๑۩۞۩๑ İlim Dünyası Online Dergi Dünyası ๑۩۞۩๑ => Dosya Yazıları => Konuyu başlatan: Safiye Gül üzerinde 23 Temmuz 2012, 16:00:22



Konu Başlığı: Osmanlı ilmî ve kültürel hayatına medreselerin katkıları
Gönderen: Safiye Gül üzerinde 23 Temmuz 2012, 16:00:22
Osmanlı ilmî ve kültürel hayatına medreselerin katkıları
Remzi KILIÇ • 78. Sayı / DOSYA YAZILARI


Osmanlı ilmiye teşkilâtını; Müderrislik, Kadılık, Kadıaskerlik ve Şeyhülislamlık olmak üzere dört ana başlık altında toplamak mümkün. Eğitim ve öğretimin en önemli müessesesi hiç şüphesiz ki, medreseler. Medreseler genel olarak orta ve yüksek tahsil tedrisatı yapılan kurumlardı ve eğitim-öğretim sürecinde önemli bir yer tutuyordu.

Osmanlı Devleti’nin kuruluşuna müteakip padişahlar ve devlet adamları eğitim ve öğretim faaliyetlerine önem verdiler. Devletin hızla genişleyen topraklarından başka öteki İslam ülkelerindeki ve özellikle kendilerinden önceki Anadolu Selçukluları’nı örnek alarak benzeri özel medreseler açmaya başladılar . İlk Osmanlı medresesi İznik’te Orhan Gazi tarafından 1330’da kurulan ve “İznik Orhaniyesi “adını alan medreseydi. Orhan Gazi bu medresenin başına Kayserili Davut Efendi’yi müderris olarak getirdi. Yine İznik’te Süleyman Paşa kendi adına bir medrese kurdu. Osmanlılar’da medreseler hem program hem de mimari bakımdan büyük bir gelişme gösterdiler. I. Bayezid Han Bursa’ya camiler ve medreseler inşa ederek şehrin bir ilim merkezi haline gelmesini sağladı. Bundan sonra da birçok medrese kurdu. İmparatorluğun ilk bir buçuk asrında yaptığı medreselerin derece itibariyle en mühimleri, İznik, Bursa ve Edirne medreseleriydi.

Sahn-ı Seman ve Süleymaniye Medreseleri
Osmanlı Devleti’nde resmî bir müessese olarak medreselerin devlet nizamı içinde yer alması Fatih Sultan Mehmet’in kendi adıyla kurduğu “Fatih Medreseleri” ile başladı. İstanbul’un fethinden sonra medrese nizamına hız verildi. Fatih Sultan Mehmet şehirdeki kilise ve manastırları medrese haline getirdi. Fatih Medreseleri’nin kurulması Osmanlı medrese teşkilâtı için bir yenilik sayılır. Fatih Kanunnâmesi’nde “Sahn-ı Semân” diye adlandırılan medreselere Semâniye Medreseleri de denir. Bu medreseler “Haşiye-i Tecrid”, “Miftâh”, “Kırklı”, “Ellili”, “Hariç”, “Dâhil”, “Sahn-ı Semân”, “Altmışlı” olarak çeşitlendirildi. Medreselerde Kelam, Mantık, Belagât, Lügat, Nahiv, Matematik, Astronomi, Felsefe, Tarih, Coğrafya gibi ilimlerin yanında Kur’an İlimleri, Hadis ve Fıkıh gibi dersler de okutuluyordu. Uzun bir süre dinî ilimlerin yanı sıra müspet ilimler de verilmişti.

Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Sahn-ı Semân ya da Medâris-i Semâniye denen sekiz yüksek düzeydeki medresenin her birinin on dokuz hücresi (derslik) vardı. Sekiz müderrisin birer odası ve elli akçe gündeliği vardı. Her medresede bir odası ve beş akçe gündeliği bulunan, ekmek ve çorba verilen birer muîd (müderris yardımcısı) vardı. Her medresenin on beş odasına ikişer akçe gündelik, ekmek ve çorba verilen birer danişmend (talebe) yerleştirildi. Geri kalan iki oda kapıcılara ve ferraş denen temizlikçilere ayrılmıştı. Tetimme medreseleri ya da Mûsıla-i Sahn denen sekiz medrese ise orta öğretim düzeyindeydi. Her medresede on bir oda vardı. Her odaya suhte (Softa) denen üç kadar öğrenci yerleştirilmişti. Fatih, ayrıca camiye çevrilen Ayasofya Kilisesi’nde ve Eyüp Camii’nin yanında medreseler yaptırdı. Ayasofya Medresesi de Sahn derecesindeydi. Ayasofya’nın ilk müderrisi Molla Hüsrev’di. Molla Hüsrev ve Akşemseddin Sultan Fatih’in en çok sevdiği üstadları idi.

