geldin” gibi ifadeler varken son geceler “El-Firak” yazılırdı. Ramazan gecelerini ışıl ışıl aydınlatan mahyalarla günün anlam ve önemine binaen yazılar da bulunurdu. Özellikle I. Dünya Savaşı sırasında “Hilal-i Ahmer’i unutma”, “Hubbü’l-vatan mine’l-iman”, “Muhacirini unutma”, “Yaşasın İstiklaliyet” sık görülen ifadelerdendi. Yazıların yanında şehrin bu estetik aydınlatılmasında resimler ve şekiller de kullanılırdı. Çiçeklerden gül, lale, karanfil; şekillerden iki minareli cami, kuş, çadır, baklava dilimi, köşk, kule, balık, araba, hilal figürleri kullanılırdı.

Karagöz oyunu ve meddahlar
Ramazan akşamlarında özellikle çocuklar için en eğlenceli faaliyet Karagöz-Hacivat oyunuydu. Genellikle kahvehanelerde kurulan perdeye verilen ışıkla deve-dana derisinden yapılan karakterler sahnelenirdi. Gösteri perde gazeli ile başlar ve bu gazelde genellikle tasavvufi bir dil kullanılırdı. Başlangıçta “Hayy Hak” ya da “Ooof… Ya Hak” girişleri olmazsa olmazdı. “Perde kurdum şem’a yaktım gösteren zıll-i hayal, sanmayın perdeyi bezden hisse aldım ben bu sözden. Sanmayın zıll-i hayaldir perdemiz, namustur, edeptir irfandır perdemiz” şeklinde bir gazelle Hacivat sahneye çıkar ve insanları eğlendiren, bu arada irfana, edebe davet eden bir gösteri sunulurdu. Bir deyişe göre perdenin bir ucu şeriat, diğer ucu tarikat, diğer ucu hakikat ve dördüncü ucu da marifet olarak tanımlanırdı. Perde mekânı dünya; tasvirler, figürler ise bizleri, ışık kaynağı da ruhu simgelerdi. Mumu, ışık kaynağını söndürdüğünüzde ruh yok olur ve tasvirler perdeden kaybolurdu.

Eski Ramazanlarda halkın en sevdiği seyirlerden biri de meddahlıktı. Sözlükte medheden anlamına gelen bu gösteride heyecanlı hikâyeler anlatılır, çeşitli şive taklitleri yapılır, insanların eğlenceli vakit geçirmeleri sağlanırdı. Meddahların kendilerine ait usul ve adapları vardı. Yüksekçe bir yere otururlar, kürsünün üzerinde sürahi ve bir bardak bulunurdu. Meddah, makamına geçecek, arada ağzını silmek için omzuna bir çevre atarak, hikâyesinde kapı çalmak, ihtiyar bir adamın yürüyüşünü taklit eylemek gibi yerlerde kullanmak üzere kalınca bastonu elinde, söze başlardı: “Sühensâz-ı gülistân-ı nezâket / Dinle imdi bende-i âcizden bir hoş hikâyet”. Bu mukaddimeden sonra meddah “İsim isme, kisib kisibe, semt semte benzer, geçmiş zaman söylenir, yalan gerçek vakit geçer” diyerek hikâyesini anlatmaya başlardı.

Camiler hayat merkezi
Ramazanda camiler bir ziyaret yerine dönüşür iftardan sonra bir kısım insan vaktini buralarda açılan sergileri gezerek, eşle dostla alışveriş yaparak geçirirdi. Özellikle selâtin camilerinin avlularında açılan sergilerde tespihçiler, sahaflar ve antikacılar bulunurdu. Ayrıca bu camilerin kapılarında çeşit çeşit simitler, çörekler, en güzelinden Ramazan pideleri satılırdı. Baharatçılar ve tütsücülerden yayılan kokular insanların dikkatini celbeder ve buralarda toplanmalarını sağlardı. İnsanların oturmaları için cami avlularında geçici olarak dükkân şekline sokulan yerlerde, eski maden, Saksonya ve çini avanileri, bazılarında ilginç eşyalar, diğerlerinde nefis şallar ve kumaşlar, bir kısmında da tütün içmek için türlü türlü çubuklar bulunurdu.

Vüzera ve memuriyetlerden emekli olmuş ya da azledilmiş kişilerin ise hizmet ve meşguliyetleri bulunmadığından, öğle namazını kılmak için konaklarından erkenden çıkarlar, namazı eda ettikten sonra ise cami etrafında dolaşırlardı. İkindi namazına kadar çokça vakitleri olduğundan hoşça vakit geçirmek için Beyazıd’ta bulunan sahaflara ya da baştanbaşa süslü kâğıtçı dükkânlarına giderler, orada gelen geçeni seyredip sohbet ederlerdi. Bu sırada kâğıt, kalem, mürekkep, altın rîk ve lâl mürekkebi gibi şeyler alarak, hat sanatı üzerine konuşurlar, vakit geçirirlerdi. Tütün tiryakisi arkadaşlarına rast gelirlerse usulünce latifeler yapıp takılırlar, özellikle şaka kaldıranlara türlü sözler söylerlerdi.
[Bu mesajın devamını görebilmek için kayıt olun ya da giriş yapın
Bu Sayfayi Paylas
Facebook'a Ekle
Kayıtlı

Müslüman
Anahtar Kelime
*****
Offline Pasif

Mesajlar: 132.042


View Profile
Re: Osmanlı’da Ramazan eğlenceleri
« Posted on: 26 Nisan 2024, 08:14:39 »

 
      uyari
Allah-ın (c.c) Selamı Rahmeti ve Ruhu Revani Nuru Muhammed (a.s.v) Efendimizin şefaati Siz Din Kardeşlerimizin Üzerine Olsun.İlimdünyamıza hoşgeldiniz. Ben din kardeşiniz olarak ilim & bilim sitemizden sınırsız bir şekilde yararlanebilmeniz için sitemize üye olmanızı ve bu 3 günlük dünyada ilimdaş kardeşlerinize sitemize üye olarak destek olmanızı tavsiye ederim. Neden sizde bu ilim feyzinden nasibinizi almayasınız ki ? Haydi din kardeşim sende üye ol !.

giris  kayit
Anahtar Kelimeler: Osmanlı’da Ramazan eğlenceleri rüya tabiri,Osmanlı’da Ramazan eğlenceleri mekke canlı, Osmanlı’da Ramazan eğlenceleri kabe canlı yayın, Osmanlı’da Ramazan eğlenceleri Üç boyutlu kuran oku Osmanlı’da Ramazan eğlenceleri kuran ı kerim, Osmanlı’da Ramazan eğlenceleri peygamber kıssaları,Osmanlı’da Ramazan eğlenceleri ilitam ders soruları, Osmanlı’da Ramazan eğlenceleriönlisans arapça,
Logged
Sayfa: [1]   Yukarı git
  Yazdır  
 
Gitmek istediğiniz yer:  

TinyPortal v1.0 beta 4 © Bloc
|harita|Site Map|Sitemap|Arşiv|Wap|Wap2|Wap Forum|urllist.txt|XML|urllist.php|Rss|GoogleTagged|
|Sitemap1|Sitema2|Sitemap3|Sitema4|Sitema5|urllist|
Powered by SMF 1.1.21 | SMF © 2006-2009, Simple Machines
islami Theme By Tema Alıntı değildir Renkli Theme tabanı kullanılmıştır burak kardeşime teşekkürler... &
Enes