Fatih Sultan Mehmet’in Sahn-ı Semân Medreseleri; Tefsir, Usul-i Fıkıh, Fıkıh, Kelâm ve Arap lisaniyatı üzerine tedris yapan bir nevi İlâhiyat, İslam Hukuku ve Arap Edebiyatı Fakültesi’ydi. Henüz müspet ilimlere mahsus olan Tıp ve Matematik fakülteleri yoktu. Bu ihtiyaç göz önüne alınarak mevcuda ilâveten; Tıp, Riyâziye (Matematik) fakülteleriyle bir de Dârü’l-Hadis isimli medrese kuruldu. Dâru’l-Hadisler en yüksek dereceli medreselerde açılan bir öğretim kurumu olarak bulunurdu.

Süleymaniye Medreseleri’ni Kanuni Sultan Süleyman kurmuştu. Babası Yavuz Sultan Selim adına Yenibahçe’de bir medrese yaptırmıştı. Daha sonra da 1544’te Şehzade Mehmed için bir medrese açtırdı. Osmanlı Devleti’nin en ileri durumundaki müesseselerinden biri de 1550-1557 yılları arasında kurulan “Süleymaniye Medresesi”dir. Özellikle ordunun, tabip, cerrah, mühendis ihtiyacını göz önünde tutan Kanuni Sultan Süleyman, İstanbul’daki Süleymaniye Camii yanında bir Tıp Medresesi, Dârüşşifâ, Riyâzıyât (Matematik) öğrenimine mahsus dört medrese, bir Dârü’l-Hadis ve bir Tetimme tesis etti. İnşâ ettirdiği medreselere bazı gelirler ve vakıflar tahsis ettirdi.

Süleymaniye Medresesi İstanbul’un yedi tepesinden biri üzerine kurulmuştu. Medreseler’de haftada dört gün ders okutuluyordu. Her medresede talebelerin yatıp kalkması için hücre denen medrese odaları vardı. Talebelere günde iki defa yemek verilirdi. Süleymaniye Medreseleri yani Sahn-ı Süleymaniye yapıldıktan sonra Dâhil Medreseleri’ni tamamlamış olan talebelerden arzu edenler Sahn-ı Seman’a arzu edenler Sahn-ı Süleymaniye’ye devam ederlerdi. Süleymaniye Medreseleri yapılıncaya kadar en yüksek müderrislik Sahn-ı Semân müderrisliği iken, Süleymaniye Medreseleri’nin inşasından sonra müderrisler “ibtidâ-i altmışlı” yani altmış akçe yevmiyeliden başlayarak “Hareket-i altmışlı”, “Mûsıla-ı Süleymaniye”, “Hamise-i Süleymaniye”, Süleymaniye ve müderrisliğin son kademesi olarak “Dâru’l-Hadis-i Süleymaniye” müderrisliğine yükselirdi.
     
Osmanlı İlmiye Teşkilatı
Osmanlı ilmî ve kültürel hayatının merkezinde bulunan medreselerden mezun olan talebeler Müderris, Kadı ve Şeyh’ül İslam gibi unvanlarla devlete hizmet ederlerdi. Müderris olarak göreve başlayan bir medrese talebesi Şeyh’ül İslam makamına kadar yükselebilirdi.

Müderrislik: Medreseden mezun olup diploma aldıktan sonra mülâzemet ve kadıasker defterine kaydolunarak, en aşağı derecede olan “Haşiye-i Tecrit Medresesi” müderrisliklerinden birine tayin edilerek müderris olunurdu. Daha sonra sırasıyla “Miftâh”, “Kırklı”, “Hariç-Ellili” medreseleri müderrisliklerine yükselinirdi. Kadıaskerler’in de hazır bulundukları imtihanda müderris başarılı olduğu takdirde Sahn-ı Semân Medreseleri’nden birine terfi ederdi. Bu son müderrisliği bugünkü anlamda profesörlük ile mukayese etmek mümkündür.

Kadılık: Şer’i ve hukukî hükümleri tatbik eden, aynı zamanda hükümetin emirlerini yerine getiren bir makamdı. Kadılar’a “Hâkimü’ş-Şer” veya “Hâkim” de denirdi. Kadılık Teşkilâtı Osmanlı Devleti ile birlikte kurulmuştu. Kadılar’ın en önemli ve sürekli gelirleri, yaptıkları hizmetlerden alınan ve padişah fermanıyla belirlenen harçlardı. Bir de Kadıaskerler vardı ki, bunlar yüksek yargıç olarak anılıyordu. Türkiye Selçukları da bunu Osmanlılar’dan evvel bulundurmuşlardı. Kadıaskerler Vezir-i Âzam tarafından tayin edilirdi.

Şeyhü’l-İslamlık: Hanefî fıkhı üzerine şer’i ve hukuki meselelere ait dinî hükümler veren kişiye “Müftî” karara da “Fetvâ” denirdi. Müftülere Şeyhülislam unvanı da verilmişti. Bunun ilk tarihi bilinmiyor. Selçuklular’da her şehirde bulunan müftülere Şeyhülislam denirdi. Osmanlılar’da ise sadece Başmüftüye Şeyhülislam denilmiştir. Fatih devrinde Şeyhülislamlık resmî bir nitelik kazanmıştı. 1574 yılına kadar müderris ve kadıların tayinleri Vezir-i Âzam’a ait iken, bu tarihten sonra bu görev Şeyhülislamlar’a bırakılmıştı. Şeyhülislam’ın en önemli görevi ciddi konularda fetva vermekti. Şeyhülislamlar dürüst ve bilge kişilerden seçilirdi.

Medreselerde yozlaşma
Osmanlı Devleti’nin varoluş gayesini, Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi’ye söylediği; “Adil ol, merhametli ol, iyi adam ol, halkı eşit olarak himaye et, İslam’ı yay ve genişlet. Yeryüzünde hükümdarların görevi bu’dur. Ancak böylelikle Allah’ın rızasına erişirsin, bilmediklerini bilenlere danış” sözü ile ifade etmek mümkündür. 18. yüzyılda Avrupa Medeniyeti teşekkül etmiş, ilim ve felsefede büyük hamleler yapılmıştı. Kanuni devrine dönüş fikri ile yapılan ıslahatların devamlı olmaması ve köklü bir değişiklik getirmemesi Osmanlı ordularının sürekli kaybetmesi ve bu yüzden Avrupa’ya yaklaşma fikrinin gayr-i ihtiyari olarak gelişmesi ile 18. yüzyıldan itibaren “Batılılaşma anlayışı”nın doğduğu söylenebilir. Özellikle III. Selim’den sonra Islahat Layihâları’nda, Batı’yı örnek alma isteği ağırlığını açıkça hissettirmişti.

17. yüzyıldan sonra Batı’da gelişen serbest ilimleri benimseyemeyen medreseler 15. ve 16. yüzyıllarda bulunduğu seviyeden aşağıya düşmüşlerdi. Ders programlarında müspet bilimler, tabii bilimler ve felsefenin kaldırılmış olması sadece İslamî bilimlerle, dil ve edebiyat öğretilmesi, Batı ile olan eğitim ve öğretim farkını bariz bir şekilde ortaya çıkarmıştı. Medrese müesseseleri ve değerli bilginler hep merkezlerde toplanmıştı. Merkeze uzak yerlerdeki enerjik talebeler iyi yetiştirilememişti. Bu tip gençlerin enerjileri sönüp gitmişti. Merkezdeki hocalar arasında son devirlerde bir de mevkii hırsı ortaya çıkmıştı.

Medreseler Osmanlı Devleti’nde ilim ve kültür hayatına son derece önemli kazanımlar sağlamıştı. İmparatorluk 16. yüzyılın sonlarına doğru gerilemeye başlayınca, ulemadan kimi şahsiyetlerin, devlet idaresi ve yönetimdeki bozulmaların düzeltilmesi ile ilgili düşüncelerini padişahlara zaman zaman eserler ve lâyihâlar halinde sundukları görülüyor. Osmanlı Devleti’nin kuruluşuyla beraber tesisine başlanan medreseler, devletin gerilemesine paralel olarak da bozulmaya başladı. Bozulan medreselerden mezun olan ulemâ da kendi sahasında yetersiz olmakla kalmayıp, bütün kötülüklerin kaynağı gibi görülmeye başlandı.

Fatih’den sonra Kanuni Sultan Süleyman zamanında Medreseler’de Riyâziyât (Matematik) ve Tabiat dersleri çok önem kazanmıştı. Fakat bunlardan sonra bu derslere karşı düşmanlık başladı. Müspet ilimlerin kaldırılmasına ve Medrese eğitiminin bozulmasına karşı ilk tepki 17. yüzyılda Kâtip Çelebi’den (1609-1658) gelmişti. Kâtip Çelebi Mizânu’l-Hak fi İhtiyâri’l-Ehak adlı eserinde medreselerin içine düştüğü aymazlığı, gafleti müderrislerin bilgisizliğini ileri sürmüş ve öğretimde doğru yöntemlerin uygulanmasını, Batı’daki bilimsel gelişmelerden yararlanılmasını önermiş ise de bu görüşleri dikkate alınmamıştır.

Celâlilerin ortaya çıkışları, III. Sultan Mehmet’in padişahlığı (1595-1603) dönemine rastlıyor, ortadan kaldırılması ise I. Sultan Ahmet (1603-1617) dönemine. 1595-1617 yılları arası “Celali İsyanları” uzun süre iç bünyeyi ve dolayısıyla devleti meşgul etti. Kara Yazıcı ve Hüseyin Paşa Celâli hareketlerinin en meşhur sorumlularındandı. Medrese talebesinin bir kısmı da bu hadisede önemli bir grubu meydana getirdiler. Çöküşte Osmanlılar’ın tutarsız bir malî politika güdülmesinin sonucu olarak ortaya çıkan iktisadi buhranın da payı büyüktü. 17. yüzyıla kadar geniş topraklar kazanılmış olması, medrese mezunlarına geniş bir iş imkânı sağlıyordu. Bu itibarla medreseler, askeriye sınıfının “Ehl-i Şer” (İslam hukukçuları) kesiminde görev alan diplomalı kişiler yetiştiren pratik kurumlar haline dönüşmüştü.

Osmanlı Devleti’nde din önemli bir kıymeti haizdi. Ulema’ya suç işleyince verilen ceza azil idi. Bilginlerden çoğu son zamanlarda çeşitli sebeplerle azledilmişti. Bilginlerin çeşitli sebeplerden dolayı menfi tavır içine girmesi zaman zaman devleti zor durumda bırakıyordu. Bazen katledilenler de olmuştu. 18. yüzyıldan sonra ulemâ sınıfı yalnız kendi çıkarlarını koruma endişesi ile yöneticilerinin zulümlerine engel olma fonksiyonlarını da iyice kaybetti. 19. yüzyılın ikinci yarısına kadar eğitim ve öğretim alanında ciddi sayılabilecek hiçbir yenilik hareketi yapılmadı. Haliyle medrese mezunları bilgi ve görgü yönünden eksik kaldılar. Bu durumda sahte bilginler, mevkii ve menfaatperest kişiler ortaya çıktı. Esasen uzun bir süredir zayıflamış olan bilginler ve yönetim arasındaki ilişkiler, 19. yüzyılda büsbütün iplerin kopmasına sebep oldu. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasında eğitimli insanların da çaresiz ve etkisiz kaldığını söyleyebiliriz. Ancak tüm bu yaşananlara rağmen medreseler Osmanlı Devleti’nde toplumun ilim ve kültür hayatına büyük faydalar sağladılar.

Devlet adamlarına öğütler
İslam dünyasında medreselerde yetişmiş birçok düşünür, zamanlarının hükümdarlarına nasihat yollu, devlet ve hükümet idaresiyle ilgili tavsiyelerde bulundular ve bu hususta eserler yazdılar. Bu tip eserlere genellikle “Nasihâtü’l-Mülûk” denir. Bu eserlerde, devlet adamlarına tavsiyelerde bulunulur. Osmanlılar’da Fatih’in babasının nasihati olan Nasihât-ı Sultan Murad; Kanunî Sultan Süleyman devri sadrazamlarından Lütfi Paşa’nın Asâf-nâme; Gelibolulu Mustafa Ali’nin Nasihâtü’s-Selâtin ve Kitâb-ı Müstetâb; Koçi Bey’in Telhisât der Ahvâl-i A’lem-i Sultan Murat Han veya Koçibey Risâlesi; Kâtip Çelebi’nin Düstûru’l-Amel li Islâhi’l-Halel ve Mizânü’l-Hak fi İhtiyâri’l-Ehakk; Defterdar Sarı Mehmet Paşa’nın Nesâyihü’l-Vüzerâ ve’l-Ümerâ adlı eserleri hatırlatılabilir. Ayrıca, Koca Sekbânbaşı Risâlesi, Kemânkeş Kara Mustafa Paşa Lâyihâsı, Resmî Ahmed Lâyihâsı, Aynî Ali Efendi’nin Kavanîn-i A’li Osmân der Hulâsâ-i Mezâmin-i Defteri Divân’ı vardır.

KAYNAKÇA:

- ADIVAR, A. Adnan, Osmanlı Türklerinde İlim, (Hazırlayan Aykut Kazancıgil - Sevim Tekeli), Remzi Kitabevi, (4. baskı), İstanbul, 1982.
- AKYÜZ, Yahya, Türk Eğitim Tarihi, (7. baskı), İstanbul, 1999.
- _______, , Türk Eğitim Tarihi, (12. baskı), Pegem Akademi Yayınları, Ankara, 2008.
- ARIK, Feda Şamil, “Osmanlılarda Kadılık Müessesesi”, OTAM, S. 8, Ankara, 1997, (ss. 1-72).
- ATAY, Hüseyin, Osmanlılar’da Yüksek Din Eğitimi, Dergah Yay., İstanbul, 1983.
- BALTACI, Cahid, XV-XVI. Asırlarda Osmanlı Medreseleri, Enderun Kitabevi, İstanbul, 1976.
- BİNBAŞIOĞLU, Cavit, Türkiye’de Eğitim Bilimleri Tarihi, M. E. B., İstanbul, 1995.
- ÇAĞATAY, Neşet, İslam Tarihi, T. T. K. Basımevi, Ankara, 1993.
- ÇELEBİ, Ahmet, İslam’da Eğitim Öğretim Tarihi, (Terc. Ali Yardım), Damla Yay., İstanbul, 1983.     
- Defterdâr Sarı Mehmet Paşa, Devlet Adamlarına Öğütler, (Nesâyıhü’l-Vüzerâ ve’l-Ümerâ), (Derleyen ve Çeviren Hüseyin Ragıp Uğural), İzmir, 1990.
- ERGİN, Osman Nuri, Türk Maarif Tarihi, I-II, İstanbul, 1977.
- GÜNGÖR, Erol, Tarihte Türkler, Ötüken Yay., İstanbul, 1997.
- KAFESOĞLU, İbrahim, Türk Millî Kültürü, (8. baskı), Boğaziçi Yay., İstanbul, 1993.
- KAZICI, Ziya, İslam Müesseseleri Tarihi, Kayıhan Yay., İstanbul, 1991.
- KİTAPÇI, Zekeriya, Türkistan’da İslamiyet ve Türkler, Konya, 1988.
- KOÇER, Hasan Ali, Türkiye’de Modern Eğitimin Doğuşu ve Gelişimi, M.E.B., İstanbul, 1991.
- Koçi Bey, Koçi Bey Risâlesi, (Sadeleştiren Zuhuri Danışman), M. E. B., İstanbul, 1993.
- KURAN, Ercüment, Türkiye’nin Batılılaşması ve Millî Meseleler, (Derleyen Mümtaz’er Türköne), T. D. V. Yay., (2. baskı), Ankara, 1997.
- MERÇİL, Erdoğan, Müslüman -Türk Devletleri Tarihi, T.T. K. Basımevi, Ankara, 1993.
- ÖZKAN, Salih, Türk Eğitim Tarihi, Tolunay Yay., Niğde, 1997.
- ÖZTÜRK, Ali, Ötüken Türk Kitâbeleri, M. E. B., İstanbul, 1996.
- PAKALIN, Mehmet Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I-III, M. E. B., İstanbul, 1993.
- TURAN, Osman, Selçuklular Tarihi ve Türk- İslam Medeniyeti, Boğaziçi Yay., İstanbul, 1996.
- TURHAN, Mümtaz, Kültür Değişmeleri, M. Ü. İlâhiyat Fak. Vakfı Yay., İstanbul, 1987.
- UĞUR, Ahmet, Epigrafi ve Paleografi, Erciyes Üni. Yay., Kayseri, 1994.
- -----------------, Osmanlı Siyâset-nâmeleri, Kültür ve Sanat Yay., ?, 1987.
- UNAN, Fahri, “Bir Alimin Hayat Hikâyesi ve Klâsik Osmanlı Eğitim Sistemi Üzerine”, OTAM,      S. 8, Ankara, 1997, (ss. 365-391).
- UZUNÇARŞILI, İsmail Hakkı, Osmanlı Devletinin İlmiye Teşkilâtı, T. T. K., Basımevi, Ankara, 1988.
- YAKIT, İsmail, “Osmanlı İlmiye Teşkilâtı ve Şeyhülislamlar”, Türk Yurdu, C. 19-20, S. 148-149,      Ankara, 2000, (ss.174 -187).
-XYAZICI, Nesimi, İlk Türk-İslam Devletleri Tarihi, A. Ü. İlahiyat Fak. Yay., Ankara, 1992.